Thursday, December 31, 2015

‘Özyönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu’

“Özyönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu” önemli bir belge. Sosyalistlerin, bu deklarasyonun, “tartışmaya açıktır” ifadesini bir çağrı olarak kabul edip önyargılarla, kanaatlerle değil “düşünceyle” yaklaşarak, olumlu katkı yapmak amacıyla cevap vermeleri gerekiyor. Ben bu yazıda, yardımcı olmak amacıyla kısa notlar düşeceğim. 

İki saptama
Deklarasyon taleplerinin dünya-tarihsel zeminini şöyle kuruyor: (1) “Günümüzde küresel kapitalizm derin bir kaos yaşamaktadır”; (2) “Bugün dünyada hâkim olması gereken yönetim anlayışı tartışmasız demokrasidir”. Bunlar oldukça sorunlu saptamalar. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, December 28, 2015

2015’ten 2016’ya

2015 özellikle uluslararası ilişkiler düzleminde yüz yıl önceki olayları anımsatan çok tehlikeli gelişmelere sahne oldu. 2016 bu gelişmelerin sonuçları açısından bir dönüm noktası olabilir.

2015’te denge arayışları
2015 yılı, ABD-AB ekseni ile etkilerini artık kesin bir biçimde belli eden yeni büyük güçler arasında denge arayışlarının yılı oldu. Bu denge arayışları Ukrayna’dan Suriye’ye, ABD, Avrupa Birliği (esas olarak Almanya-Fransa) ile Rusya’yı, Uzakdoğu’da ABD-Japonya ile Çin’i karşı karşıya getiren iki çok kırılgan fay hattının oluşmasına yol açtı. Yıl kapanırken, Rusya ile Hindistan’ın enerji ve savunma alanlarında imzaladıkları, Financial Times’ın dünyanın en değerli askeri ilişkisi olarak nitelediği anlaşma bu denge arayışlarını daha da karmaşıklaştırdı.,
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, December 24, 2015

Quo Vadis Türkiye?

Bir yılda Türkiye nereden nereye geldi, nereye gidiyor? Kürt sorununda silahlar genel olarak susmuştu, HDP tek konulu bir partiden, emekçilerin, tüm ezilenlerin adına konuşan bir Türkiye partisine dönüşüyor, olası bir barışın meşru aracı olarak yükseliyordu. Sonra genel seçimler, başkanlık tartışmaları yoğunlaştı. HDP bir risk alarak seçimlere parti olarak girdi. Haziran seçimlerinde siyasi manzarayı, olasılıkları etkileyen bir başarı elde etti. 
 
Bu başarı AKP’nin elinden tek başına hükümet kurma gücünü aldı. Ülke bir anda nefes aldı. Özgürlük, değişim, umut rüzgârı esti birkaç hafta. Ancak düzenin iki partisi CHP ve MHP bu durumu değerlendirmediler. AKP’nin totaliter aklı HDP’yi ihanetle suçladı. Biz olmazsak kaos olur söylemi başladı. PKK liderliği, anlaşılmaz bir biçimde HDP’nin başarısını küçümsedi, yararlanacak yerde, rüzgârını kesecek demeçler verdi. 

Bir seçimden kaosa

(...) 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, December 21, 2015

Gerçekten korkutucu bir geceydi

ABD’de Cumhuriyetçi Parti (GOP) başkan aday adaylarının son tartışmasını izlediğim 15 Aralık gecesinden söz ediyorum. Adaylar, militarizm, emperyalizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kendi vatandaşlarına yönelik casusluk gibi alanlarda birbirleriyle yarıştılar. 

GOP’nin başkan aday olma hakkını kazanacak olanın karşısına çıkması beklenen Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’un da, militarizm, emperyalizm, konularında bunlardan aşağı kalmadığını düşününce korkmamak elde değildi. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 17, 2015

Suudilerin sonuna doğru...

“Suudilerin Yemen macerasının, hanedanın geleceğini tehlikeye atan bir süreci başlattığını” yazmıştım. (31/03) Bu abartılı bir saptamaydı. Son haftalarda Batı basınında, bu saptamayı destekleyen yorumlar artıyor.
 
‘Artık başka yana bakmak yok’
Otuz ülkeli bir anti-IŞİD koalisyon liderliğine soyunduklarına bakmayın, Alman gizli servisi BND’nin bir raporuna göre, Suudiler Ortadoğu’da giderek istikrar bozucu bir rol oynuyor. BND, Suudi rejiminin geleneksel temkinli dış politikasının yerini, düşüncesizce atılan adımların almaya başladığını düşünüyor.
Merkel’in yardımcısı Sigman Gabriel de Suudi rejimini, teröristlere mali destek vermekle suçladı, “Artık olanları görmezden gelme döneminin sona erdiğini Suudilere açıkça söylememiz gerekir” dedi. 


Yazının devamını okumk için tıklayınız 

Monday, December 14, 2015

‘Zamanın gürültüsü’ faşizmin ayak sesleri

(Bu, yazının yer sıkıntısından dolayı son anda kısaltılmak zorunda kalan versiyonudur. Orijinalini ayrıca bloga koyacağım)

ABD’den ırkçı Donald Trump’ın yükselişi devam ediyor. Fransa, Polonya, Macaristan, Danimarka, İsveç, Finlandiya gibi ülkelerde faşist karakterli liderlerin, partilerin, popülaritesi artıyor.
‘Zamanın gürültüsü’
Kapitalizm yine bir yapısal ekonomik kriz yaşıyor, sermaye, egemen birikim rejimini yıkarak, kârları restore edecek yeni teknolojik ve mekânsal arayışlara yöneliyor. Bu yıkım, üretim süreçlerinde, sanayilerde, yaşam alanlarında hızda bir altüst oluş, kültürel karmaşa yaratıyor. Dün, sağ (faşist) ve sol (sosyalist komünist) kanatlarıyla modernizm bu altüst oluşun şokunu, sanattan siyasete temsil ediyordu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, December 10, 2015

IŞİD ve bombalar

“Terörizme karşı savaş” hızlanıyor. Koalisyon güçlerinin bu savaşta, havadan, füze, bomba, karadan özel kuvvetler, elit savaşçılar ile baskın, tutsak kurtarma, istihbarat, hedef işaretleme, suikast, lider kaçırma gibi yöntemlere öncelik verecekleri, kapsamlı bir cephe savaşı düzenlemeye niyetli olmadıkları anlaşılıyor; en azından şimdilik... 

Çoktan ‘metastaz’ yapmış
Koalisyon güçleri IŞİD’in yayılmasını durdurmayı, mali-lojistik beslenme kanallarını kesmeyi, kontrolü altındaki topraklarda yönetme kapasitesini aşındırarak IŞİD’i halkla karşı karşıya getirerek çökertmeyi planlıyor. Bu planın en az üç zayıf noktası var. 
(...)

‘Terörizmin’ insan kaynakları
Soruna buradan bakınca IŞİD’e Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan katılanlar ve Avrupa, ABD’den katılanlar olarak iki farklı kaynak tanımlanabilir.  

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, December 07, 2015

Büyük ve sonsuz bir savaş…

Salı yazımda (gazetenin sayfa sayısı azalıyor, artık salı köşesi yok) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan ortak karar üzerine, bu kadar büyük bir koalisyon girişiminin gündeminin salt IŞİD’le sınırlı kalacağını düşünemediğimi vurgulamıştım. Olayların akışı, bana, 2004 yılında, ABD’nin gündeme getirdiği “Büyük Ortadoğu Projesi”ni anımsatmıştı. 
 
O günden bu yana izleyebildiğim yorumlar, bu projenin yeniden gündeme gelmekte olduğuna ilişkin korkumu daha da güçlendirdi. Şimdi çok büyük kapsamlı, sonu olmayan bir savaşın içine girmeye başladığımızı düşünüyorum. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, December 03, 2015

Tatlı rüyadan kâbus realiteye...

“Tarihin” mutlak ruhu gerçekleştirmeye doğru ilerlediği düşüncesine karşı, “Tarih uyanmaya çalıştığım bir kâbustur” diyordu, James Joyce’un Ulysses’deki, entelektüel Stephan Dedalus. Avrupa’da, liberal entelijensiya ise tam aksine, insanlığın geleceğine egemen olacak bir uygarlık projesi (AB) biçiminde “ilerleyen” tarihe ilişkin rüyalarından asla uyanmak istemiyordu. Artık zorla uyanıyorlar, hem de kâbus gibi bir realitenin içine. 

Gelecek...
“Küreselleşme” tam hız ilerlerken AB, bu sürecin geleceğini sergileyen bir prototipti: Ortak pazar, ortak para birimi, bütünleşen bir ekonomiler; sınırlar kalkınca sermayenin, malların, emeğin serbest dolaşımı... Milliyetçilik geride kalıyor, kültürler, dinler kaynaşıyordu: AB yükselen hegemonya odağıydı.
Fransız, Hollanda halkları, bu rüyayı görenleri 2005 Mayıs ayında yapılan referandumda neoliberal anayasa önerisini reddederek şiddetle sarstılar. Birlik sürecini yürüten AB bürokrasisi, onu yönlendiren Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası ile halkın arzuları uyuşmuyordu. Bir hegemonya krizi ortaya çıkmıştı. Ama liberal entelijensiyanın rüyası o kadar tatlıydı ki...

(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, December 01, 2015

En tehlikeli boşluk, en önemli yer

Ukrayna’dan gelerek Suriye’ye uzanan bir jeopolitik fay hattından söz etmiştim. Çin’in, Cibuti’de açtığı ilk denizaşırı askeri üs, bu fay hattının güneye doğru uzandığını düşündürüyor. 

Bu fay hattının altında, I. ve II. dünya savaşlarından bu yana görülmemiş büyüklükte bir siyasi iktidar boşluğu var. IŞİD’in Paris katliamı, IŞİD ve AKP Türkiye’sinin düşürdüğü Rus uçakları, Ukrayna’da, Kırım’a giden elektrik hatlarına yönelik sabotaj, bu boşluğun derinleşmekte olduğunu gösteriyor.

Eski bir proje... 

Monday, November 30, 2015

‘Ben devletim!’- ‘Devlet benim’

Can Dündar ve Erdem Gül arkadaşlarımızın yargılanmak üzere tutuklanması, fiilen değiştikten sonra şimdi yeni anayasa projesiyle kendine kılıf arayan rejimin mükemmel bir dışavurumudur.
Bu kendine güveni son derecede düşük, korku içinde bir rejimdir; daha dün seçimleri kazanmış olmasına karşın bir türlü yarınından emin olamayan bir kadronun yönetmeye çalıştığı bir rejimdir.

Bu kadronun özgüveninin ne kadar zayıf, rejimin ne kadar kırılgan olduğunu anlayabilmek için haziran- kasım arası dönemde yaşananları, Güneydoğu’da Kürt bölgelerinde yaşanmakta olanları, Suriye iç savaşı bağlamında başlayan gelişmeleri (bunlara yarın değineceğim) düşünmek yeterlidir.
Fransız yönetiminin, 130 vatandaşının, başkentin göbeğinde IŞİD tarafından katledilmesi karşısında gösterdiği refleksi, Devlet Başkanı Hollande’ın başlattığı diplomasi atağını, Suriye politikasını değiştirme cesaretini, cuma günü yapılan anma merasiminin vakarını, Türkiye’deki rejimin Ankara katliamından sonra takındığı tutumla karşılaştırmak, Paris katliamından sonra verilen demeçleri, çalınan ıslıkları anımsamak da rejimin karakterini, bu kadronun ülkeyi getirdiği noktayı anlamak açısından son derecede öğreticidir. 


Yazının tamamın okumak için tıklayınız

Thursday, November 26, 2015

III . aşama korkuları

Dünya ekonomisinin, yükselen piyasa ekonomilerine odaklanmış bir III. aşamaya girdiğine ilişkin tartışmalar piyasalarda yeni bir “mali sarsıntı” olasılığının güçlenmekte olduğuna ilişkin kaygıları artırıyor.,

‘BRICS’ bitti...
Bu III. aşama savı, “uzun durgunluk” devam ederken, bu yıl yoğunlaşan tartışmalarda ortaya çıkmıştı. Genelde iyimserliği ile bilinen The Economist’in de katıldığı bu III. Aşamanın zamanlaması şöyle: On yıl önce ABD’de konut piyasasında patlayan spekülasyon balonu, Lehman Brothers’in batması, kredi piyasalarının çökmesi I. Aşamayı başlattı. Sekiz yıl önce, borç krizi Avrupa bankalarına sıçradı, sonra hızla devletin mali krizine dönüşerek II. Aşamayı başlattı.
Şimdi emtia fiyatları ve talep gerilerken yükselen piyasa ekonomilerinde ve Çin’de ekonomik büyüme belirgin biçimde hız keserken, borçlar, özellikle özel sektör borçları artmaya devam ederken varlık piyasalarının canlılığını korumakta olması bu kez yükselen piyasalara odaklı bir mali kriz olasılığını gündeme getiren bir III. Dönemin başladığını düşündürüyor. Bu “yeni dönem”i de sanırım en iyi Goldman Sachs’ın eylül ayında BRICS fonunu kapatmak için başvurmuş olduğunun ortaya çıkması (Bloomberg, 08/11/2015) simgeledi. 

Yazının evamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, November 24, 2015

Tarih yine yön değiştiriyor…

Batı basınında önde gelen yayınların yorumları şu noktada birleşiyorlar: “IŞİD’in Paris katliamı Avrupa jeopolitiğinde, etkisi yıllarca sürebilecek bir kayma başlattı”. Ben “kayma”nın AKP Türkiyesi’ni de etkileyeceğini düşünüyorum. 

ABD ve Avrupa dış politika çevrelerinde esas endişe kaynağı, potansiyel risk olarak algılanan Rusya, yerini Batı’nın işbirliği yapmak istediği Rusya’ya bıraktı. Uzakta bir yerde yaşandığı için sınırlanabilir bir risk olarak algılanan IŞİD terörizmi “acil tehlike” konumuna yükseldi. 
Fransa hükümeti, “bir savaş içindeyiz” dedi; Suriye konusunda önceliğini Esad’ın gitmesinden IŞİD ile savaşa kaydırdı. Aynı anda Avrupa’da, Suriye ve Kuzey Afrika’dan gelen sığınmacılarla ilgili korkular da yoğunlaştı, tepkiler sertleşti. Cuma günü AB liderliği Şengen bölgesinde bile pasaport kontrollerini, dolayısıyla Avrupa da sınırları, geri getirmeye karar verdiklerini açıklıyordu. Nihayet, insan haklarını savunan örgütlerle elektronik denetim, izleme hakkını genişletmek isteyen devletler arasındaki pazarlıkta denge devletlerden yana değişti. Böylece tarih yine korkutucu biçimde yön değiştirmeye başladı.

‘Danse Macabre’ 
Al Baghdadi 1.6 milyon Müslümanın liderliğine soyunarak dünyaya savaş ilan ettiğinde, bu kötü bir şaka gibiydi...


(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, November 23, 2015

14. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi

ürk Sosyal Bilimler Derneği’nin her iki yılda bir düzenlediği Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nin on dördüncüsü Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi’de 23-25 Kasım tarihlerinde gerçekleştiriliyor. 
 
Bu yıl derneğin tamamen kendi olanaklarıyla düzenlediği, kongrede sosyal bilimlerin tüm alanlarını kapsayacak biçimde programlanan 94 oturumda 620 bildiri sunuluyor. Türkiye, bölge ve dünya çok zor, tehlikeli bir dönemden geçiyor. Gündemde ekonomik siyasi, jeopolitik krizler var. Ne yazık ki bu krizlerin aşılmasına ilişkin ortada tatmin edici çözüm önerileri, projeler yok. Üstelik hemen her yerde değişen yoğunluklarda, ama özellikle ülkemize, böyle çözüm önerilerinin, projelerin oluşması açısından olmazsa olmaz eleştirel düşünce, araştırmacı, yorumcu gazetecilik ağır ve artan baskılar altında ayakta kalmaya, üretmeye, toplumsal görevini yerine getirmeye çalışıyor.
Eleştirel, özgür düşüncenin ufkunun hızla kararmakta olduğu “vakitlerdeyiz”. Bu kongre, sunduğu özgür tartışma, bilimsel alışveriş platformuyla, bu “karanlık vakitlerde” içeriye ışık girmesine olanak sağlayacak çok ender bir çatlak açıyor. Büyük bir öneme sahip, çok değerli bir gelenek, girişim var karşımızda.

(...)
 Yazının devamını okumak için tıklayınız
 

Thursday, November 19, 2015

Umut ve karanlık!

Türkiye’de Suruç ve Ankara katliamları, AKP’nin seçim zaferi... Cuma gecesi Paris’te gerçekleştirilen hunhar saldırılar... Sonra siyasal İslamın, “Saldırılar insanları İslamdan soğutmak için yapılıyor”... “Ankara’daki, Suruç’taki, Gaziantep’teki, Şırnak’taki için ne düşünüyorsak Paris’teki eylemler için de aynısını düşünüyoruz” dedirten mantığı... Ortalıkta “umudunuzu kaybetmeyin” diyerek dolaşanlar artık gerçekten sinirime dokunuyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, November 17, 2015

‘Bir dünya’ ve ‘ötekisi’

Tüm kültürel etnik farklılıkların çokluğu, tek bir dünyanın varoluş alanında yaşanıyor. Bu varoluş alanını tanımlayan, belirleyici “ilişki” de sermaye. Karşılaştığı her “farklı” ekonomik ilişkiyi, “organlarını” yapıştırarak değiştiren, kendine benzeten; bu farklı ekonomik ilişkileri ayakta tutan simgesel kodları çözen, bunların içine girerek önce “hybrid”leştiren, bazen “canavarlaştıran”, sonra silerek yerine kendi kodlarını yazan, farkı yok eden sermayenin dünyası bu...

Bu dünyada yalnızca tek bir uygarlık var. En son örneğini Paris’te gördüğümüz vahşet de bu kapitalist uygarlığın bir ürünü. Daha doğru deyişle ürettiği bir “canavar öteki”si. Bu yüzden karşımızda bir “uygarlıklar çatışması” yok. Kapitalist uygarlıkla, onun içinden çıkan, çıkmaya devam eden bir “canavar öteki” var. Bu yüzdendir ki, bu “canavar”, kapitalist uygarlığın içindeki, tüm insanlara, din, ırk, milliyet ayrımına bakmadan saldırabiliyor: Bu “canavar öteki”ye karşı mücadelede de insanların kendilerini din, ırk, milliyet ayrımı gözetmeden birlikte savunmaları gerekiyor.... 


Ama nasıl?

Yazının evamını okaumak içn tıklayınız 

Monday, November 16, 2015

Paris katliamı... Bir kolaj denemesi

Ben bu yazımda, siyasal İslamın IŞİD kanadının militanlarının Paris katliamının ayrıntıları üzerinde durmak, beni o gece sabaha kadar TV5-Fr24 kanalları karşında tutan öfkeden, kederden, tiksintiden söz etmek yerine, bu olayı içine yerleştirebileceğim bir büyük resmi, çeşitli haber yorum parçacıklarından oluşan bir kolaj üzerinden düşünmeyi deneyeceğim. 

Paris’in 11 Eylül’ü
CIA’nın eski başkanı olan George Tenet, geçen hafta, internet dergisi Politico ile yaptığı söyleşide, 2001 yılının bahar aylarından başlamak üzere, George Bush hükümetini, ABD toprağında çok büyük bir saldırı olasılığı konusunda uyarmış olduğunu açıkladı. O zaman CIA’nın terörizme karşı mücadele bölümü başkanı olan Cofer Black, Mayıs 2001’de “saldırıya uğrayacağız. Bu büyük bir saldırı olacak, çok sayıda Amerikalı ölecek”... “Gerçek planların yapıldığı anlaşılıyor” diyormuş. Bush hükümeti bu uyarıları dikkate almamış.
Bu yılın 12 Ekim sayısında Paris Match dergisi, “Fransa’nın ISİS’in birinci hedefi olduğunu”, “11 Eylül çapında bir saldırının gerçekleşeceğine ilişkin uyarıların arttığını” bildirmiş. Paris Match’a göre “İstihbarat servisleri, böyle bir saldırının kaçınılmaz olduğunu söylerken engellenmesinin de olanaksız olduğunu vurguluyorlarmış” (Global Research,14/11/ 2015) 
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, November 12, 2015

Ortadoğu ısınmaya devam ediyor

Ortadoğu’da devlet ve toplum yapıları, “erime” noktasına doğru ısınmaya devam ediyor. Üstelik bu ısınma, yalnızca Suriye, Irak gibi savaş yaşayan ülkelere, bu savaşlarla ilişkili İran, Lübnan, Ürdün, Mısır, Türkiye, hatta Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki kısa dönemli istikrarsızlık olasılıklarıyla da sınırlı değil. 

‘Rejim değişikliği’ projesi ama bu kez farklı
Ortadoğu’nun stratejik önemi esas olarak iki özelliğinden kaynaklanıyor. 
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, November 10, 2015

Kapitalizmden sonra ‘yeni-ortaçağ’ mı?

AKP seçimleri “kazandı”, restorasyon projesini tüm hızıyla, şiddetiyle uygulamaya koymaya kararlı görünüyor. Muhalefet ise... Gelin, can sıkıcı konularla karşılaştığımızda yaptığımız gibi konuyu değiştirelim.

Örneğin, The Guardian yazarı Paul Mason’un geçen ay yayımlanan, Post-Kapitalizm: Geleceğe İlişkin Bir Rehber, başlıklı kitabından başlayabiliriz. Mason’un ilgi alanı teknolojik gelişmelerin toplumsal etkileri; “Arap İsyanları” “Meydan İşgali” hareketleri sırasında yorumları da ilgi çekmişti. Mason, kitabında bir adım daha ileri giderek, teknolojik gelişmelerin etkileriyle kapitalizmin, daha insani bir biçime doğru bir mutasyon geçirmekte olduğunu savunuyor.
Mason’un sunduğu modelde sermaye kendi kendine hareket eden bir “şey”; 
 
kapitalizm çökmüyor, sermaye mutasyona uğruyor. Bu kez bu mutasyon artık kapitalizmin ufkunu aşmaya yönelik olarak şekilleniyor. Kitap ilginç, birçok açıdan öğretici, ama enerjisini emeksermaye çelişkisinden almayan, ekolojik, demokratik sınırlardan etkilenmeyen, kapitalizmi aşmaya yönelik bir mutasyona benim aklım yatmıyor. Aksine, yaşanan mali kriz, uzun durgunluk içinde kapitalizmin giderek daha insani değil daha baskıcı, feodaliteyi anımsatan biçimler alacağını, toplumsal ilişkilerin, egemen ideolojilerin, feodalizmin karanlık çağlarını anımsatmaya başlayacağını düşünmek bana daha mantıklı geliyor. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, November 09, 2015

HDP - PKK ilişkisini konuşmalıyız

Kürt siyasi hareketinin HDP -PKK ilişkisi, kanımca artık yönetilemez özellikler sergilemeye başlamıştır. 
 
Gerek, haziran ve kasım seçimlerinin sonuçları arasındaki çarpıcı fark, gerekse bu seçimlerin ardından başlayan tartışmalar, suçlamalar, tüm zorluklarına karşın HDPPKK ilişkisinin artık açıkça konuşulmasını gerektiriyor. 
 
Önce Duran Kalkan’ın, kasım seçimlerinden sonra Cemal Bayık’ın HDP’yi küçümseyen eleştirileri, kendilerine yönelik eleştirilere tepkileri bir başlangıç noktası oluşturabilir. 

Belirsizlik- uyumsuzluk artık sürdürülemez

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, November 05, 2015

Seçimler üzerine üç nokta

(...)
AKP’yi anlamak...
AKP’nin sıradan bir “düzen partisi” olmadığını, iktidardan, seçimleri kaybederek gitmek gibi bir seçeneği kabul etmediğini muhalefet partilerinin artık görmeleri gerekiyor. 


(...)

Aynı hataları tekrarlamak üzerine
Daha önce, CHP’nin lider kadrosunun, AKP’yi, etkisinin kaynaklarını anlamakta büyük zorluk çektiklerine, 2015’in ilk genel seçimlerinde kampanyasını hazırlarken ekonomik talepler alanında kaldıklarına, AKP’nin kurduğu kültürel alan hâkimiyetinin bileşenlerini, dolayısıyla hegemonyasının temel yapı taşlarını sorgulamadıklarını işaret ettikten sonra, “Peki sonuç ne oldu” diye sormuştum.


(...)

Bir ‘aydın sorunu’
Diğer taraftan, AKP ve siyasal İslamın “entelijensiyası” bu “alan hâkimiyetinin” ne kadar kırılgan olduğunun ayırdındadır, bu yüzden de çok huzursuzdur. Bu huzursuzluk, biteviye gündeme getirilen “bu ülkede bir aydın sorunu var... aydınlar halkın değerlerine yabancıdır” söyleminde kendini çok açık bir biçimde gösteriyor.
 


(...)

Yazının tmamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, November 03, 2015

Bu kez Avrupa’ya bakınca...

Bir süredir, neoliberal kapitalizmin artık sürdürülemez bir noktaya geldiğine, ABD-Avrupa merkezli uluslararası “düzenin”, hem Ortadoğu-Suriye merkezli hem de Uzak Doğu merkezli gerginlikler altında dağılmaya başladığını düşündüren tartışmaları aktarıyorum. 
 
Önceki pazar günü yapılan Polonya seçimlerini, muhafazakâr, popülist, serbest ticarete, göçmenlere karşı bir “illiberal” partinin kazanması, bu kez Avrupa’nın parçalanma olasılığına ilişkin tartışmaları yoğunlaştırdı. 
 
İlk bakışta, Avrupa Birliği’nin bir gün parçalanması çok abartılı bir olasılık gibi görünüyor. Benimde “hissiyatım” bu yönde. Ancak yakından bakmaya başlayınca, “acaba çok mu iyimserim” diye düşünmeden edemiyorum. 

Emareler belirdi...

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, November 02, 2015

‘Yol ayrımında’ beklerken

“Yeniden” seçimlerden bir gün önce, bu yazıyı yazarken Avrupa, ABD, Ortadoğu medyasında “Türkiye’nin bir yol ayrımında” olduğuna ilişkin bir konsensüs vardı. Ya AKP’nin ilk döneminde sahip olduğu, kapsayıcı, demokratik- liberal-Müslüman kimliğine, adeta “asrı saadet” dönemine dönülecek ya da Putin, Mübarek yönetimlerine benzeyen otokratik bir rejim kurulacak. 

Evet ama yanlış
Türkiye’nin “yol ayrımında” olduğu doğru. Ancak AKP’nin, “asrı saadet” dönemine dönmek en azından iki nedenle olanaksız bir fantezi (aklıma aldatılmışların umutları, Gül’e yapılan yatırımlar, Arınç’ın “gizemli” açıklamaları geliyor): Birincisi, AKP döneminde, özellikle de son 7-8 yılda Türkiye toplumunda, Siyasal İslamı iktidara taşıyan “blokun” kompozisyonunda, devletin yapısını da etkileyen, önemli kültürel, ekonomik, siyasi, dönüşümler oldu. İkincisi, AKP’nin “yanıltıldık” dedirten uygulamalarının kurumsal, kültürel zemini bu “özlenen” dönemdeki dönüşümlerle inşa edildi. Bu anlamda bozulmamış, farklı, dönülebilecek, bir ilk dönem zaten yok.
Yol ayrımı, herkesi susturmayı, devleti, partiyle başkanın kimliğinde, dinci bir mutabakat üzerinde “bir”leştirmeyi amaçlayan, giderek daha çok fiziki ve simgesel şiddete dayanan bir iktidarla, demokratik, laik, kapsayıcı, çoksesli, barışçı, rızaya dayanan bir seçenek arasında. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, October 29, 2015

Jeopolitiğin öbür sıcak konusu

Geçen hafta jeopolitiğin sıcak konusu Rusya, Suriye idi. Bu hafta da Güney Çin Denizi’nde, bir çatışma çıkma olasılığını tartışıyoruz. Diğer bir deyişle, üç büyük güç arasındaki ilişkiler, tırmanan gerginliklere dönüşüyor. 

Geleceğe dönmüş durumdayız
Çok değil 15 yıl önce, “Tarihin sonu”ndan, küreselleşmenin karşısında ulus devletlerin gücü kırıldığı için jeopolitiğin artık geride kaldığından söz ediliyordu. Ben yazılarımda “hayal kurmanın anlamı yok, daha önce, 19. yüzyılın sonunda da buralardan geçtik, kapitalizmin doğasında var” diyerek uyarıyordum. Şimdi de “emperyalizmin doğasında savaş olduğunu” bildiğimden açıkçası korkuyorum. 
 
Artık bir süredir “klasik” jeopolitiğin, kavramlarıyla konuşuyoruz: Bir “kıta gücü” olan Rusya, ulusal güvenliğini sağlamak adına, Avrasya kalbinin (Heartland) çevre alanlarını (rimlands) kontrol etmek için çabalıyor. Böylece, kırılma kuşaklarında (Shatterbelts) yer alan ülkelerin (Türkiye de bu kuşak üzerinde) güvenliklerine, bütünlüklerine yönelik riskler hızla artıyor. 

(...) 

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Tuesday, October 27, 2015

Fay hattında genel seçimler...

“Yeniden genel seçimler”, Ortadoğu’da jeopolitik düzenin, Kissinger’in deyişiyle (Wall Street Journal, 16/10) dağılmakta olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. 

Bu dağılma içinde ve üzerinde, “düzenin” yerleşik büyük güçleri ABD ve Avrupa ile düzeni değiştirmek isteyen başta Rusya olmak üzere “revizyonist” güçler arasındaki rekabet yoğunlaşıyor, karmaşıklaşıyor. Küresel jeopolitiğin bu iki “tektonik tabakasının” karşılaştığı yerde bir “fay hattı” oluşuyor. 


Bu fay hattının Suriye’nin üzerinde kırılma olasılığının artmasında AKP hükümetinin, büyük rolü ve sorumluluğu var. Bu fay hattını kırılmaya zorlayan basıncın artma sürecinde henüz geri dönülemezlik noktasına ulaşılmadığını, iki tabaka arasında henüz bir “abisin” açılmadığını varsayarak (iyimserlik işte...) bu seçimlerin dış politikada gereken değişiklikleri yapabilmek için son fırsat olduğunu söyleyebiliriz.


Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, October 26, 2015

Putin ve ‘Yeni Dünya Düzeni’

Putin’in geçen hafta düzenlenen yıllık Valdai Kulüp toplantısında yaptığı konuşma, esas amacının Suriye değil, ABD liderliğindeki Batı’nın etkisinin dengelendiği bir “Yeni Dünya Düzeni” yaratmak olduğunu gösteriyor. 

‘Ya yeni kurallar ya da kuralsız bir oyun’
Geçen yıl, Valdai Klüp toplantısının teması “Yeni kurallar ya da kuralsız bir oyun” idi. Putin o yıl konuşmasında,...

Yazının devamını okumak içn tıklayınız 

Thursday, October 22, 2015

Düzen sürdürülebilirliğini kaybetti

Geçen hafta salı yazımda “Küreselleşmeyle oluşan ekonomik düzen, 2007 mali krizinde sürdürülebilirliğini kaybetti” diyordum. Geçen hafta İsviçre bankası, Credit Suisse yıllık servet raporunu (Global Wealth Report 2015) yayımladı. Raporu okurken, bu “sürdürülemezliğin” diğer boyutlarına da değinmek gerektiğini düşündüm.,
Yüzde 1 ve yüzde 50
Credit Suisse’in servet raporu, hane reisi bireylerin sahip olduğu mali, gayrimenkul ve diğer maddi varlıklarını hesaba katıyor, borçları dışarıda bırakıyor. Bu hesaba göre küresel varlıkların toplam değeri 250 trilyon doları buluyor.


Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, October 20, 2015

Yeni Türkiye 360°

“Yeni Türkiye”, “İslam dünyasında demokratik bir istisna” derken ortaya çok ilginç bir durum çıktı. “Yeni”leşme o kadar ileri gitti ki, eskisi geride kalmakla kalmadı, bir ülke olarak Türkiye geride kalmak üzere…

360 derece filan...
Ankara katliamından sonra yabancı basını izleyenler bu kanının hızla yayılmakta olduğunu göreceklerdir. Geçen haftanın son üç günü içinde gördüğüm bazı başlıkları aktarmak istiyorum.


Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, October 19, 2015

Elinde çekiç olan adamlar

Bir yapının gerçeği en iyi, onun en aşırı durumunda görülebilir. “Suruç” tüm vahşetine karşın böyle bir olanak yaratamadı. O “orada”, “uzakta”, Kobani’nin hemen yanında, zaten tüm aşırılıkların, günlük sıradanlığa dönüşmüş olduğu kabul edilen bir coğrafyada gerçekleşti.
Ankara”, farklıydı. “Burada”, “kalbinde” devletin zirvesinin burnunun dibinde gerçekleşti. O nedenle “Ankara”, Türkiye sosyal formasyonun bir gerçeğini çok daha açık bir biçimde gözler önüne serdi. 
 
Türkiye toplumu homojen bir yapı sergilemez; içinde tarihsel, ekonomik, politik nedenlerden kaynaklanan birçok bölünmüşlük barındırır. Ancak bu bölünmüşlüğün içinde şimdi yeni bir “durum” var. Toplumun bir kesimi kendisinin kutsala ilişkin anlayışını benimsemeyen geri kalan kesim için, kesmekten, patlatmaktan, öldürmekten; dereler gibi akacak kanlardan çok kolaylıkla söz ediyor. 

Yazının devamını okumak içn tıklayınız 

Thursday, October 15, 2015

Sırada Suudiler mi var?

ABD’nin Irak fiyaskosundan, Saddam rejimi devrildikten sonra bölgede açılan kara deliğin çekimine şimdi Suudiler de kapılmış görünüyor.
Geçen aylarda Suudi rejiminin geleceği üzerine tartışmalar yoğunlaştı. Halen dünyanın en büyük petrol ihracatçısı, ABD’nin yüksek teknolojili silahlarının en önemli müşterilerinden biri olan bu rejimin çökmesi durumunda, yalnızca petrol piyasaları allak bullak olmaz, bu silahlar etrafa saçılır. O zaman kara deliğin genişleme olasılıklarını düşünmek bile bir kâbus! 

Rejimin parametreleri
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

 

Tuesday, October 13, 2015

Çöküyor, çöküş giderek hızlanıyor

Küreselleşmeyle oluşan ekonomik “düzen” (kriz yönetme modeli) 2007 mali krizinde sürdürülebilirliğini kaybetti. Bu küresel düzen “uzun durgunluk” içinde çökmeye başladı. Hafta sonu Lima’da yapılan IMF-Dünya Bankası toplantısının öncesinde ve sonrasında yoğunlaşan tartışmalar, yorumlar, toplantıda dile getirilen analizler, çöküşün giderek hızlandığını, daha da vahim olanı, gidişi durduracak olası önlemlerin gündeme gelemediğini, daha doğrusu ekonomileri tutsak almış mali sermayenin engeline takıldığını gösteriyordu. 

Krizin III. aşaması 
(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, October 12, 2015

Kan revan içinde sürüklenirken...

Suriye-İran-Irak, Sünni-Şii ekseni üzerinde Rusya, NATO karşılıklı gerginliği tırmandırıyor, birbirlerini deniyorlar. İşin kötüsü her ikisinin de başka bir seçenekleri yokmuş, bir “Tükidides tuzağı” (“İlginç Zamanlar İki Tuzak”, Cumhuriyet,01/10/2015) oluşmuş gibi görünüyor. AKP Türkiyesi ise şimdi bu “tuzağın” tam ortasında.

Atina olalım derken... 
AKP liderliği Suriye’de olup bitenleri bir türlü kavrayamamıştı, şimdi artık pusulasını da kaybetti. “Rusya’nın Suriye ile sınırı yok ki”, “enerjiyi başka yerden alırız” vb., gibi gariplikler aslında bir fiyaskonun parçası. Bu fiyasko yüzünden AKP Türkiyesi geldi bir başkasının “Tükidides tuzağına” düştü; seçimlerin ardından başlayan çatışmalar, Suruç, sonra Ankara Barış Mitingi katliamı; artık kan revan içinde sürükleniyor... 

Thursday, October 08, 2015

Küreselleşmeden sonra...

Bu hafta pazartesi ve salı yazılarımda tartıştığım, dünya ticaretinde yavaşlama, sermaye hareketleri ve ucuz emek rezervi konularını tamamlayacağını düşündüğüm bazı gelişmelere değineceğim. 
 
“Küreselleşme” 1990’larda çok canlı bir tartışma konusuydu. Asya krizinden (1997) sonra giderek gündemden düşmeye başladı. Bu konu, mali kriz (2007) ile birlikte yeniden yoğunlaşarak gündeme geliyor: Bu kez cevap aranan şey, küreselleşmenin getirdikleri değil, küreselleşmenin geleceği ve sonrası. Genelde oluşmaya başlayan kanı da, küreselleşmenin artık en iyimser yaklaşımla durduğu, daha kaygı verici bir yaklaşımla gerilemeye başladığı yolunda.

Sürecin bileşenlerine bakınca...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, October 06, 2015

Muhafazakâr yorumcular da bazen ilginç yazılar üretebiliyorlar. Ancak bu yazarların ideolojik, kültürel eğilimini, yaşadıkları “habitus”u da dikkate almak gerekiyor gerçekten yararlanabilmek için. Bu yazarlardan biri de The Daily Telegraph’tan Ambrose Evans-Pritchard (AEP); 23 Eylül’de yayımlanan yazısında, 30 yıldır egemen olan küresel emek gücü bolluğu ve düşük ücretler döneminin sonuna gelindiğini, Piketty’nin iddialarının aksine, ücretlerin yükseleceğini, gelir dağılımının düzeleceğini, “bir Marksist dogmanın daha” yıkılacağını savunuyordu.
Piketty bile kendini Marksist olarak görmüyor. Onun üzerinden Marx’a saldırmak kasıtlı bir saptırma. AEP’nin asıl hedefi, Marx’ın dünya ekonomisi üzerinde yeniden dolaşmaya başlayan 
hayaleti.
 
İkincisi emek kıtlığı ile ücretler arasında basit bir arz talep dengesinden çok daha karmaşık bir ilişki var. Arz daraldı diye işveren ücretleri kendiliğinden artırmıyor. Bu ilişki, bir taraftan sermayenin gerçekleştirmeyi beklediği, piyasada kalabilmesi için gerçekleştirmesi gereken kâr oranlarını, diğer taraftan işçi sınıfının örgütsel düzeyini içeriyor. Sınıf mücadelesinin ücret pazarlıkları üzerinden sertleşme olasılığı da bu noktada artıyor. 

Ucuz emek havuzu kuruyor...

Yazınun devamını okumak için tıklayınız 

Monday, October 05, 2015

Bir yılan hikâyesi…

Yedi yıldır, devam eden krizden ha çıktık ha çıkıyoruz söylemleri adeta bir yılan hikâyesine döndü.
Dünya ekonomisi bir türlü toparlanamıyor. ABD Merkez Bankası (Fed) bir türlü faizleri artıramıyor. Bir sürü iyi haber, iyimser beklentiden sonra her seferinde dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz, ama bir farkla: O noktaya döndüğümüzde, hem görüntünün hem de uzun dönemli olasılıkların daha da kötüleşmiş, beklentilerin daha da kötümserleşmiş olduğunu görüyoruz. Geçen hafta yine böyle bir durumdaydık. 

Yeniden panik düzeyinde
Mali piyasalar, beklentilere ilişkin önemli bir sinyal oluştururlar. Geçen hafta borsalar son dört yılın en kötü üç ayını tamamlıyorlardı. Credit Suisse’in o günlerde yayımlanan “Küresel risk alma arzusu (iştahı)” başlıklı raporundaki indeks, 2012’den bu yana piyasaların ilk kez yeniden panik düzeyine geri döndüklerini gösteriyordu (The Market Watch 02/10/15). 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, October 01, 2015

‘İlginç zamanlar’, iki ‘tuzak’

Bir Çin bedduasındaki gibi “ilginç” zamanlarda yaşıyoruz. Son örnek Suriye: Rusya girdi, Çin de geliyor. Dünyanın düzeni, yönü belirsiz bir geçiş süreci yaşıyor. Kaygı verici olasılıklar şekilleniyor gözlerimizin önünde. En kaygı verici olan da büyük güçler arası çatışmalara ilişkin. Geçen günlerde gerçekleşen Birleşmiş Milletler oturumlarından, Obama, Putin ve Xi görüşmelerinde gündeme gelen jeopolitik pazarlıklardan da yararlanarak bir büyük resim oluşturmayı denemek gerekiyor sanırım. 

Üç ülke, üç ‘proje’
ABD, Çin ve Rusya’nın birbirinden farklı, çok iyi yönetilemezlerse büyük küresel çatışmalar yaratabilecek sorunları, projeleri var.

yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, September 29, 2015

CHP üzerine notlar

CHP değinmekten çok hoşlandığım bir konu değil, ama bu kez dayanamadım (Pazartesi yazımın devamı olarak da okuyabilirsiniz). 
 
Kılıçdaroğlu’nun, “Din görevlilerinin sandıkların başında olması, seçim güvenliği için aslında çok önemli. Yani seçim güvenliğinin bir anlamda garantisi çünkü din adamları yalan söylemezler. Din adamları sahtekârlık yapmazlar. Din adamları herkese eşit davranırlar. Çünkü onlar kutsal bir dinin, bir inancın, bir anlamda söylemini, inancını dile getiren kişiler demektir” sözleri sağlam bir “düşünceye” değil, tam anlamıyla kanaatlere, üstelik yanlış kanaatlere dayanan talihsiz saptamalardır. 
 
Birincisi bu saptamalar, AKP yükselirken mütedeyyin kitlenin AKP’ye yönelmesine yardım eden, “bunlar dindar, öyleyse dürüsttür” yanılsamasını yeniden üretiyor. CHP lideri, AKP’nin kurduğu kültürel alan hâkimiyetini sorgulamak bir yana, adeta o alana dahil olmaya çalışıyor.
CHP’nin, Sarıgül, Ekmeleddin beylerle giriştiği deneyimler sırasında hep anımsatmaya çalışmıştık. Bir sosyal demokrat, halkçı, hatta merkez partisi, iktidardaki bir muhafazakâr partinin oy tabanını, onlar partilerine, liderlerine yönelik bir güven krizine düşerek yeni seçenekler aramaya başlamadan, onların düşünce dünyasına yakınlaşarak kazanamaz. Aksine her adımda kendi doğal tabanında kuşku yaratır. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, September 28, 2015

Liberal demokrasiden sosyal demokrasiye yeniden...

Liberal demokrasiye karşı beş yıldır sağdan ve soldan yükselen itirazlar, kitlelerin politika sahnesine geri dönmeye başlaması, Türkiye yeni bir seçime hazırlanırken, bana Mark Twain’in “tarih kendini tekrarlamaz, ama kafiyeli konuşur” sözünü anımsattı. 

Liberalizm ve sosyal demokrasi
Kapitalist sınıfın yükseliş döneminde, liberalizm, demokrasi (cumhuriyet) düşüncesi de yükseliyor, tarihsel haklar, özgürlükler mücadelesinin en önemli talebi (aracı) oluyordu.
Kapitalist üretim tarzı egemenliğini kurar, kapitalist sınıf egemen sınıf konumuna yerleşirken haklar, özgürlükler alanında da önemli kazanımlar elde ediyordu. Ne ki bir süre sonra, özgürlüklerin, kapitalist sınıf için üretim, yatırım, ticaret serbestisi (liberty) ile, işçinin özgürlüğünün de işgücünü satma serbestisinin ufkuyla sınırlı kaldığı ortaya çıktı. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, September 24, 2015

Rusya ile ‘yeni’ Ortadoğu

Ortadoğu’da dengeler yeniden değişiyor. “Stratejik Derinlik”, “Osmanlı restorasyonu” hayalleri kuranlar silikleşirken Rusya’nın varlığı dengelerin merkezine doğru yoğunlaşıyor. 

Yeni güçler matrisi ve yalnızlaşma
Daha bir yıl öncesine kadar, Suriye’ye bakınca iki rakip eksenin varlığı kolaylıkla görülebiliyordu: ABD-Türkiye-Körfez ülkeleri ve Rusya-Suriye-İran (ve Hizbullah). Rivayete göre de Ukrayna iç savaşından sonra Rusya giderek yalnızlaşıyordu... AKP Türkiye’si ise tarihin akışının doğru yanındaydı. 
 
Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’daki “terörizme karşı, AKP’yi tek başına iktidar yapın” temalı mitingde yaptı konuşmada, herkesin “bize”, tarihi yürüyüşümüze karşı olduğundan yakınması, şimdi, aslında AKP Türkiye’sinin yalnızlaşmış olduğunu düşündürüyor. 
 
Buna karşılık, bir yılda, Rusya ile Mısır,Ürdün, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, arasında hızlanan diplomatik trafik, Mısır, Rusya ve Çin’in ilk kez birlikte düzenlediklerini deniztatbikatı, pazartesi günü İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Moskova ziyareti, Rusya’nın yalnızlaşmak bir yana, Ortadoğu’da bir çekim merkezi olmaya başladığını düşündürüyor. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, September 22, 2015

Bir semptom olarak Jeremy Corbyn

İngiliz İşçi Partisi’ni sarsan Corbyn depremini değerlendiren yazımı, “Syriza deneyimini de düşünerek, fazla hayale kapılmamak, Corbyn’le birlikte gelecek olan olanaklardan yararlanmaya çalışmak gerekiyor. Süreç devam ediyor...” saptamasıyla bitirmiştim. 

‘Çorak ülke’de hep birlikte
Gerçekten de, başımızı tüketim hummasından, televizyonlarda boy gösteren gevezelerden, liberal, dinci, ırkçı fantezilerden kaldırıp da etrafımıza baktığımızda, uygarlık adına ne görüyoruz? Savaşlar, sığınmacılar, denizlerde ölen bebeler; bir ekonomik modelin sonu gelmez krizi, “yüzde 1”in, krizi daha da derinleştirme, gezegeni daha da çoraklaştırma pahasına kasalarını doldurma yarışı: Molozlar, yıkıntılar, kurumuş ağaçlar, kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan bir yılan...
Bu “çorak ülke”de, bu uygarlık enkazında neoliberalparlamentarizm, durumun çelişkilerini ancak bir yere kadar, bir süre için baskı altında tutabiliyor. Sonra hiç beklenmedik bir anda bir “yarık” açılıyor, zayıf da olsa direnmeye devam eden, “başka bir dünya” özlemi, özgürlük güçleri aniden öne çıkıyor, resmin tümünü kaplamaya başlıyor. Hiç olmazsa bir süre için...
Tahrir, Gezi, Syriza böyle şeylerdi, Corbyn’in seçilmesi de böyle bir şey: “Çorak ülke”de, molozlar arasında bir filiz ...


(...)

Yaznın devamını okumak için tıklayınız

Monday, September 21, 2015

Rusya’nın Suriye hamlesi

Ortadoğu “satranç tahtası”nda, Rusya’nın son hamlesinin zamanlaması “mükemmel”; kimi analistlere göre, ABD hazırlıksız yakalandı (Foreign Affaires, 16.09.2015)
Dört yıldır süren savaş Suriye halkını perişan etti. Esad rejimi zayıflama, ordusu yorulma işaretleri veriyor. Rejim Lübnan, Irak, Afganistan’dan gelen, İran destekli Şii milislere daha çok dayanmak zorunda kalıyor. 
 
Rusya, büyük güçler rekabeti açısından büyük öneme sahip Ortadoğu’da etkisini artırmak, sıcak denizlerdeki tek askeri üssü, Tartus Limanı’nı, Latakya’daki varlığını korumak istiyor. Öyleyse, Rusya açısından Suriye rejiminin ayakta kalması, eğer kalamayacaksa, rejim yıkılırken, Rusya’nın kendi çıkarlarını koruyacak bir konuma gelmesi gerekiyor. 

‘Koşullar mükemmel’
Geçen aylarda, Rusya’nın bölgeye daha derinlemesine girmesine uygun bir ortam, “Kaos var, koşullar mükemmel” deyimini anımsatacak biçimde oluştu. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, September 17, 2015

AKP rejimi üzerine iki saptama, iki not

Geçen günlerde karşılaştığım iki saptama, AKP rejiminin özellikleri üzerinde, bazı yanıltıcı varsayımlardan kurtularak daha sağlıklı düşünmeye yardımcı olacak nitelikteydi. 
 
Can Dündar, Hamburg’da “Türkiye’de basın özgürlüğü” konulu bir toplantıda konuşurken “12 Eylül döneminde de, söylediğim gibi gazetecilik yaptım. O zaman gazeteler toplatıldı, o zaman da gazeteciler tutuklandı. Ama ben bu çapta bir baskıyı 12 Eylül’de bile hissetmedimdemiş. 

(...)

Metropoll Araştırma Şirketi Başkanı Özer Sencar, son araştırmalarının sonuçlarını Tarafsız Bölge programında anlatırken yukarda değindiklerimle yakından ilişkili bir noktaya işaret etti.
Metropoll’ün araştırmaları, AKP’nin, yıllar boyunca değişmeden kalabilen bir çekirdek seçmen kitlesi olduğunu gösteriyormuş. Diğer siyasi partiler, bu kitleye ulaşamıyor, diyalog kuramıyor, tercihine nüfuz edemiyor, dolayısıyla bu kitleyi etkileyemiyorlarmış


(...)

Yazının tamamını okumak için tıklyınız 

Tuesday, September 15, 2015

Kriz ama herkes için değil

Büyük ve acil bir göçmensığınmacı krizi Avrupa’nın üzerine çöktü, iç çelişkilerini daha da ağırlaştırdı. Bu saptama genel olarak doğru, ama herkes için değil. Bu farklılaşmayı görebilmek için, Yunanistan krizi sırasında, kurtarma paketlerine, Yunan halkının sıkıntılarına hiç acımadan direnen Alman Maliye Bakanı Shauble’nin “Kısa dönemde, göçmenlerin getireceği mali yük kaldırılabilir. Uzun dönemdeyse kamu maliyesi ve emekli maaşları fonları açısından büyük kazanımlar bekliyoruz” sözleri üzerinde düşünmeye başlamak yeter... 

Önce tarihsel zemin...
Almanya’nın göçmenlere, sığınmacılara “kucak açması”, Nazi geçmişi, daha sonra Kosova savaşında gelenlere direnci düşününce ilk anda şaşırtıcı gibi görünebilir. Ancak tarihe dikkatle bakınca, Financial Times’da Guntram Wolf’un işaret ettiği gibi Almanya’nın oluşumunda, 17. yüzyılda Fransa’dan kaçarak Brandenburg’a sığınan, diğer bölgelere yayılarak sonunda nüfusun yüzde birine ulaşan Protestan Hugonot göçmenlerin, sanat, teknoloji, bilim alanındaki katkılarının büyük rol oynadığı görülebilir.
Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra kalkınmasında, 1960’larda çoğu Türkiye’den giden göçmenlerin rolü tartışılmaz. Sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, bulundukları ülkeleri terk ederek dönen 12 milyon Almanı, birleşmenin eklediği yeni işgücünü ve vasıflı uzmanları da düşünmek gerekir. Özetle, 2012 yılında dünyada ABD’den sonra ikinci büyük göç ve sığınmacı dalgasının adresi olan Almanya, aslında bir göçmenler ülkesi. 

Yazının tamamını okaumak için tıklayınız 

Monday, September 14, 2015

Nihayet iyi bir haber

Medya Jeremy Corbyn için “aşırı solcu” diyordu. Margaret Thatcher’in “en büyük başarım” dediği Tony Blair’e göre, Corbyn taraftarları “Alis’in harikalar diyarında yaşıyordu”, “Kalbi Corbyn’den yana olanların kalp nakli yaptırması gerekiyordu”. Partinin Blair’ci sözde, “reformcu” kanadına göre, Corbyn partiyi bölecek hatta yıkacaktı. 

Bu karalamalar işe yaramadı. Corbyn, 450.000 parti üyesinin katıldığı seçimlerde, ilk turda oyların yüzde 60’ını alarak başkan seçildi. Böylece Muhafazakâr Parti’nin maliye bakanı Osborn’un ifadesiyle “bir kuşağın emekleri 12 ayda yok oldu”. Peki, aslında ne oldu? 


Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, September 10, 2015

Barış sürecinden ‘kötü sonsuz’a

“HDP neyi başardı” başlıklı yazımda (27/08), “Burada (HDP’nin geldiği noktada) Kürt siyasal hareketi açısından bir değişim, bir sentez ve ‘sıçrama’ (‘aufhebung’) söz konusudur. Bu gerçekleşmediği takdirde, bir ‘kötü sonsuz’, değişmeden devinmeye devam ederek ‘canavarlaşma’ olasılığı gündeme gelecektir.”
 
Burada “canavarlaşma” kavramı, aşırı biçimler alarak başlangıçta sahip olduğu temel niteliklerinden, varlık nedeninden uzaklaşarak başka bir şeye dönüşme anlamında kullanılıyordu. Pazartesi günü Dağlıca’da, salı günü Iğdır’da yaşananlar, Hürriyet gazetesine, HDP binalarına ve Kürt işçilerine, dükkânlarına, Doğu’ya giden otobüslere yönelik saldırılar, bir eşiğin aşılarak artık türlü canavarlaşmalara tanık olacağımız bir “kötü sonsuz”a girildiğini gösteriyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, September 08, 2015

Ya o fotoğraf olmasaydı?

Küçük Aylan’ın fotoğrafı, dünya medyalarında, izleyenlerin yüreklerinde fırtınalar yarattı. Calais’te kamplarda yaşananlar, denizde boğulanlar, frigorifik kamyonun içinde açlıktan, susuzluktan, havasızlıktan yavaş yavaş ölenler... Zaten içimiz katılmıştı, aniden bir duygu dalgası yükseliverdi... 
 
Denizden gelmeye çalışırken yollarda ölenlere yönelik “Kurtarma gemisi değil, savaş gemisi gönderelim”, “İstila ediliyoruz”, “Karafatmalar” gibi başlıklar, yorumlar aniden “İnsan trajedisi”, “Vicdanımızı canlandırdı”, “Bir şeyler yapmak lazım” diyenlerle yer değiştirdi. Aylan’ın fotoğrafı “Göçmen krizini doğru biçimde ele almanın yolunu gösteriyor...”, birileri “Aylan’dan önce: Aylan’dan sonra” diyordu...
Peki, ya Aylan’ın fotoğrafı olmasaydı? (...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, September 07, 2015

‘Gelecek büyük çatışma’

Geçen hafta, Çin Halk Cumhuriyeti’nin “Zafer günü” kutlamalarını medyada izlerken, aklıma 2008’de yayımlananThe Next Great Clash (Micaheil L. Levine, 2008) başlıklı çalışma geldi. Levin, Çin ile ABD arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu anlatıyordu. İtiraf etmeliyim, o zaman ikna olmamıştım. “Zafer Günü” gösterilerinde sergilenenleri izledikten sonra, artık o kadar emin değilim! 

Maddi zemin
Bu “büyük çatışma” üzerinde düşünmeden önce, bu olasılığı yaratan maddi zemine kısaca bakalım. 

yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, September 03, 2015

‘Katı olan her şey…’ 60 milyon can

Katı olan her şey eriyor” dağılıyor. Bir farkla ki bu kez, yeni bir toplumsal güç, kapitalist sınıf, eskiyi parçalayarak, yıkarak yerine, yeniyi kendine göre, kendi ekonomik modelini, değerlerini, düşüncelerini, sanatını, bilimini geliştirerek inşa etmiyor. Yalnızca var olan dağılıyor; kapitalist sınıfın kurduğu dünya çürüyor, çürüdükçe, canavarlaşıyor. 
 
Sonuç, ekonomik kriz, gıda-su güvenliği sorunları, iklim krizi, savaşlar, terörizm pornografisi, köle pazarları, nihilizm, ırkçılık… Ve yüz binlerce ceset, 60+ milyon yarısı çocuk yersiz yurtsuz göçmen ve sığınmacı. Ve Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Yüksek Konseyi’ne (UNHCR) göre bu sayıya günde ortalama 40.000 kişi daha eklenmeye devam ediyor. 
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, September 01, 2015

Ekonomilerde Çin kaynaklı riskler

Mali piyasalarda yaşanan sarsıntının kaynağı salt Çin borsasındaki sert dalgalanmalar değil. Çin kapitalizminin dünya ekonomisiyle, dış ticaret ve sermaye ihracı üzerinden güçlü, yaygın bağları var. Bu nedenle Çin kapitalizminin krizi, dünya ekonomisinde ekonomik, siyasi riskleri artırıyor. 

Çin kapitalizminin küresel bağları
Geride kalan on yılda ekonomisi ortalama yüzde 10 büyürken, Çin kapitalizminin dış ticaret ve sermaye ihracı alanlarında dünya ekonomisiyle entegrasyonu, çok ileri bir düzeye ulaştı. Örneğin Heritage Foundation’un bir araştırmasına göre, Çin dış yatırımları, 2015 itibarıyla, Avrupa’da 121.6, Batı Asya’da 145.9, Doğu Asya’da 132.3 Kuzey Amerika’da 136, Güney Amerika’da, Sahra Altı Afrika’da 178, Arap dünyasına, 103, Avustralya’da 66 milyar dolara ulaşmış. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, August 31, 2015

Fırtına geçti mi?

Dünya borsalarını sarsan Çin merkezli sarsıntı yatışmış gibi duruyor. Sarsıntı Çin merkezliydi ama, Çin borsalarında yabancı yatırımcının payı yüzde 2’yi geçmiyor (New York Times, 27/08). Sarsıntının ana kaynağı mali piyasalar, hele Çin borsası hiç değil. 
 
Dünya ekonomisinde mali sarsıntılara zemin hazırlayan spekülatif balonlar, deflasyonist baskılar, talep yetersizliği, bunların kaynağındaki yapısal sorunlar aşılamıyor: Merkez ülkelerde egemen neo-liberal model, 2008 mali kriziyle çökmüştü. Çin borsasında, hazirandan bu yana yaşanan yüzde yaklaşık 40 gerileme, “Pekin mutabakatı” olarak bilinen “hibrid” (devlet kumandalı liberal) büyüme modelinin de tükendiğini gösteriyor. Bu ikisini yan yana koyunca Yükselen Piyasaların ekonomik modellerinin çöktüğü de söylenebilir. 

(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, August 27, 2015

HDP neyi başardı?

Duran Kalkan’ın “HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar” sözleri önemli bir sorunu nihayet gündeme taşıdı. 

PKK neyi başardı?
Önce soruyu tersine çevirmek istiyorum: PKK neyi başardı? Maliyeti bir yana (ki bunu öyle, kolayca söylemek olanaklı değildir), PKK uzun yıllar inkâr edilen, şiddetle bastırılan bir sorunu toplumun, egemen sınıfların, devletin önüne yadsınamaz biçimde koydu. 
 
Ancak PKK benimsediği yöntemin (gerilla savaşı) doğası gereği, sorunu bu noktadan öteye götüremedi. Götürmesi de olanaklı değildir. Herkesin bildiği bir şey ama yine de anımsayalım: Gerillanın, düzenli ordu karşısındaki başarısının ölçütü, nihai bir zafer değil, ayakta kalabilmek, yenilmeyeceğini kanıtlayarak karşı tarafta bu sorunu çatışmanın dışında yöntemlerle çözme arzusu uyandırmaktır. PKK bu anlamda da başarılıdır. Ancak bu başarı, gerilla savaşının fiziki sınırlarına ulaşmış olmasından kaynaklanan bir tıkanıklık yaratır.

yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, August 25, 2015

Kâbus gibi...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta muhtarlarla yaptığı toplantıdaki söylevini dinlerken, gerçekten çok korktum.
 
Cumhurbaşkanı’nın, stratejik, karmaşık, bir o kadar da korkutucu konuşması, bir yakın okumayı hak ediyordu. Bu köşenin sunduğu yer, bu okumanın hakkını vermeye pek uygun değil, ama yine de kimi önemli noktaları vurgulamak yararlı olabilir. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, August 24, 2015

Uygarlığın sonunda...

Emareler belirdi” gibi bir şey. Geçen haftalarda gelişmeler, kapitalist uygarlığın ekonomik, kültürel krizinden çıkamadığını bir kez daha gösteriyordu.
(...)

Küresel kapitalizmde sistemik bir durum var: Sorunların aşılması bir yana, bir soruna uygun çözüm bir başkasını ağırlaştırıyor. Daha akademik bir ifadeyle, sermaye birikim rejimi tükendi, yenisini üretecek akıl, kültür de ortada yok.
Bir ironi bu durumu sergiliyor: Bir taraftan petrol fiyatları hızla düşüyor. Diğer taraftan, bu yıl kayıtlardaki en sıcak yıl oluyor.  


(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, August 20, 2015

‘Ama bize anlatılan bu değildi’

Hayır, Erdoğan’ın “fiili rejimine” giden yola taş döşemiş, “yetmez ama evet”çilerle uğraşmayacağım. Konu çok daha geniş, son 35 yıla ilişkin düş kırıklıklarıyla ilgili. 

Esneklik refah getirmedi...
Başlığını, Martin Sandbu’nun salı günü aktardığım yazısından aldım. Sandbu “Ama bize anlatılan bu değildi” diyor, ekliyor: Avro bölgesine dayatılan emek piyasası reformları, emek piyasasının güvenceli, yüksek ücretli kalıcı işlerle, güvencesiz düşük ücretli geçici işlerden oluşan ikili yapısını ortadan kaldıracaktı. Kalıcı, yüksek ücretli işlerde çalışanları koruyan sistem zayıflatılınca (işten çıkarma kolaylaşınca - EY) işverenler, kalıcı işlere daha fazla işçi alacaklardı. Ama öyle olmadı.
Hem kalıcı işlerde çalışanlar geçici işçi statüsüne itilmeye başlandılar hem de yoksullaştılar. Emek piyasası reformları vaat ettiklerinin tam aksini getirdiler. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, August 18, 2015

Sözde ekonomik toparlanma

Uluslararası finans çevrelerinde, dünya ekonomisinin mali krizden sonra girdiği “uzun durgunluktan” çıkmaya başladığına ilişkin bir hikâye anlatılıyor.
Bir taraftan Çin ekonomisinde yaşananlar, geçen haftanın beklenmedik devalüasyonu, öbür taraftan OECD ülkelerinde emek piyasalarının durumu bu hikâyeyi yalanlıyor. 

‘Deflasyon supabı bozuldu’
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, August 17, 2015

Uçuruma düşerken...

AKP-CHP görüşmeleri bir öneri bile üretemeden tükendi. Erdoğan ülkenin rejimini fiilen değiştirdiğini açıkladı. Diyanet, camilere din için, birileri için “canını feda etmeye hazır olma” hutbesi gönderdi. Durum demokrasi, adalet, hukuk, barış adına gerçekten çok vahim. 

(...)

‘Olağanüstü zamanlar, olağanüstü tutumları gerektirir”: Bu kâbustan tek çıkış yolunun, CHP ve HDP’nin seçimlere...
(...)

PKK’nin de, artık stratejik anlamını yitirmiş, her seferinde, can kaybının yanı sıra bir bumerang gibi dönüp HDP’yi, HDP’nin bir Türkiye partisi olma, demokratik-seküler güçlerle birleşme çabalarını, barış olasılığını vuran eylemlerine...

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 
 
 

Thursday, August 13, 2015

İmkânsız sentez

Çağımız kapitalizminde, “süper-ego” buyruğu şu: Demokrasiyi kabul edeceksiniz! Etmemek yasak! (Badiou). Büyük ve karmaşık bir toplumsal hareket olarak “Siyasal İslam” da bu “buyrukla” karşı karşıya: Bir “İslam Demokrasisi” üret

Peki, ama nasıl?
Bu buyruğa nasıl uyulacak? Parlamenter sistem, genel seçimler desek, birileri tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edip de, Hamas, Müslüman Kardeşler, AKP gibi yasaları, sistemi değiştirmeye başlayınca, “uzlaşma rejimi” varsayımı, hızla yerini farklı olanı milli irade adına bastıran totaliter bir rejime dönüşmeye başlıyor. Çünkü projesi aslında toplumu değiştirmek olan bir parti hükümeti kuracak kadar oy alıyor, işe koyuluyor. Bir siyasi parti (SYRİZA örneğin) hükümeti kurduktan sonra, seçimlerden önce verdiği sözleri tutmaya kalkınca, büyük baskıyla tehditlerle karşılaşıyor. Çünkü bu parti çıkarları ekonomik, siyasi iktidarınkilerle uyuşmayan bir seçmenin çoğunluğunun oyunu alıyor ve işe koyuluyor.  


(...)

yazının devamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, August 11, 2015

Yavaşlarken parçalanıyor (II)

Dün dünya ekonomisinde düşük büyüme eğilimine, “Küreselleşme”den dağılmaya geçiş sürecine işaret ettikten sonra, Yükselen Piyasalar (Emerging Markets) kavramına değinmiştim. Bu kavram küreselleşme konusuyla eşzamanlı ve o olgunun önemli bir bileşeni olduğundan, “emperyalizmin” yerine geçen “küreselleşmenin” hikâyesinin sonuna getiriyordu.

‘Küreselleşme’den... 
Bu kavram “küre gibi sınırsız ve mükemmel bir yüzey oluşturma” anlamında dünya ekonomisinin, uluslararası mali sermayenin kullanımına en uygun biçimde yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Bu düzenleme, ilk önce 1980’lerin başında, borçlu ülkelerin ödeme kriziyle başladı. Bu ülkeler, yeniden borçlanabilmek için IMF’nin dayattığı, ticareti, sermaye hareketlerini serbestleştirme, kamu mallarını satışa hazırlama, sert bir devalüasyonla bunların fiyatlarını düşürme, ihracatı teşvik etme, tüm kaynakları öncelikle borç ödemeye yönlendirme koşullarını kabul ettiler. Böylece, dünya ekonomisi merkez sermayenin çevreye doğru “avlanma alanlarını” genişletme gereksinimlerine göre şekillenmeye, “küreselleşmeye” başladı 
Doğu Bloku yıkılınca, Çin ekonomisi hariç tüm sınırlar geçirgenleşti. Artık “küreselleşme kavramı” literatüre hakkıyla girebilir, “yükselen piyasalar” yükselmeye başlayabilirdi. Uluslararası sermaye hareketleri, dünya ticaretinin büyümesi hızlandı. Bu hızlanmayı da desteklemek üzere, bono (borç) piyasasında “süper cycle” olarak adlandırılacak olan uzun genişleme süreci başladı. Internet, iletişim alanında gelişmelerde bu hızlanma ve genişlemenin teknolojik altyapısını oluşturdu. Lafı daha fazla uzatmadan, hemen bu sürecin çarptığı mali kriz duvarına gelelim.
(...)

Monday, August 10, 2015

Yavaşlarken parçalanıyor (I)

Geçen haftanın ekonomi tartışmaları, dünya ekonomisinde düşük büyüme eğilimine, “Küreselleşme”den dağılmaya geçiş sürecine işaret ediyordu. 

(...)

--- Bu gelişmeler için, Morgan Stanley’in, Yükselen Piyasalar Bölümü’nün direktörü Ruchir Sharma, “2002- 2010 dönemi şimdi bir anormallik gibi duruyor. Zaten tarihsel olarak, gelişmekte olan ekonomilerden gelerek gelişmiş ülkeler arasına katılmak çok ender görülen bir durumdur” diyor. Sharma’ya göre bu son gelişmeleri “normale dönüş olarak düşünmek gerekir” 

(...)

Bu “normale dönüş” de bizi emperyalizmin yerine geçen “küreselleşmenin” hikâyesinin sonuna getiriyor. ...

Yazının tamamını okumak için tık layınız  

Thursday, August 06, 2015

Peki şimdi ne olacak? - II

Bu sorunun içeriği, kapsamı üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Çünkü Türkiye toplumu çok kritik bir noktada, hatta bir “eşikte...”

(...)

Tehlike ve fırsat 
Cumhuriyet tarihinin çeşitli anlarında bütünsellik iddiasının dayandığı fantezilerin hemen hepsinin artık çözülmeye başladığını yazmıştım. Eğer bu “tanı” doğruysa, bu çözülmeye bağlı olarak toplumun tanımlanabilir olmasına olanak sağlayan “tutarlı bütünselliğini” hızla kaybetmeye başladığı savunulabilir. 
Bu sav aynı zamanda bir kaos olasılığına işaret eder. “Toplumsal kaos” durumu, yok olma, dağılma olasılığının yanı sıra, düzen getirme eğilimlerinin de gündeme geleceğini, birbirinden farklı düzen getirme eğilimlerinin, şiddete dayalı senaryoları da içerebileceğini söyler. Osmanlı toplumu tanımlanabilir bütünselliğini kaybederken oluşan kaostan Cumhuriyet çıkmıştı, düzen kurulurken de şiddet çeşitli oranlarda, aşamalarda devreye girmişti. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Tuesday, August 04, 2015

Peki şimdi ne olacak?

“Gezi”den bu yana gerginlikleri, çelişkileri derinleşmekte olan “toplumsal yapı”, Suruç katliamıyla “durum” değiştirdi. Suruç katliamının bilgisi, duyguları, anıları ise şimdi, yeni “durum” içinde öldürülenlerin sayısı hızla artarken, uzaklaşan bir trenin giderek yok olan görüntüsü gibi... 
 
Şimdi “Çözüm Süreci” yerini savaşa, imhaya, misillemeye bıraktı. Ülkenin 12 yıldır şekillenen simgesel evrenindeki (aslında o biçimiyle bir “imkânsızlık” olan) bir “şey” yok oldu, büyük bir delik açıldı. Gezi’den seçimlere giderken yok olan, bir başka “şey”in (diğer inançlara, “dünyalara” saygılı İslam - bir başka “imkânsızlık”) yerinde açılan delik de şimdi hızla büyüyor. 

Biraz ‘tarihsel’ baksak...

(...)

yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, August 03, 2015

Zeitgeist şimdi de İngiltere’de

Avrupa’da muhafazakâr, sosyal demokrat partileri, SYRİZA, Podemos gibi işkence aletleriyle taciz eden Zeitgeist (zamanın ruhu) nihayet İngitere’ye de geldi, İşçi Partisi başkan adaylarından, beyaz sakallı, sakin, mütevazı Jeremy Corbin’in bedeninde...
(...)
Muhafazakâr partide bakanlık, Meclis grup başkanlığı yapmış deneyimli bir siyasetçiAndre Mitchel, Corbin için “Seçmen arasında gerçek/ otantik olmanın değeri artarken o başı dik yürüyor” demiş.

Zeitgeist’in Corbin’in kimliğinde kendini göstermesi de bu saptamada yatıyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız

Thursday, July 30, 2015

Büyük resim - II

Mali krizden bu yana sürüngen bir büyüme hızına hapsolmuş dünya ekonomisinde, emek verimliliğinde, girişim dinamiğinde, ticaret hacminde görülen gerilemelere, sanayi sektöründe envanter artışlarına ilişkin verileri aktardım (28/07), çarşamba günü Financial Times ticaretin yanı sıra yatırımların da yavaşladığına dikkat çekiyordu. Bu veriler uluslararası rekabetin yoğunlaşacağını düşündürüyor. 
(...)

Klasik emperyalizm
“Jeo-ekonomi” kavramının (Luttwak, National Interest, 1990) bu yıl Davos zirvesinde bir raporun başlığında ilk kez ortaya çıkışını bu gelişmelere bağlayabiliriz.
Jeo-ekonomi, büyük güçlerin, dünyada belli coğrafyalar üzerinden siyasi egemenlik kurma politikaları bağlamında kullanılan klasik jeopolitik kavramından “farklı” olarak coğrafyalarda ekonomik etkinlik kurmaya ilişkin devlet politikalarına gönderme yapar.
Davos raporu da kavramın içini, büyük devletlerin güçlerini ekonomik araçlarla, büyük şirketler aracılığıyla yansıtması anlamında “ekonomik savaş”; çok-kutuplu dünyada bölgeler arası rekabet; devlet kapitalizmi; kaynaklar için değil pazarlar için devletler arası rekabet; küresel düzenin dağılmaya başlamasıyla bölgesel hegemonyaların yükselmesi; Çin’in altyapı yatırımlarına dayalı ittifakları; petrol fiyatlarındaki gerilemeler gibi alt başlıklarla dolduruyordu.
Bunlar bizi adeta Lenin’in emperyalizm broşüründeki 5 maddeli ünlü tanıma götürüyor. Kısacası jeo-ekonomi, klasik emperyalizmin öne çıkmaya başladığını kibarca vurgulayan bir kavram. Ancak bu kez, küresel iklim krizi gibi son derece önemli ama hak ettiği ilgiyi görmeyen bir hızlandırıcı da var.

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

 

Tuesday, July 28, 2015

Büyük resim - I

AKP liderliği ölümden korkup, Andreas Lubitz olmaya karar vermiş görünüyor. Lubitz uçağı dağa çarptırmıştı. AKP de “barış sürecini”, İŞİD bahanesiyle, “tüm muhalefeti temizler, sonra seçime giderim” fantezisine çarptırdı. Gelişmeleri kaygıyla izlerken, “büyük resme”, kapitalizmin krizine ilişkin gelişmelere de arada sırada göz atmakta yarar var. Pazar günü Pelin Ünker “Kusursuz Fırtına” yazısıyla Türkiye ekonomisine bakmıştı. Ben şimdi açıyı biraz daha genişleterek, dünya ekonomisine ilişkin yeni açıklanan kimi ilginç verilere değineceğim. 

‘Verimlilik sorunu’
Washington Post’tan R. Samuelson “Verimlilik esrarengiz biçimde düşüyor” başlığıyla son OECD raporuna dikkat çekti


(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, July 27, 2015

Gezi’den Suruç’a Ya sonra?

Bir süredir, Türkiye siyasetinde bir “Siyah Kuğu” (düşük olasılıklı, yüksek etkili) olayının gerçekleşme riski artıyordu. Bölgedeki tüm politikaları çökmüş bir AKP liderliği, AKP Türkiyesi’ni kaosa doğru sürüklüyordu. Suruç katliamı bir “Siyah Kuğu” olayı idiyse, onu izleyen gelişmeler de “kaos” ortamına girdiğimiz gösteriyor. 
 
Kaosun nereye kadar ilerleyeceği henüz belli değil, ama bence bir şey kesin: Yaşananlar AKP hükümetinin 12 yıllık restorasyon projesiyle uyumlu.

 Yazının devamını okaumak için tıklayınız

Thursday, July 23, 2015

Stratejik derinlikten Suruç katliamına…

Başbakan’ın İstanbul’da yaptığı bir konuşmada “Osmanlı düzenini, adaletini getireceğiz… Çevremizdeki ateş çemberinin içinden barışla, istikrarla, kalkınmayla çıkacağız” sözlerinden üç gün sonra, Suruç’ta bombalı bir saldırı, katliam gerçekleşti. Buradaki acı ironiyi görmemek olanaksız.
(...)

İzlerken, “daha önce bu ülkeyi, jeopolitik farkındalığı bu kadar zayıf, kafasındaki dünya resmi realiteden bu kadar uzak bir başbakan, böyle bir siyasi kadro yönetti mi?” diye düşündüm. “Acaba hiç bu kadar çirkef, vicdansız bir yandaş medya olmuş muydu?”  

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Tuesday, July 21, 2015

Normalin arkasındaki kriz

ABD’nin Chattanooge kentinde, spor otomobilinden açtığı ateşlerde dört deniz piyadesini ve bir polisi öldüren, Muhammet Yusuf Abdulaziznormal” bir genç adamdı. Luftansa yolcu uçağını dağa çarptırarak intihar eden Andreas Lubitz gibi... Biri Müslüman, diğeri Hıristiyan iki genç adamın “normalliği” aslında zamanımızın kapitalist yaşam tarzının bireyinin krizini gizliyor... 

‘Dünya denen hapishane’
Üç yıl önce elektrik mühendisliği diplomasını aldığında, Amerikan bayrağı önünde resim çektiren Muhammet de Andreas Lubitz gibi, “normal” bir yaşam sürdürüyordu. Genç bir insandı, bazen Mustang otomobilinde esrar içiyor, güreş kulübüne gidiyor, yarışmalara katılıyordu. Halen işsizdi, bekârdı. Arkadaşlarına göre şakacı biriydi, annesine göre uzun süredir depresyondaydı. Sonra birden, anavatanı Ürdün’ü ziyaret etmeye karar verdi. 
 
Bu ziyaretlerde bir şeyler değişmeye, Muhammet, bloguna “Dünya denen hapishane” diye başlayan notlar koymaya, “kardeşlerim arzularınız sizi kandırmasın, yaşam acıdır ve kısadır, kendinizi Allah’a sunma şansı gelip geçiverir”, “sevdiklerinizin tatlı sözleri sizi yolunuzdan saptırmasın, onlar da bu dünyanın tutsaklarıdır” gibi öğütler vermeye başladı. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, July 20, 2015

‘Aşil’in kalkanı’

Yunanistan’ı düşünürken aklıma, Homeros’un “İlyada destanındaki Aşil’in Kalkanıbölümü geldi. Auden’in aynı isimli şiirini de anımsadım.  Kalkan tüm dünyayı, çelişkileriyle, sorunlarıyla betimleyen kabartmalarla süslenmiş. İkincisi, destanda Kalkan, biri Hektor’un Aşil’in sevgilisi Prokletus’u Aşil sanarak öldürmesini, diğeri de, Aşil’in çılgın bir öfkeyle vahşice kan dökmesini anlatan iki bölüm arasında, Aşil’in savaşa geri dönmesinden önceki durgunlukta karşımıza çıkıyor.
 
Auden’in şiiri (1952), umut ve düş kırıklığı ikilemini işliyor; önümüze, saldırmaya hazır orduların karşısında bekleşen aç, yoksul kitleleri; adaletsizliklerini kuru istatistiklere dayanarak haklı çıkaranları; “kızların iğfal edilmesi... iki çocuğun bir üçüncüsünü bıçaklaması”, “onlar için yalnızca bir önermedir” gibi gözlemleri koyuyor... Yunanistan’ın sunduğu resim de, “Aşil’in Kalkanı” gibi, umut-düş kırıklığı ikilemini, adeta dünyanın durumunu sergiliyor.

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız