Thursday, June 30, 2016

Brexit... Belki, şimdilik ‘merkeln’

Arzuları gerçeklikle karıştırmak sık rastlanan bir zaaftır. Referandumdan Brexit çıkınca arzular hemen kanaatlere dönüşerek havada uçuşmaya başladı. Ben biraz “düşünce” önerdiğim yazımı şöyle bitirmiştim: “Egemen sermayenin, ekonomik demografik açıdan ağırlığı hızla gerileyen bir kesimin taleplerine, ‘ülkesinin’ geleceğini teslim etmemek için yapacağı manevraları izlemek de çok ilginç olacak.”
 
Bu manevraları medyadaki yorumlarda, “Brexit” liderlerinin kıvırtma, “merkeln” (yeni bir Almanca sözcük: savsaklama) çabalarında izleyebiliyoruz. 


Biraz daha ‘düşünce’
Referandum her zaman bir anormallik yaratır. Referandum salt çoğunluğa dayanarak, toplumun geri kalanını yok sayan bir “çoğunlukçuluğu” egemen kılar, toplumun korkularını, huzursuzluklarını, “demokrasi”, “millet konuştu” kılıfına sararak manipüle etmeye olanak verir.
Brexit referandumu, kapitalist-emperyalist bir ülkede, dünyanın mali merkezinde, Batı hegemonyasının, küreselleşme (serbest piyasa) ve Avrupa Birliği projelerinin kesiştiği yerde gerçekleşti. Şimdi genel “kanı”, Brexit’in bu projeleri yıkacağı doğrultusunda.
Bu kanı haklı olabilir mi?


(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, June 27, 2016

Brexit: Ertesi gün

İngiltere’de seçmenin yüzde 51.9’u Avrupa Birliği’nden çıkma yönünde ama nereye çıkacağını bilmeden oy verdi. Şimdi, projeksiyonlar şöyle: İskoçya ve İrlanda’nın AB’de kalmak için yapacakları basınçla Birleşik Krallık parçalanacak. İngiltere AB’den çıkınca AB dağılacak. Bu resmin ekonomik bir boyutu da var. Sabah sterlin, dolar karşısında adeta göçtü, onu İngiltere ve dünya borsaları izledi; sonra kısmen toparlandılar. Altın yükseldi. Başbakan Cameron İstifa etti. 
 
Genel kanıya göre, bu resim, işçi sınıfının, seçkinlere, küreselleşmeye, göçmenlerin sosyal hizmetler, yerel kültür üzerinde yaratığı basınca karşı tepkisini yansıtıyor. Ben, projeksiyonlardan, “genel kanı” olan şeylerden kuşku duyarım. 

İşçi sınıfının tepkisi...
Önce, işçi sınıfı bir çuval patates olmadığına göre, bu “İşçi sınıfının hangi kesiminin tepkisi” diye sormak gerekiyor.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, June 23, 2016

Faşizme karşı omuz omuza...

“Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.” Bu özlü tanımı, totaliter ve organik toplum arzusunu, cinsiyetçi saplantıları, belli bir kitle tabanına, sokak terörüne gereksinim duymasını vurgulayarak zenginleştirebiliriz. 
 
Bugün Türkiye’de böyle bir iktidarın şekillenmekte, hatta şekillenmesinin tamamlanmak üzere olduğunu savunan çok sayıda siyasi analist var. Ben bu analizlerin doğru bir yönde ilerlemekte olduğunu düşünüyorum.
(...)

 Yazının devamını okumakiçin tıklayınız

Monday, June 20, 2016

Faşist vakitlerin kıyısındayız artık!

1930’larda faşist hareketin iktidara yürümesine olanak veren koşulların hemen hepsini bugünlerde ABD ve Avrupa’da görebiliyoruz

Faşizmin kimi özellikleri 
Tarih bize faşizmin aşılamayan bir ekonomik krizin içinde ortaya çıktığını gösteriyor. Bir taraftan işsizlik, yoksullaşma, güvensizlik (ekonomik, kültürel ayrıcalıklarını kaybetme korkusu), diğer taraftan finans sermayesinin, gelir dağılımı piramidinin en üst diliminin asalak yapısının gözler önüne serilmesi, toplumsal dokuyu çözmeye başlıyor. Bu çözülme, 1930’larda öncelikle “orta- küçük burjuva” olarak tanımlayabileceğimiz işletme sahiplerinin yaşam dünyalarını etkiliyor, örgütlü işçi hareketinden korkmalarına yol açıyordu. 
Düzenin seçkinlerini, ulusal ahengi bozan “yabancı” unsurları hedef alan, güvensizliğe çare, güçlü bir lider, organik bir toplum öneren faşist hareket bu kesimin içinden doğdu. Faşist hareket, ırkçı, şoven milliyetçi, otoriter- eril, duygulara hitap eden eklektik demagojik bir söylemle orta sınıfları etkisi altına aldı. O noktada, büyük sermayenin toplumsal çözülmeyi önlemek, emek disiplinini, emperyalist genişleme politikalarını dayatmak üzere faşizmi desteklemeye başladığını görüyoruz.

Bugün korkutucu benzerlikle
Kapitalizm uzun bir yapısal kriz içinde.
(...)

Thursday, June 16, 2016

Orlando katliamı üzerine düşünürken

Orlando’da bir gay barda 49 kişiyi öldüren Ömer Sıddık’ın eylemi gündeme birçok soru, birbiriyle ilişkilendirilmesi gereken birçok nokta koydu. Bunların bir kısmı Ömer’in kişiliğiyle ilgili. Bir kısmıysa daha geniş kapsamlı bir bağlama ilişkin. 

(...)

Bu soruların bir kısmı Ömer’in kişiliğiyle ilgili. Bu anlamda terörist eylemleri açıklamakta çok yardımcı değil. Bu soruların bir kısmı da İslam dininin Sünni Selefi kanadının, kitabı yorumlama biçiminin özellikleriyle, bu yorumun İslamın “özüne” ne kadar dayandığıyla ilgili.
Örneğin Müslüman bir birey, “Şeriatı (dinci yasayı) yaşamın temel ilkesi yapmadan dinini yaşayabilir mi?” Ya da neden Müslüman kendini, İslami yaşam tarzını, yasaklarını herkese dayatmak zorunda hissediyor? İslamın yasaklarına uymayan, örneğin oruç tutmayan, namaz kılmayan, örtünmeyen, kızlı erkekli gezen birilerini görünce “işte cehennemde yanacak birileri daha” deyip omuz silkerek, belki de acıyarak, geçmiyor da asabı bozuluyor; hatta şiddet uygulamaya kalkıyor?


(...)

(1) Ömer, 2007 yılından bu yana, dünyanın en büyük güvenlik şirketi, İngiltere merkezli G4S’nin, ABD şubesinde çalışıyormuş ve silah ruhsatı varmış. G4S’nin ABD şubesi, 11 Eylül’den sonra terörizmle mücadele amacıyla kurulan Ulusal Güvenlik Bölümü’ne (Department of Home Land Security) hizmet veriyormuş. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız  

Monday, June 13, 2016

Kapitalizmin Brexit korkusu

İngiltere’de Brexit (Avrupa Birliği’nden çıkma) referandumu yaklaşırken, tartışmalar ABD’ye, AB’ye sıçradı. Financial Times, Wall Street gibi yayınlara, Der Spiegel’in“N’olur gitme” başlığına, Le Monde’un “Mali krizden bu yana Avrupa için kötü haberinsonu gelmiyor” yorumuna bakınca derin bir korku seziliyor. Çünkü “Brexit” gerçekleşirse, yalnızca AB’de değil, dünya ekonomisinde de dağılmayı hızlandıracak!
‘İmparatorluk-ertesi’ sendromu 
Kapitalizm, artık işlemediği son IMF raporunda da kabul edilen neo-liberalizmi aşarak kriz yönetim modelini yenileyemiyor. 

Thursday, June 09, 2016

‘Kıyamete kadar mücadele’

Cumhurbaşkanı, İstanbul’da gerçekleştirilen bombalı saldırı ile ilgili açıklamasında, “Her şeyin bir bedeli var... Teröristlerle mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz... İlk insanla başlayan bu mücadele sonsuza kadar sürecek” dedi. 
 
Bunlar ilginç ifadeler. Birincisi haziran seçimlerinden sonra kentlerde giderek artan bombalı saldırılara bakınca “bu mücadele daha da yoğunlaşacak” diye düşünmek olanaklı.
İkincisi, “ilk insandan (Habil, Kabil mi acaba?)... kıyamete kadar” ifadeleri Cumhurbaşkanı’nın terörizmle mücadeleyi teolojik bir bakışla değerlendirdiğini düşündürüyor

(...)

Şimdi bize, “ilk insandan gelerek kıyamete kadar sürecek bu savaş” betimlemesinin neyin metaforu olduğunu düşünmek kalıyor. Sakın bu, “her şeyin bedeli var” ifadesindeki “her şey”in kapsamına gireni korumak için yapılacakları dillendirmemek için üretilmiş bir metafor olmasın? Sakın bu “her şey”, siyasal İslamın AKP döneminde biriktirdikleri olmasın?

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, June 06, 2016

Amerika’da faşizmin ayak sesleri

Başlık abartılı oldu ama gerçeklikten çok uzak değil. Muhafazakâr akademisyenlerin, yazarların yorumlarında bile benzer ifadelere, son haftalarda sıkça rastlamak olanaklı. Örneğin Neo-Con akımın önde gelen yazarlarından Robert Kagan, geçen ay, Washington Post’taki bir yazısına “Faşizm Amerika’ya işte böyle gelir”başlığını koymuştu. 

Gerçekten de Trump’ı klasik anlamda, parti, hareket bağlamında faşist olarak nitelemek kolay değil. Ancak, ABD’de yapının durumuna bakınca, Almanya’da 1930’larda faşizmi hazırlayan konjonktürün hemen tüm bileşenlerini bulmak olanaklı.

Nostalji ve melankoli 

(...)

Yazının devamını okumakiçin tıklayınız

Thursday, June 02, 2016

Kültür savaşları...

Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında verilen 2 yıl hapis cezası kararının dinsel normlara dayanan gerekçesi, 13 yıldır ülkenin kapitalist laik kültürüne yönelik fiili İslamcı saldırıların, hukuki biçimler alarak ivme kazandığını gösteriyor. 

Kültürün ‘maddiliği’
“Sol”un gittikçe yoğunlaşan “kültür savaşlarını”, “üretim sürecinden kopuk bir üstyapı sorunudur” diyerek önemsizleştirme, yeniden üretim süreçlerini unutma lüksü artık yok. 

(...)

Yazının devamını okumk için tıklayınız