Thursday, September 28, 2017

‘Zamanın ruhu’ olarak Almanya...

Almanya genel seçimleri, “zamanın ruhu”nun çok güzel bir örneğini oluşturuyor.

Merkez çöküyor 
Almanya seçimlerinde iki büyük merkez partisi, muhafazakâr CDU ve sosyal demokrat SPD, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük oyu aldılar. Faşist eğilimlerini açıkça sergilemekten çekinmeyen AfD, oylarını büyük ölçüde arttırdı, meclise 94 temsilciyle girerken 3. parti (Doğu eyaletlerinde 2. parti) konumuna yerleşti. Bu gelişmeler Avrupa’daki genel siyasi iklimin bir parçası. 

Tüm Avrupa’da siyasi kutuplaşma keskinleşiyor. Merkez partiler çöküyor. Fransa’da Macron merkezin silahındaki son kurşundu. Ne ki, Macron zaferiyle muhafazakâr ve sosyal demokrat merkez partilerinin krizini daha da derinleştirdi. Böylece sağda faşist özellikler sergileyen Ulusal Cephe’ye partisinin önü açıldı. Şimdi, Fransa’da Ulusal Cephe’nin yükselişini ancak sol siyasetin radikalleşmesi engelleyebilecek.

Bu konuda en iyi örnek, İngiltere’deki, Ulusal Cephe benzeri UKİP partisi. UKİP siyasi iklimi değiştirerek Brexit’e yol açtı. Ancak, İşçi Partisi’nin merkezi terk ederek sola doğru, sınıfsal temelde kendini yenilemeye başlamasıyla silindi gitti. 

(...)

Monday, September 25, 2017

Uygarlığın sonuna doğru- II

Yapay Zekâ ve Büyük Veri olgularına değinmiştim. Ancak uygarlığı doğrudan tehdit eden başka gelişmeler de var: Ekonomik kriz, yerel savaşlar, yeni soykırımlar, İslamcı terör, büyük güçler arasındaki rekabette, Wall Street Journal’ın deyimiyle, “real politik ortamına geri dönüş” bir yana, son yıllardasıklaşan, 4-5 kategori gücündeki kasırgalar, her yaz tekrarlanan aşırı sıcaklar, dünyanın bir tarafı kuraklıktan kırılırken, diğer tarafında, şiddetli sağanak ve yağmurların getirdiği tufan düzeyinde su baskınları...

Harvey, Irma, Maria...
Kapitalist uygarlık, enerji ve hammadde gereksinimlerinde hidrokarbon tüketimine bağımlı biçimde gelişti. 

(...)

Thursday, September 21, 2017

‘Oyunun sonu’ ve Godot’ya dair...

AKP’de temsil edilen siyasal İslamın dışında kalanlar açısından dünya adeta Beckett’in tiyatro oyunlarına benzemeye başladı. Örneğin, eğitim sistemindeki son gelişmeler ve “Oyunun sonu.” Kör ve yatalak Ham, soruyor: “Ne oluyor, ne oluyor?” Uşağı Clov cevap veriyor: “Bir şey olduğu yok, şeyler kendi seyrini izliyor.” Ya da, başbakanın “Değişimi okumak, değişime göre kendimizi de gözden geçirmek zorundayız” sözlerinden esinlenirsek: “Bir şey olduğu yok! On beş yıl önce başlayan ‘değişim’ kendi seyrini izliyor”... ‘

Değişim’ diyerek...
Her şey, şimdi artık ıskartaya çıkarılan Zaman gazetesinin, Taraf’tar liberallerin, “darbe geliyor” korkutmalarıyla boğazımıza tıktığı “değişim” fantezisiyle başlamadı mı?
“Değişim” ilerledikçe siyasal İslam...

(...)

Monday, September 18, 2017

‘Otoriterlik’ ve demokrasi

Faşizmden farklı olduğu varsayılan bir “otoriterlik” Avrupa’da, ABD’den Filipinler’e, enerjisini neo-liberalizme, küreselleşmeye, düzenin seçkinlerine güvenlerini kaybeden halktan alarak (faşist hareket de öyleydi) yükseliyor. 

Karizmatik bir siyasetçi, bu enerjiyle, seçimleri kazandıktan sonra yasama, yürütme ve yargıyı kendi elinde toplamaya, medyayı denetimi altın almaya, muhalefeti, devletin denetleme-dengeleme organlarını etkisizleştirmeye başlıyor (faşist lider, hareket de öyle yapmıştı). Bu süreçte, “bize” yabancı bir “öteki”ni hedef alan nefret ve şiddet işlevsel oluyor (faşizmde de öyleydi). 

Yeni otoriterlik” savına göre, bir kişinin (OrbanTrumpErdoğan olabilir) otoriter eğilimlerine karşı, demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Ancak, “bir kişinin otoriter eğilimlerine” odaklanan bakış, o kişiyi, o eğilimleri uygulama noktasına taşıyan, orada tutan özgün toplumsal hareketi, tarihsel koşulları göremiyor. Savunmamız istenen “demokrasi” de oldukça sorunlu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, September 14, 2017

Antifa

ABD’de, liberal medya ve entelektüelleri, beyaz üstünlüğü hareketini, Nazi selamı verip Zieg Heil sloganı atan grupların yükselişini durdurmak için “her türlü yöntemi” kullanacağını söyleyen Antifa’yı mahkûm etmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Obama yönetiminden Andy Slavitt“aptallar, hayvanlar” sözcüklerini kullanıyor. Kaliforniya temsilcisi Nancy Pelosi, Alt-right’ın medyatik sözcülerinden, Milos Papadoupouls’un Berkeley Üniversitesi’ndeki konuşmasının iptal edilmesine yol açan eyleme katılanların tutuklanmasını istiyor. 

Antifa ise, “İlk tepkimiz hiçbir zaman şiddet değildir, ama şiddet, siyaset çantamızdaki aletlerden biridir” diyor. Gerçekten de, eylemlerinin çoğu olaysız geçen Antifa’nın, eğitim tartışma grupları olduğunu, Harvey kasırgası sırasında, felaket bölgesinde halkın yardımına koştuğunu görüyoruz.

Antifa’nın tarihsel kökleri 
Trump aday olduğundan bu yana etkinliklerini artıran faşist gruplara karşı sokak eylemleriyle dikkat çekmeye başlayan Antifa’nın tarihsel kökleri, 1930’lara, Nazilere direnen, Antifaschistische Aktion hareketine kadar gidiyor. 

(...)

Monday, September 11, 2017

Uygarlığın sonuna doğru iki eğilim

Kapitalist uygarlığın sonuna doğru yol alırken insanlık, teknolojik gelişmelerle yakından ilişkili iki eğilimle yüz yüze. Bunlardan biri intihar eğilimi, öbürü de yenilenme... Bu eğilimlerden hangisinin belirleyici olacağını, Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus çalışmasındaki kavramları ödünç alırsak, “arzulayan makine” olarak insanın“kâr makinesi” olarak sermaye karşısındaki tutumu belirleyecek.

(...)

‘Yapay zekâ’ - ‘Büyük veri’
Son dönemin teknolojik gelişmeleri içinde en çok Yapay Zekâ (YZ) ve “BüyükVeri” üzerinde tartışılıyor. Bu tartışmalara bakınca, intihar ve yenilenme eğilimlerini çok kolaylıkla görebiliyoruz.

(...)
Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Saturday, September 09, 2017

Şerif Mardin üzerine eski bir yazı Yıl 2007

Cumhuriyet 19.09.2007
GLOBALPOLİTİKÜLTÜR

Bir 'Semptom' Olarak Prof. Şerif Mardin
Prof. Şerif Mardin 'in Ayşe Arman 'la yaptığı söyleşi ( Hürriyet /06/09), 1990'larda "de facto" hızlanan, şimdi yeni bir anayasayla da "de jure" hale gelmek üzere olan "restorasyon" sürecinin en önemli dinamiklerinden "transformismo" (1) olgusuna ilişkin çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Şimdiden bilemeyiz... Bekleyiniz
Mardin, Arman'ın "Hayat tarzımız değişebilir mi? Malezya olur muyuz? Kadınların gerçeği?.. Takıyye mi yapıyorlar? İstediğim gibi giyinemeyecek, Boğaz'da içki içemeyeceksem ne yapacağım? AKP'ye merkez sağ demek doğru mu? AKP konusunda yanılmış olabilir miyiz" olarak özetleyebileceğimiz sorularına, özetle, "Korkularınız yersiz olmayabilir. Bilemeyiz, bekleyip görmek gerekir" gibisinden cevaplar veriyor.
Böylece, söyleşi, iki işi birden "başarmış" oluyor. Birincisi, AKP'den huzursuz olanların, haz temelli, "maddiyatçı" ve "dekadan" yaşam tarzlarını (ayrıcalıklarını) kaybetmekten korkan, halkının maddi ve manevi sorunlarına yabancı ve ilgisiz bir seçkinlerden oluştuğuna ilişkin "fanteziyi" bir kez daha pekiştiriyor. İkincisi, Mardin, bu söyleşide, hem bu kaygılara "anlayışla" yaklaşarak Arman gibi düşünenleri, siyasal İslamın "pasif karşıdevrim" sürecine yabancılaştırmıyor. Hem de, "belki de değildir" (Ah! Aziz Nesin .), "bekleyip görelim" diyerek, liberal entelijansiyayı, siyasal İslama bağlayan "değişti-değişmedi" tartışmasına sadık kalarak, pratikte AKP'ye "pasif karşıdevrimi" (restorasyon) tamamlaması için gerekli süreyi tanımakla eşanlamlı bir tutum öneriyor. Bu arada, demokrasi adına, "konuşacaksınız" , "söyleyeceksiniz" gibi, özgürlükçü ve akılcı (inanca değil bilgiye dayalı) bir tartışma ortamı yoksa, pratikte hiçbir etkisi olmayan önerileri sıralıyor.
Mardin'in sözleri, bana, örümceklerin avlarının bedenine enjekte ettikleri uyuşturucu ve protein eritici sıvıyı anımsattı. Demokrasinin biçimselliğine/ritüellerine kanarak, bu bekle gör tutumunu benimseyenler, hem siyasal İslamın toplumsal ilişkilerinin, yasal kazanımlarının yaşam tarzlarını (bedenlerini) gittikçe daha çok sardığını hem de saflarının (kaslarının) gittikçe eridiğini (transformismo), tepki gösterme kapasitelerini yitirdiklerini görecekler.
Prof. Mardin'in, Chantal Mouffe 'tan söz ettiği için, hegemonya süreçleriyle ilgili tartışmaları bildiğini varsaymamız, buradan hareketle de ne yazık ki, akademik ve kişisel saygınlığıyla "transformismo" sürecinde önemli bir katalizör işlevi gördüğünü de kabul etmemiz gerekiyor.
Popülizm ve yerellik
Diğer taraftan, söyleşide, siyasal İslamın tırmanan iktidarına karşı direnmek isteyenlere yararlı olabilecek ipuçları da var. Örneğin, Mardin söyleşiye başlarken konuya Yusuf Akçura 'dan girip Rus Narodnik hareketinden geçerek, sözü AKP'nin karakterini konuşmaya getirdiğinde, karşımıza tam anlamıyla popülist, yerel (ulusal ve vatandaşlık gibi soyut aidiyetlere değil din, tarikat, mahalle gibi somut aidiyetlere dayalı), bu zeminde derin bir biçimde örgütlenmiş (Nakşibendilik) bir siyasi hareketten güç alan bir siyasi parti/hareket resmi koyuyor. Ancak, Mardin, Arman'ın temsil ettiği kesimin duyarlılıklarını "paylaştığı" izlenimini verdikten, bekleyip görmek gerektiğini vurguladıktan, olası itirazlara karşı "demokrasi kaostur" (herkes her istediğini söyler) dedikten sonra, "sakın darbe olmasın" diyerek "gardını" alıyor...
Bunlardan en azından iki ders çıkarılabilir. Birincisi, AKP'nin tabanıyla arasındaki, popülist (havuç/sopa, seçkinler-kalabalıklar dinamiğine, "onurlu yalana" , dayalı) bir ilişkidir. Bu ilişki salt şiddet ve bastırmayla değil, ancak bir "karşıt hegemonya" hareketiyle kırılabilir. İkincisi, belli ki, bu "pasif karşıdevrim" süreci, çok kritik bir aşamada. Siyasal İslam'ın "transformismo" ile yanına çektiği kesimin desteğine hâlâ büyük gereksinimi var.
Solun ve sosyalistlerin, bu konjonktürü değerlendirebilmek için ilk önce aydınlanma geleneğinin ( aklın eleştirisi, özgürlük, demokrasi, toplumsal ilerleme ) çocukları, ürünü olduklarını, bu geleneğin yadsınarak aşıldığı, ama şimdi restore edilmeye çalışılan dini hakikatlere dayalı evrenin içinde, hiçbir düzeyde, var olamayacaklarını anımsamaları gerekiyor... Ondan sonra belki liberal entelijansiyayı da yeniden kazanabilecek bir karşıt hegemonya inşa etmeye girişmek söz konusu olabilir. Bu bağlamda, ulusal bağımsızlık, halkçılık (popülizm değil), tüketim toplumunun kültür ve ahlakına, hümanist bir karşı çıkış, siyasal İslamın hegemonyası altındaki kesimlere ulaşmak için bir başlangıç noktası, bir köprü olabilir.

-->
1) İktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi hareketin, rakipleriyle arasındaki "alanda" yer alan kanaat önderlerini ve siyasetçileri süreç içinde kendisinden yana "dönüştürmesi" anlamına gelen bu kavramı siyasal İslamın toplumsal yapıyı ele geçiriş sürecini irdelerken, Gramsci nin "Hapishane Defterleri" yapıtından anımsamış, Cumhuriyet'teki yazılarımda, 7 Haziran'da Tempo dergisinde yayımlanan "İran'la-Mısır arasında Türkiye" başlıklı denememde kullanmıştım.  BKZ: http://globalpolitikultur.blogspot.com/2007/06/iranla-msr-arasnda-trkiye.html

Thursday, September 07, 2017

Süveyş olarak Kuzey Kore

Süveyş krizi (1956), kapitalizmin, yaklaşık 40 yıldır gerilemekte olan İngiltere hegemonyası düzenine fiilen son noktayı, Ortadoğu (enerji kaynakları) “portföyünü” ABD’ye devrederek koymuştu. İçinden çıkılmaz bir hal almaya başlayan Kuzey Kore krizi, kapitalizmin ABD liderliğindeki düzeninin dağılma sürecinin son durağı olacak gibi görünüyor. 

Şimdilik üç olasılıktan söz edilebilir. ABD’nin güvenlik mimarisini, müttefiklerini koruma kapasitesini kaybetmiş bir “kâğıttan kaplan” olduğunun ortaya çıkması. ABD yönetiminin bu olasılığı önlemeye çalışırken bir nükleer savaşa yol açması. Krizin Çin’in inisiyatifiyle aşılması.

(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, September 04, 2017

Strateji, politika ve kimi sorular

Perşembe günü stratejiden söz açmıştım, oradan devam edeceğim. Bir siyasi strateji değiştirmeyi amaçladığı şeyi doğru tanımlayabilmeli; bu değiştirme sürecine ilişkin önerdiği siyasi adımlar, iç tutarlılığı olan bir bütünlük oluşturmalıdır.

Tanımlama sorunu 
Bugün Türkiye’de muhalefetin stratejisi neyi değiştirmeyi hedef alıyor? Tek adam yönetimini mi, AKP hükümetini mi? Amaç bunlarla, parlamenter süreçlerle, sınırlıysa (ki, “tek adam yönetiminin” bu süreçleri aştığı da söylenebilir) ilk seçimlerde bu ikisinden birine karşı seçenekler sunmaya ilişkin bir strateji düşünülebilir. 
Eğer “tek adam”, AKP hükümeti ve rejim/devlet, organik bir bütünlük kazanmaya başladı diye düşünüyorsak, siyasal iktidarın tüm düzeylerini hedef alan, her düzeyde sert direnişle karşılaşması kaçınılmaz radikal değişimlere ilişkin bir strateji arıyoruz demektir. 

Lider, parti-devlet ilişkisinin organik bir bütünlük kazanması, toplumda 15 yıldır yaşanmakta olan kültürel dönüşümler, AKP liderliğinin totaliter eğilimleri de göz önüne alınınca, karşımıza “Faşizm” kavramını getiriyor.

(...)