Thursday, December 28, 2017

Son KHK neyin semptomudur?

696 sayılı KHK, “iç savaş”, “linç”, “sokağa yargı muafiyeti” gibi korkutucu kavramlarla defalarca analiz edildi, eklenecek bir şey kalmadı. Ben bu KHK’ye bir başka açıdan bakmak istiyorum.

Ne gerek vardı? 
Bu ülkede keyfi, sınırsız güç kullanabilen, neredeyse hesap sorulması olanaksız, ağır silahlara sahip son derecede etkili bir polis gücü, orduyu iç güvenlik aracı olarak kullanma geleneği var. Geçen yıllarda, tankların kentlere girerek Suriye iç savaşını aratmayan görüntüler yarattığına da şahit olduk. Siyasi bir davada, siyasi savunma yapmak, Ahmet Şık’ın örneğindeki gibi engellenebiliyor. Kadına, çocuğa yönelik fiziki, cinsel şiddet çoğunlukla cezasız kalıyor. Kadına yönelik simgesel şiddet, din adına konuşanların ağzından, medyada hem de en müstehcen biçimleriyle kendini sergiliyor. Kısacası, iktidarın kendisine karşı olanlara, iradesini sorgulayanlara yönelik açık, fiziki ve simgesel şiddet kullanmasının önünde bir engel yok.
Öyleyse, son derecede muğlaklaşmış darbe ve terör kavramları üzerinden, iktidar yanlısı sivillere, değerleriyle uyuşmayan, arzularıyla çelişen, “öteki” üzerinde, fiziki şiddet uygulama ayrıcalığı getiren 696 sayılı KHK’ye ne gerek vardı? Bu KHK, hangi hastalığın semptomudur?

Deniz bitti de ondan...
Kapitalist toplumda egemen sınıfın iktidarı...

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız


Monday, December 25, 2017

İkinci restorasyon hamlesi

ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni (UGS2017) ikinci hegemonya restorasyonu hamlesi olarak okuyabiliriz. Birinci restorasyon hamlesi (11 Eylül 2001’in ertesinde açıklanan Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme -QDR 2001- raporu, 2002’de açıklanan Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi), umulanın aksine, ABD’nin ekonomik, askeri, kültürel zaaflarını sergilemiş, hegemonyasını daha da gerileterek sönümlendirmişti. 
 
QDR 2001’den... 
Birinci restorasyon hamlesinin arkasında, ABD’nin ekonomik, kültürel çekiciliğinin, (liderlik kapasitesinin) zayıfladığı, ancak askeri kapasitesinin hâlâ rakipsiz olduğu varsayımı vardı: ABD hegemonyasının, rıza alma “ayağı” kırılmıştı, ancak şiddet uygulama “ayağı” hâlâ sağlamdı. ABD, üstünlüğünü ve çıkarlarını koruyabilmek için askeri kapasitesine öncelik verecekti. Rıza almaya değil de, şiddete ve dayatmaya dayalı bu yeni yönelim bir imparatorluk projesi anlamına geliyordu. Zaten ABD’de kimi yazarlar daha 1997’de “American Emporium” kavramını kullanmaya başlamıştı. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 21, 2017

ABD: Yeni ulusal güvenlik stratejisi

Trump, yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni (UGS) açıkladı. General McMaster’ın deyimiyle, “Soğuk Savaş’ın bitmesiyle, başlayan tatil artık sona erdi, jeopolitik tüm hızıyla geri geldi”. 68 sayfalık UGS’yi okurken, adeta beni 11 Eylül sonrası Bush’un ilk dönemine götüren bir “déja vu” yaşadım. Bir farkla, bu kez, UGS, “tatil bitti” derken, büyük güçler arası barış, işbirliği döneminin bittiğini haber veriyor. UGS’de “küreselleşme” kavramına hiç rastlanmıyor. 

Böyle bir dönemde, Türkiye’de, dış politikada “U” dönüşlerden, fiyaskolardan şaşkına dönmüş, ülkesinin halkını düşman kamplara bölmüş bir siyasi akımın iktidarda olması çok kaygı verici.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 18, 2017

Dikkat! Çok önemli bir sorun!

Demokrasinin, insan haklarının, genel olarak bireysel özgürlüklerin savunulması bağlamında, çok önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunu çözemezsek demokrasiyi, insan haklarını, bireysel özgürlükleri, bırakın savunmayı üzerlerinde konuşmak için gereken kavramları korumak bile (Örn: “Basın özgürlüğü ölçütleri Batı merkezlidir” savı) olanaksızlaşacaktır.

Duvara karşı
15 yıldır gündemde olan ama bugün çok da büyük bir önem kazanmış olan bu sorun, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın, “olağan koşullarda, özgürceyapılacak adaletli bir seçimleri kazanamayız” sonucuna ulaşmış olmasından kaynaklanıyor.

(...)

Sunday, December 17, 2017

Ortadoğu’da gerginlik artıyor

Suriye’de savaş, AKP liderliğinin yıllardır peşinde koştuğu fantezilerin aksine, Rusya-İran destekli Esad rejiminin zaferiyle sonuçlanıyor. AKP liderliğinin bir zamanlar “öfkeli” çocuklar olarak tanımladığı IŞİD canavarının halifeliği yıkıldı. Ancak Ortadoğu’daki sorunlarda, çatışmalarda bir azalma olmadı; aksine, son haftalardaki gelişmeler, bölgedeki gerginliklerin artışının birçok noktadan birden hızlanmakta olduğunu gösteriyordu.

Böyle bir dönemde ne yazık ki ülkemizde, bu koşullara, gerginliklerden çıkması olası büyük sarsıntıların dışında kalmayı başaracak biçimde, uyum sağlamak bir yana, olup biteni doğru dürüst anladığı kuşkulu, 16 yıllık dış politika çabaları fiyaskolarla dolu bir iktidar var. Bu durumda ana muhalefet partisine, özellikle de sol harekete (Sosyalistler ve HDP) büyük bir sorumluluk düşüyor.

Thursday, December 14, 2017

Yoğun gündem, el yakan sorular

Ülkenin gündemi çok yoğun. Sarraf davasında artık Erdoğan ve ailesinin isimleri geçiyor. Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan gezisiyle Lozan tartışması yeniden açıldı. Görevden alma dalgasında, sıra CHP’li belediye başkanlarına geldi. Nihayet Kudüs ve yeniden hatırlanan Filistin sorunu... Yarın bunlar arka plana gidecek, yenileri gelip gündemi bir süre için işgal edecek, sonra onlar da... 

Gündem böyle biteviye değişirken ülkenin orta ve uzun dönemini ilgilendiren kimi yakıcı sorular, bu hızlı gündemin gürültüsü, tozu dumanı, yarattığı türbülans içinde cevaplarını aramaya devam ediyorlar.

(...)

Monday, December 11, 2017

Ortadoğu yangınına yeni petrol...

Ortadoğu yangınına petrol döken dökene. Mısır’da Sina Çölü’nde bir camiye yönelik IŞİD saldırısı 300’e yakın Müslümanı öldürdü. Yemen’de, Husilerden kopup Suudi rejimine yakınlaşmaya çalışan eski devlet başkanı Salih öldürüldü. Nihayet, ABD Başkanı Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı. AKP Türkiyesi’nin de payına bu yangından bir şeyler düşecektir kuşkusuz.

Trump aslında ne yaptı?
Eski ABD İsrail Büyük Elçisi ve Barış görüşmeleri temsilcisi Martin Indyk’in Financial Times’da dikkat çektiği gibi, açıklamayı tek başına değil de, yanına Evanjelik Hıristiyanların temsilcisi olarak görülen Başkan Yardımcısı Pence’i alarak yapması, açıklamanın hedefinin, öncelikle Ortadoğu jeopolitiği değil de ABD iç politikası, ABD seçmeni (özellikle halk sınıflarına atılan vergi reformu kazığından sonra) olduğunu düşündürüyor. Ancak, yıllardır, elçiliğin taşınmasını her 6 ayda bir erteleyen Ulusal Güvenlik Bildirimi’ni, açıklamanın hemen arkasından Trump da imzaladı.

(...)

Thursday, December 07, 2017

Peki şimdi ne olacak?


Türkiye nereye doğru gidiyor?
AKP'de temsil edilen siyasal İslam'ın niyeti ne? Muhalefet ne yapabilir gibi sorulara değinen bir yazı...

Yazıyı okumak için tıklayınız


Monday, December 04, 2017

Bu panik korkutucu



Zarrab’ın itirafları, CHP’nin açıkladığı belgeleri karşısında siyasal İslamın seçkinleri gündemi belirleme gücünü kaybedince paniğe kapıldılar.

Şizofreni ve şiddet

Biri “ABD ile savaşırız. Yokum diyen şimdiden gitsin” diyor, bir başkası “acımasız direniş hattı” kurmaktan söz ediyor; “Türkiye’ye yönelik yeni operasyon dışarda ABD, içerde CHP üzerinden yürüyor” suçlamasıyla CHP’yi, vatan haini ilan etmeye çalışıyor. Akıl gittikçe istikrarını kaybediyor: Yüzlerce kez “yanıldım”... sonra kalk “önemli mevkidekiler yanıldım diyemez”, ya da, Zarrab... Önce vatansever, sonra iftira yalan komplo... Şimdi devlet sırrını açıkladı, hain...


Realiteyle bağları çoktan kopmuş bir yazara göre...

(...)

Thursday, November 30, 2017

Dinin siyasallaşması - Gerçek postmodernizm

Postmodernizm bizi, Aydınlanma geleneğinin soğuk akılcılığından, Modernizmin hakikat, evrensellik, ilerleme gibi saplantılarının despotizminden kurtaracak, “büyük söylemlerin” (teorinin) bastırdığı, sildiği bedenleri (ve hazları), kültürleri (etnik dini farklılıkları) yeniden öne çıkararak, bireyi özgürleştirecekti. Postmodernizm, modernizmin “pasif nihilist” bir parodisi olmanın ötesine geçemedi; gerçek anlamda bir modernizm sonrası sunamadı, giderek söndü ama dinin siyasallaşmasına uygun ortamın oluşmasına da büyük katkı yaptı.
(...)

Popüler kültürde “Para”, uğruna hırsızlıktan, kiralık katilliğe, uyuşturucu satıcılığına kadar her şeyin mubah olduğu (Hollywood filmleri), ilkelerin kolaylıkla terk edilebildiği (komedi dizilerindeki karakterler) bir “yüce nesne” konumuna yükseldi. Insanlığın ufku sermaye ilişkisiyle kapandı.

(...)

siyasal Islamın ılımlı ile radikal kanatları arasındaki fark, karşımıza, bu dünyayı, öteki dünyaya başarıyla geçişe uygun biçimde, Tanrı’nın buyruklarına, Şeriata göre düzenlemek ile öteki dünyaya, bu dünyayı yıkarak (şehadet yoluyla) geçmek arasındaki fark olarak çıkıyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 27, 2017

Dış politika ne işe yarar?

“Şam yönetimiyle yakın temas olacak mı” sorusuna verilen “Siyasetin kapıları, son ana kadar her zaman açıktır” cevabını okuyunca, “bir ülkenin dış politikasında 10 yıldan kısa bir sürede bu kadar çok ‘U’ dönüşü yaşanır mı?” diye düşündüm.
(...)

Sakın bu “U” dönüşleri, Türkiye kapitalizminin gereksinimlerinden değil de, üretilen artı değerden, rant, komisyon, haraç, bağış gibi ekonomi dışı zora (dinci sadakatleri kullanmak, siyaset simsarlığı yapmak gibi) dayanan yöntemlerle payını alan asalak bir sınıfın devleti ele geçirdikten sonra, bu konumunu kaybetme korkusuyla konjonktüre göre değişen reflekslerinin ürünü olmasın?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 23, 2017

Dünyanın değişen halleri - II

Kapitalist dünya ekonomisi yapısal krizi içinde bocalarken kapitalizmin, ABD liderliğindeki Batı merkezli ekonomik siyasi-kültürel şekillenmesinde, mali krizden bu yana ilginç dönüşümler yaşanıyor.

Kitlenin geri dönüşü 
Kitleler (halk sınıfları), özellikle kapitalizmin merkezlerinde, egemen siyasi ekonomik yönetim modeline (liberal demokrasi ve neo-liberalizm) uluslararası finans-sanayi tekellerinin temsilcisi olarak bu modeli yöneten seçkinlere başkaldırıyorlar. 
(...)

‘Yeni bir kapitalizm aranıyor’ 
Neo-liberal küreselleşmenin en önemli ve en etkili düşünce kuruluşu, serbest piyasa Ayetullahlarının tapınağı, Dünya Ekonomik Forumu’nun internet sitesindeki bir yoruma göre “Kapitalizm toplumsal desteğini kaybediyor.” Belli ki, her yıl 450 bin dolara varan kayıt ücretleri ödeyerek Davos zirvesinde bir araya gelen “dünyanın efendileri” de kitlelerin siyasete aktif katılımının verdiği mesajı almışlar. 

(...)

Monday, November 20, 2017

Dünyanın değişen halleri

Geçen haftaya, ABD Başkanı Trump’ın Asya gezisine ve Zimbabwe’de ordunun yönetime el koymasına ilişkin haberler damgasını vurdu. Bu haberler ve yorumlarda dünyanın, mali krizden bu yana şekillenmekte olan “yeni resmine” ilişkin çok ilginç örnekler vardı. 

Bu örneklerden ikisi özellikle dikkatimi çekti: The Atlantic dergisinde yayımlanan bir haber-yorum, “İlk teması (uzaylılarla) Çin kurarsa ne olur” diye soruyordu. Bir Washintgon Post haberinde, Zimbabwe’de gerçekleşen askeri darbenin arkasında Çin’in olduğu ya da en azından, Çin’in onayının alındığını iddia ediliyordu. ABD liderliğindeki Batı merkezli dünyanın “düzeni” dağılırken, ABD’nin de kültürel siyasi alanda sahip olduğu kimi ayrıcalıkların kaybolmaya başladığı görülüyor. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 16, 2017

‘Kanarya’ olarak AKP Türkiye’si

Bir zamanlar, AKP Türkiye’sine, “ılımlı-demokratik bir siyasal İslam olabilir” umuduyla bakanlar, bugünlerde, onun “küresel risk madeninde bir kanarya” (Wall Street Journal) olduğunu düşünüyorlar. Bu bakışa göre, risk değerlendirme kuruluşu Standart and Poor’un “Kırılgan Beşli” listesinin başına koyduğu AKP Türkiye’si, gelişmekte olan piyasalardan başlayacak bir küresel mali krizin ilk habercisi olabilir...

Kanarya’nın mali portresi
Türkiye kapitalizminin önümüzdeki 12 ay içinde, 170 milyar dolar dış borcu yenilemesi gerekiyor...

(...)

Monday, November 13, 2017

Karmaşık ve patlayıcı

Irak ve Suriye’de IŞİD ile savaş, İslamcı ölüm kültünün devletinin yıkımıyla sonuçlanırken, Ortadoğu’da IŞİD öncesine göre çok daha karmaşık, patlayıcı bir karışım şekilleniyor 
 
Suriye-Irak 
İran’ın Irak yönetimi üzerindeki etkisi arttı, Suriye’de, Şam yakınında bir hava üssü ve Akdeniz’de bir deniz üssü inşa etme (BBC), mineral ve maden çıkartma imtiyazları elde etme konumuna geldi. Hizbullah savaşçıları, cephe savaşları konusunda deneyimlerle, büyük olasılıkla yeni silahlarla Lübnan’a dönüyorlar. Şimdi Hizbullah, artık tüm dikkatini, enerjisini Lübnan iç politikası üzerinde yoğunlaştırabilecek...

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 09, 2017

Bir karadelik olarak Suudi krallığı

Yemen üzerine yazarken, (31/03/2015) Suudi rejimini, ölümden korkarak intihar etmeye çalışan birine benzetmiştim. Sonra gelişmeler, beni “Suudi rejimi bir karadelik olmaya doğru gidiyor” (07/01/2016) düşüncesine getirdi. Şimdi, bu karadeliğin oluşmaya başladığını düşünüyorum.

‘Emareler belirdi’... 
Kral Salman’ın oğlu Bin Salman’ın (kısac MbS) elindeki Suudi rejimi kraliyet ailesinden 11 prensi, düzinelerle bürokratı yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla tutukladı, toplam 800 milyar dolara ulaşan varlıklarını hedef aldı. Tutuklananlar arasında, Ulusal Muhafızların komutanı prens Miteb, milyarder işadamı, Citibank, Twentieth Century Fox, Apple, Twitter gibi dev şirketlerin ortağı, Alwaleed de var. Bu arada iki prens, şüpheli koşullarda ölmüş...

(...)

Monday, November 06, 2017

Ilımlı mı dediniz?



AKP’de temsil edilen siyasal İslam, radikal İslamdan onun Vahabi, Selefi, IŞİD türü versiyonlarından farklıdır. AKP’nin lideri Cumhurbaşkanı “Biz demokratlar” gibisinden ifadeler kullanıyorsa, ülkede seçimler yapılıyorsa, hatta siyasal İslam seküler bir refleksle kendini milliyetçilik yağına bulamaya çalışıyorsa, laik aydınlanmacı, pozitivist özellikleriyle bilinen Kemalizmin söyleminden kimi parçaları cımbızlayarak kullanmaya, hatta Atatürk adını telaffuz etmeye başlamışsa, AKP’nin yükseliş döneminde vurgulandığı gibi, Türkiye’de ılımlı (liberal- demokratik pratiklerle uyumlu) bir İslamdan, onu temsil eden bir partinin yönetiminden söz edilebilir... diye düşünüyorsanız, yine yanılıyorsunuz?

Dün dünle beraber gitti...

Dün Büyük Ortadoğu projesinin eşbaşkanıydık. Radikal İslama karşı en iyi güvenceydik. İçerde ve dışarda, liberal, Avrupalı dostlarımıza ılımlı-demokratik bir İslamcı yönetim olabileceğini kanıtlıyorduk. Bunlar dünle beraber gitti. Artık iktidardayız. Ülkenin kültürünü, devletinin yapısını, siyasetinin sınırlarını istediğimiz gibi şekillendiriyoruz.

Artık kimliğimizi, projemizi açıkça sergileyebiliriz. Artık, “davranış biçimlerinin bir sonraki kuşağa genetik olmayan yollarla aktarımı” olarak da...

Thursday, November 02, 2017

Çin tipi şeyler

Çin Komünist Partisi 19 Ulusal Kongresi, Şi Cinping düşüncesiÇin tipi sosyalizmin yeniden canlanması gibi ifadelerle tanımlanan yeni bir dönemi başlatıyor. Şi’nin konuşmasına ve Halkın Günlüğü’nün İngilizce versiyonunda, bu konuşmayı dünyaya anlatan yazılara bakınca, bu kongreyle, Çin’in küresel bir hegemonya adayı olarak önemli bir eşiği aştığını, adaylığını ilk kez ve açıkça ilan ettiğini söyleyebiliriz. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 30, 2017

Akşener rüzgârı

Bir Akşener rüzgârı esiyor. Akşener ve “İyi Parti”ye, “AKP’yi ve Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırabilecek, ülkeyi parlamenter demokratik hatta laik bir düzene geri götürebilecek bir güç olabilir” umuduyla bakılıyor. Aynen, 15 yıl önce AKP yükselirken (laiklik beklentisi dışında) olduğu gibi. Yine arzular, kanaatler, sistemli düşüncelerin, fanteziler de gerçekliğin yerini alıyor...

Arzular kanaatler yerine biraz düşünce... 
“Biz insanları kendileri hakkında söylediklerinden değil, yaptıklarındanhareketle değerlendiririz” önermesini sol aslında çok iyi biliyor ama kimi zaman birileri nedense unutarak, “niyet okumayın” saçmalığını ciddiye almayı seçebiliyor. AKP karşısındaki deneyim, böyle unutmaların neye mal olduğunu çok iyi gösterdi. 

(...)

Thursday, October 26, 2017

1, 2, 3... Tüm iktidar merkeze!

AKP liderliği, Ankara ve İstanbul olmak üzere kimi büyük kentlerin belediye reislerini istifaya zorlayarak, siyaseti ve ekonomiyi (kaynakları) tek bir liderin iradesine tabi kılmak, totaliter bir devlet yaratmak yolunda bir adım daha atıyor. 

Ancak merkezi devletin yerel yönetimleri denetimi altına alma adımı, “seçimlegelen seçimle gider” fantezisi bir yana, kapitalizmin günümüzdeki dinamikleriyle uyumlu değil. Bu nedenle, ülkedeki ekonomik, siyasi istikrarsızlığı daha da derinleştireceği kesin. AKP’de temsil edilen siyasal İslamın yerel ve uluslararası sermaye birikim süreci üzerindeki asalak karakteri de iyice ortaya çıkaracak, içeride toplumun yüzde ellisi ve dışarıda gelişmiş kapitalist devletler karşısında aşmakta zorluk çektiği meşruiyet sorunu daha da derinleşecek.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 23, 2017

İktidar ve kültür


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz” yakınmasından sonra, siyasal İslama yakın düşünce kuruluşları durumdan vazife çıkarmaya başlamışlar.

SETA, 24 Ekim’de “Türkiye’de Kültürel İktidar Sorunu” başlığıyla, “Kültürel iktidar meselesi önemli tartışma konularından biridir. Kültürel alanın erken Cumhuriyet döneminden itibaren belirli bir zümrenin egemenliğinde olması ve son yıllarda bu duruma yönelik dengeleme arayışları tartışmayı daha da ilgi çekici kılmaktadır” saptamasıyla sunulan bir panel gerçekleştiriyor.

SETA’nın sunuşundaki saptama, bana Benjamin Martin’in geçen yıl yayımlanan The Nazi-Fascist New Order for European Culture (Avrupa Kültürü için Yeni Nazi-Faşist düzen) başlıklı kitabını anımsattı.

(...)

Thursday, October 19, 2017

Pazartesiden devamla...



Pazartesi yazımda, bu krizin aşılabilmesi için kapitalizmin kendini birçok açıdan yenilemesi gerektiğine, ancak yenilenmiş bir kapitalizme, bir büyük savaş kavşağından geçmeden giden yolun haritasının henüz ortada olmadığına değinmiştim. O harita yok ama bir büyük savaş kavşağına giden yolun haritası yavaş yavaş şekilleniyor.

‘Büyük güç rekabeti çağı’
Son yıllarda, devletler arası dengelerdeki değişimin hızlandığını, bir “güçlerdengesi” çağına girdiğimizi birçok kez konuştuk. ABD’de, Stratejik ve BütçeDeğerlendirmeleri Merkezi’nin geçen haftalarda yayımladığı, Büyük GüçlerRekabeti Çağında Güç (askeri güç. E-Y) Planlaması başlıklı rapor (...)

Monday, October 16, 2017

Bu kapitalizm, bu kriz, bu model...

Küresel kapitalizmin yapısal krizini, yönetenlerin çaresizliğini sergileyen bu kadar veri, bu kadar kısa sürede çok ender olarak ortaya dökülür. Dünya ekonomisi 2007 krizi öncesindeki zaafları sergiliyor. IMF uzmanları, vergileme teorisine “şok” yaratan katkılar yapıyor. Başta ABD Merkez Bankası Başkanı Yellen olmak üzere, merkez bankaları başkanları, dünya ekonomisinin işleyiş dinamiklerini artık anlamadıklarını itiraf ediyorlar.

Kısacası, bu mali kriz başladığında vurguladığım gibi, bu kapitalizm bu krizden çıkamaz. Bu krizin aşılabilmesi için kapitalizmin kendini birçok açıdan yenilemesi gerekiyor. Sorun şu ki bu kapitalizmden o kapitalizme, bir büyük savaş kavşağından geçmeden giden yolun haritasına ne hükümetler ne de merkez bankaları sahip.

(...)

Thursday, October 12, 2017

İktidar ve korkusu

“AKP kaybederse Türkiye kaybeder” ve “Her kim Gezi olayları ile FETÖ ihanetinin ilgisinin olmadığını söylerse ya cahildir ya kendisi de aynı ihanetin içindedir. Kim bölücü örgütün eylemleri ile DEAŞ’ın saldırılarının alakasının bulunmadığını iddia ediyorsa ya dünyadan bihaberdir ya da aynı dünyanın bir parçasıdır” iddiaları anlığımda bir kapıyı araladı. 

Bir partiyi bir ülkeyle özdeşleştiren, her şeyi her şeye bağlayarak, herkesin “bize” karşı komplo içinde olduğuna, bu durumu göremeyenlerin de ya cahil ya da hain olduğuna inanan anlayışın araladığı kapıdan dışarı, Alman sosyolog Klaus Theweleit’in, en son ne zaman okuduğumu bile unuttuğum, Male Fantasies (Erkek Fantezileri - 1987) kitabı çıktı. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 09, 2017

Evet ama yetmez!

Geçen hafta gelişmeler bir kez daha gösterdi: Evet, otoriterlik ve neoliberalizm kavramları ülkedeki siyasi, ekonomik modeli açıklamaya yardımcı olabilir ama yeterli değil. AKP projesine direnmeye kararlı olanların, taktik ve stratejilerini bu iki kavramın dışına taşarak düşünmeleri gerekiyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Sunday, October 08, 2017

“Yeni Otoriterlik” kavramı üzerine notlar


Nasıldergi_ 07 Ekim 2017, Cumartesi
Son on yılda, özellikle mali krizden bu yana gittikçe artan sayıda ülkede demokrasinin, gerek arkasındaki ekonomik model, gerekse de kurumsal yapıları bağlamında, “yeni otoriterlik” olarak tanımlanan bir olgunun etkisiyle  gerilediğini savunan bir yaklaşımın, liberal ve sosyal demokrat çevrelerde, etkin olmaya başladığı söylenebilir.

Faşizm - Yeni Otoriterlik

Faşizmden farklı olduğu varsayılan bir “ yeni otoriterlik” Avrupa’da, ABD’den Filipinlere, enerjisini, neo-liberalizme, küreselleşmeye, düzenin seçkinlerine güvenlerini kaybeden halktan alarak yükseliyor. Bu nedenle, canlı bir “popülizm” tartışması, “yeni otoriterlik” tartışmalarına eşlik ediyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 05, 2017

İngiltere dersleri

Pazartesi günü, “Dün ağza alınamayan şeyler, artık söylenebilir olmakla kalmıyor, geniş kabul görmeye başlıyor” demiştim. Diğer bir deyişle neo-liberalizmin 30 yıllık rakipsiz egemenliği altında, ekonomi ve siyaset alanında yerleşmiş “algısal kilitler” artık kırılıyor.

Financial Times’da, ekonomide artık yeni fikirleri muhalefetin ürettiğine (Payne, 28/09/17) doğal tekel durumunda olan su, taşımacılık, enerji gibi sektörlerde özelleştirmelerin beklenen sonucu vermediğine (Harford, 29/09/17); bu özelleştirmelerin ülkeyi bir rantiye cennetine çevirdiğine, yükü omuzlamanın da vergi mükellefine kaldığına (Ford, 01/10/17) ilişkin yorumlar, Theresa May’in “konut krizini özel sektör çözemeyecek” saptaması da algısal kilitlerdeki kırılmayı yansıtıyorlar.

Diyalektik işte... 
Corbyn’in İşçi Partisi liderliğine gelmesi, üye sayısının iki kat artarak
600.000 kişiye yükselmesi, partinin son seçimlerdeki beklenmedik başarısı, geleceğin iktidar partisi konumuna yükselmesi bu “algısal kilitlerin” kırılmaya başlamasıyla yakından ilişkili.

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 02, 2017

Yeni ‘sağduyu’ yeni ‘merkez'

1980’lerden mali krize kadar, ekonomi yönetiminde “sağduyu”, serbestleştirmeyi, özelleştirmeyi, vergileri indirmeyi, krizin faturasını halka çıkartmak için “kemer sıkmayı” gerektiriyordu. Kapitalizm, savunulması bile gereksiz bir hakikatti. Sosyalizm ise iflas etmiş bir dogma. Bir sosyal demokrat parti, eğer seçim kazanmak istiyorsa ağzına, bırakın sosyalizmi, devlet müdahalesi, vergilendirme, sendikal haklar gibi konuları almayacaktı. O dünya şimdi, en azından Avrupa’da, geride kalıyor.

Geçen hafta İngiltere’de, Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi konferansında, ardından da Muhafazakâr Parti lideri Theresa May’in Merkez Bankası’nda yaptığı konuşmalar, artık başka bir dünyaya ayak bastığımızı gösteriyordu.

Sosyalizm ve kapitalizm yeniden

Dün ağza alınamayan şeyler artık söylenebilir olmakla kalmıyor, geniş kabul görmeye başlıyor.

(...)

Thursday, September 28, 2017

‘Zamanın ruhu’ olarak Almanya...

Almanya genel seçimleri, “zamanın ruhu”nun çok güzel bir örneğini oluşturuyor.

Merkez çöküyor 
Almanya seçimlerinde iki büyük merkez partisi, muhafazakâr CDU ve sosyal demokrat SPD, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük oyu aldılar. Faşist eğilimlerini açıkça sergilemekten çekinmeyen AfD, oylarını büyük ölçüde arttırdı, meclise 94 temsilciyle girerken 3. parti (Doğu eyaletlerinde 2. parti) konumuna yerleşti. Bu gelişmeler Avrupa’daki genel siyasi iklimin bir parçası. 

Tüm Avrupa’da siyasi kutuplaşma keskinleşiyor. Merkez partiler çöküyor. Fransa’da Macron merkezin silahındaki son kurşundu. Ne ki, Macron zaferiyle muhafazakâr ve sosyal demokrat merkez partilerinin krizini daha da derinleştirdi. Böylece sağda faşist özellikler sergileyen Ulusal Cephe’ye partisinin önü açıldı. Şimdi, Fransa’da Ulusal Cephe’nin yükselişini ancak sol siyasetin radikalleşmesi engelleyebilecek.

Bu konuda en iyi örnek, İngiltere’deki, Ulusal Cephe benzeri UKİP partisi. UKİP siyasi iklimi değiştirerek Brexit’e yol açtı. Ancak, İşçi Partisi’nin merkezi terk ederek sola doğru, sınıfsal temelde kendini yenilemeye başlamasıyla silindi gitti. 

(...)

Monday, September 25, 2017

Uygarlığın sonuna doğru- II

Yapay Zekâ ve Büyük Veri olgularına değinmiştim. Ancak uygarlığı doğrudan tehdit eden başka gelişmeler de var: Ekonomik kriz, yerel savaşlar, yeni soykırımlar, İslamcı terör, büyük güçler arasındaki rekabette, Wall Street Journal’ın deyimiyle, “real politik ortamına geri dönüş” bir yana, son yıllardasıklaşan, 4-5 kategori gücündeki kasırgalar, her yaz tekrarlanan aşırı sıcaklar, dünyanın bir tarafı kuraklıktan kırılırken, diğer tarafında, şiddetli sağanak ve yağmurların getirdiği tufan düzeyinde su baskınları...

Harvey, Irma, Maria...
Kapitalist uygarlık, enerji ve hammadde gereksinimlerinde hidrokarbon tüketimine bağımlı biçimde gelişti. 

(...)

Thursday, September 21, 2017

‘Oyunun sonu’ ve Godot’ya dair...

AKP’de temsil edilen siyasal İslamın dışında kalanlar açısından dünya adeta Beckett’in tiyatro oyunlarına benzemeye başladı. Örneğin, eğitim sistemindeki son gelişmeler ve “Oyunun sonu.” Kör ve yatalak Ham, soruyor: “Ne oluyor, ne oluyor?” Uşağı Clov cevap veriyor: “Bir şey olduğu yok, şeyler kendi seyrini izliyor.” Ya da, başbakanın “Değişimi okumak, değişime göre kendimizi de gözden geçirmek zorundayız” sözlerinden esinlenirsek: “Bir şey olduğu yok! On beş yıl önce başlayan ‘değişim’ kendi seyrini izliyor”... ‘

Değişim’ diyerek...
Her şey, şimdi artık ıskartaya çıkarılan Zaman gazetesinin, Taraf’tar liberallerin, “darbe geliyor” korkutmalarıyla boğazımıza tıktığı “değişim” fantezisiyle başlamadı mı?
“Değişim” ilerledikçe siyasal İslam...

(...)

Monday, September 18, 2017

‘Otoriterlik’ ve demokrasi

Faşizmden farklı olduğu varsayılan bir “otoriterlik” Avrupa’da, ABD’den Filipinler’e, enerjisini neo-liberalizme, küreselleşmeye, düzenin seçkinlerine güvenlerini kaybeden halktan alarak (faşist hareket de öyleydi) yükseliyor. 

Karizmatik bir siyasetçi, bu enerjiyle, seçimleri kazandıktan sonra yasama, yürütme ve yargıyı kendi elinde toplamaya, medyayı denetimi altın almaya, muhalefeti, devletin denetleme-dengeleme organlarını etkisizleştirmeye başlıyor (faşist lider, hareket de öyle yapmıştı). Bu süreçte, “bize” yabancı bir “öteki”ni hedef alan nefret ve şiddet işlevsel oluyor (faşizmde de öyleydi). 

Yeni otoriterlik” savına göre, bir kişinin (OrbanTrumpErdoğan olabilir) otoriter eğilimlerine karşı, demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Ancak, “bir kişinin otoriter eğilimlerine” odaklanan bakış, o kişiyi, o eğilimleri uygulama noktasına taşıyan, orada tutan özgün toplumsal hareketi, tarihsel koşulları göremiyor. Savunmamız istenen “demokrasi” de oldukça sorunlu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, September 14, 2017

Antifa

ABD’de, liberal medya ve entelektüelleri, beyaz üstünlüğü hareketini, Nazi selamı verip Zieg Heil sloganı atan grupların yükselişini durdurmak için “her türlü yöntemi” kullanacağını söyleyen Antifa’yı mahkûm etmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Obama yönetiminden Andy Slavitt“aptallar, hayvanlar” sözcüklerini kullanıyor. Kaliforniya temsilcisi Nancy Pelosi, Alt-right’ın medyatik sözcülerinden, Milos Papadoupouls’un Berkeley Üniversitesi’ndeki konuşmasının iptal edilmesine yol açan eyleme katılanların tutuklanmasını istiyor. 

Antifa ise, “İlk tepkimiz hiçbir zaman şiddet değildir, ama şiddet, siyaset çantamızdaki aletlerden biridir” diyor. Gerçekten de, eylemlerinin çoğu olaysız geçen Antifa’nın, eğitim tartışma grupları olduğunu, Harvey kasırgası sırasında, felaket bölgesinde halkın yardımına koştuğunu görüyoruz.

Antifa’nın tarihsel kökleri 
Trump aday olduğundan bu yana etkinliklerini artıran faşist gruplara karşı sokak eylemleriyle dikkat çekmeye başlayan Antifa’nın tarihsel kökleri, 1930’lara, Nazilere direnen, Antifaschistische Aktion hareketine kadar gidiyor. 

(...)

Monday, September 11, 2017

Uygarlığın sonuna doğru iki eğilim

Kapitalist uygarlığın sonuna doğru yol alırken insanlık, teknolojik gelişmelerle yakından ilişkili iki eğilimle yüz yüze. Bunlardan biri intihar eğilimi, öbürü de yenilenme... Bu eğilimlerden hangisinin belirleyici olacağını, Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus çalışmasındaki kavramları ödünç alırsak, “arzulayan makine” olarak insanın“kâr makinesi” olarak sermaye karşısındaki tutumu belirleyecek.

(...)

‘Yapay zekâ’ - ‘Büyük veri’
Son dönemin teknolojik gelişmeleri içinde en çok Yapay Zekâ (YZ) ve “BüyükVeri” üzerinde tartışılıyor. Bu tartışmalara bakınca, intihar ve yenilenme eğilimlerini çok kolaylıkla görebiliyoruz.

(...)
Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Saturday, September 09, 2017

Şerif Mardin üzerine eski bir yazı Yıl 2007

Cumhuriyet 19.09.2007
GLOBALPOLİTİKÜLTÜR

Bir 'Semptom' Olarak Prof. Şerif Mardin
Prof. Şerif Mardin 'in Ayşe Arman 'la yaptığı söyleşi ( Hürriyet /06/09), 1990'larda "de facto" hızlanan, şimdi yeni bir anayasayla da "de jure" hale gelmek üzere olan "restorasyon" sürecinin en önemli dinamiklerinden "transformismo" (1) olgusuna ilişkin çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Şimdiden bilemeyiz... Bekleyiniz
Mardin, Arman'ın "Hayat tarzımız değişebilir mi? Malezya olur muyuz? Kadınların gerçeği?.. Takıyye mi yapıyorlar? İstediğim gibi giyinemeyecek, Boğaz'da içki içemeyeceksem ne yapacağım? AKP'ye merkez sağ demek doğru mu? AKP konusunda yanılmış olabilir miyiz" olarak özetleyebileceğimiz sorularına, özetle, "Korkularınız yersiz olmayabilir. Bilemeyiz, bekleyip görmek gerekir" gibisinden cevaplar veriyor.
Böylece, söyleşi, iki işi birden "başarmış" oluyor. Birincisi, AKP'den huzursuz olanların, haz temelli, "maddiyatçı" ve "dekadan" yaşam tarzlarını (ayrıcalıklarını) kaybetmekten korkan, halkının maddi ve manevi sorunlarına yabancı ve ilgisiz bir seçkinlerden oluştuğuna ilişkin "fanteziyi" bir kez daha pekiştiriyor. İkincisi, Mardin, bu söyleşide, hem bu kaygılara "anlayışla" yaklaşarak Arman gibi düşünenleri, siyasal İslamın "pasif karşıdevrim" sürecine yabancılaştırmıyor. Hem de, "belki de değildir" (Ah! Aziz Nesin .), "bekleyip görelim" diyerek, liberal entelijansiyayı, siyasal İslama bağlayan "değişti-değişmedi" tartışmasına sadık kalarak, pratikte AKP'ye "pasif karşıdevrimi" (restorasyon) tamamlaması için gerekli süreyi tanımakla eşanlamlı bir tutum öneriyor. Bu arada, demokrasi adına, "konuşacaksınız" , "söyleyeceksiniz" gibi, özgürlükçü ve akılcı (inanca değil bilgiye dayalı) bir tartışma ortamı yoksa, pratikte hiçbir etkisi olmayan önerileri sıralıyor.
Mardin'in sözleri, bana, örümceklerin avlarının bedenine enjekte ettikleri uyuşturucu ve protein eritici sıvıyı anımsattı. Demokrasinin biçimselliğine/ritüellerine kanarak, bu bekle gör tutumunu benimseyenler, hem siyasal İslamın toplumsal ilişkilerinin, yasal kazanımlarının yaşam tarzlarını (bedenlerini) gittikçe daha çok sardığını hem de saflarının (kaslarının) gittikçe eridiğini (transformismo), tepki gösterme kapasitelerini yitirdiklerini görecekler.
Prof. Mardin'in, Chantal Mouffe 'tan söz ettiği için, hegemonya süreçleriyle ilgili tartışmaları bildiğini varsaymamız, buradan hareketle de ne yazık ki, akademik ve kişisel saygınlığıyla "transformismo" sürecinde önemli bir katalizör işlevi gördüğünü de kabul etmemiz gerekiyor.
Popülizm ve yerellik
Diğer taraftan, söyleşide, siyasal İslamın tırmanan iktidarına karşı direnmek isteyenlere yararlı olabilecek ipuçları da var. Örneğin, Mardin söyleşiye başlarken konuya Yusuf Akçura 'dan girip Rus Narodnik hareketinden geçerek, sözü AKP'nin karakterini konuşmaya getirdiğinde, karşımıza tam anlamıyla popülist, yerel (ulusal ve vatandaşlık gibi soyut aidiyetlere değil din, tarikat, mahalle gibi somut aidiyetlere dayalı), bu zeminde derin bir biçimde örgütlenmiş (Nakşibendilik) bir siyasi hareketten güç alan bir siyasi parti/hareket resmi koyuyor. Ancak, Mardin, Arman'ın temsil ettiği kesimin duyarlılıklarını "paylaştığı" izlenimini verdikten, bekleyip görmek gerektiğini vurguladıktan, olası itirazlara karşı "demokrasi kaostur" (herkes her istediğini söyler) dedikten sonra, "sakın darbe olmasın" diyerek "gardını" alıyor...
Bunlardan en azından iki ders çıkarılabilir. Birincisi, AKP'nin tabanıyla arasındaki, popülist (havuç/sopa, seçkinler-kalabalıklar dinamiğine, "onurlu yalana" , dayalı) bir ilişkidir. Bu ilişki salt şiddet ve bastırmayla değil, ancak bir "karşıt hegemonya" hareketiyle kırılabilir. İkincisi, belli ki, bu "pasif karşıdevrim" süreci, çok kritik bir aşamada. Siyasal İslam'ın "transformismo" ile yanına çektiği kesimin desteğine hâlâ büyük gereksinimi var.
Solun ve sosyalistlerin, bu konjonktürü değerlendirebilmek için ilk önce aydınlanma geleneğinin ( aklın eleştirisi, özgürlük, demokrasi, toplumsal ilerleme ) çocukları, ürünü olduklarını, bu geleneğin yadsınarak aşıldığı, ama şimdi restore edilmeye çalışılan dini hakikatlere dayalı evrenin içinde, hiçbir düzeyde, var olamayacaklarını anımsamaları gerekiyor... Ondan sonra belki liberal entelijansiyayı da yeniden kazanabilecek bir karşıt hegemonya inşa etmeye girişmek söz konusu olabilir. Bu bağlamda, ulusal bağımsızlık, halkçılık (popülizm değil), tüketim toplumunun kültür ve ahlakına, hümanist bir karşı çıkış, siyasal İslamın hegemonyası altındaki kesimlere ulaşmak için bir başlangıç noktası, bir köprü olabilir.

-->
1) İktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi hareketin, rakipleriyle arasındaki "alanda" yer alan kanaat önderlerini ve siyasetçileri süreç içinde kendisinden yana "dönüştürmesi" anlamına gelen bu kavramı siyasal İslamın toplumsal yapıyı ele geçiriş sürecini irdelerken, Gramsci nin "Hapishane Defterleri" yapıtından anımsamış, Cumhuriyet'teki yazılarımda, 7 Haziran'da Tempo dergisinde yayımlanan "İran'la-Mısır arasında Türkiye" başlıklı denememde kullanmıştım.  BKZ: http://globalpolitikultur.blogspot.com/2007/06/iranla-msr-arasnda-trkiye.html

Thursday, September 07, 2017

Süveyş olarak Kuzey Kore

Süveyş krizi (1956), kapitalizmin, yaklaşık 40 yıldır gerilemekte olan İngiltere hegemonyası düzenine fiilen son noktayı, Ortadoğu (enerji kaynakları) “portföyünü” ABD’ye devrederek koymuştu. İçinden çıkılmaz bir hal almaya başlayan Kuzey Kore krizi, kapitalizmin ABD liderliğindeki düzeninin dağılma sürecinin son durağı olacak gibi görünüyor. 

Şimdilik üç olasılıktan söz edilebilir. ABD’nin güvenlik mimarisini, müttefiklerini koruma kapasitesini kaybetmiş bir “kâğıttan kaplan” olduğunun ortaya çıkması. ABD yönetiminin bu olasılığı önlemeye çalışırken bir nükleer savaşa yol açması. Krizin Çin’in inisiyatifiyle aşılması.

(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, September 04, 2017

Strateji, politika ve kimi sorular

Perşembe günü stratejiden söz açmıştım, oradan devam edeceğim. Bir siyasi strateji değiştirmeyi amaçladığı şeyi doğru tanımlayabilmeli; bu değiştirme sürecine ilişkin önerdiği siyasi adımlar, iç tutarlılığı olan bir bütünlük oluşturmalıdır.

Tanımlama sorunu 
Bugün Türkiye’de muhalefetin stratejisi neyi değiştirmeyi hedef alıyor? Tek adam yönetimini mi, AKP hükümetini mi? Amaç bunlarla, parlamenter süreçlerle, sınırlıysa (ki, “tek adam yönetiminin” bu süreçleri aştığı da söylenebilir) ilk seçimlerde bu ikisinden birine karşı seçenekler sunmaya ilişkin bir strateji düşünülebilir. 
Eğer “tek adam”, AKP hükümeti ve rejim/devlet, organik bir bütünlük kazanmaya başladı diye düşünüyorsak, siyasal iktidarın tüm düzeylerini hedef alan, her düzeyde sert direnişle karşılaşması kaçınılmaz radikal değişimlere ilişkin bir strateji arıyoruz demektir. 

Lider, parti-devlet ilişkisinin organik bir bütünlük kazanması, toplumda 15 yıldır yaşanmakta olan kültürel dönüşümler, AKP liderliğinin totaliter eğilimleri de göz önüne alınınca, karşımıza “Faşizm” kavramını getiriyor.

(...)