Saturday, September 09, 2017

Şerif Mardin üzerine eski bir yazı Yıl 2007

Cumhuriyet 19.09.2007
GLOBALPOLİTİKÜLTÜR

Bir 'Semptom' Olarak Prof. Şerif Mardin
Prof. Şerif Mardin 'in Ayşe Arman 'la yaptığı söyleşi ( Hürriyet /06/09), 1990'larda "de facto" hızlanan, şimdi yeni bir anayasayla da "de jure" hale gelmek üzere olan "restorasyon" sürecinin en önemli dinamiklerinden "transformismo" (1) olgusuna ilişkin çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Şimdiden bilemeyiz... Bekleyiniz
Mardin, Arman'ın "Hayat tarzımız değişebilir mi? Malezya olur muyuz? Kadınların gerçeği?.. Takıyye mi yapıyorlar? İstediğim gibi giyinemeyecek, Boğaz'da içki içemeyeceksem ne yapacağım? AKP'ye merkez sağ demek doğru mu? AKP konusunda yanılmış olabilir miyiz" olarak özetleyebileceğimiz sorularına, özetle, "Korkularınız yersiz olmayabilir. Bilemeyiz, bekleyip görmek gerekir" gibisinden cevaplar veriyor.
Böylece, söyleşi, iki işi birden "başarmış" oluyor. Birincisi, AKP'den huzursuz olanların, haz temelli, "maddiyatçı" ve "dekadan" yaşam tarzlarını (ayrıcalıklarını) kaybetmekten korkan, halkının maddi ve manevi sorunlarına yabancı ve ilgisiz bir seçkinlerden oluştuğuna ilişkin "fanteziyi" bir kez daha pekiştiriyor. İkincisi, Mardin, bu söyleşide, hem bu kaygılara "anlayışla" yaklaşarak Arman gibi düşünenleri, siyasal İslamın "pasif karşıdevrim" sürecine yabancılaştırmıyor. Hem de, "belki de değildir" (Ah! Aziz Nesin .), "bekleyip görelim" diyerek, liberal entelijansiyayı, siyasal İslama bağlayan "değişti-değişmedi" tartışmasına sadık kalarak, pratikte AKP'ye "pasif karşıdevrimi" (restorasyon) tamamlaması için gerekli süreyi tanımakla eşanlamlı bir tutum öneriyor. Bu arada, demokrasi adına, "konuşacaksınız" , "söyleyeceksiniz" gibi, özgürlükçü ve akılcı (inanca değil bilgiye dayalı) bir tartışma ortamı yoksa, pratikte hiçbir etkisi olmayan önerileri sıralıyor.
Mardin'in sözleri, bana, örümceklerin avlarının bedenine enjekte ettikleri uyuşturucu ve protein eritici sıvıyı anımsattı. Demokrasinin biçimselliğine/ritüellerine kanarak, bu bekle gör tutumunu benimseyenler, hem siyasal İslamın toplumsal ilişkilerinin, yasal kazanımlarının yaşam tarzlarını (bedenlerini) gittikçe daha çok sardığını hem de saflarının (kaslarının) gittikçe eridiğini (transformismo), tepki gösterme kapasitelerini yitirdiklerini görecekler.
Prof. Mardin'in, Chantal Mouffe 'tan söz ettiği için, hegemonya süreçleriyle ilgili tartışmaları bildiğini varsaymamız, buradan hareketle de ne yazık ki, akademik ve kişisel saygınlığıyla "transformismo" sürecinde önemli bir katalizör işlevi gördüğünü de kabul etmemiz gerekiyor.
Popülizm ve yerellik
Diğer taraftan, söyleşide, siyasal İslamın tırmanan iktidarına karşı direnmek isteyenlere yararlı olabilecek ipuçları da var. Örneğin, Mardin söyleşiye başlarken konuya Yusuf Akçura 'dan girip Rus Narodnik hareketinden geçerek, sözü AKP'nin karakterini konuşmaya getirdiğinde, karşımıza tam anlamıyla popülist, yerel (ulusal ve vatandaşlık gibi soyut aidiyetlere değil din, tarikat, mahalle gibi somut aidiyetlere dayalı), bu zeminde derin bir biçimde örgütlenmiş (Nakşibendilik) bir siyasi hareketten güç alan bir siyasi parti/hareket resmi koyuyor. Ancak, Mardin, Arman'ın temsil ettiği kesimin duyarlılıklarını "paylaştığı" izlenimini verdikten, bekleyip görmek gerektiğini vurguladıktan, olası itirazlara karşı "demokrasi kaostur" (herkes her istediğini söyler) dedikten sonra, "sakın darbe olmasın" diyerek "gardını" alıyor...
Bunlardan en azından iki ders çıkarılabilir. Birincisi, AKP'nin tabanıyla arasındaki, popülist (havuç/sopa, seçkinler-kalabalıklar dinamiğine, "onurlu yalana" , dayalı) bir ilişkidir. Bu ilişki salt şiddet ve bastırmayla değil, ancak bir "karşıt hegemonya" hareketiyle kırılabilir. İkincisi, belli ki, bu "pasif karşıdevrim" süreci, çok kritik bir aşamada. Siyasal İslam'ın "transformismo" ile yanına çektiği kesimin desteğine hâlâ büyük gereksinimi var.
Solun ve sosyalistlerin, bu konjonktürü değerlendirebilmek için ilk önce aydınlanma geleneğinin ( aklın eleştirisi, özgürlük, demokrasi, toplumsal ilerleme ) çocukları, ürünü olduklarını, bu geleneğin yadsınarak aşıldığı, ama şimdi restore edilmeye çalışılan dini hakikatlere dayalı evrenin içinde, hiçbir düzeyde, var olamayacaklarını anımsamaları gerekiyor... Ondan sonra belki liberal entelijansiyayı da yeniden kazanabilecek bir karşıt hegemonya inşa etmeye girişmek söz konusu olabilir. Bu bağlamda, ulusal bağımsızlık, halkçılık (popülizm değil), tüketim toplumunun kültür ve ahlakına, hümanist bir karşı çıkış, siyasal İslamın hegemonyası altındaki kesimlere ulaşmak için bir başlangıç noktası, bir köprü olabilir.

-->
1) İktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi hareketin, rakipleriyle arasındaki "alanda" yer alan kanaat önderlerini ve siyasetçileri süreç içinde kendisinden yana "dönüştürmesi" anlamına gelen bu kavramı siyasal İslamın toplumsal yapıyı ele geçiriş sürecini irdelerken, Gramsci nin "Hapishane Defterleri" yapıtından anımsamış, Cumhuriyet'teki yazılarımda, 7 Haziran'da Tempo dergisinde yayımlanan "İran'la-Mısır arasında Türkiye" başlıklı denememde kullanmıştım.  BKZ: http://globalpolitikultur.blogspot.com/2007/06/iranla-msr-arasnda-trkiye.html

No comments: