Monday, October 30, 2017

Akşener rüzgârı

Bir Akşener rüzgârı esiyor. Akşener ve “İyi Parti”ye, “AKP’yi ve Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırabilecek, ülkeyi parlamenter demokratik hatta laik bir düzene geri götürebilecek bir güç olabilir” umuduyla bakılıyor. Aynen, 15 yıl önce AKP yükselirken (laiklik beklentisi dışında) olduğu gibi. Yine arzular, kanaatler, sistemli düşüncelerin, fanteziler de gerçekliğin yerini alıyor...

Arzular kanaatler yerine biraz düşünce... 
“Biz insanları kendileri hakkında söylediklerinden değil, yaptıklarındanhareketle değerlendiririz” önermesini sol aslında çok iyi biliyor ama kimi zaman birileri nedense unutarak, “niyet okumayın” saçmalığını ciddiye almayı seçebiliyor. AKP karşısındaki deneyim, böyle unutmaların neye mal olduğunu çok iyi gösterdi. 

(...)

Thursday, October 26, 2017

1, 2, 3... Tüm iktidar merkeze!

AKP liderliği, Ankara ve İstanbul olmak üzere kimi büyük kentlerin belediye reislerini istifaya zorlayarak, siyaseti ve ekonomiyi (kaynakları) tek bir liderin iradesine tabi kılmak, totaliter bir devlet yaratmak yolunda bir adım daha atıyor. 

Ancak merkezi devletin yerel yönetimleri denetimi altına alma adımı, “seçimlegelen seçimle gider” fantezisi bir yana, kapitalizmin günümüzdeki dinamikleriyle uyumlu değil. Bu nedenle, ülkedeki ekonomik, siyasi istikrarsızlığı daha da derinleştireceği kesin. AKP’de temsil edilen siyasal İslamın yerel ve uluslararası sermaye birikim süreci üzerindeki asalak karakteri de iyice ortaya çıkaracak, içeride toplumun yüzde ellisi ve dışarıda gelişmiş kapitalist devletler karşısında aşmakta zorluk çektiği meşruiyet sorunu daha da derinleşecek.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 23, 2017

İktidar ve kültür


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz” yakınmasından sonra, siyasal İslama yakın düşünce kuruluşları durumdan vazife çıkarmaya başlamışlar.

SETA, 24 Ekim’de “Türkiye’de Kültürel İktidar Sorunu” başlığıyla, “Kültürel iktidar meselesi önemli tartışma konularından biridir. Kültürel alanın erken Cumhuriyet döneminden itibaren belirli bir zümrenin egemenliğinde olması ve son yıllarda bu duruma yönelik dengeleme arayışları tartışmayı daha da ilgi çekici kılmaktadır” saptamasıyla sunulan bir panel gerçekleştiriyor.

SETA’nın sunuşundaki saptama, bana Benjamin Martin’in geçen yıl yayımlanan The Nazi-Fascist New Order for European Culture (Avrupa Kültürü için Yeni Nazi-Faşist düzen) başlıklı kitabını anımsattı.

(...)

Thursday, October 19, 2017

Pazartesiden devamla...



Pazartesi yazımda, bu krizin aşılabilmesi için kapitalizmin kendini birçok açıdan yenilemesi gerektiğine, ancak yenilenmiş bir kapitalizme, bir büyük savaş kavşağından geçmeden giden yolun haritasının henüz ortada olmadığına değinmiştim. O harita yok ama bir büyük savaş kavşağına giden yolun haritası yavaş yavaş şekilleniyor.

‘Büyük güç rekabeti çağı’
Son yıllarda, devletler arası dengelerdeki değişimin hızlandığını, bir “güçlerdengesi” çağına girdiğimizi birçok kez konuştuk. ABD’de, Stratejik ve BütçeDeğerlendirmeleri Merkezi’nin geçen haftalarda yayımladığı, Büyük GüçlerRekabeti Çağında Güç (askeri güç. E-Y) Planlaması başlıklı rapor (...)

Monday, October 16, 2017

Bu kapitalizm, bu kriz, bu model...

Küresel kapitalizmin yapısal krizini, yönetenlerin çaresizliğini sergileyen bu kadar veri, bu kadar kısa sürede çok ender olarak ortaya dökülür. Dünya ekonomisi 2007 krizi öncesindeki zaafları sergiliyor. IMF uzmanları, vergileme teorisine “şok” yaratan katkılar yapıyor. Başta ABD Merkez Bankası Başkanı Yellen olmak üzere, merkez bankaları başkanları, dünya ekonomisinin işleyiş dinamiklerini artık anlamadıklarını itiraf ediyorlar.

Kısacası, bu mali kriz başladığında vurguladığım gibi, bu kapitalizm bu krizden çıkamaz. Bu krizin aşılabilmesi için kapitalizmin kendini birçok açıdan yenilemesi gerekiyor. Sorun şu ki bu kapitalizmden o kapitalizme, bir büyük savaş kavşağından geçmeden giden yolun haritasına ne hükümetler ne de merkez bankaları sahip.

(...)

Thursday, October 12, 2017

İktidar ve korkusu

“AKP kaybederse Türkiye kaybeder” ve “Her kim Gezi olayları ile FETÖ ihanetinin ilgisinin olmadığını söylerse ya cahildir ya kendisi de aynı ihanetin içindedir. Kim bölücü örgütün eylemleri ile DEAŞ’ın saldırılarının alakasının bulunmadığını iddia ediyorsa ya dünyadan bihaberdir ya da aynı dünyanın bir parçasıdır” iddiaları anlığımda bir kapıyı araladı. 

Bir partiyi bir ülkeyle özdeşleştiren, her şeyi her şeye bağlayarak, herkesin “bize” karşı komplo içinde olduğuna, bu durumu göremeyenlerin de ya cahil ya da hain olduğuna inanan anlayışın araladığı kapıdan dışarı, Alman sosyolog Klaus Theweleit’in, en son ne zaman okuduğumu bile unuttuğum, Male Fantasies (Erkek Fantezileri - 1987) kitabı çıktı. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 09, 2017

Evet ama yetmez!

Geçen hafta gelişmeler bir kez daha gösterdi: Evet, otoriterlik ve neoliberalizm kavramları ülkedeki siyasi, ekonomik modeli açıklamaya yardımcı olabilir ama yeterli değil. AKP projesine direnmeye kararlı olanların, taktik ve stratejilerini bu iki kavramın dışına taşarak düşünmeleri gerekiyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Sunday, October 08, 2017

“Yeni Otoriterlik” kavramı üzerine notlar


Nasıldergi_ 07 Ekim 2017, Cumartesi
Son on yılda, özellikle mali krizden bu yana gittikçe artan sayıda ülkede demokrasinin, gerek arkasındaki ekonomik model, gerekse de kurumsal yapıları bağlamında, “yeni otoriterlik” olarak tanımlanan bir olgunun etkisiyle  gerilediğini savunan bir yaklaşımın, liberal ve sosyal demokrat çevrelerde, etkin olmaya başladığı söylenebilir.

Faşizm - Yeni Otoriterlik

Faşizmden farklı olduğu varsayılan bir “ yeni otoriterlik” Avrupa’da, ABD’den Filipinlere, enerjisini, neo-liberalizme, küreselleşmeye, düzenin seçkinlerine güvenlerini kaybeden halktan alarak yükseliyor. Bu nedenle, canlı bir “popülizm” tartışması, “yeni otoriterlik” tartışmalarına eşlik ediyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 05, 2017

İngiltere dersleri

Pazartesi günü, “Dün ağza alınamayan şeyler, artık söylenebilir olmakla kalmıyor, geniş kabul görmeye başlıyor” demiştim. Diğer bir deyişle neo-liberalizmin 30 yıllık rakipsiz egemenliği altında, ekonomi ve siyaset alanında yerleşmiş “algısal kilitler” artık kırılıyor.

Financial Times’da, ekonomide artık yeni fikirleri muhalefetin ürettiğine (Payne, 28/09/17) doğal tekel durumunda olan su, taşımacılık, enerji gibi sektörlerde özelleştirmelerin beklenen sonucu vermediğine (Harford, 29/09/17); bu özelleştirmelerin ülkeyi bir rantiye cennetine çevirdiğine, yükü omuzlamanın da vergi mükellefine kaldığına (Ford, 01/10/17) ilişkin yorumlar, Theresa May’in “konut krizini özel sektör çözemeyecek” saptaması da algısal kilitlerdeki kırılmayı yansıtıyorlar.

Diyalektik işte... 
Corbyn’in İşçi Partisi liderliğine gelmesi, üye sayısının iki kat artarak
600.000 kişiye yükselmesi, partinin son seçimlerdeki beklenmedik başarısı, geleceğin iktidar partisi konumuna yükselmesi bu “algısal kilitlerin” kırılmaya başlamasıyla yakından ilişkili.

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 02, 2017

Yeni ‘sağduyu’ yeni ‘merkez'

1980’lerden mali krize kadar, ekonomi yönetiminde “sağduyu”, serbestleştirmeyi, özelleştirmeyi, vergileri indirmeyi, krizin faturasını halka çıkartmak için “kemer sıkmayı” gerektiriyordu. Kapitalizm, savunulması bile gereksiz bir hakikatti. Sosyalizm ise iflas etmiş bir dogma. Bir sosyal demokrat parti, eğer seçim kazanmak istiyorsa ağzına, bırakın sosyalizmi, devlet müdahalesi, vergilendirme, sendikal haklar gibi konuları almayacaktı. O dünya şimdi, en azından Avrupa’da, geride kalıyor.

Geçen hafta İngiltere’de, Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi konferansında, ardından da Muhafazakâr Parti lideri Theresa May’in Merkez Bankası’nda yaptığı konuşmalar, artık başka bir dünyaya ayak bastığımızı gösteriyordu.

Sosyalizm ve kapitalizm yeniden

Dün ağza alınamayan şeyler artık söylenebilir olmakla kalmıyor, geniş kabul görmeye başlıyor.

(...)