Thursday, December 31, 2020

‘Kapitalist gerçekçilik’ demokratik dayanaklarını kaybediyor

 


Kapitalist gerçekçilik”, insanlığın “yaşam dünyasını” yalnızca kapitalizmin sınırları içinde düşünebilir: Başka bir “dünya” olanaklı değildir. Ancak yeni bir yıla girerken “kapitalist gerçekçiliği” yaşatan, liberal demokrasiyi, piyasa ekonomisini, insana ilişkin egemen ideolojik varsayımları anlatan ideoloji verimliğini hızla kaybediyorlar.

(...)

Financial Times’da Martin Wolf’un oldukça ayrıntılı bir denemesi, dünya halklarının liberal demokrasiye olan ilgisinin, güveninin zayıfladığını; Oxford Üniversitesi’nden tarihçi Prof. Timothy Garton Ash’ın bir araştırması da bu yüzyılda, liberal demokratik olmayan ülkelerin sayısının, olanların sayısını geçtiğini gösteriyor.

(...)

 Wolf’un yazısı “Liberal demokrasinin soluklaşan ışığı” başlığını taşıyordu.

Al birini vur ötekine

ABD Başkanı Trump seçim kampanyasına “seçimlerin çalınacağını” iddia ederek başladı; ırkçı milliyetçi komplo teorileriyle “Covid aslında sahte haberdir” gibi ardı arkası gelmeyen yalanlarla devam etti. 

(...)

İngiltere’de ... Önceki muhafazakâr hükümetlerde “Irk Eşitsizlikleri Bürosu” başkanlığı yapan Lord Wooly, geçen hafta The Guardian’daki yazısında, Johnson hükümetinin ırkçılıkla mücadele alanında egemen söylemi, beyaz işçi sınıfını siyah işçi sınıfına karşı kışkırtacak biçimde yeniden şekillendirmeye başlamasından yakınıyordu.

(...)

Bu iki ülke tarihsel olarak liberal demokrasinin vatanı, 1980’lerden bu yana da kalesi olma iddiasındadır. Bugün bu ülkelerde, “süreç olarak faşizmin” gelişme dinamiklerine bakınca, “kapitalist gerçekçiliğin” liberal demokratik desteğinin ne kadar zayıfladığını, yerini “süreç olarak faşizm” içinde değerlendirilebilecek karanlık seçeneklere bırakmaya başladığını görüyoruz.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 28, 2020

Siyasal İslamda arzu ve korku


Biri, “Seçimleri kazansanız da iktidar size verilmeyecek” dedi, “rejimin” gerçeğini ortaya koydu. Bir diğeri de “hayatın bütün alanlarına müdahale etmek” istediklerini itiraf etti. Bu açık sözlülüğü, gittikçe artan bir özgüvene mi borçluyuz? Sanmıyorum.

(...)

Korku gittikçe koyulaşıyor

18 yıldır iktidardalar ama hâlâ inanamıyorlar. Modern Türkiye’nin yaşamında anakronik bir sapma olduklarını, türlü “parantezi kapıyoruz” hikâyeleri anlatsalar da aslında kalıcı olamayacaklarını ruhlarının derinliğinde hissediyorlar. Kavrayamamakta zorlandıkları bir geçekliğin içinde, zamanın kendilerinden yana akmadığını seziyorlar; korkuları paniğe dönüşüyor.

(...)

Dinden uzaklaşma olarak algılanan “deizm”, bu entelijansiyanın yorumlarından, bireyle tanrısı arasına girme ısrarlarından kurtulma çabası olarak da okunabilir; her durumda Müslümanlıktan uzaklaşma anlamına gelmeyebilir.

(...)

Yazarımız, “Gelen dalga hepimizi silip süpürebilir” derken, aslında üzerine gelmekte olan bir dalgadan değil, “biz” dediği şeyin etkisinden uzaklaşmakta olan bir dalgadan söz ediyor. “Biz” ifadesiyle, ait olduğu sınıfı uyarıyor: “Onlar bizden uzaklaştıkça, din bilgisi üzerindeki tekelimiz kaybolur, ekonomik kaynaklarımız kurur, ayaklarımızın altındaki zemin erir, tarih bizi silip süpürür.

(...)

Thursday, December 24, 2020

Kitlelerin on yılı

Tarihçilerin, büyük bir olasılıkla, yeni bir “dönem” olarak betimleyeceği bir 10 yıla giriyoruz. Ama arkamızda da önemli bir 10 yıl var: “Kitlelerin on yılı”.

Bugün, “Arap İsyanları”nı, 10. yıldönümlerinde değerlendirirken daha geniş bir bağlam içine koymak gerekiyor: Bu isyanlar, 2008 mali krizi, onu izleyen “büyük durgunluk” sırasında devletlerin, büyük sermayeyi kurtarırken, krizin yükünü halkın sırtına yıkmasına karşı gelişen küresel çapta öfkenin ilk dalgasıydı.

(...)

Geride bıraktığımız on yıl boyunca kitleler ekonomik krizin basıncıyla, hak ve özgürlük talepleriyle sokaklara indi. Sendikaların, meslek örgütlerinin ve kadın hareketinin güçlü olduğu Tunus, Sudan, Cezayir gibi ülkelerde bazen geçici bazen kısmi kazanımlar elde edebildiler.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 21, 2020

Yeni on yıl - Yeni dönem


Salt yeni bir yıla değil, büyük olasılıkla, gelecekte tarihçilerin, yeni bir “dönem” olarak betimleyeceği bir 10 yıla giriyoruz. Ebeliğini, “bir kopuş noktası” yaratan, Covid-19 salgınının yaptığı bu on yılda çok şey değişecek. Gelin, yeni döneme ilişkin kimi şekillendirici dinamiklere kısaca bakalım.

(...)

Önümüzdeki dönemde “her şeyin aynı kalması için birçok şeyi değiştirmeyi” kabullenme eğilimiyle, “her şeyin aynı kalmaması için, her şeyi gerçekten değiştirme arzusu” arasında yaşanacak büyük bir gerginliğe tanık olacağız.

Bir taraftan, “her şeyin aynı kalmasını” güvenceye alacak değişiklikleri belirlemeye çalışacak, eski ve yeni hegemonya merkezleri arasındaki rekabet sertleşecek, diğer taraftan da “yeni bir üretim ve yaşam tarzı” arayışı ile bunu engellemeye yönelik, dinci, faşist, hatta liberal akımlar ve tabii kapitalist devlet arasındaki çatışmalar… Her  bir gerginliğin de uygarlığı hem ateşe verme hem de yenileme potansiyelleri yüksek!

(...)

Türkiye’ye gelince, siyasal İslamın AKP liderliği, bu yeni on yıla, güçlü bir “iktidardan düşme korkusuyla” giriyor. 

(...)

 Bu on yılın öbür ucundan, baskıyla, terörle, ülkeyi yangın yerine çevirmeyi göze alsalar da çıkabileceklerini hiç sanmıyorum!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 14, 2020

2020: Covid ikliminde gezintiler


Bir sistemin hakikati kendini en iyi, en aşırı durumunda ortaya koyarmış. Covid-19 krizi, kapitalist uygarlığın hakikatini belki de tarihte ilk kez bu kadar açık biçimde ortaya koydu: Kapitalizm yaşamaya devam ettikçe daha da canavarlaşacaktır.

Covid-19 kriziyle sarsılan 2020 yılı, görmek isteyenler, egemen kültür karşında eleştirel mesafelerini korumayı başaranlar için, ekonomiye, siyasete, kültüre, genel olarak uygarlığın durumuna ilişkin çok değerli derslerle doluydu.

(...)

Bir diğer ilginç, daha çok tiksindirici, gelişme de iklim krizini inkâr edenlerin, Covid-19 krizini de inkâr etmesi ve bunların hemen her yerde “süreç olarak faşizmin” aktörleri olmasıydı.

Hakikatin bazı çarpıcı bileşenleri

Yukarıdaki görüntü içinde hakikatin bazı bileşenleri gerçekten çok çarpıcıydı: Örneğin, liberal demokratik kapitalizmin en ileri örneği ABD’de başkanlık seçimleri ve ekonomi üzerine tartışmalar gösterdi ki “demokrasi” aslında bir “oligarşi” ve piyasa ekonomisi, bir tekelci “plütokrasidir” ve bu ikisi tamamen örtüşür.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, December 10, 2020

‘Liberal’ emperyalizm

ABD’de Biden yönetiminin kadroları belli olmaya başladı. Belirgin biçimde, silah sanayii ve finans sektöründen gelen kadrolar, geçmişte “liberal enternasyonalizm” olarak adlandırılan “liberal demokrasi” kurallarını yaygınlaştırma politikalarını savunuyorlardı. Şimdi bu eğilim, Çin’in yükselişini de hesaba katan önemli bir güncellemeyle Biden yönetiminin dış politikasını belirleyecek gibi görünüyor.

Emperyalist ama liberal

“Liberal enternasyonalizm”, ABD’nin şekillendirdiği uluslararası düzen içinde, uluslararası sermayenin serbestçe hareket etmesinin önündeki engelleri kaldırmayı, bu amaca uygun liderlikleri de parlamenter sistemin kuralları içinde iktidara taşımayı amaçlıyordu. Bu strateji, hedef aldığı ülkelerin ekonomik-siyasi yapılarını, bir askeri müdahaleye gerek kalmadan düzenlemeyi, yönlendirmeyi amaçladığından “modern emperyalizm” kategorisi içine giriyordu. “Liberal” sıfatı da uluslararası sermayenin değerlenme gereksinimlerine açık olmak anlamına geliyordu.

(...)

Aslında haklar ve özgürlükler olarak demokrasi doğası gereği “illiberaldir”. Son yıllarda ABD’de muhafazakâr entelijansiya arasında demokrasinin liberalizmi tehlikeye attığına ilişkin bir tartışmanın başlaması da boşuna değildir.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 07, 2020

Ortadoğu yeniden şekillenirken

 

Ortadoğu jeopolitiği, Avrupa jeopolitiği ile örtüşerek şekilleniyor. Gelişmeler öncelikle İran’ı hedef alıyor; halkı Covid-19’dan kırılır ekonomisi yerlerde sürünürken, “Salgın nedeniyle ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalan bazı ülkelere bütçe desteği” vermekten söz edebilen AKP Türkiyesi’nin, “bölgesel hegemon” olma fantezisinin bir absürt fantezi olarak kalmaya mahkûm olduğunu da kanıtlıyor.

İran’a karşı blok...

Bu yıl, İran’ın etkisini, nükleer silah yapma kapasitesini sınırlandırma çabaları hızlandı.

(...)

Mısır ve BAE ise Katar’la yakınlaşma yönünde adım atmaya henüz niyetli değil. BAE, bölge jeopolitiğine salt İran’a karşı bir ittifakın ötesinde, Arap dünyasının kültürel ve siyasi geleceği, Müslüman Kardeşler’in (siyasal İslamın) tasfiyesi açısından bakıyor. Bu bağlamda, Mısır gibi BAE de Türkiye’nin bölgedeki etkisinin kırmak istiyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 03, 2020

Weimar Amerika


ABD başkanlık seçimlerini kazanan Demokrat Parti’den Biden ve Harris yönetiminde geçecek 4 yılın “Weimar Almanyası”nı düşündürebileceğini söylemek belki abartılı olacaktır ama bu öngörünün maddi bir zeminden yoksun olduğunu söylemek gerçekten çok zordur.

(...)

Trump, kendisine bağlı olması gereken FBI ve diğer güvenlik bürokrasisini bu komploya ortak olmakla, adeta kendisini “sırtından bıçaklamakla” suçluyor.

Bu suçlamalar da akla Almanya’da I. Dünya Savaşı’nın ardından yenilgiyi kabullenemeyen, aristokrasinin, milliyetçilerin “süreç olarak faşizm” içinde, adeta tartışılmaz bir dogma düzeyine yükselttikleri, “Aslında biz cephede yenilmedik, Yahudiler ve komünistler sırtımızdan bıçakladılar” iddialarını getiriyor.

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız

Monday, November 30, 2020

Liberal demokrasi ve otoriterlik

 

Süreç olarak faşizmin” yaşandığı bir ülkede, liberal demokrasinin kurallarının geçerli olduğunu varsayarak muhalefet yapmak kevgirle su taşımaya benziyor.

Rejimin doğru tanımlanması önemlidir. Günümüzde, çoğu kez “otoriterleşme” gibi, muhalefetin kafasını karıştırabilen bir kavram kullanılıyor. “Otoriterleşme” başlamadan önceki dönemi “Liberal Demokrasi” olarak tanımladığımızda bu kavramın yetersizliği hemen ortaya çıkıyor. Çünkü, bu kavram liberal demokrasinin “otoriter” olmadığını varsaymayı gerektiriyor.

Neyin ‘serbestliği’ ve kimin için?

Liberal demokrasi kavramındaki “liberal” sözcüğü sermaye sınıfının devlet müdahalesinden kurtularak “serbestleşmesine”, istediği gibi üretim ve ticaret yapma, sermaye ve servet biriktirme hakkına işaret eder. Sermayenin bu haklarını koruyan devlet, bu “serbestliği” toplum çıkarı adına sınırlamayı, liberal demokrasi yerine “toplumsal demokrasiyi” koymak isteyenleri etkisizleştirir. Liberalizmin haklar ve özgürlüklere koyduğu sınırları kabul etmeyenler, bu itirazlarına siyasi biçimler kazandırmaya başladıklarında “düzenin” türlü şiddet araçlarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar. Liberal demokrasi, karşıtlarını susturan “otoriter” bir siyasi düzendir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 26, 2020

Trump dersleri - II

 

Geçen hafta, ABD kapitalizminin zirvesindekiler Trump’ın artık gitmesi gerektiğini söyledi. Bu hafta Trump, direnmekten vazgeçti. Peki, ona oy veren 70+ milyon seçmene ne olacak?

Sermaye isterse...

Trump, sermaye üzerindeki denetimleri daha da azaltıp büyük bir vergi indirimini devreye sokarken sermaye sınıfının neredeyse tamamının desteğini alıyordu. Trump yanlısı toplumsal tabanın “acayiplikleri” o sırada göze batmıyordu.

(...)

Geçen hafta ABD’nin en büyük çokuluslu şirketlerinden 30 CEO, bir telekonferansta bir araya gelerek Trump’ın seçim sonuçları karşısındaki tutumunun etkilerini tartıştılar; devir teslim sürecini bir an evvel başlatmasını istediklerini belirttiler. İş çevrelerinin, ABD Ticaret Odası, İş Çevreleri Yuvarlak Masası gibi güçlü kurumları da bu yönde açıklamalar yapıyordu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 23, 2020

Trump dersleri Bazı paralellikler


ABD Başkanlık seçimleri, güçler ayrılığı, denetleme-dengeleme organları son derecede güçlü ve karmaşık bir devlet yapısına, bağımsız medya kurumlarına sahip bir liberal demokraside, bir kez “süreç olarak faşizm koridoruna” girilince, nelerin yaşanabileceğine ilişkin önemli derslerle dolu. Özellikle güçler ayrılığı, denetleme ve dengeleme kurumları çoktan iflas etmiş, ana akım basını “bağımsızlığını kaybetmiş” ülkelerdeki muhalefet partileri ve toplumsal hareketler açısından...

Vahim bir realite sorunuT

ürkiye’de siyasal İslamın partisi AKP ve liderliğinin ciddi bir realite sorunu olduğunu birçok yazımda vurgulamıştım. Şimdi, ABD’de “süreç olarak faşizm” içinde liderlik konumuna yerleşmiş Trump’ın ve toplumsal tabanının aynı hastalıktan mustarip olduğu görülüyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 19, 2020

ABD hegemonyası artık geride kaldı


Biden yönetiminin ABD ile geleneksel müttefikleri arasındaki ilişkileri tamir ederek ABD hegemonyasını restore etmesi, böylece uluslararası alanda göreli bir istikrar sağlaması bekleniyor. Bu beklentinin gerçekleşme olasılığı çok zayıf; bu yönde çabaların büyük güçler arası rekabet ortamında bloklaşma eğilimini, dolayısıyla büyük çaplı çatışma risklerini artırma olasılığı yüksek.

Biden’ın restorasyon projesi

Biden’ın, 11 Temmuz 2019’da The Graduate Centre at CUNY, New York’ta yaptığı konuşmaya Foreign Affaires’te (Mart/Nisan 2020) yayımlanan yazısına ve Council on Foreign Relations’un 7 Kasım 2020 değerlendirmesine bakınca ABD hegemonyasını restore etmeyi planladığını görüyoruz.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 16, 2020

‘Acı reçete’ neyin semptomu?


Cumhurbaşkanı, realitenin duvarına çarpınca sarsıldı, yön değiştirmeye çalışıyor: “Dünyanın en güçlü ve zengin ülkelerinin dahi bir sonbahar yaprağı gibi savrulduğu böyle bir dönemde, Türkiye’nin maslahata uygun tedbirlerle yoluna devam etmesi gayet tabiidir. Bunun için yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakârlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız.” Yerli yabancı piyasa ekonomistleri sevindi. “Yeni dönem”, “normalleşme”, “adımlar korkusuz ve gerçek olmalı” gibi laflar havalarda uçuşmaya başladı. Bu tipler, “ne pahasına”, “kimin için” ya da “dönemin ruhuna gerçekten uygun mu” gibi soruları sormuyorlar ya da umurlarında değil.

Zamanın ruhu o değil!

Cumhurbaşkanı (kim bilgilendiriyor acaba), “en zengin ve güçlü ülkelerin sonbahar yaprağı gibi savrulduğu” dönemin, “ruhu” konusunda yanılıyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 12, 2020

ABD: ‘Normalleşme’ zor

(...)

Karşımızda liberal demokrasinin, ekonomik çıkarına göre davranan seçmeni değil, “süreç olarak faşizmin” toplumsal tabanını oluşturan bir seçmen kitlesi var. Normalleşme olasılığı işte bu nedenle çok zayıf.

Trump yaratmadı hazır buldu

Süreç olarak faşizmin” toplumsal tabanını ve ideolojisini Trump yaratmadı. Hatta bu tabanın omurgasını oluşturan lümpen proletarya ve sanayi işçileri göz önüne alındığında, kapitalizmin yapısal krizi içinde bu kesimlere sürekli ihanet eden sosyal demokrasiyi öncelikle sorumlu tutmak gerekiyor.

(...)

Trump gelerek “süreç olarak Faşizmin”  ideoloji ve hareket (toplumsal taban) ikilisine bu kez liderliği de ekledi, Cumhuriyetçi Parti’yi etkisi altına almaya başlayarak süreci partileşme aşamasına taşıdı.

(...)

Şimdi kendi içindeki solu suçlamaya başlayan, Trump’ın manevralarına tepki vermeyen, önlem almak, protesto etmek yerine Cumhuriyetçilerle uzlaşmanın yollarını arayan Demokratların bu gidişatı durdurabileceklerine inanasım gelmiyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 09, 2020

‘Absürdistan Birleşik Devletleri’

 

Perşembe gecesi Trump’ı dinlerken, aklım 70’lerin “Görevimiz Tehlike” dizisine gitti: CIA, “büyük medya, büyük para, büyük teknoloji” işbirliği ile düzenlenen bir komplo bir sosyalist, liderin kazandığı oyları çalıyor, lider de taraftarlarını isyana çağırıyordu. Ancak burası Amerika’ydı, konuşan “süreç olarak faşizmin andaki lideri” bir devlet başkanı, milyarder bir işadamıydı. Trump döneminde ABD adeta, Absürdistan Birleşik Devletleri oldu. Aslında artık o kadar birleşik de değil!

(...)

Karşımızda, radikal olarak bölünmüş, başkanlık seçimlerinin bir siyasi ahlaki kriz sergilemesini önleyememiş, siyasi istikrarı bıçak sırtında bir ülke var. Bu ülke, günlük vaka sayısı 120 bine, toplam ölüm sayısı 235 bine ulaşan bir pandemi krizini yönetemiyor; resmi işsizlik oranı yüzde 8’e dayanmışken, işsizlere yönelik mali destekler paketini meclisten bir türlü çıkaramıyor. Bu, bir “III. Dünya” ülkesi değil, dünyanın ekonomik ve askeri lideri, liberal demokrasinin ve kapitalizmin en gelişmiş örneği ABD.

(...)

ABD’nin, Biden döneminde, “yönetilemeyen ülke” imajından kurtulması, küresel liderliği restore etmesi zor!

(...)

Yazının tamamını okumak içişn tıklayınız



Thursday, November 05, 2020

Liberal demokrasinin sonu mu?


ABD başkanlık seçimlerinde yaşananlar bizi başlıktaki soruya götürüyor. Liberal demokrasi, ABD liderliğinde Batı’da, siyaset, ekonomi seçkinlerine (Davos Man), üniversitelere, kültür endüstrisine (medya) göre Soğuk Savaş’tan sonra kapitalizmin ve teknolojinin giderek daha da bütünleştirdiği dünyada, insanlığın evriminin bu aşamasına en uygun yönetim modeliydi. “Tarihin sonu” da sınıf “sorununu” başarıyla çözmüştü.

Bu modeli egemen kılmak, küreselleşmedeki “çatlak”ları kapatmak, liberal demokrasinin lideri olarak ABD’ye düşüyordu. Bu görevin getirdiği “rejim değişikliği”“ulus inşa” projeleri ülkeleri yıktı, işgal etti, yüz binlerce insanı öldürdü, milyonlarcasını yerinden yurdundan etti; “çatlakları” kapatamadı.

Gerileme ve çöküş

Kapitalizmin “bütünleştirmekte olduğu” dünya, şimdi kapitalizmin basıncıyla yeniden parçalanıyor. Küresel kapitalizm yerini yine ulusal kapitalizmlere bırakmaya hazırlanıyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 02, 2020

ABD: Faşizmden önce son çıkış

 


Çeşitli kamuoyu yoklamalarını birleştirerek en sağlıklı sonuçlara ulaşan projects.fivethirtyeight.com” Trump ve Biden’ın kazanma şanslarını, 40 bin simülasyondan sonra cuma günü itibarıyla sırasıyla yüzde 10 ve yüzde 90 olarak; delege sayısını 191’e 347, genel oy oranını yüzde 45.4 ve yüzde 53.3 olarak hesaplıyordu. Ancak, ağustostan kasım ortasına kadar Biden’dan yana giderek güçlenen trendin, kasım ortasından bu yana Trump’tan yana yumuşamaya başladığı görülüyor.

(...)

ABD’de demokrat-ilerici seçmen seçimlere, “faşizm sürecini” durdurma umuduyla, “demokrasiyi” kaybetme korkusu arasında belirsizlik içinde gidiyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, October 29, 2020

Rejim ve realite


Siyasal İslamın liderliği, realiteye çarptıkça hırçınlaşıyor. Çünkü rejimin fiyaskoları biriktikçe krizi de derinleşiyor. Çıkış, totaliter fantezilerde aranıyor: “Eğer herkes bizim gibi düşünürse...

İdealizmin dayanılmaz çaresizliği

Siyasal İslamın rejimi yaklaşık 18 yıldır kendini, Gezi olayını saymazsak, hemen hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmadan inşa etmeye devam ediyor. Ancak bu “inşa süreci” bir türlü istikrara kavuşamıyor. Rejim, “inşa sürecinden” bir “yeniden üretim” sürecine bir türlü geçemiyor. Kriz, bu aralıkta derinleşiyor.

Bütün dengeleri hızla bozulan ekonomi finansal bir krize doğru koşuyor. Rejimin ekonomi politikası, umutla halüsinasyon karışımı, adeta “Saldık çayıra Mevlam kayıra” gibi bir şeydir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 26, 2020

Yeni ekonomi modeli ve siyaset


Son pazartesi yazımda, IMF-Dünya Bankası’nın 1980’lerden bu yana dayattıkları neo-liberal dogmaları bir kenara bırakarak, 1930’larda “Büyük Bunalım” içinde şekillenen, kapitalizmin II. Dünya Savaşı’nı izleyen “altın çağında” egemen olan modele benzer politikaları, “merkez ülkelere”, “yeni” kriz yönetim modeli olarak önerdiğini yazmıştım.

IMF modeli-Çin modeli

(...)

Çin devleti son aldığı kararlarla, “İkili Dolaşım” olarak tanımladığı bir ekonomi politikasını uygulamaya koymuştu. “I. Dolaşım”, ulusal ekonomide üretimin, tüketimin dış piyasalara bağımlılığının azaltılmasına, sağlık sisteminin (Covid-19 etkisi) güçlendirilmesine yönelik bir strateji. Bu strateji, teknolojik gelişmeye, “araştırma ve geliştirme” alanlarına, eğitime büyük mali desteği içeriyor.

(...)

II. Dolaşım”, uluslararası ekonomik, teknolojik ilişkilere yönelik bir strateji. Dikkatle bakınca “II. Dolaşım”ın, “I. Dolaşım”ın gereksinimleriyle bağlantılı olduğu görülür.

(...)

doğal kaynaklara ulaşmaya, sermaye, mal, nüfus ihracını kolaylaştırmaya, ticaret yollarının güvencesini sağlamaya yönelik, büyük güçler arası rekabet ve emperyalizm konusu alanına giren politikalardan söz ediyoruz...

(...)

Şimdi, Robert Kaplan’ın, neo-liberal küreselleşmenin krizi başlarken yazdığı “Demokrasi yalnızca bir an mıydı?” (The Atlantic, 12/ 1997) makalesi üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor.

Thursday, October 22, 2020

‘Yeni model’ arayışları ve Çin

 

Bir “kriz yönetim modeli” olarak neo-liberalizm, finansal kriz (2007/08) ile tükenmişti. Son IMF - Dünya Bankası toplantısından çıkan öneriler “yeni bir model” arayışının hızlandığını gösteriyor. Bu öneriler, “yeni model arayışlarının”, Çin’in giderek daha çok hissedilen etkileri altında şekillendiğini düşündürüyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 19, 2020

Belirsizlik içinde arayışlar hızlandı

19 Ekim 2020 Pazartesi


Finansal kriz (2007/08), neo-liberalizmin bir “kriz yönetim modeli” olarak tükendiğini gösteriyordu. Bu modelin yetiştirdiği entelijansiya (üniversiteler, medya) IMF ve Dünya Bankası gibi modeli düzenleyen kurumlar, uzun bir süre bu gerçeği kabullenemediler. Son IMF- Dünya Bankası toplantısı, Covid-19 şoku altında artık kabul etmek zorunda kaldıklarını düşündürüyor. 

Yeni ‘model’ arayışları

Şimdi, IMF- Dünya Bankası, gelişmiş ülkelerin hükümetlerine bütçe disiplinine takılmayın, borçlanmaktan korkmayın, kamu harcamaları ve yatırımlarıyla toplumun en muhtaç kesimlerini, ekonominin büyüme üzerinde çarpan etkisi yaparak kendi kendini ödeyebilecek sektörlerini, “altyapı” sistemlerini, yeşil ve yenilenebilir enerji yatırımlarını destekleyin diyor. Kısacası IMF- Dünya Bankası, neo-liberalizmin yerine, 1930’larda “Büyük Bunalım” içinde şekillenen, kapitalizmin II. Dünya Savaşı’nı izleyen “altın çağında” egemen olan modele benzer politikaları, “yeni” kriz yönetim modeli olarak öneriyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 15, 2020

Lider, parti, hareket, devlet


Cumhuriyet gazetesi yine farkını gösterdi. İpek Özbey’in Prof. Şahin Filiz ile yaptığı söyleşi, Barış Terkoğlu’nun, İçişleri Bakanı’nın “Habitus”unu (kimliğini ve- Hitler’in ideoloji yerine kullanmayı seçtiği kavramla- “dünya görüşünü”- Weltanschauung- yaratan ortamı) sergileyen yazısı, Zülal Kalkandelen’in uyarısı, “süreç olarak faşizmin” ülkede ne kadar ilerlediğini sergiliyordu.

(...)

Yukardaki kısa özet, liberal demokrasilerde birbirinden görece bağımsız yaşayan yürütme organı, siyasi parti ve hareket gibi yapıntıların, bugün artık devletle “bir”leşerek organik bir yapı oluşturduğunu, “süreç olarak faşizmin” ulaştığı aşamayı gösteriyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 12, 2020

Büyük belirsizlik

Bir büyük güç, ABD, artık yaşam evresinin son aşamasında, kurduğu ekonomik düzen ve güvenlik mimarisi çözülüyor. Bir başka büyük güç, Çin, kendi ekonomik ve güvenlik gereksinimleriyle birlikte yükseliyor. Bu iki süreç, tarihin yine çok kritik bir dönemece geldiğini düşündürüyordu. Covid-19 şoku bu belirsizliği aniden artırdı. 

II. Dünya Savaşı’nın şoku kapitalizmin yeni lider ülkesini belirlemiş, yeni bir sermaye birikim rejiminin, uluslararası ekonomik, güvenlik mimarisinin ve hidrokarbon temelli bir enerji rejiminin oluşmasına yol açmıştı. Covid-19’un yarattığı şok da bunlarla kıyaslanabilecek şiddette dönüşümleri, gündeme getiriyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 08, 2020

ABD’de ne oluyor? - II


Pazartesi yazımı “Bir ‘büyük gücün’ yaşam devresinin sonunu, en tehlikeli dönemini izliyoruz” saptamasıyla bitirmiştim. Tehlike, bir büyük güç gerilerken, bir başka büyük gücün yaşam devresinde yükselme dönemine girmiş olmasından kaynaklanıyor. 

30 yıl sonra ilk kez 

ABD Temsilciler Meclisi Daimi İstihbarat Komitesi’nin, geçen ay, kısmen sansürleyerek yayımladığı 37 sayfalık rapor, “ABD’nin 30 yıl sonra ilk kez bir küresel rakiple karşı karşıya olduğunu” saptıyor, “geride kalma riskinden” söz ediyordu.

Rapora göre ABD, 11 Eylül’den sonra El-Kaide ve ISIS ile meşgul olduğu sırada, Çin ekonomik olarak güçlendikçe, teknolojik ve askeri olarak da güçlenmeye, finansal kriz yıllarında “Tek Kuşak Tek Yol” projesiyle, stratejik ticaret anlaşmaları ve kredilerle siyasi etkisini dünya çapında artırmaya başladı. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 05, 2020

ABD’ye ne oluyor?


Bir “büyük gücün” yaşam devresinin sonunu izliyoruz: Yükseliş, hegemonya, gerileme ve sıradanlaşma. ABD hegemonyası, 1970’lerden sonra gerilemeye başladı, “Soğuk Savaş”ın sona ermesiyle şekillenen ortamda tükendi. 11 Eylül “olayını” izleyen “imparatorluk projesi”, Obama döneminde hegemonya restorasyonu atılımı başarılı olmadı. ABD artık bir gerileme, toplumsal, ekonomik ve kültürel çürüme sürecine girmişti. 

(...)

Bu gerileme ve çürümenin semptomlarını, Çin’in yükselişini, Rusya’nın yakın coğrafyasında yeniden egemen olmaya başlamasını, Ortadoğu’ya inmesini, ticaret savaşlarını, teknolojik yarışı bir kenara bırakarak yalnızca bu yılın bilançosuna baksak bile görebiliyoruz.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 01, 2020

İnsan ve ‘tükeniş’


Salı gecesi, Trump-Biden tartışması, iki şaşkının Titanic’in güvertesinde kırık bir şezlong için kavga etmesine benziyordu.

(...)

Bu tartışma da bir “tükenişe” işaret ediyordu: Liberal demokrasinin, faşizme doğru tükenişine ama ben çok daha önemli bir başka “tükeniş”e değinmek istiyorum.

Çünkü, The Economist’in bu haftaki sayısında “insan”ı, “dünyanın biyolojik çeşitliliğini mahvetmekle” suçlayıp “1500’den bu yana 680 omurgalı hayvan türünü yok olmasına neden olan...” “ekolojik ayak izinden” söz ederken, bu “ayak izinin” niteliğine değinmemesi “tepemi attırdı”.

(...)

Bu tükenişten, on binlerce yıl, doğa üzerinde yıkıcı bir etki yapmadan yaşamayı başaran “insan” değil, son üç yüz yılda gelişen, kendi insanını yaratan kapitalist üretim tarzının yaşam biçimi sorumludur.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, September 28, 2020

‘Ne oluyor? Ne oluyor?’


Covid-19 salgını, ekonomik kriz, ölümcül etkileriyle birlikte hızlanarak ilerlerken rejim, baroları parçaladı, Ayasofya’yı yeniden fethederek camiye dönüştürdü, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma talebini canlandırdı, Tabipler Odası görevini yaptığı için hedefe konuldu, bu arada “Stratejik İletişim” adı altında bir aktif propaganda ve muhalif seslerle mücadele örgütü kuruldu, altı yıl önceki bir olaya atıfla HDP’nin önde gelen isimleri apar topar tutuklandılar. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in tutuklanacağı söylentileri de var.

Peki, ne oluyor? Beckett’in “Oyunun Sonu” yapıtından, çok sevdiğim o sözlerle, “Ne olacak. Şeyler kendi seyrini izliyor!

Rejim, Covid-19 salgını, ekonomik kriz karşısındaki beceriksizliğinden, muhalefetin yararlanamayacak kadar basiretsiz olduğunu fark edince, “siyasal alanın”, “konuşulabilir olanın” sınırlarını “dini hakikat rejimini” egemen kılacak biçimde daraltma sürecinde yeni hamleler yapabileceğini gördü.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, September 24, 2020

Ya seçimle gitmezse?


ABD, liberal demokrasinin mükemmel örneği, hatta kalesi olma iddiasındadır. 

(...)

“Trump seçimleri kaybeder ama gitmezse ne olur” sorusu büyük bir ciddiyetle tartışılıyor. 

(...)

Pazartesi yazımda aktardığım gibi “darbe yapmaya hazırlanıyor” gibi savlar ortada dolaşıyor, kimi Trump yönetiminde bakanlık, Güvenlik Konseyi üyeliği yapmış, emekli general ve amiraller Trump’a ilişkin kaygılarını en ağır sıfatlarla ifade ediyorlar.

(...)

“Liberal demokrasinin kalesinde” durum böyleyken, Türkiye gibi hem de yakın tarihte benzer deneyimler yaşamış bir ülkede kolaylıkla, “seçimle gider merak etmeyin” demek olanaklı mıdır?

(...)

Yazının gtamamını okumak için tıklayınız



Monday, September 21, 2020

‘Kıyamet’ gibi seçimler

 

ABD başkanlık ve senato seçimlerine yaklaşık beş hafta kaldı. Ülke, sıradan bir demokratik pratiğe değil, adeta “iyi ile kötünün son savaşına” hazırlanıyor.

‘Mükemmel fırtınaya’ derken

Biden ya da Trump, çok az farkla kazanacak. Her iki taraf da öbürünün hile yapacağına inandığı için, seçim gecesi ve ertesinde bir kriz çıkacak. Şimdilik, bu krizin biçimini, şiddetini, çapını kestirmek zor. Geçen hafta Financial Times’da Edward Luce, “Mükemmel fırtınaya doğru” diyordu. “Mükemmel fırtına” karanlık olasılıklara işaret ediyor.

(...)

Cumhuriyetçi Parti’nin ünlü devlet başkanlarından Ronald Reagan’ın baş hukuk danışmanı Charles Fried, Trump’a bağlı bu milisler için “bir tek kahverengi üniformaları eksik” diyor. Fried’e göre “Trump ve etrafındakiler kesinlikle ırkçılar, sıradan demokratik ve anayasal kuralları takmıyorlar, kendi çıkarlarının ve hedeflerinin ulusun çıkarı ve hedefi olduğuna inanıyorlar, onları iktidarda tutan her şeyi ulusal çıkar adına mubah görüyorlar”. Fried, “Bu onları faşist yapmaz mı” diye soruyor.

Fried, bu tespiti yaptıktan sonra deneyimli bir siyasetçi olarak kolları sıvamış. Fried, Cumhuriyetçi Parti’de Micael Steele gibi bir grup saygın hukukçu ve siyasetçileriyle birlikte, hem Biden’i destekliyor hem de Demokratik Parti’yi destekleyen dayanışma örgütleriyle birlikte davranmaya çalışıyor. Bu işbirliği tüm muhalefeti Geçişin Dürüstlüğü Projesi adlı bir çatı örgütü altında birleştirmeyi amaçlıyor, seçimlerin ertesinde bir darbe girişimi durumunda sokağa dökmek üzere hazırlanıyor. Faşizm tespiti yapanlar, aralarındaki siyasi farkları bir kenara koyup güçlerini birleştirmeye çalışıyorlar.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, September 17, 2020

Rejim, ülkeyi çıkmaza sürükledi


Siyasal İslamın AKP’de temsil edilen iktidarının dış politikası tam anlamıyla bir fiyaskodur. Rejim tam da içeride mali kaynaklarının tükendiği bir noktada ülkeyi, biri Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz’e uzanan petrol ve gaz havzaları üzerinde, öbürü Ortadoğu’da şekillenen iki ittifaklar ekseninin karşısına koydu.

(...)

Biri ‘stratejik derinlik’ mi demişti?

İkinci eksen, Sünni Arap dünyasının en önemli ülkelerinin, İsrail ile ilişkilerini “normalleştirmeye” başlamasıyla ilgilidir. 

Rejim, Ortadoğu’da, “Yeni Osmanlı” fantezisiyle ve “Cebelitarık’tan Hicaz’a, Balkanlar’dan Asya’ya tüm insanlık hasretle bizi bekliyor” sanrılarıyla yola çıktı, Sünni İslamın dünya lideri olmaya kalktı. Sünni Arapların İran’dan daha büyük bir istikrarsızlık kaynağı olarak gördüğü ülke konumuna gelmeyi başardı.

(...)

Al Monitor ve Al-Ahram, İhvan’ın genç kuşağının, yaşlıların uzlaşmaz tutumundan, hapisteki 60 bin tutuklunun geleceğine ilgisizliğinden bıkarak “Bağımsız Hareket” adlı bir örgüt kurduklarını aktarıyor. BH, Mısır rejimiyle görüşerek, tutukluların geleceğine ilişkin karşılıklı bir uzlaşma noktası bulmayı ve İhvan’a Mısır’da yeni bir yer açmayı amaçlıyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız