Monday, October 31, 2016

Rant ve hayat

Geçenlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki şiir gibi laf etti: “Arkadaş... rant olmadan hayat olmaz.” Ne de olsa, şiirsel olan, bilinç dışındanbilince sızanların dilin içinde ifadesi (Kristeva) değil mi?

‘Hayat’ ama hangisi vekimin için? 
Özhaseki “hayat olmaz” derken sanırım, biyolojik - zoolojik değil, toplumsal bir oluşu kastediyor ama kimi göçebe topluluklar, Amazon ormanlarında yaşayan kimi tarım hayvancılık öncesi kabile yapılarında “hayat” rant olmadan da var olabilmektedir. 
Besbelli ki Bakan’ın aklındaki genel olarak toplumsal hayat değil, belli bir “toplumsal hayat”tır. Bakanın kastettiği bu “hayat”ı tanımlayabilmek için de toplumsal hayatın maddi “gerçekliği” ile bu maddi gerçekliğin bireyin zihninde oluşan resmi arasında bir ayrım yaparak devam etmemiz gerekiyor.

Thursday, October 27, 2016

Tuz kokarsa

AKP hükümetinin, parti yöneticilerini, hatta yandaşlarını silahlandırma niyeti “ya tuz kokarsa” deyimini anımsattı. 

Kapitalist toplumda şiddeti uygulama tekeli, devletin elindedir. Devlet bütünvatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumakla, hükümet de bu devleti yönetmekle yükümlüdür. Bir hükümet, “devletin şiddet uygulama tekeli” elindeyken, kendi yandaşlarını silahlandırmaya başlıyor, böylece toplumu bölerek, silahlanamayan vatandaşların güvenliğini, silahlanmış yandaşların insafına bırakıyorsa, “tuz kokmuş” demektir.
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 24, 2016

Trump ve Clinton

ABD başkan adaylarını izlerken insan, “kendini, dünyanın ‘en yüce ülkesi’, ‘tek küresel güç’ olarak tanımlayan bir ülke, ancak bu tipleri mi çıkarabildi, hem de son derece kritik bir dönemde” sorusundan kaçınamıyor. Adaylardan biri, ırkçı, dolandırıcı, tacizci bir megaloman. Öbürü, gülerek, “Geldik gördük öldü” diyebilen bir militarist psikopat.

Çok kritik zamanlar 
“Al birini vur ötekine” demek kolay ama durum aslında çok korkutucu. İngiliz Gizli Servisi MI6’nın önceki başkanı John Sawers’e göre “yine bir büyük güçler arası savaş olasılığı dönemine girdik” (Financial Times)

Thursday, October 20, 2016

Petrol, İslam- komplo teorileri

“Siyasal İslam da emperyalizmin kullanışlı aptalı galiba” diye düşündüm, Donald Trump’ın “Ben her zaman söylerim gidip petrole el koymak gerekir” (KlareForeign Policy, 13/10/16) sözlerini, Clinton’ın basına sızan mektuplarından kimi alıntıları (CockburnThe Independent, 14/10/16) okuyunca.

‘Gidip el koyalım’... 
Klare, “Petrole el koyalım’, salt alkış almak için söylenmiş bir söz değil, ABD dış politika çevrelerinde yıllardır konuşulan bir seçenek” diyor. Bu seçenek ilk kez 1970’lerde petrol krizleri sırasında gündeme gelmiş, soğuk savaş ortamında değerlendirilmiş, uygun görülmemiş.

Monday, October 17, 2016

‘Artık sizin çocuklarınız yönetmeyecek’

On binlerce öğretmen görevinden alındı. Hapishaneler, yazarlarla, gazetecilerle doldu. Bütün okulların imam hatipleşmesinden söz ediliyor. “Çağdaş kültür”, “çağdaş eğitim” sözlerini duyunca eli silahına giden, sürekli yeni “kültür imha silahları” üreten bir yönetim bu. Bu silahların en yenisi “Proje okul”u gazetemizin yazarları ayrıntılarıyla irdeledi. Ben de değinmek istiyorum. 

AKP liderliğindeki siyasal İslam çok iddialı ve acımasız: “Proje okul” ile toplumun siyasal İslam dışında kalan kesimine Artık sizin çocuklarınız yönetmeyecek” diyor. Bu yalnızca “devleti yöneten sınıfların” niteliğini değil, toplumun tüm katmanlarının yaşamını belirlemeye ilişkin bir iddiadır.

Eğitim ve iktidar 
Eğitim ve iktidar, bilgi ve yönetim birbirlerine bağlıdır. Bilgi iktidarı üretir, korur, yeniden üretir- iktidar da bilgiyi... Bu ilişki, egemen sınıfın ekonomik siyasi iktidarının, üyelerinin, personelinin korunmasını, egemenlik altında olanın olduğu yerde kalmasını sağlayan koşulların üretilmesine, sürdürülmesine, yeniden üretilmesine bağımlıdır. 


(...)Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 13, 2016

Sakın başlamış olmasın?

Karl Polanyi’nin, Büyük Dönüşüm başlıklı yapıtını, bir kez de küreselleşme, finansallaşma tartışmalarının merceğinden bakarak okuduğumda, ilk iki bölümden şu sonucu çıkarmıştım: Mali sermayenin gücü kırıldığında, kurulu ekonomik düzen (küreselleşme) dağılmaya başladığında barışı sürdürmek olanaksızlaşıyor.
 
Mali sermaye bir barış gücü olduğundan değil (küçük savaşları o finanse etmiyor mu?), gelişmiş ülkelerin büyük ekonomik coğrafyalarının dağılması işine gelmediği için. Mali sermayenin gücü (siyasi, hatta kültürel) kırılıp da, aşırı üretim/eksik tüketim sorununa; pazarların, kaynakların doğrudan kullanımına, emek kontrol biçimlerine bağımlı üretken sermayenin çıkarları öne çıkınca, savaşı artık kimse önleyemiyor
 
Mali sermaye 2008’de şiddetle sarsıldı, ama devletin kaynaklarını halkı yoksullaştırmak pahasına kendini kurtarmakta kullanabildi. 
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 10, 2016

‘Rüzgâr işçiden yana...’

“Rüzgâr işçiden yana esmeye başlıyor” demiştim ama Thatcher’in, serbest piyasacı, Tory Partisi’nin konferansında, Başbakan Theresa May’in “artık işçi sınıfının partisi biziz” sözlerini duyunca, “bu kadarı da absürt oldu” diye düşündüm. 

O konuşmayı, Financial Times, “Theresa May kapitalist seçkinlere çattı”; Wall Street Journal, “İşçiden yana dönüyor” gibi başlıklarla aktardı. The Economist“illiberal yönelim... au revoir, laissezfaire” diyordu. Britanya Ticaret Odası Başkanı, tepkisini“işadamları çocuk piyeslerinin kötü karakterleri değildir” sözleriyle ifade etti. Bir Muhafazakâr Parti görevlisine göre “Kapitalizmi kapitalistlerden belki de yalnızca Tory Partisi kurtarabilir”di...

1.2 katrilyon dolar... 
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 06, 2016

Histeri nöbeti gibi siyaset

Sonu gelmez tutuklamalar, tasfiyeler, OHAL, “Anayasa, anayasaya aykırılık yetkisi veriyor”... “İşkenceleri sorgulamayacağız”; “proje okul”, “proje kent”, “reiskimdir?”, “Yeni padişahımız”... Bu öfke, bu şiddet, bu telaş, bu kibir, “yok etme”saplantısı niye? 
 
Şuradan başlayabiliriz: Cumhurbaşkanı 14 ay önce, “Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var... Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarakkesinleştirilmesidir” diyordu. 
Yönetim sistemi (rejim) fiilen değişti. Ancak eski rejimi, anayasayı ayakta tutan, yeniden üreten eski “simgesel evren” verimliliğini kaybettiyse de yok olmadı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, October 03, 2016

Tarihe geri dönerken

Yıllardır tarihin geri dönüşünün hep kötü örneklerine şahit olduk. Geçen hafta İngiltere İşçi Partisi konferansı, tarihin geri dönüşünün umut verici bir örneğini oluşturuyordu.

Sosyal demokrasi, yeniden! 
Konferansta, Jeremy Corbyn, parti içindeki Blair’ci militarist-neoliberal blokun tüm maddi manevi sabotajlarına karşın bir yılda ikinci kez, hem de oy oranını yükselterek başkan seçildi. 
Geçen yıl, birbirinden farksız Blair’ci adayların karşısında Corbyn’in hiç beklenmedik biçimde kazanması, partide ve medyada büyük şok, tepki yarattı. Buna karşılık partinin üye sayısı, partiyi, Corbyn’i savunmak için katılanlarla ikiye katlanarak 600 bine ulaştı. Kongreye gelindiğinde artık karşımızda farklı bir İşçi Partisi, sosyalizmsloganını hiç “utanmadan” tekrarlayan bir liderlik vardı.
(...)