Friday, December 29, 2006

Aslında ne tartışıyoruz?

Orhan Pamuk Nobel aldı. Büyük bir tartışma ve saflaşma oluştu: Sevinenler ve sevinmeyenler. Sevinenler, sevinmeyenleri, Orhan Pamuk’a karşı husumet duymakla suçluyorlar. Bu da yetmiyor, işi milliyetçi, faşist ve benzeri sıfatlara kadar vardıranlar var. Dahası Orhan Pamuk’un Nobel almış olmasına sevinmeyenlere karşı büyük bir düşmanlık… Aslında, burada kimin milliyetçi hatta ırkçı duygularla davrandığı çok tartışmalı… Bir Türk yazarı Nobel aldı Hurra!

Değerli dostum Kaan Arslanoğlu’nun saptadığı bir ironiye de değinmek isterim: “Orhan Pamuk özgürlük savaşçısı olarak ödül aldı varsayımını benimseyenler kültür endüstrisinin karşıt görüşleri bastırmak için gösterdiği çabayı, hatta uyguladığı zihinsel şiddeti görmezden geliyorlar”

Aslında durum şu kadar basit olmalıydı: Orhan Pamuk Nobel almak istiyormuş, almış. Kendisini kutlayıp yolumuza devam etmek varken, hepimiz bundan pay çıkartmaya zorlanıyoruz neden? Sakın burada söz konusu olan Orhan Pamuk'tan ve aldığı Nobel’den başka bir şeyler olmasın?

Bu yüzden dikkatleri Orhan Pamuk üzerinde değil, onun ve ödülün üzerine adeta bir sülük gibi yapışarak sömürmeye başlayan “makine” üzerinde yoğunlaştırmak gerekiyor. Medya neden bu kadar ateşlendi? Bu medya aslında kim/ne? Türkiye’de kültür endüstrisi, aslında bizden ne istiyor, Orhan Pamuk’un Nobel’ine sevinmemizi isterken?

Bence artık gerçek bir insan olarak, yazar, romancı, olarak Orhan Pamuk ile, ürünleriyle, bir simge, “cultural icon” (“celebrity”, ünlü- boş kimlik) haline getirilmeye çalışılan Orhan Pamuk arasında bir ayrım yapmak, bu ikincisini anlamaya çalışmak gerekiyor. Bu “simge”, “icon” haline getirilmekten de en çok, gerçek Orhan Pamuk’un zarar göreceğini unutmadan. Ne trajik! İki açıdan: Eğer Orhan Pamuk’un tüm hedefi Nobel almak idiyse, şimdi, bundan sonra ne olacak? İkincisi, medya Orhan Pamuk’u “kültür savaşlarının” içinde hegemonya kurma süreçlerinin nesnesi haline getirerek, bir sanatçı olarak algılanma alanını daraltıyor. Halbuki Pamuk önce sanatçı olarak algılanmak istiyor sanırım (umarım).

Özetle esas tartışılması gereken sorular bence şunlar: (a) Simge olarak Orhan Pamuk ne anlama geliyor? Bu “bir sanatçı olarak Orhan Pamuk”u tartışmaktan farklı bir tartışmadır (b) Onu kullanan "makine" aslında bizden ne istiyor?

Monday, December 25, 2006

Orhan Pamuk üzerine bir not.

Aslında Orhan Pamuk’un Nobel almasıyla başlayan tartışmaların dışında kalmaya kararlıydım. Hala da kararlıyım. Bu gün Ahmet Hakan’ın yazısını okuyunca dayanamadım. Ahmet Hakan’la düşünce dünyalarımız ve yollarımız farklı (Ama, belli mi olur? Hürriyet’e geçtikten sonra çıktığı yolculukta epey mesafe kat etti, bu hızla nereye kadar gider bilinmez) ama Orhan Pamuk konusunda yaptığı saptamaların ve uyarıların çok yerinde olduğunu düşündüm.

Ahmet Hakan “Sevgili Orhan Pamuk, keşke Nobel zaferini bütün bir yıla yayarak kutlama kararınızı bir kez daha gözden geçirseniz” dedikten sonra “… ekliyor “mesela ‘Bir baltaya sap ol dediler, gittim Nobel aldım’ şeklinde serinkanlılıktan hayli uzak ve antipatik kaçan açıklamalar yapmasanız”.

Nobel’i bütün yıla yararak kutlamak düşüncesi, bence dahiyane. Ben bu güne kadar Nobel edebiyat ödülü ile ilgili üç tutum gözleyebildim. Birileri bu ödülü reddettiler. Eh ne de olsa, gerçek bir sanatçının değerini bu ödülün ölçmesini beklemek gerçekçi olmazdı. Birileri de ödülü alırken, bu kürsüyü bir eleştiri, muhalefet platformu olarak kullandılar. Muhalif bir sanatçıysanız, bu olanağı kaçırmak istememeniz de anlaşılabilir. Bir üçüncü grup da ödülü alır almaz bir çekmeceye kilitleyip unutmayı seçenlerden oluşuyor. Büyük olasılıkla bu ödülü, başarıları için bir ölçüt olarak aldıkları düşünülmesin diye... Bir sanatçının gerçek değerini bir komitenin saptaması zaten abuk bir şey değil mi?

Eğer Ahmet Hakan’ın aktardıkları doğruysa, Orhan Pamuk bir dördüncü kategori oluşturacak ve bir ilke imza atacak: Nobel ödülünü, yayım evlerinin, kitapların arkasına filan yazarak bir ölçüde kullandıklarını biliyoruz. Ama ilk kez bir yazarın kendisi için bir reklam kampanyasına dönüştürdüğüne şahit olacağız. Bence Pamuk, Ahmet Hakan’ı dinlemeyip, mutlaka bu kampanyayı gerçekleştirmelidir. Kendisini daha iyi tanımamıza büyük katkısı olacak bu kampanyanın.

“Bir baltaya sap ol dediler, gittim Nobel aldım”, belli ki doğrudan bir alıntı. Benim aklıma hemen şu ünlü fıkrayı getirdi; eminim siz de bilirsiniz. Halktan bir adam, nasılsa bir gün bir yerde bey olmuş. Hemen askerlerini gönderip babasını huzuruna getirtmiş. “Bak” demiş “sen bana adam olmayacaksın derdin. Ben Bey oldum”. Babası bakmış ne desin, “Bunu söylemek için babanı ayağına kadar getirdiğine göre gerçekten bey olmuşsun, ama yine de galiba ben haklıymışım.

"Evinde muhteşem bir can sıkıntısıyla volta atan, dağınık saçlı, gizemli yazar" imajına gelince nedense bir türlü gözümde canlanmıyor. Hele şu “sıkıntının” kaynağını bir öğrenelim… belki ondan sonra.

Sermaye ve İnsan karşı karşıya

Ekonomi yazarı Ercan Kumcu Sosyal Güvenlik yasasını tartıştığı yazısından ( Hürriyet, 25/12), içine düşülen duruma ilişkin “çıkmaz bir yol yaratıyoruz” diyor. Bence haklı ama sıra çözüm önermeye gelince bu duruma neden olan yaklaşımı kendine temel alması da çok ibret verici.

Kumcu yazısının sonunda “Ama, eninde sonunda, iktisadi kurallar her türlü kuralın üzerinde olacaktır. Bundan kaçışımız yoktur". Saptamasını yapıyor. Sorun da burada.

25 yıldır dünyada tüm toplumsal sorunları ekonomik çıkarlara indirgeyerek görme, bunu da “serbest piyasa” anlayışına kadar daraltma yaklaşımı egemen. Diğer bir değişle “eninde sonunda iktisadi kurallar her türlü kuralın üzerinde olacaktır”anlayışı…

Bu anlayış o kadar egemen oldu ki içerdiği ve önerdiği acımasızlık giderek kanıksandı.

Ne demek “eninde sonunda iktisadi kurallar her türlü kuralın üzerinde olacaktır”?
Şu demek: İnsan yaşamının ekonomik olmayan boyutları, ahlak, sevgi, sağlık, eğitim, doğal çevre, toplumsal barış, gelecek kuşakların mutluluğu, bunların hepsi, sıra iktisadi kurallara gelince ikinci plana atılacaktır. Önce iktisadi kurallar sonra insan!

Peki “iktisadi kurallar” aslında ne anlama geliyor. İktisadi kurallar toplumda egemen olan iktisadi ilişkinin yaşaması için uyulması gereken kurallardan başka bir şey değil. Köleci toplumda, iktisadi kurallar bu ilişkinin yaşamaya devam etmesi için gerekli kurallardı. Feodal toplumda da bu kez feodal ilişkinin yaşaması için gerekli kurallar egemen oldu. Bu gün egemen ekonomik ilişki sermaye. Bu yüzden iktisadı kuralların her türlü kuralın üzerinde olması, sermaye birikim sürecinin gereksinimlerinin her türlü kuralın üzerinde olmasından (tutulmasından) başka bir anlama gelmiyor. Bu ise bu ilişkide başat olan toplumsal kesimlerinin çıkarlarının toplumun tüm diğer çıkarlarının üstünde tutulacağı anlamına gelir. Bu gün uluslararasi mali, ona eklemlenmiş yerli yatırımcıların elindeki sermaye ve borsa başat olduğuna göre, tefeci sermayenin ve spekülatörün çıkarları tüm toplumun, sanayiciden, işçiye ve köylüye kadar herkesin çıkarının üzerinde olacak demektir.

Aç olanlar açlığa, evsizler sokakta yaşamaya terk edilecek, hasta olanlar paraları yoksa ölecek, tarım dünya pazarı karşısında korumasız bırakılacak, işsiz kalanların ne olacağını kimse düşünmeyecek. Sanayi, küreselleşme sürecinde ayakta kalacağım diye gittikçe daha fazla işçi çıkaracak, daha az istihdam yaratacak, tüm bunlar da ekonomik yasaların üstünlüğü adına olacak, sonunda da toplum bir yangın yerine dönecek. Döndü de!

Sermaye ve insan karşı karşıya gelince, üç yol var karşınızda. Birincisi sermaye toplumu yangın terine çevirecek. İkincisi: Toplum sermayeyi denetlemeye çalışacak. Üçüncüsü de: Toplum yangın yerine dönünce, sermaye ilişiksinin ötesinde ya da gerisinde yeni bir toplumsal şekillenme ortaya çıkacak.