Thursday, November 29, 2018

Önce ekonomi, arkasından siyaset

Hannah ArendtTotaliterliğini Kökenleri başlıklı çalışmasının, Emperyalizm bölümünde, I. Dünya Savaşı’na götüren dinamiklerle ilişkili şöyle bir tespit yapıyordu: 

(...)

Diğer bir deyişle: Siyasi gücün, ekonomik çıkarın yolunu açtığı, “önce işgal et sonra ekonomik kullanıma aç” olarak tanımlayabileceğimiz sömürgecilik döneminden farklı olarak, sermaye, mal ihracı ile oluşan ekonomik etki, siyasi etkinin önünü açıyordu. 
İkincisi, finansallaşma ilk kez olmuyor. Finansallaşma, sanıldığı gibi, kapitalizmin yeni bir aşaması değil, kapitalist krizin bir ürünü. Finansallaşmayı mali kriz, onu da siyasi gerginlikler izliyor. Arendt’in işaret ettiği gibi, dişinden tırnağına silahlı bu imparatorlukların ekonomik rekabeti savaşlara yol açıyor.


(...)

Arendt’in bu saptamalarını, önceki hafta Lawfare dergisinde yayımlanan “Jeoekonomik Dünya Düzeni” (Roberts, Choer, Ferguson) başlıklı denemeyi okurken anımsadım. Yazarlar, dünyaya esas olarak ABD çıkarlarının merceğinden bakıyorlar. 
Yazarlara göre, soğuk savaş sonrası (küreselleşme döneminde-EY) ticaret ve yatırım ortamının serbestleşmesinin, bölgelerin, ülkelerin ekonomik entegrasyonun ulusal ekonomik çıkarları desteklediğine, karşılıklı ekonomik bağımlılığın barışı ve işbirliğini güçlendirdiğine inanılıyordu


(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 26, 2018

Rejimin ‘gerçeği’

Siyasal İslamın gerek siyasi liderliğinin gerekse organik entelektüellerinin simgesel evreninde, gelecek beklentilerinde “iktidardan gitmek olasılığı” yok. Peş peşe gelen referandumlarda ve OHAL altında çıkarılan yasalarla, devletin disiplin-cezalandırma kurumlarındaki kadrolaşmalarla, seçimleri kendileri için bir tehlike olmaktan çıkardılar. Ancak, içleri bir türlü rahat edemiyor. 
 
‘Parlamenter’ mi ediniz? 
Haksız da değiller! Başlangıçta, “bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman”, “nasıl olsa bizden” diyerek avunuyorlardı. Gezi olayından, 2015 Nisan seçimlerinden sonra, nüfusunun çoğu Müslüman olan bu ülkede aslında azınlık oldukları, bundan sonra ancak hileyle, hatta zor kullanarak ayakta kalabilecekleri kafalarına dank etti. 


(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 22, 2018

Siyasal İslamın momentum korkusu

(...)

Derken yeni bir tutuklama dalgasıyla “Gezi Olayları” bir kez daha ısıtılıp, Osman Kavala üzerinden servis edildi. 
Osman Kavala, bir yılı aşkın bir süredir hapisteydi, hâlâ ortada bir iddianame yoktu. Rivayetler ise boldu... Geçenlerde Osman Kavala ile ilişkili oldukları iddiasıyla, 14 STK üyesi, akademisyen gözaltına alındı. Sonra biri hariç serbest bırakıldılar. Serbest bırakılmayan, “içeriği belirlenemeyen bir toplantıya katılmıştı”. Diğer bir deyişle, Kavala gibi onun da, aslında neyle suçlandığı belli değildi... 
Bu garipliklere, Cumhurbaşkanı, partisinin grup toplantısında açıklık getirdi. “O kişi”... “Gezi Parkı olaylarını yapanların finansörüydü”, gözaltına alınanlar da onun işbirlikçileri. Bunların “gündeminde Türkiye’yi karıştırmak”... “Ülkeyi bölmek” vardı.

(...)

Tüm bunlar, medyanın neredeyse tamamını kontrol eden, Güçler Ayrılığı, Meclis soruşturması filan gibi ayrıntılardan kurtulmuş, kısacası “ne istersem onu yaparım, beğenmezsem kayyım atarım” havasında, kendinden ve geleceğinden emin bir yönetimden beklenecek şeyler değil. Öyleyse, tüm bunlar -Emre Kongar hocamızın salı günkü yazısından ödünç alırsam-“iktidarın hangi çıkmazını ve açmazını simgeliyor?” 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 19, 2018

Faşizmi düşünmek - III

Faşizm üzerine düşünme çabalarımı, birkaç noktaya değinerek tamamlamaya çalışacağım. 

1) Önceki iki yazımda, faşizmi düşünürken, onu “kendisi” yapan özünün, ilk ortaya çıktığında sergilediği biçimlerle değil, kapitalizmin bugünkü koşullarda sergileyeceği biçimlerle tanımaya çalışmak gerektiğini savunmuştum. Faşizmin bugün sergileyeceği biçimler, bugünkü kapitalizmin, teknolojik, kültürel özelliklerini, örgütlenme biçimlerini ve bunların sınıf yapılarındaki ifadelerini yansıtacaktı. 


2) Faşizmi, bir süreç olarak, üç farklı aşamadaki durumunda düşünebiliriz:


(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 15, 2018

Faşizmi düşünmek - II

Faşizmin, kapitalizmin bugünkü “durumunun” içinde yeniden yükselmeye başladığını, ancak, 1930’lardakine benzer bir “görüntü” sunmayabileceğini vurgulamıştım. Bugün, 1930’lara benzer hareketler yerine, faşizmin, özünü oluşturan unsurları düşünerek, bunların bugünün kapitalizmi içinde bir araya gelme sürecini anlamaya, egemen sınıfların tercihi haline gelmeden durdurmaya, süreç tamamlandıysa, kurtulmanın yollarını, liberalizmin fantezilerine kapılmadan bulmaya çalışmak gerekiyor.

Kapitalizmin dünü ve bugünü 
Bugünün kapitalizmini, 1930’larda ilk bileşenleri ortaya çıkmaya başlayan, ancak esas olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra şekillenmiş Fordist sermaye birikim rejiminin yapısal krizi temsil ediyor. 

(...)

Monday, November 12, 2018

Faşizmi düşünmek - I

Çağımızın en tehlikeli özelliği, faşizmin yeniden yükselmeye başlamasıdır.

Tarihsellik... 
Faşizm, kapitalizmin belli bir “durumunun” (yapısal krizinin) içinde, giderek egemen sınıfın tercihine dönüşen bir siyasi-toplumsal hareket olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, faşizm, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin andaki durumunun, örneğin, sermayenin örgütlenme biçimlerinin, değerlenme coğrafyasınınteknolojik altyapısının, düzenini doğallaştırmak için dayandığı ideoloji ve kültürün, bu ideoloji ve kültürün üretim/ yeniden üretim süreçlerinin, nihayet, belki de en önemlisi, işçi sınıfının, orta sınıfların yapısal özelliklerinin, egemen sınıfın gereksinimlerinin damgasını taşıyacaktır. 

(...)

Thursday, November 08, 2018

‘Zamanın ruhu’ yeniden şekilleniyor

ABD ara seçimleri, dünyada hem büyük ilgi hem de endişe yarattı. ABD siyasetinde kutuplaşmanın sertleşerek devam edeceğini gösteren sonuçlar, bu endişeleri dağıtmaya yetmiyor. İkincisi, son yıllarda, “zamanın ruhu” yeniden ve çok karanlık bir yönde şekilleniyor. 
Zamanın ruhu” üç vektörün bileşkesinde şekilleniyor.

(...)
Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 01, 2018

Uğursuz diyalektik-II

Latin Amerika’nın en büyük ülkesi Brezilya’da başkanlık seçimlerini, eski asker, Jair Bolsonorafaşist politikaları savunarak kazandı. Dünyanın en büyük askeri gücüne sahip ABD’de faşist ideoloji, terörist eylemlerle, potansiyelden kinetik aşamaya geçmeye başladı. İki gelişmenin arkasında, geçen hafta İtalya bağlamında vurguladığım “uğursuz diyalektik” yatıyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız