Thursday, August 31, 2023

Yeni bir ‘el kitabı’ aranıyor

 

Wyoming, Jackson Hole’da yapılan yıllık ekonomi sempozyumu üzerine okurken Fed Başkanı Powell’ın konuşması, enflasyon ve faizler gibi konuların yanında benim ilgimi en çok, katılan merkez bankları üst düzey yöneticilerinin, ekonomistlerin, IMF’nin kaygılandıkları konu çekti: Neoliberal küresel kapitalizmin “yönetim-kullanım el kitabı” artık eskimiş. Dünya ekonomisinde “yapısal bir değişim” yaşanırken yeni bir “el kitabı”, yeni bir model gerektiğine ilişkin talepler Jackson Hole’da da dile getirilmiş. “Kurala dayalı” dünya ekonomik düzeninin, BRICS grubunun genişlemesinin de gösterdiği gibi parçalanmaya devam ediyor olması, IMF başkanı Kristalina Georgieva’nın deyimiyle “ülkelerin karşı karşıya olduğu riskleri daha da artırıyor”.

(...)

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, konuşmasında emek piyasasının, yeşil ekonomiye geçişin, dünya ekonomisinin rekabet eden bloklara doğru parçalanmaya başlamasının sorunlarına değindikten sonra, “Bugün karşımızdaki duruma ilişkin bir el kitabı yok. Öyleyse bir yenisini yapmamız gerekiyor” diyormuş. Japon Merkez Bankası Başkanı Kazuo Uedo, artmakta olan jeopolitik gerginlikler, sanayilerin eve ya da dost coğrafyalara dönme eğilimi karşısında uyarılarda bulunduktan sonra eklemiş: “Küresel ekonomi, her şeyin hızla değişmeye başlayacağı bir kırılma noktası yaklaşıyor.” 

(...)

Dünya ekonomisi, gelmekte olan şoklara hazır değil. Merkez bankası rezervleri, üretken kapasiteleri yetersiz, teknolojik temelleri zayıf, kurumları, “toplumsal mutabakatı”“beyin sermayesi” yetersiz ülkeler büyük risklerle karşı karşıya. Bu riskleri öngörecek, etkilerini değerlendirecek ve yönetecek bir “el kitabı” (Her derde deva IMF reçeteleri artık yok, neoliberal model çalışmıyor) yok. Durumu betimlemek için “kırılma noktası”“Ucuna geldik” gibi gerçekten ağır ifadeler kullanılıyor. 

Bu sırada, AKP rejimi ülkesini, geçim sıkıntısından toplumsal kutuplaşmaya, ormanlarına, tarımına, nüfus yapısından, ekonomisinden kültürüne, en değerli beyinlerini ülkeden kaçırmaya kadar hemen her alanda yıkmakla meşgul...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, August 28, 2023

Kemalizm üzerine kısa bir not

 

Cumhuriyetin geleceği üzerinde ne zaman soru işaretleri oluşmaya başlasa,Cumhuriyet “olayına” sadakati temsil eden Kemalizmi savunmaya ya da reddetmeye ilişkin tartışmalar canlanır. Siyasal İslamın rejimi, “dinci faşizm”altında, CHP’nin kronik fiyaskolarına bir yenisi eklendikçe bu tartışmalar daha da yoğunlaştı, dahası Kemalizm, siyasi yelpazenin en sağından en soluna, isteyenin içine kendi niyetlerini yazabileceği bir “boş göstergeye” dönüştü. 

KEMALİZMİ DÜŞÜNMEK

Öyleyse, “Kemalizm nedir” sorusu özellikle önem kazanıyor. Bu bağlamda iki yaklaşım söz konusu olabilir. 1) O soru üzerinde düşünürken Kemalizmin, bileşenlerinin, aralarındaki kimi çelişkilere karşın, “bütünlüklü” bir dünya görüşü olduğu varsayılabilir. 2) Cevap, “bir bütün” oluşturdukları varsayılan parçaların, tarihsel (zamana-mekâna ilişkin), kimi zaman birbiriyle çelişebilen özelliklerinde değil, bu parçaları bütünleştiren “radikal çekirdekte” aranabilir. 

Peki, Kemalizmin böyle bir “radikal çekirdeği” var mıdır? Bence, Kemalizmin başka zamanlarda, mekânlarda da geçerli evrensel bir “radikal çekirdeği”vardır. 

Kemalizmin belli tarihsel koşullardan kaynaklanan bileşenleri, başka tarihsel koşullarda ve mekânlarda, bu “radikal çekirdekten” bağımsız hayata geçirilemez. Dahası böyle, Kemalizmi, çoğu zaman tek bir bileşenine indirgeyerek pratiğe geçirme iddiaları (12 Mart ve 12 Eylül rejimleri) hızla canavarlaşır. 

(...)

Monday, August 21, 2023

Tarihin son durağında mıyız?

 


Büyük kavramlar, genelde insanlar tarihe, hatta kendi yaşamlarına bakınca“şimdi her şey ne kadar farklı” duygusuna kapıldıkları zaman gündeme geliyor. 

BÜYÜK KAVRAMLAR

SSCB ve Doğu Bloku çöktükten sonra “şimdi her şey ne kadar farklı” duygusu“tek süper gü甓küreselleşme”, “teknolojik devrim”“ulus devletin sonu” filan gibi kavramların hızla benimsenmesini getirdi. 2008 finansal krizinin izleyen“büyük durgunluk” içinde, Çin, Batı merkezlerini kaygılandıran bir hızla büyümeye devam eder, teknolojik atılımlar yaparken bu kez, “çok kutupluluk”“büyük güçler arası rekabet”“korumacılık”“sanayi politikası”, “yeni soğuk savaş” gibi kavramlar öne çıktı. 

(...)

ANTHROPOSEN, KAPİTALOSEN, POLYCRİSİS

Anthroposen, yeni bir kavram değil. Sovyet bilim insanları bu kavramı 1960’larda insanın gezegen üzerindeki etkisini tanımlamak için kullanıyorlarmış. Anthroposen, yeni bir jeolojik döneminin adı olarak henüz resmileşmedi ama son yıllarda giderek daha sık kullanılıyor, kabul görüyor. Bir yaklaşım, bu dönemin başlangıç tarihi olarak sanayi devrimini almaktan yana. Bir başka daha genel kabul gören yaklaşım, insanın geri çevrilemez etkisinin başlangıç sınırı olarak 20. yüzyılın ortasını benimsiyor. 

(...)

Ancak başlangıç noktası olarak, ister Sanayi Devrimi’ni alalım, ister 20. yüzyılın ortasını (nükleer bombayı, plastikleri), karşımıza bunların hepsini kendinde birleştiren, kültürü ve öznellikleri de şekillendiren bir başka etken çıkıyor: Kapitalizm. Dolayısıyla, gezegenin jeolojik yapısını değiştirmeye başlayan, 40.000+ yıllık insan etkinliği değil bu etkinliğin 17. yüzyılda başlayan kapitalist biçimi ve bu biçimin 20. yüzyılda üretmeye başladığı geri çevrilemez yıkıcı süreçler. Bu nedenle, Kapitalosen (sermaye çağı) kavramının daha uygun olduğunu savunan çalışmalar da var.

(...)

Tarihçi, Adam Tooze’un çalışmalarıyla yaygınlaşan Polycrisis son aylarda, Davos çevresinde, Financial Times gibi yayınlarda giderek daha sık kullanılıyor. Bu bağlamda polycrisis içinden çıkılması şimdilik imkânsız, Lenin’in bir zamanlar“kapitalizmin son krizi” dediği gibi bir duruma da işaret ediyor. 

ABD hegemonyası, onun projesi küreselleşmenin yanı sıra, kapitalist uygarlığın kültürel zeminini oluşturan liberalizm hatta Aydınlanma geleneği gibi tarihsel dinamikler de çözülüyorlar. Bu çözülmenin bir semptomu olarak dinci faşizm ivme kazanarak yükseliyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, August 17, 2023

‘Koşullar mükemmel’

 


Neoliberal küreselleşme çözülüyor, Batı merkezli “dünya düzeni” dağılıyor, büyük güçler arası rekabet sertleşiyor. Silahlanma yarışı hızlanıyor. Kapitalizmin yapısal krizi içinde yoksullaşma, güvencesizlik yaygınlaşıyor. Krizden çıkışın reçetesi yok. Bu eğilimlerin küresel ısınma ilerledikçe, giderek sıklaşan gıda ve su krizleri ile derinleşmesi kaçınılmaz. Artık, “Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor”“Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor”. Öyleyse, Mao’nun sözleriyle, “Gök kubbenin altında kaos hâkim. Koşullar mükemmel”. 

PEKİ KİMİN İÇİN?

Financial Times, Brezilya’da özellikle Alman, İtalyan kökenlilerin yaşadığı güneyde, büyük çiftlikler bölgesinde, Bolsonaro yanlısı neofaşist grupların hızla çoğaldığına dikkat çekiyor. Bir başka yorumunda, FT, Avrupa’da aşırı sağın, İspanya, İtalya, Polonya, hatta Fransa’da Katolikliği kullanarak büyümekte olduğunu vurguluyor. The Economist, “otokratların yürüyüşü” diyor. New York Times’da bir araştırma ABD sağında gençlerin hızla faşizme kaymakta olduğunu gösteriyor. Florida’da okullarda Shakespeare’in yapıtları “ahlaka aykırı bulunarak yasaklanıyor”Trump’ın, yargılandıkça popülaritesi artıyor. Arjantin’de Donald Trump hayranı Javier Milei, iklim değişikliğinin yalan olduğunu, cinsel eğitimin aileyi yıkmak için bir hile olduğunu, insanların organlarını satmasının yasallaşması gerektiğini savunarak hızla yükseliyor. İsrail’de dinci faşizm devleti ele geçirdi. Yorumcular, fanatik dinciliğin “ulus kimliğini aşındırarak” ülkenin geleceğini tehlikeye attığını savunuyorlar. Hindistan’da Hindu milliyetçisi Modi’nın diğer dinlerden vatandaşları, kadınları hedef alan soykırım savunucularını koruduğu, ABD, Avrupa medyasında artık açıkça konuşuluyor. 

Türkiye’de dinci faşizm hayatın her alanına sızmaya, saldırganlaşmaya devam ederken toplumu sarsan Münevver Karabulut cinayetinde katil Cem Garipoğlu’nun ailesinin, Yahudi kökenli, cinayetin de aslında bir ayin olabileceğine ilişkin iddia medyada, sosyal medyada yankılandı. Toplumdaki Yahudi düşmanlığı da pogromları, soykırımları besleyen “Siyon Yaşlıları Protokolü” hezeyanının dünyasını andırır biçimde su yüzüne çıktı. 

Özetle “koşullar mükemmel” ama, tüm dünyada dinci ve ırkçı özellikleri kendinde birleştiren faşist hareketleri besliyor, “süreç olarak faşizmi”hızlandırıyor. Peki, bu karanlık süreci kim durdurabilir? Bu sürece uzun süre gözlerini kapayan, hatta yararlanmaya çalışan liberal, muhafazakâr, kimi sosyal demokrat partiler mi? 

UMUT, YARATILMAYI BEKLİYOR

“Gerçek” kendini gösterince, her zaman şaşırtır: Bu karanlık süreci yalnızca sosyalist hareketler durdurabilir! 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, August 14, 2023

Ilık suda giderek haşlanmaya ilişkin

 


Ilık suya atılmış kurbağa gibiydik başlangıçta. Sonra su ısınmaya başladı. Seçimlerden sonra özellikle son haftalarda rejim ateşi körüklüyor, suyun ısısı hızla artıyor. Son bir hamle yapılamazsa su kaynamak üzere.

ISINAN SUYUN ÇOK KISA TARİHİ

O tarihi çok iyi biliyoruz. Siyasal İslamın partisi AKP’nin ülkeyi demokratikleştirecek saçmalığı ile başladık: “Merak etmeyin değiştiler... Bunlar Hıristiyan demokrat gibi bir şey...” ve su ısınmaya başladı. “Tek adam” rejimine açılan anayasa oylaması “yetmez ama evet” saçmalıkları içinde geçti. “Gezi”oldu, ardından su ısınmaya devam etti. Seçimler birbiri ardına çalındı, “Atı alan Üsküdar’ı geçti”, su ısınmaya devam etti. Ana muhalefet partisi ise rehavet içindeydi. CHP liderliği, sanki “güçler ayrılığı” ortadan kalkmamış, seçim sistemi YSK yoluyla, bürokrasi ve güvenlik güçleriyle denetim altına alınmamış, seçim kaybetme olasılığı “defterden” çıkartmamış gibi yaşıyordu. CHP, rejimin dilini benimserse onun tabanından oy çalabileceğine böylece seçimleri kazanabileceğine inanmaya devam ediyordu. Yenilgiler birbiri ardına geliyor, su da ısınıyordu.

(...)

‘ESKİ TAS ESKİ HAMAM’

Peki bu kaynama noktasında muhalefet cephesinde neler oluyor? Zaten, ilkesiz ve gerçeklikten yoksun bir yapıntı olan 6’lı masa siyasal İslam içi muhalefetiMeclis’e taşıdıktan sonra dağıldı. Geriye ana muhalefet partisi CHP ve uzun süredir ilk kez, bir seçim ortamında, siyaset alanında kendini göstermeyi başaran sosyalist hareket kalıyor. 

CHP, durumun ayırdında (suyun kaynama noktasında) olduğuna ilişkin ne siyasi ne kültürel ne de kurumsal alanda yeni öneriler üretemeden, bir “değişim-dönüşüm” fantezisi ile “her şeyin aynı kalmasına olanak verecek bir formül arıyor”.

(...)

Sosyalist “hareketin” durumu da çok farklı değil. Rejimin baskı araçları çeşitlenir, yaygınlaşırken bu duruma cevap vermeye uygun çalışma tarzlarını, araçlarını kurumlaşmayı konuşmaktan, uzlaşma/yakınlaşma yollarını aramaktan uzak duruyor. “Çokluğu”, ortak bir perspektife sahip, disiplinli, kararlı bir “birliğe”, en azından eylem birliğine dönüştürerek, enerjisini tek bir kanaldan akıtmanın yolunu bularak var olan “ilkelliğin” kaosunu aşmaya çalışmıyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, August 10, 2023

Emperyalizme karşı yeni bir dalga mı?

 


Fransa’nın “yeni-sömürgelerinden” Nijer’de, “kukla” başkan bir askeri darbeyle devrildi. Nijer zengin uranyum, petrol, bakır, fosfat kaynakları olmasına karşın dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Bu nedenle darbe, antiemperyalist umutları aniden canlandırdı.  

YENİDEN PAYLAŞIM VE AFRİKA 

Son yıllarda kavramlar bile hızla değişir oldu. Örneğin, “tek süper güç”, küreselleşme, neoliberalizm filan yerini, çok kutupluluk, büyük güçler arası rekabet, korumacılık, sanayi politikası gibi kavramlara bıraktı. Bu örnekler, kapitalizmin yapısal krizinde, “yeniden paylaşım” aşamasına geçildiğini söylüyor. 

(...)

Şimdi bu ikinci aşamada, stratejik kaynaklara sahip, hızla gelişen bir pazar olarak Afrika ülkelerinin önemi, ABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçlerin, hatta kimi AB ülkeleri arasında, emperyalist rekabet ve “yeniden paylaşım”bağlamında, hızla artıyor.

(...)

NİJER’E AMA LİBYA ÜZERİNDEN

Yeniden paylaşım, askeri darbeleri, yerel savaşları sıklaştırır, tüm dünyayı ateşe verebilecek patlayıcı “merkezler” üretir. Şimdi böyle bir merkez ABD’nin İHA, Fransa’nın “Lejyoner” üslerini barındıran Nijer’de şekilleniyor. 

Kaddafi ve Libya’nın, emperyalist sistemin merkez ülkelerinin taleplerini yerine getirmeye başlamışken imha edilmesinin, Kaddafi’nin deyimiyle “göç dalgasını tutan büyük duvarın” -İtalyan başbakanı neofaşist  Meloni’yi bile Fransa’ya karşı “antiemperyalist” nutuklar atma noktasına getirecek biçimde- yıkılmasının mantığı şimdi daha iyi anlaşılıyor: 

(...)

Ben, ABD ve Fransa’nın askeri üslerine, Batı’nın Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu gibi örgütlerine, Fransa için yaşamsal öneme sahip uranyum kaynaklarına bakarak, Rusya ve Çin’i, Nijer sokaklarındaki Wagner flamalarını düşünerek; laflara, jestlere fazla takılmayalım, biraz bekleyelim derim.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, August 07, 2023

Muhalefet ne yapıyor?

 


Seçimlerin üzerinden üç ay geçti. Martta ülkenin ekonomik, kültürel hatta demografik açıdan en önemli kentlerini de kapsayan yerel seçimler var. Yaygınlaşmaya ve derinleşmeye devam eden rejim bu kentleri ele geçirmeye tüm hızıyla hazırlanıyor. Peki, bu durumda “Muhalefet ne yapıyor?” Bu soruya iyimser bir cevap vermek çok zor.

(...)

Bu garip durumu anlayabilmek için önce “CHP nedir” sorusuna cevap vermek, sonra da liderliğinin arzularına ve kapasitelerine bakmak gerekir.

SOSYAL DEMOKRASİDEN MUHAFAZAKÂRLIĞA 

CHP, Ecevit döneminde, sonra SHP iken ulusalcı, Cumhuriyetçi, laik, halkçılıktan sosyal demokrasiye dönüşmeye çalışan, kısacası kurucu “6 Ok” programınısosyal demokrasi temelinde güncellemeye çalışan bir partiydi. Kılıçdaroğlu ile bu güncelleme durdu; CHP’nin ideolojisi, sosyal programı belirsizleşti. Seçim kazanmak ve hükümete gelmek, belli bir sosyal programı hayata geçirmenin aracı olmaktan çıktı, kendi başına bir amaç oldu. Öyle olunca da CHP liderliği, “Benim seçmenim tıpış tıpış oy verir” inancı, “Seçmenin çoğunluğu muhafazakârdır” varsayımı ile siyasal İslamın tabanından oy çalmak için laiklik gibi kurucu ilkelerinden vazgeçmeye, onun politikalarını desteklemeye, dilini benimsemeye başladı. CHP, seçmeni sosyal demokrat bir programa kazanmaya çalışan değil, toplumun en düşük ortak paydasının değerlerini, arzularını yansıtmaya çalışan bir muhafazakâr partiye dönüştü. “Altılı masa” bu muhafazakârlaşma sürecinin, ekonomik ve kültürel anlamda tamamlandığınıgösteriyordu. Böylece “CHP nedir” sorusunun cevabını vermiş oluyoruz.

(...)

Kılıçdaroğlu, siyasi hatta sosyal sermayesinin büyük bir kısmını tüketmiştir. Yerine aday gibi görünen İmamoğlu, önceki yazımda vurguladığım gibi, muhafazakârlaşma sürecini, rejimin tek adam yapısını da benimseyerek ilerletmekten yana, dünya görüşü karmaşık, bir belirsizliktir; 

(...)

Ancak, bu “umutsuz durum” değiştirilemez değildir. 

(...)

Sherlock Holmes’un  dediği gibi, “Tüm imkânsız olanları elediğinizde, geriye kalan, ne kadar düşük bir olasılık olursa olsun gerçek olmalıdır.” 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, August 03, 2023

‘Peace maker’ A La Turca

 


Esenyurt’taki tekel bayi katliamının ardından ülke çapında giderek artan silahlı saldırı olaylarına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Bu olayların ayrıntılarına bakınca, hemen hepsinde dört dinamiğin kesiştiğini görüyoruz. Ekonomik sıkıntı, yasalara, yargıya güvensizlik, denetimsiz silahlanma, şoven milliyetçiliğe ek Sünni İslamın da katkısıyla şişirilen zehirli bir erkeklik kültü. 

‘VAHŞİ BATI’ AMA BİRAZ FARKLI...

Bu dört dinamik ister istemez akla, Amerika’da henüz devlet kurumlaşamadığı için aralarındaki, borçlu-alacaklı, büyük çiftçi-küçük köylü yerleşimleri (tel örgü), su paylaşımı gibi ekonomik; at hırsızlığı, banka soygunu, kadın çocuk istismarı gibi ahlaki sorunları erkeklerin kendilerinin çözmek zorunda kaldıkları “Vahşi Batı” ve onun simgesi “Peace maker” (Barış yapıcı-hesap görücü) adıyla ünlü Colt tabancayı (yarı otomatik altı-patlar) getiriliyor. 

(...)

Çağrışımlar başlayınca durmuyor: “Lider kültü” diye konuştu ve “kaos”, bu kez aklıma Günter Raihman’ın 1939’da Almanya gözlemlerini aktardığı Vampir Ekonomisi başlıklı çalışmasını getirdi. 

Raihman, Nazi Almanya’sında şirketlerin, devlet ve parti ile ilişkilerini düzenleyecek özel bölümler kurduklarını, yoksa, kaynaklara, ihalelere ulaşmanın, yasaları uygulatmanın olanaksızlaştığını aktarıyor. Raihman, Nazi ekonomisinin görünen başarılarının, yağmalama, sömürü, rüşvet, komisyon ve bireysel özgürlüklerin baskılanması temeline dayandığını gösteriyor, Nazi ekonomisini Alman halkının canını emen bir “vampir” olarak betimliyordu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız