Tuesday, January 31, 2012

Büyülü Dağ – Endişe Çağı

(30 Ocak 2012)

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2012 toplantısını medyadan izlemeye çalışırken, aklıma Thomas Mann’ın Davos’ta bir sanatoryumda geçen Büyülü Dağ romanı ve W.H. Auden’in The Age of Anxiety (“Endişe Çağı”) başlıklı uzun şiiri geldi. Birincisi, I. Dünya Savaşı öncesindeki, diğeri de II. Dünya Savaşı sırasındaki “Zeitgeist” (zamanın ruhu) üzerinde duruyor. Davos Toplantıları’nda bu yıl egemen olan Zeitgeist’ın en önemli özelliklerini bu iki yapıtın yardımıyla tanımlamayı deneyebiliriz.

Bir uygarlık çıkmaza girince...
Thomas Mann Büyülü Dağ üzerinde çalışmaya 1912’de başlıyor, yapıt 1921’de yayımlanıyor. I. Dünya Savaşı’ndan önceki on yılı kapsayan bu yapıta, zaman, değişim, hastalık gibi temalar damgasını vuruyor. Bu bağlamda yapıtı, kapitalist uygarlığın manevi çürüyüşü üzerine bir çalışma olarak da düşünmek olanaklı. Gerçekten de romanın ana karakteri Castorp bu sanatoryumdan bir türlü iyileşerek çıkamaz. Mann, Castorp’un bu uzun hastalık dönemini bir “portmanto” olarak kullanır, buna “astığı” karakterler aracılığıyla I. Dünya Savaşı öncesi siyasi, entelektüel iklimi, Zeitgeist’ı betimler. Castrop bir türlü iyileşemez, hastalığı doğru dürüst tanımlanamaz, ama sonunda, sanatoryumdan çıkarak yeni başlamakta olan I. Dünya Savaşı’na katılmak (ve fırtınanın içinde yok olmak) üzere askere yazılır.

Burjuva uygarlığı, büyük güçler arasında giderek yoğunlaşmaya başlayan kaynakların, pazarların yeniden paylaşımı, hegemonya transferi sorunlarıyla boğuşurken intihar etmeye başlamıştır. Üzerinde yaşayanları da kendisiyle birlikte büyük felaketlere sürükleyerek...

I.Dünya Savaşı’nda 10 milyon asker 7 milyon sivil yaşamını yitirir, ama ne kaynakların, pazarların bölüşülmesi ne de hegemonya transferi sorunları çözülebilir. II. Dünya Savaşı’nda 60 milyon insan, dünya nüfusunun yüzde 2.5’i ölür; insanlık, Yahudi soykırımı gibi tarihin o zamana kadar görmediği bir manyaklıkla 6 milyon insanın, en son teknolojik, idari yöntemlerle katledilmesine şahit olur.

“Büyülü Dağ”, aslında Davos olduğu için bu yapıtın akla gelmesi doğal, hatta gelmemesi Dünya Ekonomik Forumu’nun düzenleyicisi Klaus Schwab’ın “Burası dünyanın sanatoryumu” sözlerinden son neredeyse olanaksız. Peki, ama “Auden nereden çıktı”?

Auden, söylemimize “endişe çağı” kavramını yerleştiren yapıtına, “Tarihsel süreç koptuğunda ve böylece oluşan boşluğu (void), ordular işlemeli metal tartışmalarıyla örgütlediklerinde, zorunluluk dehşetle, özgürlük can sıkıntısıyla ilişkilendiğinde, barların müşterileri çoğalır” sözleriyle başlar.

Üç adam ve bir kadın, Manhattan’da bir barda tesadüfen karşılaşırlar, saatler boyu konuşurlar, içerler; sonra geceye kadının apartmanında devam ederler. Derken, adamlardan ikisi gider. Geride kalan ise sızıp kalarak kadının beklentilerine cevap veremez. Özetle, “Endişe Çağı” yapıtının karakterleri (2011’de yayımlanan yeni baskısının önsözünde Alan Jacobs’un açıklamalarından anladığımıza göre -“Jung”cu, önsezi, hissetme, duygu ve akıl gibi arketipleri simgeliyorlar) bu boş karşılaşmadan, yalnızlıktan, kültürel kabızlıktan, cinsel iktidarsızlıktan öte bir şey çıkarmayı beceremezler.

Davos toplantılarının, bu barlar, lokanta ve oteller kompleksinde buluşanların tartışmalarına son yıllarda egemen olan entelektüel kabızlık, iktidarsızlık, duyarsızlık ve korku, bir çözüm üzerinde anlaşmayı başaramadan eve dönmeler, bana “Endişe Çağı” şiirindeki karakterleri anımsattı...

‘Büyük dönüşüm’ 
Toplantının temasının “Büyük Dönüşüm” (1944) (Karl Polanyi’nin, serbest piyasayı mahkûm eden en mükemmel eleştirilerden biri olan yapıtının adı) olması çok anlamlı. Bu da, bu yıl Davos toplantılarında, “tarihin olağan akışının koptuğuna” ilişkin bir algının egemen olduğuna işaret ediyor.

Mali kriz patlamadan birkaç ay önce toplanan “Davos 2007”, BBC’ye göre “cansız ve ruhsuzdu”. 2008’de “panik ve endişe” egemendi. Davos 2009 toplantısının “Kriz sonrası dünyayı şekillendirmek” teması, aptalca bir özgüvene, entelektüel kabızlığa işaret ediyordu. Katılanlar, sürecin bu kadar uzun, krizin yapısal olduğunun ayırdında değildi. Bu kabızlık, 2010’da “Dünyanın durumunu iyileştirmek: Yeniden düşünmek, yeniden tasarlamak, yeniden inşa etmek” temasıyla devam etti. 2011 toplantısının teması “Yeni bir realite için paylaşılan normlar” olmuş ve toplantı “iyimser bir tonda” bitmişti.

Bu yıl, “Davos tipleri” durumun, en azından onlar açısından vahametini kavramaya başlamış görünüyorlar. Ama entelektüel kabızlık devam ediyor. Risk raporunda “Distopya filizleri” uyarısı, krizi aşamazlarsa kendilerini (dünyanın efendilerini) neyin beklediğini kavradıklarını gösteriyor. Soros’un toplantıdan önce yayımladığı denemede şiddetlenen sınıf mücadelesinin, ayaklanmaların ve bunları bastırma çabalarının, ABD ve Avrupa’da hak ve özgürlükleri yok etmeye başlayacağı uyarısı da. Financial Times’dan Gillian Tett de “Burada ilk kez gelir dağımı sorunu gündemin başına oturuyor” diyor.

Ekonomik kriz bağlamında, kapitalizmin geleceği tartışılıyor, IMF Başkanı Lagarde, 2012’de dünya ekonomisini bekleyen riskleri vurguluyor, dolaylı olarak da olsa 1930’lara geri dönme (depresyon) olasılığının artmakta olduğu konusunda Davos’luları uyarıyor.

Jeopolitik alanındaki tartışmalar, Çin’in yükselişinin ABD ve Brzezinski’nin “Geniş Batı”sı açısından “ne kadar tehlikeli olmaya başladığının” (Gideon Rachman, FT) bilinçlere çıktığını gösteriyor. HSBC’nin Baş Ekonomisti Stephen King’in “Dünya 1000 yıl öncesine dönüyor”, Dünya Ticaret Örgütü Başkanı Pascal Lamy’nin “Çin trilyonlarca dolar rezervin üzerinde oturuyor. Hiç şüphe yok bu para geliyor... Çin, kaynakları ele geçiriyor havası yaratmamalı” sözlerindeki kaygılar bu algıyı yansıtıyor. Eurasia Grup Başkanı Ian Bremmer, demokrasinin gerilemesinden, küresel sınıf savaşından korkuyor; küreselleşme eğiliminin yerini bölgeselleşmeye bırakmaya başladığını düşünüyor. “Davos’takiler bu sorunları akıllı bir biçimde görüyor. Büyük Dönüşüm uygun bir tema. Bu yeni bir model arayışı. Ama bu model henüz ortada yok” diyor (Foreign Policy. 25/01).

Endişe ve entelektüel kabızlık, iktidarsızlık böyle. Peki, “orduların işlemeli metal tartışmalarıyla boşluğu örgütlemesi” üzerine ne diyebiliriz? Yeni ABD Savunma Stratejisi’ne ek olarak aklıma, 23 Ocak’ta yayımlanan, Obama imzalı “Küresel tedarik zinciri güvenliği için Ulusal Strateji” başlıklı belgeyle, Obama’nın 2 Ocak’ta imzaladığı “Ulusal Savunma Yetkilendirme Akdi” geliyor. Birinci belge, dünyanın neresinde olursa olsun, tedarik zincirlerinin korunmasının ulusal güvenlik alanına girdiğini saptıyor; ikincisi, terorizmle ilişkili şahısların, yargılanmadan savaşın sonuna kadar tutuklanması yetkisini ABD vatandaşlarını kapsayacak biçimde genişletiyor...

No comments: