Monday, January 23, 2012

Davos’ta ‘distopya filizleri’

(23 Ocak 2012)

Kendilerini dünyanın efendileri olarak görenler yine toplanıp durum değerlendirmesi yapacaklar. Dünya Ekonomik Forumu, yedi yıldır bu tür değerlendirmelere temel oluşturması için, her toplantı öncesinde “Global Risks Report” başlıklı bir rapor yayımlıyor.

Bu yılın 65 sayfalık raporu, üç tema üzerine kurulmuş: “Distopya tohumları”, “Koruyucu sistemlerinin güvenliği”, “Bağlantısallığın (connectivity) karanlık yüzü”. Rapor “kapitalist öznenin”, özgüven kaybından kaynaklanan varoluş “bulantılarının”, son aylarda giderek daha sık gözlenebilen en önemli dışavurumlarından biri. Bu rapora daha yakından bakmadan önce, “yeni havayı”, yansıtacak kimi örnekleri kısaca aktarmak istiyorum.

‘K’ ile başlayan sözcük 
Bu alt başlığı The Guardian’ın, perşembe günkü “başyazısı”nından aldım. Yazı, Muhafazakâr Parti Başkanı, koalisyon hükümetinin başbakanı Cameron’un “Bugün birçok insan... ekonomimizin bütün işleyiş tarzını sorguluyor” sözleriyle başlıyor, “bugün, St. Paul’ün merdivenlerinde, bankacılara dağıtılan paralara ilişkin gazete başlıklarında da görülebileceği gibi kapitalizmden tedirginlik -ve daha fazlası- çok yaygındır. Bu bağlamda, politikacılar halkın ruh halini daha yeni kavramaya başlıyorlar” saptamasıyla devam ediyordu.

Postmodern zamanlarda, kapitalizm sözcüğü, hemen ikizini (komünizmi) akla getirdiğinden pek ağza alınmazdı. Ama galiba artık “başka” bir zamanda yaşamaya başladık. “K” ile başlayan sözcüğü (kapitalizm) bu konuya artan ilgiyi ölçebilmek için, cuma günü “Google News” (İngiltere) sayfasına sordum. 1990-1998 aralığında “capitalism”le ilgili 16 bin haber varmış. 1997-2007 arasında (Asya krizinden - mali krize) haber sayısı 27 bine yükselmiş, 2007- 2012 (20 Ocak) arasındaysa 51 bine. Genel olarak “Google”a sorunca da aynı dönemler için karşıma, sırasıyla şu sonuçlar çıktı: “1.950.000, 29.400.000 ve 1.650.000.000.” Kısacası kapitalizm kavramına ilgi, mali krizle birlikte çok artmış. En önemli korunma yöntemi saklanmak, tarihsel (başı dolayısıyla da bir sonu olması kaçınılmaz) bir üretim tarzının sınıfı olduğunu gizlemek olan bir sınıf (kapitalist sınıf) açısından, aniden böyle bir görünürlük kazanmak, varoluş kaygılarını depreştirecek bir durum doğrusu.

Bu varoluş kaygıları ister istemez dikkatlerin, toplumsal muhalefet, gelir dağılımı gibi konular üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor. Olunca da The Economist’te “zenginlere vergi koymak”, “plütokrasinin siyaseti” “devlet kapitalizminin” erdemleri üzerine yorumlara rastlamaya başlıyoruz. BBC, News Night programına Marksist tarihçi Hobsbawm’ı konuk ediyor, ardından bir fon yöneticisi, bir The Times yazarı, İşçi Partisi’nden bir meclis üyesi “Kapitalizmin alternatifi ne olabilir” sorusunu tartışıyorlar. Sosyalizmin iflas ettiğini iddia eden The Times yazarına, İşçi Partili meclis üyesi, “Okul çocuğu gibi konuşuyorsun” diyor.

Francis Fukuyama da bu kez, “Tarihin Geleceği” başlığını koyduğu denemesinde (Foreign Affaires Ocak/Şubat, 2012) “Orta sınıf çökerken, liberal demokrasi yaşayabilir mi” diye soruyor.

‘Tüm umutlarını geride bırak’
Dante’nin ünlü başyapıtında, ‘Cehennem’in kapısının üstünde, “İçeri girerken tüm umutlarını geride bırak” yazıyor. Davos risk raporunun “Distopya Tohumları” başlıklı birinci bölümü, insanlığın, adeta böyle bir kapıdan girmekte olduğuna işaret ediyor. Çünkü, rapor, “Distopya”yı, “zorluklarla dolu, ama her türlü umuttan yoksun yer” olarak tanımlıyor.

Dünya Ekonomik Forumu’na göre bir distopyanın tohumları filizleniyor: Gelişmekte olan ülkelerin vatandaşları, toplumsal hakların (refah devleti...) kaybolmakta, “toplumsal mutabakatın” yıkılmakta olduğunu gördüğü, gelişmekte olan ülkeler de genç kuşaklarına olanaklar sunamadıkları için, hükümetler hızla bozulmaya devam eden gelir dağılımına, artan yoksulluğa karşı önlemler almadığı için öfkeleniyorlar. Hızlı büyüyen, (Brezilya, Çin, Hindistan gibi, ülkelerde de derinleşen ekonomik, toplumsal eşitsizlikleri hafifletecek bir “toplumsal kontrat” aynı hızla gelişemiyor.

Rapor, teknolojik bağlantısallığın (internet, cep telefonu) vatandaşlara, ekonomik siyasi yapılardan hoşnutsuzluklarını hızla küresel halk hareketlerine dönüştürme olanağı getirdiğine işaret ediyor. Rapor “Arap Baharı”, “İşgal eylemleri”, Tayland, Şili, Hindistan’da görülen halk hareketleri gibi olayları, bu bağlamda ve risk kategorisi içinde değerlendiriyor. Teknolojik bağlantısallığın etkilerine karşın dünyada, parçalanmışlık, uyumsuzluk, güvensizlik, şüphecilik, dolayısıyla bir “distopya” yaratacak eğilimler gelişiyor. Raporda bu koşullarda alınacak önlemlere ilişkin somut bir şeyler bulmak olanaklı değil. Buna karşılık Fukuyama’nın yukarıda değindiğim denemesinde kimi “somut”, çarpıcı öneriler var.

Fukuyama, Barringon Moore’un “Burjuvazi yoksa demokrasi de yok” tanımından hareketle, liberal demokrasinin varlığını sürdürebilmesinin giderek zorlaştığını, kapitalizmi koruyabilmek için yeni bir ideolojik modelin bulunması gerektiğini savunuyor.

Fukuyama “orta sınıfı” gelir düzeyine göre, toplumun ne en alt kesiminde ne de en üst kesiminde olan, mülk sahibi (evi ya da evinde beyaz eşya, otomobil de dahil sanırım) ya da kendi işi olanlar olarak tanımlıyor. Kısacası, işçi sınıfının vasıflı, yüksek ücret alan kesimiyle kendi işletmesine sahip “küçük burjuva” tabakasını “orta sınıf” tanımının içine sokuyor. Fukuyama, bu “orta sınıfın” “çöktüğünü” gösterirken tüm aksi yönde çabalarına karşın işçi sınıfının yüksek ücretli kesiminin, “küçük burjuvazinin” hızla proletarya saflarına düşmekte olduğunu, dolayısıyla Marx’ın tarih önünde fena halde haklı çıktığını da kabul etmiş oluyor.

Bundan sonra da Fukuyama, “toplumsal çıkar” kavramını vurgulayarak “orta sınıfı” güçlendirmeye olanak verecek yeni ideolojiyi düşünmeye başlıyor. Genel olarak kapitalizmi değil, şimdi krizde olan kapitalizmi hedef alması gereken bu yeni ideoloji, ister istemez küreselleşmenin eleştirisini içerecekmiş; bu eleştirisini de ulusalcılığa dayandırmalıymış. Bu “Amerikan malı kullan” gibi kaba bir ulusalcılığı değil, ulusal çıkarı çok daha gelişmiş bir düzeyde temsil edecek toplumsal bir hareketi yaratmaya yönelik bir stratejinin parçası olmalıymış.

Fukuyama’ya göre bu kaçınılmaz olarak popülist bir ideoloji olacak, azınlığın çıkarını çoğunluğa dayatan seçkinleri, zenginlerin yararına çalışan para-siyaset ilişkisini de eleştirecekmiş... Ama, “orta sınıflar” geçmiş kuşağın, serbest piyasa, küçük devlet iyidir söylemine takılıp kaldığı sürece, bu yeni ideolojiye dayalı toplumsal hareketler gerçekleşemeyecekmiş. Sizi bilmem ama, Fukuyama’nın aradığı bu “yeni ideoloji” bana pek hayırlı bir haber gibi gelmiyor. ‘Distopya’ya çoktan girdik galiba...

No comments: