Sunday, January 27, 2008

Kriz, “sermaye” ve insan

(Cumhuriyet 23.01.2008)

Kapitalizmin krizi derinleştikçe, “sermaye” ile, insan arasındaki çelişki derinleşiyor. Bu, çelişkinin insan tarafında salt işçiler değil, kriz sırasında ayakta kalmaya çalışan kapitalistler de var. Şimdi bunlar da serbest piyasa “modelini” sorgulamaya başlıyorlar.

Bir “makine” olarak Sermaye
Sermaye bir salt “şey” değil, daha çok bir “ilişkiler ağı”. Bu “ilişkiler ağı” varlığını sürdürebilmek için durmadan genişlemek, sürekli “canlı-emekle” karşılaşıp, onu içine çekerek tüketmek ve genişlemesine olanak sağlayacak ekonomik fazlayı üretmek zorundadır. Hegelci bir değimle “kendi kendine genişleyen şey” de diyebiliriz sermaye için. “Sermaye”, insan çelişkisini irdelemeye çalışırken, Deleuze ve Guttari’nin (Anti-oedipus, III/9) “moden kapitalist makine” kavramından da yararlanabiliriz.

Bu genişleme boyunca sermaye, mekanı ve zamanı durmaksızın yeniden düzenler, verili “anlamları” (kültürü, öznellikleri) “çözer”, yenilerini oluşturur, insanın “yaşam dünyasını” kendi genişleme gereksinimlerine uydurur. Bunun için bir “makine” olarak sermayenin işleyişinin önünde hiç bir engel olmamalıdır: “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler”. Bu “makine” çok sayıda makinelerden oluşur. Kriz dönemlerinde bu makinelerden, genişleme sürecinin gereksinimlerine uyum sağlayamayanların bir kısmı tasfiye olur bir kısmı diğer makineler tarafından tüketilir/özümsenir, bir “yaratıcı yıkım” yaşanır.

İşte bu süreç içinde, Deleuze ve Guttari’nin bir başka kavramına baş vurursak, “arzulayan bir makine” (yiyen, içen, sıçan, sevişen…) olarak insan, bir canlı emek tüketme makinesi olarak sermaye ile karşı karşıya gelir. Bu, kapitalist açısından, yaşam etkinliğine olanak veren sermaye parçasının (şirketinin vb…) yok olması ve mekanın/zamanın yeniden düzenlenmesi bağlamında, hem kendisinin (ailesinin), hem de kültürünün varlığını tehdit eden bir karşılaşmadır. Bu yüzden, birileri, “bu koşullarda biraz acı çekmek kaçınılmazdır”… “ ‘yaratıcı yıkım’ın piyasanın özünde olduğunu, sorun çıkartmadan kabul etmek gerekir; o bir piyasa hatası değildir” (Lindsay, www.adamsmith.org, aktaran Glyn Daly, IJZS Cilt.1.4) dese de kapitalist, çoktan işletmesini, iktidarını, kültürünü hatta canını kurtarmanın yolarını aramaya başlamıştır: Devlet devreye girmeli, birileri kurtarılmalı, birikim merkezinin bir mekanından bir başkasına kayması önlenmeli, yıkımı erteleyecek yeni mekanlar açmalı vb…

“Arzulayan makine” olarak kapitalist
Son krizde de, sermayenin genişleme sürecinin “yıkıma” yol açma riski büyüdükçe, bir “arzulayan makine” olarak kapitalist[ler]in, bir tepkisi, Freud’un deyimiyle “yatsıma” (“yok, yok, kurt değil köpektir…”), fanteziler üreterek “normalliği” korumaya çalışmak, dahası bu yadsımayı/fantezileri topluma yaymaya çalışmak oldu. Örneğin, 1990 ’larda: “Artık bir yeni ekonomi” var, “küreselleşme enflasyon tehlikesini ortadan kaldırdı”. 2003-2008 arası: “ABD dış açığı sorun değil”, “dünyada tasarruf fazlası var bize göndermeyecek de ne yapacaklar?”… 2007/08: Daha sonra, “merak etmeyin kriz sınırlı bir bölgede… resesyon olmayacak, ‘ayrışma var’, Asya peşinden sürükler”… Böylece, “beklentiler yönetildi”, diğer sınıflar (halk) daha fazla borca batma, daha büyük yıkım pahasına tüketmeye, işler yolundaymış gibi davranmaya yönlendirildi.

Diğer tepki de, “yaratıcı yıkıma” kabullenmek yerine, devleti “sermaye makinesine” müdahale etmeye zorlamak, sorunları, “kırılmayı”, gelecekte şiddetinin artması pahasına erteletmeye çalışmak oldu. Ancak, “kırılma” anı, “yaratıcı-yıkım” artık ertelenemez hale geldiğinde toplumsal düş kırıklığı, tepki riski daha da artmıştı. Dahası sermayenin işleyişini, yıkımı azaltacak biçimde yeniden düzenleyecek modellerin geliştirilmesi gecikmişti.

Şimdi, “arzulayan makine” olarak kapitalist, bir “yıkım makinesine” dönüşen sermayeyi yeniden denetim altına almak istiyor, ama hem yöneticilerin, hem de halkın öznelliklerinin buna hazır olmadığını dehşetle görüyor.
Giderek daha geniş çaplı müdahale zorunluluğu oluşuyor. Bu da daha geniş toplumsal tabakaların hareket geçirilmesini gerektiriyor. Üç “olay” olasılığını birden içeren kritik bir “moment” oluşuyor: Faşizm (günümüzde ek olarak siyasal İslam), sosyal demokrat uzlaşma, toplumsal devrim. Şimdi, artık bir “olay alanı” şekillenmiş, Badiou’nun vurguladığı gibi “olayı” yaratmak için “öznesini” beklemeye başlamıştır.

Kriz derinleştikçe “sermaye” ile insan arasındaki çelişki derinleşiyor. Krizler yalnızca, kapitalist ve işçi arasında sınıf savaşlarını değil, aynı zamanda, sosyal demokrasinin tarihinden bildiğimiz gibi bu sınıfların “sermaye” karşısında uzlaşma olasılığını da gündeme getiriyor. Bu uzlaşmanın maddi zeminini (yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin, yönetme işlevini üstlenecek düzeye yükselemediği için) toplumsal çöküntü olasılığının doğduğu bir konjonktür oluşturabiliyor. Bu gün böyle konjonktür, “uzlaşma” yoluyla sermayeyi dizginleyecek yeni bir “modele” geçme olasılığı doğuyor. “Davos”ta yaşanacak tartışmalara bu gözle de bakmakta yarar var.

No comments: