Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires). Bu kavram, devletlerin rakiplerini ve müttefiklerini askeri güç yerine finansal sistemler, tedarik zincirleri ve teknolojik bağımlılık gibi araçlarla yönlendirmeye çalışmalarına dikkat çekiyor. Trump’ın gümrük tarifelerini silah olarak kullanması, Ukrayna’ya yapılan yardımı maden çıkartma haklarına bağlaması, Avrupa’yı savunma harcamalarını artırmaya, ABD’den daha fazla silah almaya zorlaması, bu yeni dönemin güncel örnekleriymiş.
“Ekonomik zorlama çağı” kavramı yeni gibi görünse de aslında, sermayenin kârını güvence altına almak için ulusların ekonomik, siyasi egemenliklerini tehdit eden bir “emperyalizmden” farklı değil.
Kriz dönemleri, sermayenin ulusal sınırları aşarak genişlemesini hızlandırır; bu genişlemenin yalnızca ekonomik değil, siyasi ve askeri boyutlar da vardır. Lenin, emperyalizmi “kapitalizmin en yüksek aşaması”, Buharin, dünya çapında bir sistem olarak tanımlarken tekelci sermayenin ve finans kapitalin uluslararası düzeyde hegemonya kurma dinamiklerine işaret etmişlerdi. Bugün “ekonomik zorlama çağı” olarak tanımlanan bu süreç, söz konusu mirasın güncellenmiş halidir.
(...)
Bu sürecin içinde, “ekonomik zorlamanın” en ağır sonuçları, yükü işçi sınıfının üzerine yıkılıyor. Yaptırımlar, kısıtlamalar ve tedarik zinciri savaşları üretim maliyetlerini artırırken işsizliği tetiklemekte ve tüketici fiyatları enflasyonuyla ücretleri baskılamaktadır. ABD’nin Çin’e uyguladığı kısıtlamalar sadece Pekin’i değil, Amerikan işçilerini de etkilerken Çin’in misillemeleri Alman otomotiv işçilerinin istihdamını tehdit ediyor. Sermayenin uluslararası genişleme dinamikleri, büyük güçlerin hegemonya rekabeti, emekçiler için daha fazla güvencesizlik, siyasi baskı ve hatta “süreç olarak faşizm” anlamına geliyor.
(...)
Kapitalist düzen, başından bu yana bir “merkez-çevre” ilişkisi üzerinde yükseldi. “Merkez” ülkeler,“çevre” ülkelerini ucuz işgücü, hammadde kaynağı, mal ve sermaye ihracatı, sanayi atıklarını ve tüketici çöplerini dökme alanı olarak kullanageldi. Bugün “ekonomik baskı çağı” “merkez” içi çatışmanın şiddetlendiğini gösteriyor. Bu rekabet, “çevre” ülkelerin bağımlılık kanallarını daha da güçlendiriyor.
(...)