Monday, June 24, 2024

Yeni silahlanma yarışı

 


Son yıllarda ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçler arasında yeni bir küresel silahlanma yarışı, küresel güç dengelerindeki değişimlerin, yoğunlaşan jeopolitik gerilimlerin, vekâlet savaşlarının, yapay zekâ (YZ), kuantum bilgisayarı gibi alanlarda hızlanan gelişimlerin etkisiyle ivme kazandı. Silah şirketlerinin etkinlikleri ve kârları da...

ASKERİ HARCAMALAR

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’ne (SIPRI) göre küresel çapta askeri harcamalar sabit fiyatlarla, 2000 yılında 1.204 milyar dolardan, 2010 yılında 1.944 milyar dolara ve 2023’te de 2.394 milyar dolara yükselmiş. Avrupa’nın 2000’de 301 milyar dolar olan askeri harcamaları, 2023’te 569 milyar dolara ulaşmış.

(...)

Bu gelişmelere bağlı olarak silah teknolojileri geliştirme ve üretimi ile ilgili sektörlerde belirgin bir canlanma var. Avrupa havacılık ve savunma ticaret birliği ASD’nin genel sekreteri Jan Pie’ye göre “Savunma sektörü siparişlerinde Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, en yoğun artışlar yaşanıyor” (Financial Times). Financial Times’ın 20 büyük ve orta ölçekli ABD’li ve Avrupalı savunma ve havacılık şirketiyle yaptığı anket, bu şirketlerin bu yıl on binlerce kişiyi işe almak istediklerini gösteriyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 20, 2024

En tehlikeli aşama

 


“Aşırı sağ” partilerin yükselişinin Fransa ve Almanya iş çevrelerinde kaygı yarattığını, Wall Street Journal’ın da “Seçim kazanıyorlar ama yönetebilecekler mi” sorusunu aktarmıştım. “İş çevrelerinin” o partilere ilgisi artmaya başladı, “süreç olarak faşizm” için de önemli bir aşamaya gelindiği söylenebilir.  

Devam etmeden, bir not düşmek istiyorum: “Aşırı sağ” kavramı faşist partileri, sağ partiler (düzen partileri) içinde bir derece farkına (“aşırı”) indirgeyerek betimliyor; özgünlüklerini karartıyor. “Sağ/sol popülizm” kavramındaki “popülizm” sözcüğü de neoliberal hegemonya kurulurken neoliberalizm karşıtı “şeyi” betimliyordu. Bu, liberal söyleme ait iki kavram, solun “teorik gramerini” bozuyor.

GÜVEN SORUNU

(...)

Egemen sermaye faşist harekete ilgi göstermeye başlayıp “Acaba yönetebilir mi” sorusunu gündemine aldığında “süreç” çok tehlikeli bir karar aşamasına geliyor demektir. Egemen sermaye bu sorulara olumlu cevaplar verirse, faşist hareketin hükümete ve oradan da iktidara gelmesinin önündeki mali, kurumsal/hukuki engeller kalkmaya başlar.

ABD, FRANSA, ALMANYA, İNGİLTERE

Bugün ABD, Fransa, Almanya ve hatta İngiltere’de siyaseti ağırlık merkezi hızla sağa kayarken “süreç olarak faşizmde” bir karar aşmasına geliniyor olabilir.

(...)

Yazının tamını okumak için tıklayınız

Monday, June 17, 2024

Uygarlık projesinden, faşist üretme çiftliğine

 


Kapitalizmin krizini neoliberal küreselleşmeyle yönetme çabaları, yükü halk sınıflarının üzerine yıktı. Bu yıkımın kültürel dinamikleri sınıf aidiyetlerini, dayanışma alışkanlıklarını aşındırdı. Bu dönüşümlerin içinde, Avrupa Birliği, demokratik, çok kültürlü, çevreci, devletler üstü, özgürlükçü bir “uygarlık projesi” olarak sunuluyordu. Şimdi AB’nin lider ülkelerinde faşist hareketler yükseliyor; faşist partilere ilgi duyan gençlerin sayısı artıyor. “Uygarlık projesi”,bir “faşist üretme çiftliğine” dönüştü.

Projenin motorları tekliyor

Faşist hareketler, Avrupa Parlamentosu 2024 seçimlerinden, yalnızca bu “uygarlık projesinin” ana motorları, Almanya ve Fransa’da değil, tüm AB ülkelerinde, büyük kazanımlarla çıktılar. AB parlamentosu içinde faşist partilerin bir “süper grup” kurarak AB sürecini şekillendirme olasılığı çok güçlendi.

(...)

 New York Times’da bir yorum “Fransa dehşet verici bir şeyin eşiğinde”diyordu.

Almanya da “dehşet verici bir şeyin eşiğinde”. AB, parlamento seçimlerinde Almanya’nın ana muhalefet partisi merkez sağ Hıristiyan demokratların oyu bir önceki seçimlere göre yerinde sayarken koalisyon hükümetinin iki ana partisi Sosyal Demokratlar (SDP) ve Yeşiller (YP) hezimete uğradılar. SDP yüzde 13.9 ile yüzde 16 oy alan faşist AfD’nin gerisine 3. parti konumuna düştü. YP’nin oyu da 2019 seçimlerine göre 8.6 puan gerileyerek yüzde 11.9 oldu. Koalisyon hükümetinin ortakları arasında bütçe açığının finansmanı konusunda aşılması çok zor çatlakların olduğu, bu sonuçlardan sonra ayakta kalmasının giderek zorlaşacağı aktarılıyor (Financial Times).

(...)

Faşist hareketler yükselirken geçmişte sol partileri, protesto hareketlerini, kadrolarıyla kitlesel enerjileriyle besleyen gençlerin bu kez, hemen tüm Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere giderek daha çok yöneldiği görülüyor (The Independent, Guardian, Brussel Signal, Unheard). Bu yönelimin nedenleri aslında ayrı bir yazı konusu ama burada dört noktayı vurgulayabiliriz. 

(...)

Yazı anın tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 13, 2024

Hindistan seçimleri ve umut

 


Hindistan’da,19 Nisan’la 1 Haziran arasında yaklaşık 1 milyar seçmenin katıldığı genel seçimler yapıldı. İnsanlık tarihinin bu en geniş katılımlı seçimlerinin sonuçları 2014’ten bu yana Hindistan’ı yöneten BJP lideri Başbakan Modi için bir düş kırıklığı oldu. Modi’nin meclisteki sandalye sayısı 303’ten 240’a düştü. Modi 543 üyeli mecliste çoğunluğu sağlayamadı. Modi’yi destekleyen ittifakın iskemle sayısı az da olsa artarak 49’dan 53’e yükseldi. BJP ve bağlaşıklarının oluşturduğu Ulusal Demokratik İtifak (UDİ) blokunun toplam iskemle sayısı 293’e ulaştığından yeni hükümeti yine Modi kuruyor.

BOŞ UMUTLAR YERSİZ KORKULAR

Hindu milliyetçisi Başbakan Modi’nin rejiminin karakterini nihayet anlamaya, onu “otoriter”“illiberal” sıfatlarıyla tanımlamaya başlamış olan ana akım Batı medyasında, seçim sonuçları sevinçle karşılandı: “Demokrasi Modi’ye ayar vermişti”“Kanatları kırpılmıştı”“Bu, Hindistan demokrasisinin zaferiydi”.

Ana akım medya, karşısında, tarihin en eski faşist projelerinden Hindutva’nın olduğunun adeta farkında değildi. Modi bu projenin bağrından gelen bir militandı. 

Dahası o medya, seçimlerin ağır baskı altında, milyonlarca Müslüman seçmeni kâh dışlayarak kâh sandığa gitmelerini, gidebilenlerin oy vermesini şiddet yoluyla engelleyerek gerçekleştiğini, hatta BJP’nin sokak zorbalarının, yandaş polisin muhalefet politikacılarına yönelik şiddetini çoktan unutmuştu. 

Ana akım medya gerçekleri görmeye de niyetli değildi: Modi ve BJP, 2014’ten bu yana devlet kurumlarını adım adım ele geçirdi. Eğitim sistemi Hindu dini ve mitolojileri üzerinden, diğer inançları ve seküler disiplinleri geriye iterek, hatta bastırarak, tarihi yeniden yazarak (“Hitler’in ülke içindeki başarıları” filan), ülkeye bağımsızlığını kazandıran seküler cumhuriyetçi geleneği unutturmaya çalışarak yeniden şekillendirildi. Medya, üniversite yönetimleri Ulusal Seçim Kurulu (YSK gibi) BJP’nin denetimi altına girdi. BJP militanlarının, muhalifleri, Müslümanları, Sihleri, Hıristiyanları terörize etmesine göz yumulur oldu. Evet seçimler yapıldı ama devleti ele geçirmiş, dinci ırkçı ve açıkça soykırımcı Hindutva faşizminin kitlesel, kurumsal, kültürel “mimarisi” yerli yerinde duruyordu. 

Bu boş umutlara karşın hem realitenin bir parçası olan hem de realiteyi çok iyi temsil eden uluslararası sermayenin temsilcilerinin refleksi çok anlamlıydı. 

(...)

Buna karşılık umut var ama başka yerde; örneğin 2020 Eylül’ünde, Modi hükümetinin gündeme getirdiği tarım yasalarına karşı çiftçilerin kitlesel protestolarla kazandıkları zaferde. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, June 10, 2024

'Enflasyonla mücadele' - Bir 'dejavu'

 

“Enflasyonla mücadele” programıyla ilgili tartışmaları izlerken, bende bir “dejavu” duygusu oluştu.

Türkiye, 1990’ların sonunda IMF ile yapılan anlaşma gereğince döviz kuruna dayalı bir dezenflasyon programı izlerken, köşemde, “bu programın, enflasyonla mücadele bir yana, ülke ekonomisinin dış dengelerini daha da bozacağını, Asya krizi tipi bir sarsıntı yaşayabileceğimizi” yazmıştım. Sonrasını biliyorsunuz: Enflasyon artmaya devam etti, derin bir resesyon yaşandı, işsizlik arttı, reel ücretler düştü, 70+ milyar dolar yabancı sermaye kaçtı. Ecevit’in koalisyon hükümeti çöktü, AKP ve siyasal İslamın iktidarının yolu, “süreç olarak faşizmin” önü açıldı. Bu krizin öncesinde bir büyük deprem felaketi, sonrasında da Afganistan ve Irak savaşları, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) vardı.

“Bugün”ün öncesinde de “doğal” felaketler (pandemi, deprem) var. Ortadoğu’da bir soykırım yaşanıyor, büyük güçler arası rekabet, vekâlet savaşları yoğun. Bunların ortasında yine büyük ölçüde döviz kuruna bağlı bir “dezenflasyon programı” izleniyor. O zaman piyasalara güven vermek için “ithal edilmiş bir aktör” Kemal Derviş vardı; ekonomiyi “toparlarken”hükümeti dağıttı. “Bugün” Mehmet Şimşek var. 

İKİ YAKLAŞIM

“Bugün” enflasyonun nedenleri, mücadele araçlarıyla ilgili tartışmalara baktığımda iki yaklaşım dikkatimi çekiyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 06, 2024

Avrupa Parlamentosu seçimleri neden önemli?

 

Bu hafta 450 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nde 720 üyeli parlamento için seçimler yapılacak. “Bırak yahu, AB Brüksel bürokrasisi tarafından, Almanya ve Fransa etkisi altında yönetiliyor. O göstermelik bir parlamento” diyebilirsiniz. Ancak bu kez seçimler, AB’nin geleceği, bu gelecek içinde “süreç olarak faşizmin” yeri açısından önemli.

(...)

BİR UĞURSUZ KISIR DÖNGÜ

Birincisi, bu iki “sağ popülist” (faşist) parti grupları belirgin biçimde güçlenirse, merkez sağ EPP, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in yeniden seçilmesini sağlamak için merkez sol S&D’e karşı bu gruplarla işbirliği yapmak isteyebilir. Bu koşullarda faşist blokun AB’nin geleceğini doğrudan etkileme olasılığı daha da güçlenir. İtalya Başbakanı Meloni’nin von der Leyen ile yakınlığı bu bağlamda özellikle vurgulanıyor.

İkincisi, 2008 finansal krizi ve pandemi sürecinde faşist hareketi besleyen (bir benzerine Türkiye’de tanık olduğumuz) uğursuz bir kısır döngü oluştu. 

(...)

yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, June 03, 2024

Yolculukta kimi tatsız düşünceler

 

Yolculuklarda insan tren, uçak, otobüs mekânlarına, zamanlarına tutsak olunca karışık düşünceler ve adeta zorunlu bir meditasyon kendilerini dayatıyorlar. Geçen hafta yollar boyunca, “Kızıl Goncalar”ın ilk sezonunun son bölümü ve de ana muhalefet partisinin yeni liderinin izlemeye başladığı politikanın arkasındaki mantık kafama takıldı. 

BİR DE BU VAR HA!

(...)

Dizinin, “hakikat rejimleri” birbirini dışlayan iki “dünyayı” (faniler ve laikler) barıştırma ya da en azından aralarında sürdürülebilir bir “yaşama tarzı ilişkisi” (modus vivendi) yaratma çabasının bir fantezi olduğunu düşündüysem de bu; dizide sabırla, özenle kurulmuş bir fantezi. Dizinin içine belirgin biçimde yerleştirilen reklamlar, izlek sizden ciddiyet ve düşünce beklerken “Sakın kendinizi kaptırmayın bu gerçek bir yaşam değil bir yapıntıdır” diyor, aniden sizi akışa yabancılaştırıyor, en azından tebessüm etmenize neden oluyordu. 

(...)

“Fanilerin” seküler toplumun kurumlarının (hastane, hukuk, okul, yargı) hem içinde hem de dışında yaşama, laik doktorun ve “28 Şubatçı”babasının bu durumu kabullenme eğilimleri, o gerçeğin duvarına çarptı. Dini zaman dışında gören, din konusunda yalnızca kendisine gönderme yapan (romantik/köktenci) yorum tüm fantezileri “berhava” etti. Karakterler ve izleyiciler açısından esas anagnorisis de işte buydu: “Faniler” ve “laikler” vardı ama bir de karanlık güçlerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen (takiye) “BU” vardı. “BU” ise dinin gerçeğiydi: Din çok kolaylıkla ve beklenmedik bir anda şiddeti de araçlaştıran siyasi bir projeye dönüşebilir! 

İKTİDARLA MUHALEFET BİRBİRİNE Mİ KARIŞIYOR?

CHP’nin lideri, rejimin liderleriyle içeriği açıklanmayan görüşmeler yapmaya, yumuşamadan, normalleşmeden söz etmeye başladı. Hakları ve özgürlükleri, siyasetin, konuşmanın sınırlarını daraltmaya devam eden “etki ajanlığı” gibi yasalar uygulamalar devreye girerken, gelecek kuşaklara yönelik “ruh mühendisliği” ÇEDES ve “yeni müfredat” ile derinleşirken, 1 Mayıs’ta yaşanan son derecede düşük yoğunluklu sürtüşmlerden sonra çok sayıda gözaltı ve tutuklama gerçekleşirken, “yumuşama” ve “normalleşme” ne anlama geliyordu?

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız