Wednesday, November 09, 2011

Yunanistan’da ‘darbe’

(7 Kasım 201)
Yunanistan Başbakanı Papandreu, ordu üst kademesini görevinden aldı, ama kendini bir “darbe”nin kurbanı olmaktan kurtaramadı. Belli ki o da darbeleri askerlerin yaptığına inananlardandı; gerektiğinde orduları da kullanan iktidarın aslında başka yerlerde olduğunun ayırdında değildi...

‘Demos Cratos’ mu dediniz? 
Yunanistan’da siyasetten konuşunca, Platon’un, Aristotales’in demokrasiye ilişkin kaygılarını anımsamamak olanaksız: Demokrasi yoksulların iktidarıdır; başı boş bırakılırsa zenginleri servetlerinden edebilir. Otokrasiyle demokrasi arasındaki alanda pratikte ideal olana en yaklaşanlar, zenginlerin servetini koruyan, yoksullara da kararlara bir yere kadar katılım olanağı vererek düzeni kabul etmelerini kolaylaştıran, değişik oranlarda oligarşi ve demokrasi karışımı rejimlerdir (1293a32). Ama Aristotales’in VI Kitap’ta demokrasinin türlerini tartışırken, “En İyi (istikrarlı) Demokrasi” başlığı altında, devlet hazinesinden yoksullara mali yardım yapılmasını; ama bu yardımın sadaka olarak değil, onların toprak alarak, iş kurarak yoksulluktan kurtulmalarına olanak sağlayacak biçimde verilmesine ilişkin öğütlerini de (1320b8) unutmamak gerekiyor.

Yunanistan’da (ABD ve AB’de de) üç yıldır yaşananlara bu gözlükle bakınca, “yoksulların” neden sokaklarda olduğunu ve “gerçek demokrasi” istemeye başladığını anlamak hiç de zor değil. Bırakın devlet hazinesinden yoksullara kaynak aktarmayı, devlet hazinesinden zenginlere aktarılan kaynağın yarattığı açığı kapamak için yoksulların elindekini de almaya çalışan; iş kurma, geçinme olanaklarını yok eden “demokrasilerle” karşı karşıyayız. Bu koşullarda, Avrupa’da, özellikle de Yunanistan’da rejimlerin, hızla “demokrasi”den uzaklaştığını, oligarşik özelliklerinin güçlendiğini söyleyebiliriz.

Platon ve Aristotales zamanında, yoksulların iradesinin devlete yansımasına olanak sağlayan, genel oy hakkının, kapitalist toplumlarda bir düzeni onaylama mekanizmasına dönüşmüş olduğunu, çoktandır biliyoruz. Öyle ki, daha ortada “kültür endüstrisi”, “medya makinesi” yokken ünlü anarşist düşünürlerden Emma Goldman (1869-1940), “Eğer gerçek bir değişiklik yaratacak olsaydı, genel oy hakkını da yasaklarlardı” diyordu (aktaran Mike Hume, Spike, 03/10). Bugün bu onaylama mekanizmasının çok daha güçlü ve etkin bir hale gelmiş olduğunu söylemek olanaklı. Bu yüzden, geçen hafta Yunanistan’da patlak veren referandum tartışmasının ortaya koyduğu gibi, bu hakkın bile askıya alınması, “zenginlerin” (uluslararası mali sermaye) yoksulların onayına başvuramayacak bir noktada olduklarını, demokrasiden vazgeçmeye hazır bir duruma geldiklerini gösteriyor.

Papandreu, iki yıldır neoliberal kemer sıkma paketlerini uygulayarak Yunanistan kapitalizmini ayakta tutmaya çalışıyor, bu sırada kriz derinleşiyor; toplumsal muhalefet, “yoksulların sesi” giderek yükseliyordu. AB yönetimi, geçen ay yeni bir kurtarma paketi, yeni kemer sıkma programıyla gelince, Papandreu, ayaklanmalarla, genel grevlerle sarsılan ülkede, yeni bir kemer sıkma paketinin riskini tek başına üstlenemeyeceğini, bu paketi referandum yoluyla halka onaylatırsa uygulama şansının artacağını düşündü.

Böylece Papandreu, genel seçimlere gitmeyerek hem muhalefetin yeni düzeyini yansıtacak bir meclisin oluşmasını engelliyor, hem de “kemer sıkma paketiyle AB üyeliğini özdeşleştirerek” orta sınıflara şantaj yapmayı, muhalefeti bölmeyi, medyanın, devletin etkisini de kullanarak kemer sıkma paketini onaylatmayı planlıyordu.

İlk anda çok kurnaz bir taktik gibi görünen bu adım, ortalığı karıştırdı. Belli ki ne Almanya-Fransa bloku neoliberal politikaları ne de gelinen noktada Yunan kapitalizmi AB ilişkisini bir referandumla halka onaylatabileceğine güveniyordu. Genelde AB’de, özelde Yunanistan’da kapitalizmin istikrarı, toplum üzerindeki etkisi o kadar zayıflamıştı ki, bir halkoylaması beklenmedik sonuçlar yaratabilirdi. Uçurumun kenarında dururken “demos cratos” oyunu oynamanın âlemi yoktu...


‘Darbe’ ve ‘U’ dönüşleri 
Yunan muhafazakâr basını, Yeni Demokrasi Partisi “hain”, “deli” çığlıkları atmaya başlarken Papandreu, Alman Şansölyesi Merkel ve Fransa Devlet Başkanı Sarkozy tarafından apar topar G20 toplantısına çağrıldı. Orada, Merkel ve Sarkozy, Yunanistan’ın AB’den çıkma olasılığını gündeme getirerek Papandreu’ya, referandumdan vazgeçirmek için baskı yaptılar. Papandreu direnince de baskılar referandumun içeriği üzerinde yoğunlaştı; kemer sıkma paketi değil, AB üyeliği oylanmalıydı. Bunun üzerine Yunanistan Maliye Bakanı Venizelos, “Üyelik Yunanistan’ın tarihsel hakkıdır, oylanamaz” açıklamasını yaptı. Muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi lideri Antonis Samaras da aynı düşüncedeydi. IMF, istikrar paketi meclisten geçmezse para yok, dedi. Bu basınçlara dayanamayan Papandreu da referandumdan vazgeçti.

Papandreu cuma gecesi, partisi PASOK’tan iki milletvekili, Kaili ve Panariti’nin olumsuz açıklamalarından sonra, mecliste kaybetme olasılığı çok yüksek bir güvenoylamasıyla yüzleşmeye hazırlanırken artık teknokratlardan (Eleftherotypia gazetesine göre çoğu bankacılardan) oluşan bir “ulusal birlik” hükümetinin kurulmasının gerekliliğinden, başına da Avrupa Merkez Bankası eski başkan yardımcısı Lucas Papademos’un geçmesinden söz ediliyordu (Athens News, 04/11). Samaras’ın “teknokratlar hükümeti” önerisiyse, Khatimerini yorumcularından, Versendaal’ın deyişiyle, “Yunanistan’da politikacıların artık çözümün değil, sorunun parçası haline geldiğinin itirafıydı.”

Cuma gecesi yapılan güvenoylamasını Papandreu, PASOK temsilcilerini yeni bir koalisyon hükümeti oluşturma vaadiye ikna ederek 145’e 153 oyla kazandı.

Cumartesi günü, “U” dönüşü yapma sırası Yeni Demokrasi Partisi’ne gelmişti. Parti, önce koalisyon hükümetine karşı olduğunu açıkladı, hemen genel seçimlere gidilmesini istedi. Papandreu, önce gerekirse bir başkasının başbakanlığında bir koalisyon kurulmasını, bunun da paketi onaylamasını, bunlar gerçekleşmeden seçimlerin söz konusu olamayacağını açıkladı (Athens News, 05/10).

YD Partisi lideri Samas, yine pozisyon değiştirerek Yunanistan’ın AB üyeliğini korumak için, ülkeyi en kısa sürede genel seçimlere taşıyacak bir koalisyonu tartışmaya, Papandreu’nun istifa etmesi koşuluyla açık olduklarını, daha önce onaylamayı reddettikleri kemer sıkma paketini de onaylayacaklarını açıkladı (Khatimerini, 05/11).

Evet, belki Yunanistan’da askeri bir “darbe” gerçekleşmedi, ama Almanya ve Fransa’nın verdiği “muhtıra” ülkenin siyasi yapısını kökünden sarstı. PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi müthiş bir “U” dönüşle kemer sıkma paketini halkoylamasına sunmadan meclisten geçirmeyi, bunun için bir “ulusal birlik” hükümeti kurmayı, başbakan da istifa etmeyi kabul etti.

Böylece, bir AB üyesi olarak Yunanistan’ın seçilmiş siyasi liderlerinin özgürce karar alamayacağı; halkın yaşamını etkileyen kararların halkın onayına sunulmasına izin verilmeyeceği; iktidarın, üye ülkelerin hükümetlerinde değil, bir hegemonya inşa etmekte olan Almanya-Fransa ekseninde yoğunlaşmakta olduğu gözler önüne serildi. Franz Fanon’un “ulusal mekânda ötekinin iktidarı” tanımından hareket edersek, Yunanistan’ın da neredeyse bir sömürge statüsüne indirgendiğini de...

No comments: