Thursday, September 01, 2011

Libya'yı seyrederken I ve II

I

Ekranlar, gazete sayfaları Libya haberleriyle dolu. Bir olgu bombardımanı altındayız. Hepimiz Libya’da ne olduğunu “görüyoruz”. Ama “deneyimi yaşayıp da anlamını kaçırmak” (T.S.Eliot) da var. Hem biz hem de Libya halkı için... 

Bu nedenle ben olgulardan çok, “anlam arayışları”, Libya olayı gelişirken yaşanmakta olan tartışmalarda öne çıkan noktalar üzerinde duracağım. 

‘Anlatılanlar’ ve tartışılanlar 
ABD ve Avrupa medyasında, El Cezire yayınlarında egemen olan Libya “anlatısı” şöyle: Kaddafi diktatörlüğüne karşı bir ayaklanma başladı. Kaddafi, isyancıları, “Eğer silah bırakır, teslim olursanız genel af çıkaracağım. Yoksa hepinizi kapı kapı dolaşarak bulup imha edeceğim” sözleriyle tehdit edince, Birleşmiş Milletler’in koruma sorumluluğu (R2P) ilkesine uygun koşulların oluştuğuna karar veren ABD, Fransa, İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’nden, sivillerin korunması için “gereken her şeyin” yapılmasını onaylayan bir karar çıkarttılar. NATO, Libya’daki isyancıları, Kaddafi’nin uçaklarına, roketlerine karşı, havadan korumak için devreye girdi. Bu koruma sayesinde isyancılar gittikçe güçlendiler, geçen hafta da Kaddafi rejiminin merkezi Trablus’a girdiler... Şimdi Libya’da, demokratik, dünya ekonomisine açık bir rejim inşası süreci başlayabilir. 

Libya’da yaşananlar Libya halkının özgürlük mücadelesinin bir başarısıdır. NATO yalnızca koruma işlevini yerine getirerek bu başarıyı çabuklaştırmıştır. Bundan sonra olacaklar yeni Libya yönetiminin demokrasiye geçiş sürecinin hedeflerine tabi olacaktır. 

Medyada anlatılanlar bunlar. Dış politika alanında uzmanlaşmış yayınlarda, dış politika uzmanlarının gazete köşelerinde tartışılanlar ise “biraz” farklı. 

Bu tartışmaları üç başlık altında toplayabiliriz. (1) NATO Libya’da başarılı oldu mu? Libya gelecekte - örneğin Suriye- için bir “şablon” oluşturabilir mi? (2) Obama yönetiminin Libya politikası yeni bir dış politika doktrinine mi işaret ediyor? (3) Ulusal Geçici Konseyi, Libya’yı stabilize edebilir mi? 

NATO başarılı mı? NATO Genel Sekreteri Rasmussen’e göre NATO en azından üç açıdan başarılıdır. (Foreign Affaires, Temmuz/Ağustos 2001) Afganistan’ın NATO’nun son alan dışı harekâtı olacağını düşünenlere, Libya, “önceden bilinemezlik” halinin, her güvenlik paradigmasının özünü oluşturduğunu göstermiş. NATO ve müttefiklerinin askeri kapasiteden yoksun olmadığını, zaafların siyasi karar mekanizmalarından kaynaklandığını kanıtlamış. Libya, NATO’nun hazır, becerikli ve eyleme geçmeye hazır olmasının ne kadar önemli olduğunu göstermiş. 

The Economist, NATO’nun hiç sahaya inmeden (özel kuvvetler personeli hariç), hiç kayıp vermeden çok iyi bir zafer kazandığını düşünüyor. NATO’nun ABD, Avrupa, Türkiye, körfez ülkeleri gibi farklı güçleri bir arada tutabilmesi, aralarında bir “modis operandi” kurması da bir başarı. The Economist’e göre bu eşgüdüm ve iş bölümü, gelecekte ortaya çıkacak durumlar için bir şablon oluşturabilecek. 

NATO’nun sanıldığı kadar başarılı olmadığını düşünenler, örneğin Royal United Services Institute’ün Direktörü Michael Clark, harekâta 28 üyeden yalnızca 8’inin katılmış olmasına dikkat çekiyor. Geniş çaplı ittifaklara dayalı askeri operasyonlar artık tarih olmuş. Irak’ta olduğu gibi Libya’da da bir “istekliler ittifakı” söz konusuymuş. (The Guardian, 25/08) Atlantic Council’in Direktörü James Joyner de, The National Interest’te, Libya’nın nasıl yoksul, küçük ve geri bir ülke olduğunu vurguladıktan sonra, NATO’da “birleşik vizyon” eksikliğine, kaynak yetersizliğine işaret ediyor, “Teneke bir diktatörü ancak altı ayda devirebilmek bir başarı sayılmaz. Aksine herkesin aklını başına getirmelidir” diyor. 

Council on Foreign Relations’un Ortadoğu, Kuzey Afrika uzmanlarından Robert Danin NATO’nun hareketinin kapsamını giderek genişleterek (“mission creep”) sonunda, işi “rejim değişikliği”ne vardırarak, şimdi Libya’ya tümüyle bağlanmış, Kaddafi’den sonra “kırılan devleti” yeniden yapmayı üstlenmek zorunda kalmış olmasından yakınıyor. Buna karşılık, Danin, Suriye’nin çok daha gelişmiş bir toplum olduğuna, orada devlet inşası açısından aynı ölçüde büyük sorunlarla karşılaşılmayacağına değiniyor. 

Obama’nın yeni doktrini Kimi uzmanlara göre, Libya operasyonu, Obama yönetiminin yeni bir savunma doktrini geliştirmekte olduğunu gösteriyor. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu Masası, Bush dönemi Direktörü Michael Doran’a göre, Obama’nın, Kaddafi rejimi çökerken, 18 Ağustos’ta Beşşar Esad’a “iktidarı bırak” çağrısı yapmış olması, Haziran 2009 Kahire konuşmasıyla başlayan yönelimin tükendiğinin kanıtı. Bu tükenişte, ABD’nin Ortadoğu’daki aracısı olmayı kabul eden Türkiye’nin ve Obama’nın söyleminin ortağı olmayı vaat eden Erdoğan’ın, beklenenleri yerine getirememiş olmaları da rol oynamış. Doran, şimdi yeni bir modelin inşasının gündemde olduğunu savunuyor. (Foreign Policy, 22/08) 

Demokrat Parti eğilimli Democracy dergisinin editörü, Newsweek ve The Guardian yazarlarından Michael Tomasky’ye göre, “Dünyanın bir yerinde önemli değişiklikler gündeme gelince hemen içine atlamamak... Gücünü ve etkisini temkinli bir biçimde, başkalarıyla birlikte, Libya’nın Mısır’dan, Suriye’nin de Libya’dan farklı olduğunu bilerek kullanmak” yeni bir doktrinin varlığına işaret ediyor. (Daily Beast, 23/08) 

CNN Dış İşleri Programı’nın yapımcısı ve Time dergisi editörlerinden, Fareed Zakaria da Tomasky gibi düşünüyor, hatta bu “yeni doktrinin” iyice belirginleştiğine inanıyor. Bu bağlamda, ABD, Libya’ya müdahale etmeye şu üç koşulun bir araya geldiğinden emin olduktan sonra karar vermiş: (1) Değişim için savaşmaya, ölmeye hazır bir grubun varlığı (yerli kapasite); (2) Arap Birliği’nin müdahale çağrısında olduğu gibi, bölgesel olarak kabul gören bir meşruiyet; (3) Müdahalenin yükünü, Fransızlarla ve İngilizlere gerçek bir biçimde paylaşmak. 

Zakaria’ya göre, ABD’nin desteği olmasa (Tomahawk füzeleri), kimse Kaddafi’nin hava kapasitesini bu kadar hızlı yok edemez, bu operasyon başarılı olamazdı. Bu yeni model iki şeyi gerçekleştiriyor: Dışarıdaki koalisyonla aynı amaçları paylaşan bir yerel koalisyon ve gerçek bir yük paylaşımı. Bu koşullarda ABD, eski, her şeyi kendi yapan, tüm yükü üstlenen modelden farklı olarak gereken yerde gerektiği kadar müdahale ediyor. 

Obama yönetiminin Ulusal Güvenlik Konseyi iletişim danışmanı Ben Rhodes de Libya müdahalesinin iki yaklaşımdan kaynaklandığını anlatıyor: “Rejim değişikliği amacının yerel bir güç tarafından benimsenmesi, ABD tarafından benimsenmesinden daha etkili ve meşru olacaktır.” “Bütün yük ABD tarafından üstlenilmeyecektir.” (Foreign Policy 24/08) 

Bu tartışmalardan benim anladığım şu: Libya halkı, özgürlük mücadelesi verdiğini düşünürken, ABD dış politika çevreleri, onların sırtından planladıkları rejim değişikliği projesi modelinin başarısını, gelecekte bir şablon oluşturabileceğini tartışıyorlar. 

Çarşamba günü “Geçici Konsey, Libya’yı stabilize edebilir mi?” tartışmalarına bakarak devam edeceğim.

II

Pazartesi günü Libya olayının etrafında gelişen tartışmaları üç başlık altında toplamış “Birinci” ve “İkinci” başlık altındakileri irdeleyince, “Libya halkı, özgürlük mücadelesi verdiğini düşünürken ABD dış politika çevreleri, onların sırtından planladıkları rejim değişikliği projesi modelinin başarısını, gelecekte bir şablon oluşturabileceğini tartışıyorlar” sonucuna ulaşmıştım. Bu sonuç üçüncü başlıktaki “Geçici Konsey, Libya’yı stabilize edebilir mi” sorusuna verilecek cevapla doğrudan ilgiliç

Olacak gibi değil...
Tartışmalarda, “Geçici Konsey’in Libya’yı stabilize edemeyeceği” varsayımı etrafında bir mutabakatın oluştuğu görülüyor.
Stabilizasyon için 140 aşiretten oluşan Libya’da, bu aşiretler arasında, yeni kurulacak rejim üzerinde bir mutabakatın oluşması gerekiyor.
Kaddafi rejiminin yıkılması, bu aşiretleri bir arada tutan mutabakatı ve korkuyu çözdü. Halen, isyancıların bu mutabakatı yeniden kuracak kaynaklardan ve kurumlardan yoksun olduğu görülüyor. Kaddafi ve El Magarta aşiretlerinin yanı sıra en büyük aşiret federasyonlarından, İtalyan sömürgecilerine karşı mücadelesiyle ünlü Valfall aşiretinin (Kaddafi’nin karısının aşireti) Kaddafi’yi desteklemeye devam ettiği söyleniyor. Buna karşılık, isyancı fraksiyonların arasındaki rekabetin, şimdi Trablus’a girildikten sonra bir paylaşım savaşına dönüşmesi bekleniyor. Kaddafi’nin yaklaşık 8 bin kişilik elit askeri birliğinin savaşmadan kaybolması,Saddam’ınkinin 10 katına ulaştığına inanılan silah stoklarının varlığı, bir gerilla savaşının gündemde olduğunu düşündürüyor.
Bu silah stoklarının 2 binden fazla, SA-24/Igla-S tipi portatif hava savunma roketini, çok sayıda 122 mm’lik omuzdan kullanılan roketi içeriyor olması, bunların silah piyasasına çıkma, “terörist grupların” eline geçme olasılığı kaygı yaratıyor.
Kaddafi rejimi son derecede merkezi, kurumsal yapısı çok zayıf, şiddetin ön planda olduğu bir devlet aygıtına dayanıyordu. Bu yapı, isyancılara kullanılacak hemen hiç kurum bırakmadan dağıldı. İsyancıların, bunun yerine sıfırdan yeni bir devlet inşa edecek ne örgütlenmeleri ne de kadroları var.
Peki ne olacak?’ 
“Biz elimizden geleni yaptık, artık gerisi Libyalılara kalsın”diyen var ama, bu müdahaleye neden oluşturan “Koruma Sorumluğu” (R2P) doktriniyle uyuşmuyor. Ayrıca, “kır sonra bırak git” anlamına geldiğinden ahlaken de savunulacak gibi değil. Hem de Batı’nın derin bir ekonomik krizle, bunun harekete geçirdiği bir isyan dalgası olasılığıyla cebelleştiği sırada: Cecil Rhodes’in dediği gibi, “Beyler içerde devrim istemiyorsanız, dışarda imparatorluğu (sömürgeciliği) kabul edeceksiniz.” (Dünya Ekonomisine Bakış, Cumh. 01.11.2010).
Libya olayı, talep yetersizliği, yatırım, “süper kâr” alanı eksikliği (kaçacak mekân yokluğu) sıkıntısı çeken Batı sermayesine, petrol, gaz ve devasa içme suyu kaynaklarıyla, Merkez Bankası’nın 140 ton altın stoklarıyla, özelleştirmeyi bekleyen işletmeleri, savaştan sonra yeniden yapılması gerekecek kentleriyle, altyapısıyla, silah satın alma, tüketim malı ithal etme kapasitesiyle potansiyel olarak yeni, büyük değerlenme olanakları sunuyor. Gazeteler, ABD ve Avrupa, hatta Körfez şirketlerinin çoktan kuyruğa girdiğini bildiriyorlar.
ABD’nin, hiçbir Afrika ülkesi kabul etmediği için halen İsviçre’de üstlenmiş Afri-Com ordusu için Afrika’da bir yer bulmak gerekiyor. 

Council on Foreign Relations’ın direktörü Richard Haas’a göre“şimdi oluşmaya başlayan durumu Libyalıların kendi başlarına yönetmeleri olanaklı değil”... “Düzeni kurmak ve korumak için, uluslararası bir gücü de içerecek bir uluslararası yardım, bir süre için gerekli olacak”... “Obama’nın sahaya asker indirmeme kararını değiştirmesi, ilk elde en azından yüzlerce sivil ve asker danışman gönderilmesi gerekecek” (Financial Times, 22/08).
Mart ayında NATO Kuvvetleri Komutanı Amiral Samuel Locklear, “Kaddafi’nin devrilmesinden sonra küçük bir gücün devreye girmesi gerekebilir” (The NewStatesmen, 25/08) diyordu. Mayısta, Amiral James Stavridis, ABD Kongre Komisyonu’nda konuşurken “Bir stabilizasyon rejimi olasılığından söz etmişti”. Geçen hafta salı günü NATO sözcüsü, Oana Lungescu, “Libya’da devrimciler talep ederse yardıma istekli olduklarını” açıklamıştı (Wired, 23/08).
NATO olaya, masumların öldürülmesini engellemek için hava kalkanı kurmak üzere başladı, sonra doğrudan Kaddafi güçlerine saldırmaya başladı, “rejim değişikliği” hedefini benimsedi, şimdi de “yeniden yapılanmayı” üstlenmeye hazırlanıyor
.
Karşımızda sanırım şimdi yeni bir model var: Önce bir devrimci dalga, dalganın denetim altına alınarak, liderliği belirlenerek silahlı isyana dönüştürülmesi, bu liderliğin NATO’dan sivillerin koruması için yardım istemesi, Batı’nın etkisi altındaki bir uluslararası bölgesel örgütün (Arap Birliği) onayı arkasından “rejim değişikliği”, yeniden inşa bahanesiylesömürgeleştirme...

No comments: