Monday, June 28, 2010

Zirvelerden Bakınca...

Hafta sonunda yapılan G8 ve G20 zirvelerinden dünyaya bakanlar hiç de iyi bir görüntü ile karşılaşmadılar. En zengin ülkelerin örgütü G8 toplantısından çıkan bildiri, “ekonomik toparlanmanın çok kırılgan olduğunu, korumacılık eğilimlerine direnmek gerektiğini” vurguluyordu.

Bu yazı yazılırken henüz yapılmamış olan G20 toplantısı öncesinde, geçen hafta boyunca yoğunlaşan tartışmalar ise, krizin hâlâ devam ettiğini, krizi yönetmeye ya da aşmaya yönelik politikalar üzerinde mutabakat oluşamadığını gösteriyor, G8 bildirisindeki “kırılgan toparlanma” saptamasının bile oldukça iyimser bir beklenti olduğunu düşündürüyordu.

Financial Times’ın bir başyazısında dile getirilen, krizin yönetilmesine ilişkin görüş ayrılıklarının G20 zirvesinde aşılamaması halinde “küresel siyaset, basit tartışmaların ötesinde kötü biçimler alabilir” uyarısıysa, gelinen aşamanın niteliği ile uyumluydu.

Kredi krizi aşılamıyor

2007’de patlak veren kredi krizi tüm şiddetiyle devam ediyor. Bu krizin oluşma sürecinin son aşamasında, varlığa dayalı çıkarılan borç enstrümanlarında (CDOs) görülmemiş bir patlama yaşanıyordu. Financial Times’ın mali sayfalar editörü Gilan Tett’in aktardığına göre Anglosakson ekonomilerinde, 2006 yılında satışları 560 milyar dolara ulaşan bu piyasada, 2007 yılındaki çöküşten sonra, satış hacmi 2009 yılında 4 milyar dolara kadar düştü. Avro piyasalarında da 2007’de 500 milyar dolar olan satışlar, 2009’da 30 milyar dolara geriledi.

Bu madalyonun öbür yüzündeki görüntü daha da korkutucu. Çöküşten önce, Avro piyasalarında bu enstrümanların yüzde 95’i özel sektöre satılırken, şimdi yüzde 95’i Avrupa Merkez Bankası’nca alınıyormuş. Tett, “Şimdi bu kâğıtlara ne olacak” diye soruyor ve ekliyor: “Ya hükümetler satın almaya devam edecekler. Ya da kredi daha da kıtlaşacak ve maliyetleri artacak.”

Geçen haftalarda yaşanan tartışmalar, Alman ve İngiliz hükümetlerinin, kemer sıkma konusundaki kararlı tavrı, birinci seçeneğin artık tükendiğini gösteriyor. İkinci seçenek ise iflasların, durgunluğun derinleşerek depresyonun uzayabileceğini düşündürüyor.

Euroentelligence’ın direktörü, Almanya Financial Times’ın editörlerinden Wolfgang Münchau’nun, bu köşede daha önce vurguladıklarımızı da destekleyen saptamaları, banka krizinden devletin mali krizine dönüşen sürecin kısa sürede yeniden banka krizine dönüşeceğini gösteriyor. Münchau, “Bu aslında her zaman bir banka kriziydi, devletlerin mali krizi değil” dedikten sonra ekliyor:“Piyasalar şimdi bunun ayırdına vardıkları için, Avrupa Birliği’nin açıkladığı 440 milyar Avro’luk koruma aracına rağmen yatışmıyorlar”... “AB’de ne yapılsa bir sonuç alınamıyor.”

Münchau’nun “bir kriz sonuna kadar gidecek” kanaatinin arkasında çok korkutucu bir tablo var. Alman bankalarının İspanya, İrlanda, Portekiz ve Yunanistan’dan alacakları sırasıyla ve milyar dolar olarak, 200, 175, 50, 50. Fransız bankalarınınkiler ise aynı sırayla, 250, 80, 100, 50. Bu alacaklar Almanya ve Fransa’da GSMH’nin yüzde 25’ine ulaşıyor. İspanya ve İrlanda’nın yabancı bankalara toplam borçları, sırasıyla, 1100 milyar dolar, 800 milyar dolar olmak üzere toplam 2 trilyon dolar. Bunun ne kadarının batık borç olduğunuysa hâlâ kimse kesin olarak bilmiyor.

The Economist’in tepetaklak dünyası

The Economist bu hafta borç krizinin nedenleri ve aşılmasına ilişkin önlemleri tartışan bir özel ek yayımladı. Bu ek, ekonomik çözümlerin tartışıldığı yerlerde kafaların ne kadar karışık, niyetlerin de ne kadar kötü olduğu konusunda önemli ipuçlarını içeriyordu.

The Economist’e göre borç krizinin nedeni, düşüncesizce, hesapsız kitapsız borçlanan tüketiciler ve girişimciler. Diğer bir deyişle, rekabet süreci içinde sürekli kapasite fazlası üreten, bu kapasitenin ürettiği malları satmak için, insanları, her türlü reklam aracıyla,‘estetik yöneticilikle’ hazlarına odaklanmış tüketim, marka manyağına çeviren sermayenin hiçbir sorumluluğu yok. Bu yeni tüketici türünün geliri‘tüketim manyaklığını’ desteklemeye yetmeyince, her türlü kredi enstrümanının yayılmasına göz yuman, hatta kolaylaştıran hükümetler, merkez bankaları masum. Bu hızla büyüyen kredi piyasasına, türev araçlarıyla yapışarak sonunda patlatan asalakların multi-milyonluk ikramiyeleri, hükümetler tarafından kurtarılmaları ve yükün halkın sırtına yıkılması olağan...

Diğer bir deyişle, krizin nedeni, her şeyi kendine tabi kılarak genişleyen bir “kâr makinesi” olarak sermaye değil. Krizin nedeni, onun genişleme (etrafındaki her şeyi tüketme) sürecine, ‘tüketim manyağına’ çevrilerek yem yapılan (tüketilen) insanlar. Sermaye şimdi kurtarılmayı beklerken, ikincisine, tutumluluğun, fedakârlığın erdemleri üzerine vaaz dinlemek, acılara katlanmayı öğrenmek kalıyor. Mustafa Balbay’ın deyişiyle, bizlere bir şeyleri“feda” etmek, sermayeye de “kâr” oranlarını restore etmek düşüyor… Ama nasıl?

Tarihsel çelişki...

Çözüm olarak iki seçenek dayatılmış durumda: “Hemen şimdi büyüme”, “hemen şimdi kemer sıkma”. Birincisi, bankalara verilen desteklere, kredi piyasasını şişirmeye, “tüketim manyaklığına” (geçen 25 yılda dünya ekonomisinin, gezegenin kaynakları, insanların ruhsal durumlarında oluşan tahribata aldırmadan) devam diyor. İkincisi, bütçe açıklarını, borç yükünü tasfiye etmek için toplumsal harcamaları (getireceği yoksullaşmaya, maddi ve ruhsal yıkıma aldırmadan) hemen ve en derin biçimde kesmek gerektiğini savunuyor. Economist’in tepetaklak dünyasında, her ikisini de ama“büyümeye öncelik vererek” gerçekleştirmek gerekiyor: Hem kırk katır, hem kırk satır…

Bu işleri (özellikle siyasi riskleri) daha iyi bilenlerden birine, örneğin dünyanın en büyük bono yönetim fonu Pimco’nun CEO’su El-Erian’a göre, Batı ülkelerinin, büyüme ve kemer sıkma ikileminin ötesine geçmeleri, sürece, hem uzun hem kısa dönemli önlemler açısından bakmaları gerekiyor. El-Erian’a göre, insan sermayesinin geliştirilmesi, emek gücünün yeniden eğitilmesi, emek hareketliliğinin arttırılması, altyapı ve teknolojik yatırımlara öncelik verilmesi, en önemlisi de siyasi risklerin azaltılması için, acilen toplumsal güvenlik ağlarının güçlendirilmesi gerekiyor. El-Erian, dünya derin yapısal dönüşümler beklerken, liderlerin, kısa dönemli bir kafa yapısına kilitlenmiş olmalarından yakınıyor...

El-Erian haklı, ama yanılıyor. Çünkü kendi denetlediği sermayeyle, genel olarak sermayeyi birbirine karıştırıyor, genel olarak sermayenin, akılcı bir biçimde yönetilebileceğini, görüş ayrılıklarının, bireylerin yetersizliğinden kaynaklandığını düşünüyor.

Evet, dünya ekonomisinin ulaştığı karmaşıklık, bütünleşmişlik düzeyi, uzun dönemli düşünmeyi, aktörler arasında eşgüdümü gerektiriyor. Diğer bir deyişle planlamayı, merkezi bir iradeyi... Ancak sermayenin çok katmanlı, çok karmaşık, çoğu uzlaşmaz iç çelişkilerinin etkisinin harekete geçirdiği insani ve teknolojik etkenler her ikisine de olanak vermiyor. Krizden çıkmanın tek yolu, krizin,“fazlalıkları” temizleyerek sonuna kadar gitmesinden geçiyor. Bu ise üretici güçler, insan kaynakları, birikmiş servet, üretim kapasitesi, gezegenin çevre koşulları açısından büyük bir yıkım anlamına geliyor.

No comments: