Tuesday, December 01, 2009

‘Sabahları Napalm Kokusuna Bayılıyorum’

Dubai World, Kurban Bayramı’yla, Şükran Günü tatilleri, diğer bir deyişle, tam medyada ölü dönem başlarken borçlarını askıya aldığını açıkladı. Yaklaşık sekiz aylık bir dinginlikten sonra, Dubai’den gelen bu açıklama, piyasalarda panik yarattı. Wall Street Journal’ın bir yorumcusunun deyişiyle “yatırımcıları, krizden çıkmaya ilişkin uzun dönemli varsayımları gözden geçirmeye zorladı” (27/11).

Yeni bir rekor mu?

İngiltere’de Daily Telegraph da Beckett’in Oyunun Sonu piyesindeki, “Telaşlanacak bir şey yok, olay kendi seyrini izliyor” sözlerini anımsatan bir yaklaşımla “Gelin hakkını verelim. Belki de Dubai yeni bir rekor kırmaya çalışıyordur. Önce bize en büyük binayı, en büyük kapalı salon ski slalomunu, en büyük eğlence parkını, en büyük alışveriş merkezini verdi. Dubai, şimdi de bize en büyük borç piyasası fiyaskosunu vermeye çalışıyor olabilir” (27/11/09) diyerek dalga geçiyordu.

Bloomberg, Financial Times, Business Week, aklınıza gelen hemen tüm finans piyasasıyla ilgili “blog”lar, Perşembe’den bu yana Dubai ile ilgili, mali krizin en büyük devlet borcu iflasının (sovereign debt default) gündemde olduğuna, aşırı borçlu ülkelere yönelik risk algısının değişeceğine, “Dubai’nin buz dağının görünen ucu” olduğuna ilişkin yorumlarla doluydu. Ama tüm bu haber ve yorumların içinde ben en çok “Sabahları napalm kokusuna bayılıyorum” başlığını sevdim (Naked Capitalism, 27/11/10). Yazar “Ben piyasaların tarumar olmasından zevk almıyorum, ama bunların olacağını biliyordum, portföyümü de ona göre düzenledim” diyordu.

Benim portföyüm filan yok. Ama ben de, toplumsal ve ekonomik süreçlere ilişkin benimsediğim perspektifin bana düşündürdüğü öngörüler gerçekleşince, “napalm kokusu” olmasa bile, hele Dubai’nin devasa kitch binalarını düşününce, Almanların deyimiyle bir “Schadenfreude” (üzülür gibi yaparken, aslında haz almak) yaşıyorum. Geçen yıl 24 Kasım tarihli yazıma bakarsanız, “Dubai’de vinçlerin sustuğuna” ilişkin bir gözlemi size aktarmış olduğumu göreceksiniz…

İşin “sırrı” şurada: Önce piyasaların rasyonel, kapitalizmin insan doğasına en uygun üretim tarzı olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan vazgeçeceksiniz. “İyimserlerin”, her gün önlerindeki haber kırıntılarına odaklandığı için burunlarının ucundan ötesini göstermeyen merceklerine itibar etmeyecek, her olasılıkta hem ileri hem de geriye doğru, uzun ve orta dönem gelişmeleri, sistemin tektonik hareketler gibi yavaş gelişen, gözlemlenmesi çok zor eğilimlerini düşünmeye çalışacaksınız. Günlük bilgi kırıntılarını bu zeminde yorumlayacaksınız… Ama, doğrusunu isterseniz ben iyimserlerin de hakikaten iyimser olduklarına inanamıyorum. Geçen yıl bu zamanlar, Dubai’nin başının dertte olduğunun eğer ben ayırdına vardıysam, her gün piyasayla haşır neşir olan bu insanların, durumu çok daha önceden, tüm ayrıntısıyla biliyor olmaları gerekmez mi? Gerçekten de toplam 60 milyar borcun aslında gerçeği yansıtmadığı, bilanço dışı kalemlerle birlikte iki misli bir büyüklüğün söz konusu olabileceğine ilişkin uyarılar hemen ortaya dökülmeye başladı. Kısacası, ben bu “iyimserlerin” aslında bizi kasıtlı olarak yanılttıklarına inanıyorum. Ama kim bilir.. bekli de bunlar, gerçekten de burunlarının ucundan ötesini göremiyorlar.

Buz dağının görünen ucu mu?

Dubai krizinin ilk elde, toplam 60 milyar dolarlık gecikmiş siparişlerini teslim etmeyi bekleyen Boeing ve Airbus gibi dev uçak şirketlerini, HSBC, RBS gibi İngiltere bankalarını sarsması kaçınılmaz (Business Week, 27/11). Ama, Dubai’nin borç yükü, 60 milyar dolar değil de, kimi yorumcuların vurguladığı gibi 90-120 milyar dolar (Prudentbear, Bloomberg, 27/11) bile olsa, son tahlilde, Lehman Borthers’ın 613 milyar dolara ulaşan yükümlülükleriyle karşılaştırılınca oldukça mütevazı bir düzeyde kalıyor; tek başına yeni bir kredi krizi yaratması olanaklı görünmüyor. Üstelik bu yükümlülüklerinin bir kısmının Abu Dabi gibi petrol zengini ülkeler tarafından karşılanması olasılığı da var. Paniğe yol açan, “Dubai yeni bir çöküşün ilk dominosu mu?” (The Guardian 26/11) “Diğer borçlu ülkelere de bulaşacak mı?” (Wall Street Journal, 28/11) gibi soruların yeniden gündeme gelmesi.

Gözlemciler, Dubai’nin borçlu ülkelere ilişkin risk algısını etkileyerek, Kredi İflas Sigortalarının (CDS) fiyatlarını hızla yükseltmeye başladığına, bir bulaşıcılık olasılığına dikkat çekiyorlar. Tam bu noktada Dubai, bizi doğrudan ilgilendirmeye başlıyor. Çünkü bir bulaşıcılık senaryosu bağlamında, Endonezya, Macaristan, Polonya, Letonya, Bulgaristan, Güney Afrika, Baltık ülkeleri, özellikle Yunanistan gibi ülkelerin yanı sıra, ne yazık ki Türkiye’nin de adı geçiyor (Market Watch, 27/11; Wall Street Journal, 27/11). Danske Bank’tan Lars Christiansen “Bulaşıcılığın Dubai’den Emirliklere, Türkiye ve Güney Afrika’ya kadar bulaşması, sandığınızdan çok daha doğal bir süreç” (Financial Times 27/11) diyor. Gerçektende Dubai’deki durum da, son tahlilde, bir borçlanarak ekonomi çevirme olayı değil mi? Prosperity Capital Management, adlı yatırım kuruluşunun genel müdürü Mattias Westman da bu, “Alacaklılara güvensizlik sorunundan başka bir şey değil.. Önce morgıç alacaklarından kaygı duyuluyordu. Sonra aşırı kaldıraçlı bankalar geldi. Şimdi top Dubai’ye kadar yuvarlandı” (WSJ). Buradan nerelere gideceğini bu hafta görmeye başlayacağız.

Ama bu sırada, piyasacıların “reel ekonomi” dediği şeyi de unutmayalım. Burada, kısa dönemli veriler, Asya ülkelerinin, Almanya, Fransa, Japonya ekonomilerinin toparlandığını, resesyonun sona ermekte olduğunu gösteriyor. ABD için de benzer bir saptama yapmak olanaklı. Üzerinde büyük şamata yapılan ABD büyüme verileri, ilk gözden geçirmeden, yüzde 3.5’ten yüzde 2.8’e geri çekildi; bu oran gelecek değerlendirmede biraz daha küçülecektir ama.. tüketici harcamalarında, var olan evlerin satışlarında ufak da olsa bir toparlanma var. Buna karşılık, beyaz eşya siparişlerinin ekim ayında beklenmedik bir düşüş sergilemesi, yeni yapılan evlerin satışlarındaki gerilemenin devam etmesi görüntüyü bulanıklaştırıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın verileri, hane halkına ve şirketlere verilen kredilerde eylül ayında yaşanan yıllık gerilemenin ekimde de devam ettiğini, kredi piyasasının açılmamakta ısrar ettiğini gösteriyor (Bloomberg 26/11).

Resesyondan çıkışın arkasındaki kurtarma paketlerinin enerjisi tükenirken, IMF, “yeni bir kurtarma paketinin sokaktaki insan tarafından hoşgörüyle karşılanmayacağını, demokrasiyi zedeleyeceğini” söylüyor (The Times, 23/11).

Dubai’den gelen mali sarsıntı da, resesyondan çıkışın uzun, sancılı bir süreç olacağını bir kez daha gösteriyor.

No comments: