Wednesday, March 11, 2009

Derinleşen Kriz, Yoğunlaşan Diplomasi Trafiği Üzerine…

Ekonomik kriz derinleşmeye devam ediyor. Alınan tüm tedbirlere karşın henüz tünelin ucunda bir ışık yok. Yine de Çin’de farklı bir dinamiğin işlediği söylenebilir.

Obama yönetiminin geçen hafta yoğunlaşan diplomasi trafiğini izlerken, “Acaba, bu yoğunlaşmayla, Çin’in dünya ekonomisinin geri kalanından daha farklı bir yol izliyor olması arasında bir ilişki kurulabilir mi?”diye düşündüm. Robert Kaplan’ınForeign Affaires dergisinin Mart/Nisan sayısında yayımlanan“Centre stage for the twenty - First Century - Power Plays in the Indian Ocean” başlıklı denemesini okurken bu algım daha da güçlendi.

‘L’ biçimi ve 3-5 yıl…

Ekonomik krizden başlarsak, Prof.Roubini’ye göre “L” biçimi, bir depresyon durumuna çok yakın, 2010 sonuna kadar sürmesi olasılığı gittikçe artan bir küresel resesyon yaşıyoruz… Bazı Çin kaynaklı uluslara- rası ekonomi analistleri, örneğin China Reformdergisinden Wu Jiandong, krizin üç ile beş yıl sürmesini bekliyorlar(The Asia Times 06/03).

“Depresyon” sözcüğü, anlamı üzerinde tartışmalar sürse bile, 2007’den bu yana yaşanan sarsıntıları betimlerken giderek daha çok kullanılır oldu. Yayın yaşamına 19. yüzyılda başlamış olan The Nation dergisine göre bu“İkinci Büyük Depresyon”.Bankacılar, krizi kemiklerinde hissettiklerinden olacak, artık resesyon - depresyon arasındaki ince ayrımlarla uğraşmadan, içgüdüsel olarak, örneğinMonument Secuities’den Stephen Lewis gibi, “Ekonomi politikaları sonuç alıyorsa resesyondur, almıyorsa depresyon” (The Guardian, 26/02) diye düşünebiliyorlar. Önde gelen borsalarda yaşanan rekor düzeylerdeki kayıplar, geçen hafta aktardığım gibi dünya ticaretindeki çarpıcı daralma, IMF’nin bu yıl dünya ekonomisinde en fazla yüzde 0.5 büyüme hızı beklentisi bu algıları haklı olarak güçlendiriyor. Mali sektör ile reel sektör arasında oluşan fasit dairede, batık alacaklar ve kapasite fazlası önemli ölçüde yok edilmeden, kârlılıkta iyileşme belirtileri görülmeden düze çıkılamayacağını söylüyor.

Bu sırada Çin

Bu koşullarda, Çin ekonomisinin büyüme hızında, belirgin bir düşüş olmasına karşın yine de geçen yıl yüzde 5-6 düzeyinde gerçekleşmesi, farklı bir dinamiğe işaret ediyor. ABD’de Obama’nın krize müdahale paketi daha şimdiden 1.75 trilyon dolar bütçe açığı öngörürken, Çin’in elinde, 2 trilyon dolardan fazla rezerv kaynak olması, Başbakan Wen Jiabo’nun geçen perşembe günü Ulusal Halk Kongresi’nde yaptığı iddialı konuşma bu “farklı dinamiğin” göstergeleri.

Nitekim Jiabo, hükümetinin bu yıl yüzde 8 büyüme hızını yakalamak için gereken harcamaları yapmaya hazır olduklarını açıklaması, yerlerde sürünen dünya borsalarında olumlu bir rüzgâr estirdi. Birçok finans gazetesi bu gerçeği yakalarken,Financial Times Deutschland’ın yorumu özellikle ilginçti. FT Deustchland’a göre “Kötü ekonomik haberlerin ardının arkasının kesilmediği ve ülkelerin yıkımın eşiğinde durduğu bir dönemde, dünyanın bir liderlik beklentisi içinde olması doğal. ABD krizde başarı vaat eden gerçek bir reçetesi olduğunu gösteremeyince, dünyanın dikkati Çin’e döndü” (Der Spiegel, 06/03).

Dünyanın ama özellikle de ABD yönetiminin dikkatinin Çin’e dönmesinin bir başka nedeni daha var. ABD’nin Uzakdoğu’daki en önemli müttefiki ve Çin’i dengeleme kapsitesine sahip Japonya, derin bir ekonomik krize ek olarak bir de siyasi liderlik krizi yaşıyor (Far Eastern Economic Review 25/02). Bu sıradaYomuiri Shimbun, Çin’in krize rağmen savunma harcamalarını2009’da yüzde 14.9 arttırmasının ne anlama geldiğini sorarak (07/03) iki ülke arasındaki ilişkilerin, dengenin askeri boyutuna dikkat çekiyordu.

Ancak ABD’nin Çin’e ilişkin kaygılarının başında sanırım, Çin’in kriz içinde sergilediği, ekonomik dinamikleriyle, örneğin 2 trilyon dolarlık rezervlerini kullanma tarzının, olası jeopolitik sonuçları geliyor.

The Asia Times’da yayımlanan,Antoaneta Bezlova, Robert M. Cuttler imzalı iki araştırma, Çin’in, dünyanın, enerji, ham madde kaynakları alanlarında bir satın alma ve kredi dağıtma telaşı içinde olduğuna dikkat çekiyordu. Böylece Çin, Rusya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya ve Ortadoğu’ya kadar birçok enerji edinim kontratı imzalıyor; karşılığında, çok uygun koşullarda toplam 50 milyar dolar kredi dağıtıyor.. hem de kredi piyasasının tam anlamıyla kuruduğu bir dönemde... Böylece, kendine gittikçe genişleyen bir ekonomik siyasi etki alanı inşa ediyor, ekonomisinin gereksinimlerini de garantilemiş oluyor. Kimi analistler, Çin’in doğal kaynak edinimlerinden, giderek ABD ve AB’de sanayi şirketlerini satın almaya yöneleceğine, örneğin Tsingua Üniversitesi’nden Çin Merkezi Direktörü Li Caoku, “Çin’in ABD ve Avrupa’nın bazı otomotiv devlerini listesine aldığına”inanıyorlar.

‘Zarif gerileme’

Kaplan’ın Foreign Affaires’deki denemesi de geçen yıllarda artık iyice yerleşen “ABD sonrası dünya düzeni” üzerineydi ve ABD’nin bir “zarif gerileme”(elegant decline) sürecini başarıyla yönetebilme koşullarını tartışıyor, 21. yüzyılda dünyanın jeopolitik merkezinin Hint Okyanusu’nda yer aldığını ileri sürüyordu. Kaplan’a göre bu bölge, dünyanın en önemli enerji ve deniz ticareti yollarının yanı sıra, Sahra’dan Endonezya’ya kadar İslamın merkezi önemiyle enerji politikasını birleştiren, Hindistan ve Çin’in yükselmesini içeren çok merkezli ve çok katmanlı bir özelliğe sahip.

Kaplan, ABD’nin bu bölgede üç jeopolitik sorunla karşı karşıya olduğunu düşünüyor: Büyük Ortadoğu’nun stratejik kâbusu, eski SSCB’nin güney bölgesini etkileme yarışı, Hindistan ve Çin’in bu bölgede gittikçe artan varlığı. Kaplan’a göre ABD, bu bölgede etkisinin giderek azaldığının bilinciyle, büyük güçleri birbirine karşı dengeleyerek, vazgeçilmez ülke konumunu koruyarak bir “zarif gerileme” süreci inşa etmek istiyor.

Obama yönetiminin yoğunlaşan diplomasi trafiği, bu zeminde, Çin’le ilişkilendirilebilir diye düşünüyorum. ABD, NATO-Rusya konseyini canlandırarak, Rusya’yı, İran’a baskı yapması karşılığında da Füze Kalkanı Projesi’ne katmayı, Ukrayna ve Gürcistan’ın AB’ye üyeliğini gündemden kaldırmayı önererek Rusya ile arasındaki buzları eritmeyi amaçlıyor; İran’ı Afganistan konferansına çağırarak görüşme yollarını açıyor. Sanırım, ABD, Bush döneminin dayatmacı, ABD’yi yalnızlaştırıcı, hatta adeta yeni bir “soğuk savaş” kışkırtıcı dış politikasını terk ediyor; Avrupa, Rusya, İran ve Büyük Ortadoğu’da (Batı Asya- Doğu Afrika), işbirliğine dayalı ilişkiler oluşturmaya çabalıyor. Böylece ABD, çok geniş bir bölgede gerginlikleri yumuşatmak, Hindistan ve Pakistan çelişkisini bu ilişkiler ağı içine hapsetmek, Çin karşısında dengeleyici bir platform kurmanın olanağını arıyor.

No comments: