Thursday, January 29, 2009

Kriz ve Toplumsal Çelişkiler

Kriz derinleşmeye, dünya ekonomisi küçülmeye devam ediyor. Kriz eğilimlerini finansal alana (spekülasyon, sermaye ihracı), dış ticarete kaçarak dışlama yolları kapandıkça, sermaye içe (ulusal ekonomiye) dönerek dikkatini maliyetleri düşürme, iç pazarı koruma ve iç pazarda payını genişletmek için merkezileşme önlemleri üzerinde yoğunlaştırıyor. İçe dönüş ister istemez toplumsal huzursuzlukların patlama noktasına doğru ısınmasını hızlandırıyor.

‘Gangsterler’ ve ‘kundakçılar’

IMF dünya ekonomisinin 2009 büyüme hızı beklentisini yüzde 2.2’den yüzde 1-1.5’e çekti. Dünya ekonomisinde resesyon sınırının yüzde 2.5 olduğunu anımsarsak bir depresyona doğru ilerlemekte olduğumuzu düşünebiliriz.

Dünya ekonomisi hızla küçülürken geçen hafta banka krizinin şiddetle geri gelmesi, finansal kriz ile reel ekonomi arasında, oluşmasından korkulan fasit dairenin yerleşmiş olduğunu gösteriyordu: Önce mali kriz reel ekonomiyi vurdu, sonra reel ekonomi mali sektörü vuruyor… Alman Sosyal Demokrat Partisi Başkanı Müntefering, bazı bankacıları gangsterler ve kundakçılar”sözleriyle suçlarken fasit dairenin kalıcılaşmasına ilişkin artan korkular, Atlantik’in iki yakasında, banka sektörünün, bir an evvel kısmen ya da tamamen devletleştirilmesi gerektiğine ilişkin savları güçlendirdi, tartışmaları yoğunlaştırdı (The Economist, New York Times, Financial Times).

Mali kriz vesilesiyle sürekli faiz indirimleri, bankaların, kimi sanayi şirketlerinin kurtarılması, yabancı şirketlerce satın alınmalarının önlenmesi, kısmı devletleştirmeler, hem serbest piyasa savlarının iflas ettiğini hem de ekonomik korumacılığın dolaylı yollardan hızla yayılmakta olduğunu gösteriyordu.

ABD’de yeni Obama yönetiminin Hazine Bakanı adayının, geçen hafta, Çin’i döviz manipülasyonu yapmakla suçlaması, doğrudan korumacılığın da sırada beklemekte olduğunu düşündürüyordu. Dikkatlerini iç pazarda odaklaştıran sanayicilerin ve işsizlikten korkmaya başlayan sendikacıların korumacılık korosu gittikçe güçleniyor. Korumacılık dış tehdit (şimdilik ekonomik) algısını güçlendirdiğinden milliyetçilik ve ırkçılık da ister istemez güçleniyor.

Wall Street Journal, Financial Times yorumcularına göre, bu hafta başlayacak olan Davos zirvesine kötümserlik, günah çıkarma ve suçlamalar damgasını vuracakmış.

Kaynama noktasına doğru…

Sermayenin içe dönerek maliyet unsurları üzerinde yoğunlaşmaya başlaması, işçi çıkarmaları hızlandırıyor, çalışanlar üzerindeki baskıyı arttırıyor. Bu koşullarda, toplumsal huzursuzluklar giderek toplumsal çatışmalara dönüşmeye başlıyor, öncelikle de Avrupa Birliği’nin, toplumsal destek sistemleri, IMF’nin neoliberal reform programları kapsamında tırpanlanmış, çevre ülkelerinde... AB’nin merkezinde işini kaybeden göçmen işçilerin ülkelerine dönmeye başlamasıyla bu çatışmaların daha da artması bekleniyor.

Bu çatışmaların ilk örneğini haftalarca süren Yunanistan ayaklanmalarında izlemiştik. Geçen haftalarda da, Letonya, Litvanya, Bulgaristan, Romanya’da 20 binden -2 bin kişiye, değişen yoğunluktaki gösterilerde, sosyal güvelik harcamalarındaki kesintiler ve işsizlik artışı protesto edildi; polisle sert çatışmalar yaşandı (The Observer,www.wsws.org/ ”www.WSWS.org). Ekonomisi çökme noktasına gelen İzlanda, tarihinde belki de ilk kez polisle göstericilerin çatışmasına şahit oldu.

Bu sürecin karanlık yüzündeyse ırkçılık ve Avrupa’dan söz ettiğimize göre, Yahudi düşmanlığı var. Nitekim özellikle İsrail’in üç haftalık Gazze saldırısına karşı yürütülen protest gösterilerinin ikliminde, Yahudi düşmanlığını içeren eylem ve söylemlerde ani bir sırçama yaşandığı görülüyor.

Bu sıçramanın birbirine bağlı üç nedeni var: (1) Papa’nın soykırımı reddeden bir piskoposu görevine iade etmesinin bir kez daha gösterdiği gibi, Hıristiyanlığın yapısında olan Yahudi düşmanlığının, Filistin sorunuyla birlikte, siyasal İslama oradan da geniş Müslüman kitlelere bulaşmış olması. (2) Krizde mali sermayenin bir toplumsal nefret nesnesine dönüşmesinin, Yahudi-tefeci arketipiyle, Yahudi düşmanlığına giden geleneksel kapıyı yeniden açması. (3)İsrail’in Gazze saldırısı karşısında, haklı bir zeminde başlayan protestolarda sol grupların, ülkelerindeki Müslüman kesimle dayanışmak kaygısıyla, siyasal İslamın ya doğrudan ya da soykırım analojisiyle, simgeleriyle dolaylı olarak dile getirdiği Yahudi düşmanı sloganlara gözlerini kapamaları.

Bu kriz giderek 1873 ve 1930 buhranlarına benzemeye başlıyor…

No comments: