Monday, August 04, 2008

Yeni bir Türkiye mi kuruluyor?

(Cumhuriyet 28/07/08)

(ya da tatildeyken, oldukça spekülatif düşünceler)
AKP davası, Ergenekon derken birileri “yeni bir Türkiye kuruluyor” havasına girdiler. Eski “militanlar” “İç savaşta taraf seçmekten” söz ediyorlar. Chatam House’dan Fadi Hakura da, Türkiye’de “yeni bir tarz siyasetin” doğmak üzere olduğunu ileri sürüyordu. Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever’in Perşembe günkü yazısında yaptığı özet de, bu “yeni Türkiye” beklentisinin içeriğini bence, çok güzel özetliyordu.

Ülsever’le aynı dünya görüşünü paylaşmadığımdan, saptamalarını ister istemez, yorumlayarak özetleyeceğim: Bu “yeni Türkiye”, parlamenter (genel seçimler ve siyasi partiler) bir rejimi benimseyen, ama “demokrasinin sınırlarını” siyasal İslam’ın “hakikat rejimi” temelinde yeniden düzenleyen, uluslararası sermayeye açık, AB ve Avrupa’nın bölge politikalarının hayata geçirilmesinde işlevsel bir ülke olacak.
Belki, ama henüz değil?
Böyle bir Türkiye, gerçekten kuruluyor mu? İki nedenle “belki”. Ülkede ve ABD Avrupa ekseninde böyle bir niyet ve çabalar var. İkincisi, yerine yenisini bırakmak üzere ortadan kalkacak olan “eski”nin yıkılma süreci, hatta bu yıkımı benimsemeyi kolaylaştıracak psikolojik ortamın oluşumu oldukça ilerlemiş, hatta belki de geri dönülemez bir noktaya gelmiş gibi görünüyor.

Ama “henüz değil” derken, “yeni Türkiye” projesinin ülkedeki sürücüsü AKP ve çevresini bu güne kadar destekleyen uluslararası ortamın, özellikle kimi bileşenlerinin değişmeye başladığını düşünüyorum.

Bu nedenlerle “Eski Türkiye’nin” dağılmakta olduğunu söylemek olanaklı ama, yenisinin kurulmasına ilişkin çabaların henüz bir “ekolojik hakimiyet” (Bob Jessop’un bir kavramını ödünç alırsak: Kendisine karşı güçlerin yapacakları etkiden daha güçlü bir etki yaratma kapasitesini kalıcılaştırmış) kurmuş olduğunu söylemek olanaklı değil. Bu “Yeni Türkiye” projesini inşa etmeye çalışan güçlerin, başarıya ulaşabilmek için gerekli olan toplumsal ve kurumsal desteğin, özellikle fark yaratan kesimini, koşullar değiştiğinde hızla kaybetme olasılığı hala var.
“Eski Türkiye’de yıkımın üç vektörü
Bu vektörlerden biri, 1980’lerden bu yana uygulanan neoliberal politikaların etkisiyle, hem toplumsal dokuda yaşanan tahribat, hem de, bu kriz yönetme modeline bağlı olarak yaygınlaşan “hedonist (işleve değil hazlara odaklı) tüketim kültürünün etkisiyle gelecek duygusunu kaybetmiş, “anı yaşa”, “içindeki gerçek seni bul”, kimliklerinin, yeni kuşaklar arasında giderek yaygınlaşmış olmasıdır. Artık geleceğini “yapmaktan” vazgeçenlerin tek seçeneği yalnızca kar yapmayı arzulamak olacaktır.

İkinci vektör, eski Türkiye’nin doğuş öyküsünü (mitosunu) yeniden yazma çabasıdır. Bu çaba Cumhuriyetin kuruluşunu, bir tarihsel hata, sapma, olarak yeniden tanımlamayı, 1980’den sonra giderek zayıflamasına karşın, 1990’ların ilk yarısına kadar siyasetin egemen söylemini oluşturan “ulusal proje” ‘sadakatini’ (bağımsızlık ve kalkınma, sağda; anti emperyalist, gerçekten demokratik ya da sosyalist Türkiye, sol’da… ve Laiklik her iki kesimde de…) tasfiye, kuruluş öncesinin Osmanlı (imparatorluk) geleneğini, öncelikle popüler kültür alanında restore etmeyi amaçlıyor. Bu vektörün temsilcilerinin, “Kemalizm” kavramını, tasfiye etmek üzere hedef aldıkları her şeyin içine doldurulacağı bir “boş göstergeye”, dahası bir “müstehcen baba”nın adına dönüştürme çabaları da işte bu tasfiye ve restorasyonla ilgili.
Üçüncü vektör ise: kapitalizme yönelik eleştirel yaklaşımların teorik zeminini oluşturan “komünist hipotezin” de tasfiye edilmesiyle ilgilidir. Bunu başarmak için, Türkiye’de kapitalizme yönelik eleştirilerin “komünist hipotezi” uygulamaya koyma çabalarının ilk kez ve tüm renkleriyle kitleselleşmeye başladığı döneme dönmek ve bu “olayın” bıraktığı tüm izleri, yaratığı ‘sadakatleri’ silmek gerekecektir. 1980’lerde postmodern - liberal entelijansiyanın bitmez tükenmez pişmanlıkları, 70’lerin “devrimci” kimliğinin karalama çabaları bu tasfiye çabasının ilk dalgasıydı. Başarılı da oldu. 1980’lerde kuşaklar 1970’lerin gerçekte nasıl yaşandığını, özverileri, tutkuları, “yeniyi yaratmak” için birlikte mücadele etmenin, hazlarını bilemeden, adeta korku, kabus öyküleriyle yetiştiler.

Şimdi, neoliberalizm krize girer, post modern entelijansiyanın, liberalizmden uzaklaşarak, siyasal İslam’ın otoriter eğilimleriyle örtüşmeye başlayan dünya görüşü teşhir olmaya, teorik/felsefi açıdan eleştirel düşüncenin yeniden canlanma koşulları oluşmaya başlarken, “Denizlerin” kuşağının mirasına yönelik yeni bir saldırı daha gündeme gelmiştir. Onlar milliyetçidir, cuntacıdır, biraz zorlarsanız ulusalcı sosyalist (Nasyonal Sosyalist demeye getirerek) bile diyebilirsiniz…

Böylece bir ülkenin halkının elinden hem, emperyalizme ve eski rejime karşı kaderini ilk kez tayin ettiği ulusal başlangıç “olayı”nın, hem de baskı ve sömürüye başkaldıran çocuklarının anısının onuru elinden alınmaya çalışılmakta, yeni kuşakları, tarihsiz, köksüz, geleneksiz ve pasif bir kitle olmaya itilmektedir.
AKP’yi taşıyan dalga geri çekiliyor
Tüm bu olumsuzluklara karşın henüz hiç bir şey kesin değil. Bizi bu noktaya getiren AKP hükümetini (bir önceki hükümetin ve CHP’nin katkılarını da unutmadan) taşıyan uluslar arası finansal dalga geri çekilmeye başladı. Bu dalganın en önemli bileşeni, tam AKP iktidar olurken şişmeye başlayan, ama geçen sene patlayan kredi balonuydu. Böylece Türkiye ekonomisi önemli bir kaynaktan yoksun olurken, AKP döneminde bu köpük sayesinde gizlenebilen tüm zaafları da su yüzüne çıkmaya başlıyor. Bu sırada AKP’nin kaynak açığını kapatmak için petrol zengini Arap sermayesine döndüğünü görüyoruz. Birinci bu kaynağın beraberinde getirdiği siyasi yakınlıklar, Türkiye’nin önemli ve geleneksel müttefiklerinde gerginlik kaynağı olmaması kaçınılmaz.
İkincisi ABD ve AB Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi olarak tanımladıkça, bu tanımın, AB bağlamında AKP’ye destek veren kesimlerde gerginlik kaynağı olması da kaçınılmaz. Nihayet mali kriz içinde başlayan kaynak bölüşün savaşının, bir bütün olarak AKP’yi destekleyen Siyasal İslam mozaiği içinde de yeni gerginliklere

No comments: