Monday, March 31, 2025

Muhteşem cumartesi

 Maltepe’deki muhteşem miting, Özgür Özel’in muhalefetin gücünü, kararlılığını yansıtan kapsayıcı konuşması, “Gezi”den bu yana ilk kez, umudu yeşerten yeni olasılıkları gündeme getirdi. 


(...) 

Rejim de bu “kırılmadan” etkilendi aniden kendini haritası çıkarılmamış sularda buldu; baskı ve şiddeti, büyük ön yargı ve maksimum güçle tırmandırmaya başladı. Tutuklananların sayısı 2000’i aşarken işkencenin yeniden yaygınlaşmaya başladığını gösteren veriler gelmeye başladı. Bu koşullarda, düne kadar jeopolitik kaygılarla rejimi destekleyen ABD ve Avrupa ülkeleri baskı ve şiddeti “bir açık diktatörlüğe geçiş” teması içinde konuşmaya başladılar. 

Böylece, bir Çin deyişindeki Durdurulamaz bir güç (hızla kabaran kitlesel muhalefet), yerinden oynatılamaz bir cisimle(siyasal İslamın iktidarı) karşılaşırsa ne olur” sorusunun tanımladığı paradoks gündeme oturdu. Böylece yeni, sürdürülemez bir durum (aklıma “suni denge kavramı” geliyor) oluştu! 

KANAAT VE DÜŞÜNCE

Bu yeni durumun gündeme getirdiği sorulara “kanaatlerle” değil, “düşünceyle” yaklaşmak gerekir. 

Kanaat”, mevcut düzen içindeki yüzeysel yargılara dayanan, günlük siyaset içinde şekillenen, medya, propaganda, ideoloji ve kişisel deneyimlerle oluşan görüşlerdir. Kanaat şeyleri, gelişmeleri, tarihsel, kültürel bağlamlarına oturtmaya çalışmadan, eleştirel bir sorgulamaya girmeden anlamlandırır. 

(...)

Yazının tamını okumak için tıklayınız

Thursday, March 27, 2025

Aman dikkat rejim tükendi

 


Rejim, yalnızca ekonomik, siyasi, kültürel olarak değil, en önemlisi tarihsel olarak tükendi ama yarın gitmiyor: Dışarıda emperyalist merkezlere yeni tavizler verme, ayrıcalıklar tanıma olasılığı, içeride baskı, terör eğilimi güçleniyor.

TARİHSEL TÜKENİŞ

Bu ikinci tükeniştir. Birincisi, Osmanlı İmparatorluğu, sultanlık, istibdat ve Saray rejiminin çöküşüne ilişkindi. Bu çöküşün karşısında yükselen, Cumhuriyetçi, antiemperyalist, seküler akım, tarihsel olarak bir ilerlemeyi temsil ediyordu. Fransız Devrimi’nin izlerini taşıyan Cumhuriyetçi akımın (geleneğin) temel ilkeleri, “kodları” eşitlik, serbestlik ve kardeşlikti. Bunlar kapitalist gerçeklik içinde doğmuş ilkelerdi, serbestlik yalnızca kapitalist sınıfın özgürlüğüne ilişkindi ama bu kavramların üçü de kapitalizmin ufkunun ötesine taşınabilecek yönde yeniden yorumlanmaya açıktı. Bu kavramların kurduğu zeminde, özgürlük, demokrasi, emek, sınıf sömürü, bilim, vatandaşlık gibi Aydınlanmageleneğinin kavramları, düşünce tarzları, adalete ilişkin sorunlar bağlamında “konuşulabilir olanın” sınırları içinde kalıyordu.

21. yüzyılda, karşısında siyasal İslamın rejimi, sultanlık, saray, kul, dinci dogma, itaat, biat, tabiiyet kavramlarının kurduğu zemin üzerinde, Cumhuriyetçi akımın, Aydınlanmacı öncesine, geçmişe/geriye dönüş arzusunu temsil ediyor. Özgürlük, demokrasi, emek, sınıf, sömürü, bilim, vatandaşlık gibi kavramlar, düşünce tarzları, adalete ilişkin sorunlar bağlamında “konuşulabilir olanın” sınırları dışında kalıyor. Rejim “Kültürel egemenliğimizi kuramadık” derken 20 yıllık iktidarının geldiği noktada, Cumhuriyet, Aydınlanma geleneği karşısında artık, geleceğe ilişkin anlatacak bir hikâyesinin, baskı ve yok etme dışında bir seçeneğinin, kalmadığını da itiraf etmiş oluyor. Bu tam anlamıyla, bir tarihsel, hatta kültürel tükeniştir. 

EKONOMİK VE SİYASİ

Uluslararası finans kapitale, NATO gibi güvenlik sistemlerine bağımlı bir ülke olan Türkiye’nin ekonomik krizini “aşabilmek” için gerekli dış kaynağı getirebilir umuduyla rejim, ekonominin yönetimini neoliberal paradigma içinde çalışan bir uzmana verdi. Bu uzman hem sonuç alamıyor hem de rejimin tarihsel siyasi tükenişini besleyen, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı krizini derinleştiriyor. 

yazının tamamını okumak içiin tıklayınız

Monday, March 24, 2025

Bir külüstür kamyon

 




Türkiye’de gelişen son “durum” aslında çok korkutucu olasılara işaret etmekle birlikte çok uzun bir zamandan beri ilk kez umudu yeşertecek bir dinamik de içeriyor.

BURAYA NASIL GELDİK?

İmamoğlu’nun tutuklanması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, hatta ana muhalefet partisi CHP’ye kayyum atama hazırlıkları, “süreç olarak faşizmin” ilerleme çabalarının sonucudur. Rejimin, evrim sürecinin bu geri dönülemez noktaya gelmesi kaçınılmazdı. Oluşan bu “durumun” içinde yeni olan ana muhalefet partisi CHP’nin de artık geri dönülemez bir noktaya gelmiş olmasıdır.

Rejim, artık “ya hep ya hiç” noktasındadır; bu “durumdan” çıkabilmek için “ileri doğru kaçmaktan” başka seçeneği yoktur: 20 yıllık, külüstür kamyon girdiği bu kaygan ve virajlı yolda hızlanmaya devam edecektir. Üstelik galiba frenleri de patladı.

Bu saptamalar CHP ve genel olarak muhalefet için de geçerlidir. CHP bir an duraklar, hatta geri adım atabilir izlenimi verirse kurumsal yapısını ve kadrolarını kaybetmektenkurtulamayacaktır. Trajik olan şu ki CHP’nin, hatta ülkenin bu yaşamsal noktaya gelmesinde öncelikle, projesi başından beri belli (...)

TARİHTEN DERS ÇIKARTMAK GEREKİR

İlerleyebilmek için tarihten doğru dersleri çıkartmak gerekir. CHP’nin, son 20 yıllık tarihi önemli derslerle doludur.

CHP süreç olarak faşizmin devleti ele geçirme ve değiştirme hamleleri karşısında, önce 2007 seçimlerinin sonuçlarını son derecede yanlış okuyarak “mağduriyet” yaratmamak, “Siyasal İslamın tabanını kazanmak gerekir” derslerini çıkarttı. Bu böylece girdiği yolda her dönemeçte (2007- 2010-2017) CHP liderliği hep süreç olarak faşizmin önünü açacak politikaları benimsedi. CHP, kritik seçimlerde yanlış adaylarla yarıştı (2014-2018- 2023). Çıkardığı bu yanlış derslerin etkisiyle halk hareketlerini (Gezi, 2017 referandumu) örgütleyemedi, Kürt seçmenin taleplerini gündemine almadı. CHP, seçim gecelerinde stratejik hatalar yaptı (2017, 2018, 2023); hile hurdaya direnmek yerine başka yöne bakmayı seçti. Özetle CHP, rejim karşısında muhalefet edermiş gibi yaparken genellikle pasif hatta (dokunulmazlıkların kaldırılması, mühürsüz oyların sayılması, “Adam kazandı” korkaklığı) teslimiyetçi politikalar izledi.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayıınıuz

Thursday, March 20, 2025

Faşizm ve dil

  

Faşizm ve Dil

Faşist hareketler, rejimler ülkelerinin diline savaş açarlar. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels “kültür sözcüğünü duyunca silahıma sarılırım” dermiş.

Trump rejimi de aynı yolda


ABD’de süreç olarak faşizm de bu yönde hızla ilerliyor.  Başkan Yardımcısı JD Vance, “Üniversiteler savaş alınımızdır profesörler düşmanımız” diyor, büyük alkış topluyordu. Trump rejimi, ilk ve orta öğretimde, üniversitelerde, ABD tarihinin kölecilik,  yerli  soykırımı dönemlerinin öğretilmesini yasaklamaya çalışılıyor. Eğitim Bakanlığı'nı ortadan kaldırmak ve yoksul öğrencileri etkileyecek yönde programlardan fonları kesmeyi amaçlıyor. Üniversitelerdeki özgür tartışma ortamını, antisemitizmle mücadele adına hedef alıyor;  Eğitim Bakanlığı 60 üniversiteyi soruşturarak akademide ifade özgürlüğüne yönelik baskıyı güçlendiriyor., Trump, CNN ve MSNBC haber kanallarının yasa dışı olduğunu iddia ediyor. Trump rejimi devlet dairelerinde, yazışmalarda, web sitelerinde 199 sözcüğün kullanılmasını yasakladı. İşte bunlardan bazıları.

 

(...)


Mann and Klemperer

Almanya’da Naziler’in dili bir iletişim aracı olmaktan çıkarıp bir propaganda, manipülasyon, baskı silahına dönüştürmelerini , bunlar yaşanırken irdeleyenler arasında Thomas Mann ve Victor Klemperer’in katkıları özellikle önemlidir. 

 (...)


Yazunun tamamını kumak içn tıklayınız


 

Monday, March 17, 2025

Aptallıktan söz açılmışken

 


Aptallık, bir tür bilişsel, ahlaki körlüktür. Aptal, gerçeği kabul etmek istemez, onu mantıkla, bilimle ikna etmek de zor, hatta imkânsızdır. 

Aptallıktan söz açılmışken totaliter rejimleri, liderleri (kapitalizm de bunlara faşist demek gerekir) destekleyenlerin yanı sıra totaliter bir rejim kurmaya ya da yönetmeye çalışan elitlerin aptallığını da konuşmak gerekir. Bunların aptallığı halkların başına büyük dertler açıyor. 

Bu tiplerde en sık görülen aptallık türü, bir alanda başarılı olunca, her alanda konuşabileceğine inanmaktır. Başarılı bir iş insanı, sporcu hatta siyasetçi, sanat, askerlik, ekonomi gibi alanlarda da bilgiçlik taslayabileceğine inanabilir. Bu çoğu zaman gülünç düşmekle, kimi zaman da ekonomik siyasi felaketlerle sonuçlanır. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, March 13, 2025

Aptallığın Teorisi

 


Günümüzde, “süreç olarak faşizm”, gerek Hıristiyan gerekse Müslüman dünyada kitleselleşerek yükselirken Protestan papaz, Dietrich Bonhoeffer’i, Nazi hapishanesinde, idam edilmeden önce yazdığı mektuplarda geliştirdiği “Aptallığın Teorisi”ni anımsamamak elde değil.

(...)

TEMEL FİKİRLER

Aptallık bir entelektüel zaaf değildir, ahlaki bir sorundur. Zekâ eksikliğinden kaynaklanmaz, zeki insanlar da aptallaşabilir. Asıl sorun, bireyin eleştirel düşünme, ahlaki muhakeme yapma yetisini kaybetmesinden kaynaklanır.

Aptallık bireysel değil, toplumsal bir olgudur. Birey yalnızken aptallık nadiren ortaya çıkar. İnsanlar grup içindeyken daha kolay manipüle edilir, otoriteye itaat etmeye meyilli hale gelir. Otoriter rejimler ve propaganda mekanizmaları, insanları bağımsız düşünmekten alıkoyarak aptallığı yaygınlaştırır. En büyük tehlike kötülük değil, aptallıktır çünkü aptal insan kötü olanı desteklediğini fark etmez.

Aptal insanın, gerçeğe karşı bağışıklığı vardır. Aptallık bir tür bilişsel, ahlaki körlüktür. Aptal kişi, gerçeği kabul etmek istemez, bilgi veya mantıklı argümanlar, aptal bir insana ulaşmaz; onu mantıkla, bilimle ikna etmek zor, hatta imkânsızdır. Çünkü bunlar onun dünya görüşünü, duygusal ve ideolojik gerçekliğini, bu gerçeklik içinde şekillenmiş kimliğini tehdit eder.

Aptallık baskıcı rejimler altına yaygınlaşır. Aptallık özellikle tek adam rejimlerinin, yükseldiği dönemlerde, diktatörlükler altında yaygınlaşır. İnsanlar özgür düşünceyi bırakıp güçlü bir lidere ya da ideolojiye bağlandıklarında aptallaşırlar. Friedrich Kellner de Nazi rejimi altında tuttuğu güncelerinde bu aptallaşmanın günbegün ilerleyişini sergiler.

VE ‘YARARLI SALAKLAR’

“Aptallığın teorisi”, özellikle Nazizm döneminde Almanya’da insanların faşizme nasıl boyun eğdiğini, aptallaştığını açıklamak için geliştirilmişti. Bu analiz, günümüzde de “süreç olarak faşizm” yükselirken yalnızca büyük kalabalıklar değil kimi entelektüeller, sanatçılar bağlamında da hâlâ geçerliliğini koruyor.

(...)

Aptallık sadece bir bilgi eksikliği değil, ahlaki bağımsızlığın kaybıdır. Bu yüzden, eğitimle ya da mantıklı tartışmalarla üstesinden gelinemez. Yalnızca bir özgürleşme eylemi aptallığı yenebilir. Bir kişi, kendisini baskılayan dış güçlerden kurtulmadıkça, içsel olarak değişemez. O zamana kadar, onu ikna etmeye çalışmak beyhude bir çabadır.

“Süreç olarak faşizm” yükselirken eleştirel düşünceyi (Sapere Aude-kendi aklınla düşünmeye cesaret et) yücelten Aydınlanma geleneğine dayanan eğitim sistemlerine saldırır, cahilliği yüceltir. Örneğin Trump yönetimi eğitim bakanlığını kapatıyor, eşitliközgürlük-dayanışma paradigmasına ait birçok kavramın federal bürokraside kullanılmasını yasaklıyor. Türkiye’de müfredat, evrim teorisini dışlayarak hurafelere dayanmak üzere yeniden yazılıyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, March 10, 2025

Yeni bir küresel kriz kapıda mı?

 


ABD, Avrupa medyasında ABD Başkanı Donald Trump’ın uyguladığı korumacı ekonomi politikaları, ticaret savaşları ve müttefiklerini yüzüstü bırakması, küresel ölçekte şekillenmeye başlayan belirsizlik, 1930’ların karanlık günleri konuşuluyor. Avrupa, Trump’ın NATO’ya olan bağlılığını sorgulaması ve Rusya’ya yakın durması nedeniyle yeniden silahlanmaya başlarken “Küresel ekonomi ciddi bir siyasi-askeri krizin eşiğine mi geldi” sorusuna cevap aranıyor. 

KORUMACILIK VE KÜRESEL SONUÇLARI

Çin, Meksika, Kanada ve Avrupa Birliği’ne yönelik yeni gümrük tarifeleri derken uluslararası ticaret ağları parçalanmaya başladı. Başta “Wall Street” olmak üzere dünyada mali piyasalar bu gelişmelerin getirdiği belirsizliklere şiddetle tepki verdiler. İndeksler hemen her yerde ciddi oranlarda gerilediler. Trump’ın korkarak geri adım atma çabaları belirsizlikleri daha da artırıyor. 

Wall Street Journal’a göre tarifeler, borsalarda başlayan dalgalanma ABD’de, The Economist’e göre de küresel düzeyde bir resesyon olasılığına işaret ediyor. Trump yönetiminin mahkeme kararlarına uymama eğilimi, devlet bürokrasisinde on binlere varan tasfiyeler, sosyal harcamaları kısma planları da tarifelerin iç fiyatlar üzerindeki etkilerine eklenince, resesyonun ötesinde, bir stagflasyon, hatta depresyon olasılığı gündeme geliyor. 

(...)

Tarihsel deneyimler, merkez ülkelerde başlayan, bu tür gümrük tarifeleriyle (ticaret savaşları), ekonomik izolasyon politikalarının, genelleşmiş bir depresyona, büyük felaketlere yol açtığını gösteriyor. Örneğin ABD’de 1930’larda Smoot-Hawley Tarifeleri, korumacılık eğilimlerinin genelleşmesine, küresel ticaretin parçalanmasına, Büyük Buhran’a, Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesine, tüm Avrupa’da faşist hareketlerin, rejimlerin çoğalmasına, II. Dünya Savaşı’na yol açmıştı. Bugün de benzer bir senaryonun tekrarlanma olasılığı var. 

MİLİTARİZM

Trump’ın Rusya’ya yakınlaşması, Ukrayna’ya askeri desteği kesmesi, Avrupa’daki güvenlik dengelerini kökten değiştirdi. NATO üyeleri, ABD’ye artık güvenemeyeceklerini fark ederek kendi güvenliklerini sağlama almak için hızla silahlanmaya başladılar. 

Özellikle Almanya, “savunma” harcamalarına, altyapı yatırımlarıyla birlikte 900 milyar Avro harcamayı planlıyor, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez, ABD’den bağımsız bir savunma politikası yaratmayı, Fransa ve İngiltere’nin nükleer şemsiyesi altına girmeyi düşünüyor. FT’ye göre “Silah şirketlerine olan ilgi hızla artıyor” The Economist “Alman savunma sanayi hisseleri el yakıyor” diyor. 

Avrupa Birliği de askeri yatırımlarını artırabilmek için 150 milyar Avro’ya kadar çıkabilecek bir ortak savunma fonu kurmayı tartışıyor. Başta Fransa olmak üzere bazı ülkeler NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu fikrini yeniden gündeme getiriyorlar. Yorumcular savunma harcamalarının ABD’den silah almak yerine, bağımsızlığı sağlamak üzere yerel üretimi canlandırmakta kullanılması gerektiğini savunuyorlar. Böylece ABD ve Avrupa arasında yeni bir çatlak oluşuyor. Tüm bunlar Avrupa’nın, diplomasi odaklı geçmişinden koparak “sert güç” yaratma politikasına yöneldiğini gösteriyor. 

(...)

Yazınınn tamamını okumak içn tıklayınız

Thursday, March 06, 2025

Trump ve otogolpe




Otogolpe “süreç olarak faşizmin” belirleyici anlarından biridir. Hemen her zaman faşist hareket devleti bu yolla ele geçirir. Bugün ABD’de Trump rejimi tam anlamıyla bir otogolpe örneğidir. Bir farkla...

“Otogolpe” (İspanyolca kökenli) terimi, bir devlet başkanının veya yürütme erkini elinde tutan kişinin, mevcut anayasal düzeni devre dışı bırakarak kendi yetkilerini genişletmesi anlamına gelir. Otogolpe, yürütme gücünün hukuku çiğnemesi, yasama organını işlevsiz bırakması ve muhalefeti baskı altına alması yoluyla gerçekleşir. 

OTOGOLPE

Trump daha göreve başlamadan Yüksek Hâkimler Kurlu, başkanın uygulamalarından dolayı yargılanamayacağına karar verdi. Böylece dokunulmaz, yargılanamaz konuma yükselen Trump, artık her istediğini yapabilirdi. Trump’ın yapacaklarını Proje 2025 bağlamında daha önce tartışmıştık.

Özetle: Bürokrasiyi, seçilenleri anayasa kapsamında denetleyen, bağımsız, profesyonel bir kurum olmaktan çıkarıp partizan bir yürütme aracına dönüştürmek. Başkanın gücünü daha da pekiştirecek biçimde, kurumsal kontrolleri azaltmak, yürütmeyi neredeyse otoriter bir ofise dönüştürmek, rejimi (süreç olarak faşizmi) sağlamlaştırmak için mahkemeleri kullanacak konuma gelmek. Yasama, yargı ve yürütme arasındaki dengeleri, yürütme lehine değiştirerek devleti yeniden yapılandırmak. Böylece denetimsiz, keyfi, bir başkanlık düzeni kurmak. Trump ilk altı haftada bunların hemen hepsini gerçekleştirdi ya da gerçekleştirmeye başladı.

BİR FARKLA Kİ

Bu otogolpe, ABD’yi geleneksel müttefiklerinden kopararak ulusal güvenlik sistemini ve dış politikasını belli bir yönde değiştiriyor. İşte bu değişimin kimi ana başlıkları.

Yabancı Etkinin Denetlenmesini Zayıflatma: Trump’ın Adalet Bakanı Pam Bondi, ABD’deki yabancı ajanları izleyen Yabancı Etki Görev Gücü’nü kapattı. Yabancı Ajanlar Kayıt Yasası (FARA) yaptırımları kaldırıldı. Bu, 2016 seçimlerinde Rusya bağlantılı olduğu belirlenen tiplerin işine yaradı. Rusya’ya yönelik kripto yaptırımlarını uygulayan bir görev gücü de feshedildi.

(...)




Monday, March 03, 2025

Trump ve yeni jeopolitik

 


Cehennemin kapısında “Buraya girenler, bütün umudu terk edin” yazıyormuş. Jeopolitik kapısında “Girince, ahlak, adalet, dostluk, kavramlarını geride bırakın. Burada sadece güç var” yazıyor. 

Geçtiğimiz hafta, ABD, Birleşmiş Milletler’de, Avrupalı müttefiklerine karşı Rusya ile birlikte oy kullandı. Trump ve Vance, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi Oval Ofis’te pusuyu düşürüp canlı yayında fena halde “fırçalayarak”aşağıladılar. Rusya’da Medvedev “kendini bilmez domuz Oval Ofis’te şamarı yedi” derken Avrupa başkentlerinde şok yaşanıyordu. Böylece ABD, Avrupa’nın stratejik dayanağı olma rolünü terk ediyor, 1945 sonrası dünya düzeni çöküyor. Tüm bunlar dünyanın güç, şantaj, pazarlık, haraç üzerine kurulu yeni bir düzene sürüklenmekte olduğunu gösteriyor. 

(...)

ABD-AVRUPA İTTİFAKININ SONU MU?

ABD-Avrupa ittifakı, “Batı dünyasının” temel taşı olmuş, ortak “güvenlik”, ABD hegemonyası altında karşılıklı bağımlılık ilişkileri üzerine inşa edilmişti. NATO, AB-ABD ortaklığı, Balkanlar, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’daki “krizlere” ortak tepkiler bu hegemonya ve ittifak ilişkileri üzerinde oluşuyordu. Şimdi, Trump’ın BM’de Avrupa karşı Rusya ve Kuzey Kore ile aynı safta yer alması, 1945’ten bu yana benzeri görülmemiş bir kopuşa işaret ediyor. Bu kopuş, Almanya’nın yeni şansölye adayı Merz’in, “Haziran ayına kadar NATO ölmüş olabilir” uyarısını güçlendiriyor. 

Gerçekten de ABD, Avrupa güvenliğinin artık yalnızca Avrupa’nın sorunu olduğunu söylüyor, Trump Ukrayna’yı kapsayan güvenlik garantilerini reddediyor, Avrupa liderlerine karşı küçümseyici bir tavır sergiliyor. 

‘MAFYA TARZI SİYASET’ İLE ÜÇ KUTUPLU DÜNYA

Şimdi Avrupa’da Macron, Starmer, Merz gibi liderler tarihi bir karar vermek zorunda olduklarını düşünüyor, bu üç kutuplu dünya düzeni içinde “AB bağımsız bir küresel güç olabilir mi” sorusuna cevap arıyorlar. 

(...)

Büyük güçlerin dışında kalan ülkelerin ulusal egemenlikleri, toprak bütünlükleri de artık tehlikededir. Faşizm yükselirken militarizm, sömürgecilik eğilimi de yükseliyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız