Monday, December 30, 2024

Suriye’de umut yok

 



Suriye’de Esad rejimi yıkıldı. Suriye’nin çok kültürlü yapısını, etnik mozaiğini kucaklayan özgür, eşitlikçi bir gelişme hattı üzerinde toplumsal yaşamı yeniden kurma fırsatı doğdu. 

Suriye’nin son 50 yılında yaşanan baskı ve terörü, Irak yıkıldıktan sonra yayılan IŞİD vahşetini, “Arap Baharı” olaylarının yarattığı düş kırıklığını, Suriye iç savaşı felaketini, nihayet Esad rejimini yıkan güçlerin ideolojisini düşününce, bu iyimserlik hemen yok oluyor, yerini bir imkânsızlık duygusuna bırakıyor. Peki, tarihte, toplumsal ilerleme atılımları, devrimler hep “imkânsızı” arzulayanların eliyle gerçekleşmedi mi? Evet ama önce “gerçekçi” olmak koşuluyla: Var olan gerçekliği değiştirebilmek için önce onu doğru tanımlayabilmek gerekiyor. 

SURİYE GERÇEKLİĞİ

Suriye “gerçekliğini”, üç vektörün bileşkesi olarak düşünebiliriz. 

1) Ülkenin iç dinamiği 

2) Ülkeyi kucaklayan jeopolitik dinamikler 

3) 50 yıllın sosyopsikolojik mirası 

(...)

EPİGENETİK TRAVMA

Nihayet son derecede önemli ama hemen her zaman unutulan bir etken, “epigenetik travma” da Suriye gerçekliğinin 3. vektörünü oluşturuyor: “Epigenetik travma”, bir kişinin yaşadığı travmatik deneyimlerin, genetik kodda bir değişiklik olmaksızın, genlerin işleyişinde değişikliklere yol açarak sonraki nesillere aktarılabilmesi durumunu ifade eder. “Epigenetik travma”, genetik mirasın sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik deneyimleri de içerebileceğini gösterir. 

Daha iç savaş başlamadan önce Suriye toplumu, baskıcı bir rejimin altında, tutuklanma, işkence, bir yakınını “Muhaberat”ın elinde kaybetme gibi büyük travmaların yanı sıra, yıllar boyunca, biteviye tekrarlanan, günlük ekonomik, etnik, siyasi çaresizlik, aşağılanma gibi küçük ama birikimli travmalarınşekillendirdiği insanlardan oluşuyordu

(...)

Yazsının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, December 26, 2024

Teknolojik gelişme, faşizm

 



“Dün” Amerika’da teknolojik gelişmenin başını Henry Ford çekiyordu. Bugün Elon Musk çekiyor. O da Ford gibi faşist hareketleri destekliyor. Bu benzerlik bize bir şey daha söylüyor: Bilimsel teknolojik gelişme kendiliğinden toplumsal ilerlemeye açılmıyor; çoğu kez faşizme, savaşlara açılıyor. Artık esas sorun, üretici güçlerin serbestçe gelişememesi değil, gelişmesi, karmaşıklaşması giderek hızlanan üretici güçleri, siyasi ve ahlaki denetim altına almaktır. 

TARIH TEKERRÜR EDIYOR

Almanya’da Nazi partisinin iktidarını desteklemek için yapılan bir toplantıda 1 milyar Mark’tan fazla yardım toplayanlara bakınca karşımıza dönemin bilimsel teknolojik gelişmesinin öncüsü, kimya-ilaç, elektronik, makine imalat, ağır sanayi şirketleri çıkıyor. Aynı yıllarda ABD’de, otomotiv endüstrisinde devrim yaratarak yeni bir birikim rejiminin gelişmesine öncülük eden Ford azılı bir Yahudi düşmanı, bir Nazi hayranıydı; komplo teorilerini yaymak için gazete çıkarıyordu.

Bugün, X’te 200+ milyon takipçisi olan Elon Musk ırkçı faşist komplo teorilerinin yayılmasını kolaylaştırıyor; geçen hafta, “Almanya’yı yalnızca AfD kurtarabilir” dedi; İngiltere’de İşçi Partisi hükümetini, sosyalist olduğunu ileri sürerek şiddetle eleştirdi; Reform adıyla bilinen faşist eğilimli partiye 100 milyon dolar yardım yapacağından söz ediliyor. Musk ABD seçimlerinde de Trump’ı desteklemişti; şimdi adeta gerçek başkanmış gibi devletin yapısını şekillendirmeye çalışıyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 23, 2024

Suriye, İsrail, Türkiye üzerine spekülatif düşünceler

 


Esad rejiminin çöküşüyle birlikte İsrail, Suriye’de stratejik alanları ele geçirmeye başladı. Bu gelişmeleri, Gazze’nin yerleşime açılma olasılığı, Batı Yakası’ndan yaklaşık 23 bin dönüm arazinin devlet toprağı (yerleşim yapılacak alan) olarak belirlenmesi, Lübnan topraklarına girerek askeri yerleşimler kurmaya başlaması ile birleştiren kimi Ortadoğulu Arap analistlerde İsrail’in sadece güvenlik kaygısıyla değil, aynı zamanda bir “imparatorluk kurma amacıyla”hareket ettiği kanaatini doğurdu; “İsrail bu süreçte önce İran’ı, sonra Türkiye’yi mi hedef alacak” sorusunu gündeme getirdi. İlk anda fantastik gibi görünse de mevcut dinamikler üzerinden yapılan bir analiz bunun, tamamen gerçekdışı bir soru olmadığını gösteriyor. 

SURİYE’DE YENİ DURUM

(...)

Suriye rejiminin yıkılması, sıranın İran’a geleceğini düşündürüyor. Birincisi İran molla rejimi ekonomik kriz ve sık sık yükselen toplumsal muhalefet dalgaları karşısında giderek zayıflaması bir rejim değişikliği senaryosunu gündeme getiriyor. ABD basını daha şimdiden, bu muhalefet hareketinin desteklenmesi gerektiğini anlatmaya başladı. İkinci, senaryo, İsrail’in, Trump yönetiminin desteğini alarak, İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırıyla rejimin stratejik altyapısını imha etmesi olasılığıyla ilişkili. Bu senaryo, İran’da rejimin İsrail-ABD saldırısına cevap vermekte başarısız kalarak ağırlaştırılan yaptırımların da etkisi altında çökmeye başlamasını, dolayısıyla bir rejim değişikliği olasılığını da içeriyor. 

VE TÜRKİYE

Suriye’de Esad rejimi, IŞİD’den türeme bir yapılanmanın elinde, siyasal İslamın yönettiği Türkiye rejiminin inisiyatifiyle yıkıldı. Bu yapılanma, şimdi, iktidara gelerek bir toplum ve rejim inşa etmeye başlıyor. Böylece son tahlilde İsrail’i hedef alması, en azından çıkarlarının çatışması kaçınılmaz bir radikal İslam rejimi İsrail’e komşu oluyor. Bu rejimle, AKP Türkiye’sinin yakın ve organik bağları var. Türkiye’nin Ortadoğu politikaları da Türkiye ile İsrail’i kaçınılmaz olarak, stratejik anlamda sınırdaş durumuna sokuyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklyınız


Thursday, December 19, 2024

Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor

 



Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan “Fransa-Almanya motoru”, fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında bir krizle(karar anıyla) karşı karşıya. Tarihsel olarak çok kritik bir zamanda gelen bu kriz, AB’nin geleceğini belirsizleştiriyor. Diğer taraftan, bu kriz bir başka çok daha büyük “sistemik bir krizin” (karar anının) semptomlarından biridir de denebilir. 

(...)

KAPTANSIZ GEMİ, FIRTINALI SULAR

Tarihsel olarak Fransız-Alman ortaklığı, Avrupa Birliği sürecinin, Avro düzenin, hatta küresel iklim kriziyle mücadele politikalarının şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Şimdi bu liberal demokratik ortaklığın zayıflaması, hatta kopma olasılığı, süreç olarak faşizmin, ilk genel seçimlerde bu ülkelerde devlete ulaşma olasılığı hem Avrupa’da hem de küresel çapta derin sarsıntıların gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu resme, ABD’de Trump’ın, yeniden başkan seçilerek, ekonomide almayı planladığı korumacılık önlemlerini, Ukrayna’da anlaşmayı zorlama niyetini de ekleyince güçlü bir Fransız-Alman liderliği olmadan AB’nin, Trump’ın politikalarının sonuçlarına direnme şansı da hızla azalıyor.

(...)

Yazının tamamını oksak için tıklayınız

Monday, December 16, 2024

Siyasetin sefaleti

 


Suriye’de Esad rejimi düştükten sonra Batı’nın kimi liberal eğilimi etkili yorumcularında yine bir düş kırıklığı var: “Hani bu, iş yapabileceğimiz bir adamdı?” Örneğin, Financial Times’ta politik kültür üzerine, liberalizmi savunan yorumlarından bildiğimiz Janan Ganesh, bu hafta Batı’nın, otoriter liderlerle ilişkilerinde, başlangıçta yaygın olan “Bu adamla iş yapılabilir” umudunu tartışıyordu. Ganesh’e göre Batı sıklıkla despotları yanlış değerlendirmiş, akılcı, işbirliğine açık liderler olarak görmüş. Bu da sıkça hayal kırıklığıyla sonuçlanmış. Ganesh, başlangıçtaki iyimserliğin bir hatadan çok, liberal değerlerin doğal bir uzantısı olduğunu savunuyor. 

VE LİBERAL FANTEZİLER…

(...)


Bu kez de öyle oldu, Suriye’yi Esad aracılığıyla (akıllarında Gorbaçov vardı) emperyalist sistemin (neoliberal küreselleşme) içine çekme hevesleri, toplumu bir adamın iradesine indirgeyen liberal fanteziler hızla Suriye devletinin yapısının, güç (“pouvoir”) ilişkilerinin duvarına çarptılar: Esad Suriye’ye siyasi bir savaşı kazanmış reformcu bir lider olarak değil, çoktan biçimi, güç odakları, kadrolar, destek sınıfları “müşteri” çevreleri, ekonomik kaynakları ve en önemlisi de işleyiş kültürü ve tarzı çoktan belirlenmiş bir devletin başına, onun “efendisi” değil “hizmetçisi” olarak dönmüştü. 

Kafayı tek bir adama takanlar için bir ders var: Adam gittiği için rejim çökmüyor. Rejim çöktüğü için adam gidiyor! 

LİBERALLERİN ELİNDE KAN VAR

(...)

 Batı’nın liberal fantezistleri burunlarını sokmasalardı, Esad’ın bastırma çabaları sırasında ölenler yüzlerle, tutuklanan hatta işkence görenler binlerle ifade edilecek, idam edilenler, kaybolanlar da olacaktı. Ancak iç dinamiklerle başlayan isyan bastırılsa bile, bir dahaki sefere yaralanmak üzere dersler çıkaracaktı. Belki de tarih, Hegel’in “Dünyanın her döneminde siyasi bir devrim kendini tekrarladığında insanların görüşlerine göre onaylanır” sözüne uygun biçimde ilerleyecekti. Peki ne oldu: İç savaş 14 yıl sürdü, ülkenin kentleri yıkıldı ekonomisi çöktü, 22 milyon nüfuslu ülkede 600 bin+, can kaybı nüfusun yaklaşık yüzde 3’üne ulaştı. Ülke nüfusunun yarısında fazlası (6.9 milyonu içeride, 5.4 milyonu da komşu ülkelere göçmek üzere) yerinden yurdundan oldu. Gidenler, komşu ülkelerde siyasi, kültürel, ekonomik istikrarsızlık kaynağı oldu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Thursday, December 12, 2024

Suriye’de niyet ve realite




Rejimi beklenmedik bir hızla çöktükten sonra oluşan durum içinde iki yorum dikkatimi çekti. (1) Suriye’de Esad rejimini devirenlerin Irak ve Libya felaketlerinden gereken dersleri çıkarmış görünüyorlar; Esad rejimi devleti, bölgeye yayılma riski taşıyan bir kaos oluşmadan “yeni gelenlere”devredilebilir; görece, demokratik çoğulcu bir düzene geçilmesine yardımcı olacak koşullar oluştu. (2) BOP işlemeye, “emperyalizm bölgeyi şekillendirmeye” başarıyla devam ediyor. İkinci yorumdan başlayacağım. 

BİR ‘HEGEMONYA’ SORUNU

Hegemonya salt şiddet üzerinde değil, esas olarak liderlik, sorun çözme, özendirme ve açıklayıcı anlatı sunma becerisi üzerinde durur. Son 25-30 yıldır ABD hegemonyası geriliyordu. Özellikle 2000’li yıllardan bu yana, sorun çözme, özendirme ve açıklayıcı anlatı sunma kapasitesinin adeta yok olması, gerileme sürecini daha da hızlandırmıştı. Afganistan ve Irak fiyaskoları, Ebu Garip rezaletleri, finansal kriz, neoliberal modelin çökmesi, ABD’nin sorun çözme, özendirme ve açıklayıcı anlatı sunma becerilerine olan güveninin hızla buharlaşmakta olmasının örnekleriydi. Bu becerilere güvenin azalması hegemonya restorasyonu çabalarının imkânsızlığını gösteriyordu. 

(...)

Bu ortama, ABD’nin, BOP’nin Suriye’de başarıyla uyguladığını söylemek, ABD’ye güven tazeleyerek hegemonya restorasyonu çabalarına hizmet etmiyor mu? 

NİYET, YALNIZCA YARISIDIR

Birinci yoruma göre, rejimin güvenlik mimarisinin hızla çökmesi, başbakanın devir-teslime yardımcı olacağını açıklaması “yeni gelenlerin” yeni düzeni bir kaosa yol açmadan kurmak niyetinde olduklarını gösteriyor. 

“Niyet yapmanın yarısıdır” ama öbür yarısı da var: Hem rejimi yıkan güçler hem de Suriye halkı, ideolojik, etnik olarak çok parçalıdır. Suriye’nin yeniden inşa sürecini finanse edecek mali kaynaklar son derecede yetersizdir. Yeni rejimin bu açığı kapatmak için yabancı ülkelerden mali kaynak edinme çabaları, manevra alanını daraltacak, yeniden inşa planlarını saptıracak hem de var olan parçalı durumun unsurlarını dış güçlerin etkisine açacaktır. Yeni bir rejim kurmak için var olan devletten yararlanmak isteyecek olanlar bu devletin içinin kurumsal, personel ve yönetim kültürü açısından tamamen boşalmış, kalan personelin ise uzun yıllar totaliter bir rejimin parçası olarak yaşamanın getirdiği yozlaşmayla kirlenmiş olduğunu göreceklerdir.

“(..)

Türkiye’deki rejimin hevesleri de realitenin duvarına çarpmaktan kurtulamayacak.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 09, 2024

Suriye: Hızlı bir değerlendirme?

 


Esad rejimi sürdürülebilirliğini çoktan kaybetmişti ama bu kadar hızlı bir çöküşü kimse beklemiyordu. Bu hızlı çöküşün nedenlerini anlamaya çalışırken öncelikle iç dinamiklerden başlamak gerekir. Bu bağlamda hemen dört etken dikkat çekiyor: Ordunun içinin boşalması, ekonomik kriz, rejimin mafyalaşması ve toplumun dokusunda başlayan çözülme. 

ORDUNUN ÇÖKÜŞÜ

Suriye ordusu, rejimin en güçlü dayanağı olarak görülüyormuş. Ancak 2011’de başlayan iç savaşla birlikte ordunun iç yapısında, hiyerarşisindeki sadakat ve hareket kapasitesi ciddi şekilde azalmış. Birçok birim, merkezi emir komuta zincirinden koparak bölgesel milis gruplarına dönüşmüş. 2024 yılındaki isyan sırasında, Heyet Tahrir Şam (HTŞ) gibi muhalif gruplar modern teknolojiyi ve etkili stratejileri devreye sokarken rejim ordusunun dağınıklığını, disiplinsiz yapısını aşamamış. Rusya’nın orduyu yeniden yapılandırma çabaları da sonuçsuz kalmış. Yıllarca süren Rus askeri yatırımları, sadece küçük elit birimlerin işlevselliğini artırmış. Bu süreçte, rejimin ordusu hem donanım hem de motivasyon açısından muhaliflerle baş edemez bir konuma gelmiş. Rejime sadık milislerin etkinliği ise sınırlı ve koordinasyonu yetersizmiş. 

EKONOMİK ÇÖKÜŞ

Suriye ekonomisi, 2011’de başlayan savaşın etkisiyle sürekli bir krize girmiş. 2020’ye gelindiğinde, Suriye poundu dolar/Avro karşısında adeta çökmüş, enflasyonun basıncı altında halk, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmiş. Rejimin seçkinleri savaş ekonomisi ve organize suç faaliyetleri üzerinden zenginleşirken halkın yaşadığı ekonomik sıkıntılar, yoksulluk daha da derinleşmiş. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 05, 2024

Böyle devam etmez!

 


Kapitalist uygarlık da Türkiye’deki rejim de böyle devam edemez. Her iki düzeyde de ekonomik, siyasi patlamalara, dönüşümlere yol açması adeta kaçınılamaz bir “olay alanı” hızla şekilleniyor.

GEZEGENİN SINIRLARI

Bir “kâr makinesi” olarak sermayenin doymak bilmez, kaynak, toprak su tüketme eğilimi, uygarlığı, gezegendeki toprakların, kaynakların sınırlarına getirdi. Tüm insanlığın, hatta canlıların geleceği her gün biraz daha tehlikeye giriyor. 

BM Çölleşme ile Mücadele Anlaşması ile işbirliği içinde Potsdam İklim Etki Araştırmaları Enstitüsü’nde hazırlanan “Uçurumdan Geri Adım: Gezegensel sınırlar içinde kalmak için arazi yönetimini dönüştürmek” başlıklı rapor, uygarlığın, küresel bir toprak bozulması kriziyle karşı karşıya olduğunu vurguluyor: 

(...)

Kimi dini liderler de kaygılı: Örneğin, Kaliforniya Culver City’deki Temple Akiba’da 39 yıl haham olduktan emekli olan Allen Maller, “Müslümanların ve Yahudilerin insanların gezegenimizin koruyucuları ve emanetçileri olduklarını, eylemlerinden dolayı Tanrı tarafından sorumlu tutulacaklarına inandıklarını”hatırlattıktan sonra soruyor: “Peki yarım santigrat derecelik bir ısınma (bu sınırı geçtik-EY) gezegenimize ne yapacak?” Eklersek, bu iki dinin takipçilerinin Hıristiyanlıkla el ele Ortadoğu’yu (Ukrayna’yı da unutmayalım) yakıp yıkarken atmosfere ve toprağa saldıkları zehirli gazların, maddelerin, yıktıklarını yeniden yapmanın karbon ayak izinin hesabını kim soracak. Karşımızda yalnızca maddi alanda değil, manevi alanda da tükenmiş, bu durumu aşmak bir yana bir “büyük savaş” olasılığını kanıksamaya başlamış bir uygarlık var.

VE TÜRKİYE 

Türkiye ekonomisi stagflasyon (resesyon+ enflasyon) içinde çırpınıyor; çözüm üretmedeki çaresizlik her gün biraz daha sırıtıyor. 

(...)

Ancak bu, haksızlığı, adaletsizliği, ana akım muhalefetin yetersizliklerini, gittikçe derinleşen sömürü düzenini halktan gizlemek, kader/fıtrat ile açıklayabilmek de artık olanaksız. Toplumun geniş kesimlerinde öfke, düş kırklığı, protesto eylemleri, grevler, direnişler yükseliyor.

Bu yükseliş karşısında, rejim bir çözüm üretemeyeceğinin ayırdında olarak hem kayyum atamalarının sergilediği gibi “seçimlerin bir anlamı varmış” gibi yapmaktan, rıza aramaktan hızla uzaklaşıyor. Baskı, şiddet uygulamada “çıta”“bir suç işlemiş” olmaktan, “işlemeye elverişli olmak” gibi sanal gerekçelere...

(...)

Kapitalizm gibi Türkiye’deki rejim de böyle devam edemez. İster istemez bir “olay alanı” şekilleniyor. Artık her yerel direniş sadece direnenin çıkarını değil, “olayı” yaratma çabalarını, tüm insanlığın gelecek umudunu temsil ediyor.


Monday, December 02, 2024

Fanatik aklın istikrarsızlığı üzerine

 

Bu yazı İslam gibi bir kadim dini, siyasi, kültürel sermaye ve tabii ekonomik çıkar elde etmek için kullanan, bir entelijansiyanın, siyasileştikçe, giderek artan oranda sergilediği “bir aklın istikrarsızlığı” durumuna ilişkindir. Bu istikrarsızlığın, iki boyutu özellikle ilginçtir. Biri, insan aklının tutarlılık ihtiyacı arzu ve arayışına karşılık, bağdaşmaz savları aynı anda savunma çabası. İkincisi de içindeki çelişkileri saklayamayan kısır bir ideoloji. 

YOKSA TANRI MUTLAK DEĞİL Mİ?

Tektanrılı dinlerin, Tanrı’sını sanırım şu şekilde tanımlayabiliriz: Evrenin yaratıcısı, koruyucusu, mutlak güç, bilgi ve ahlak otoritesine sahip, aşkın ve tek olan yüce varlık. Tanrı, varoluşun, anlamın, amacın nihai kaynağıdır. Tanrı, tek ve bölünemezdir, mükemmeldir. Tanrı, fiziksel evrenin ötesinde, insan anlayışının çok üzerindedir. Tanrı her şeye kadir ve her şeyi bilendir. O sınırsız güç, bilgi her şey üzerinde mutlak kontrol sahibidir; nihai yasa koyucu ve yargıçtır, insanlara doğru davranış ilkelerini sunar, onları sorumlu tutar. 

*

“(...)

Bu durumda: (1) Tanrı kadiri mutlak değildir, her şey üzerinde mutlak kontrolü yoktur o nedenle insanlar ona karşı çıkabilirler. (2) Her yerde, her şeyi bilen, kadiri mutlak ve her şeyin üzerinde kontrole sahip Tanrı zaten olup bitenleri bilmektedir, bu karşı çıkışlar Tanrı’nın iradesi, bilgisi ve onayı ile gerçekleşmektedir. (3) Tanrı bu isyankârları cezalandıracak güce sahip değildir de Bayancuk gibilere iş düşmektedir. (4) Belki de trilyonlarca gezegenden oluşan evrenin çapına kıyasla bir toz tanesi bile olamayan bu gezegendeki yaratıkların hezeyan, kuruntu ve halüsinasyonları Tanrı’nın umurunda bile değildir. Kısacası, Bayancuk boş konuşmakta, kendisine de aslında, Tanrı’yla ilgisi olmayan kerametler atfetmektedir. 

OY VERMEK KÜFÜR İSE…

Oy vermek, tarih boyunca halkı, sultanlara kulluk etmekten kurtararak vatandaş statüsünde yükselmiş toplumların, cumhuriyetlerin pratiğidir. Cumhuriyetleri, halkın özgürce seçtiği temsilciler yönetir. Günümüzde halen 60’tan fazla ülke, dünya nüfusunun yarısından fazlası genel seçimle yönetiliyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız