Thursday, August 22, 2024

‘Stagflasyon’ üzerine...

 


“Stagflasyon” (durgunluk+enflasyon) kavramı, ekonomi politikası tartışmalarının başına oturdu. Gelin biraz yakından bakalım.

STAGFLASYON VE ‘STANDART MODEL’

Stagflasyon, ekonomi yönetiminde geçerli “standart modelinin” iflas ettiğini gösterir. Böyle bir durumu 1970’lerde, “ulusal Keynesçi” modelin tükenmesiyle (“Phillips eğrisi kırıldı” filan) yaşamıştık. O dönemin “standart modeli” terk edildi, kurumları tasfiye edildi, kaynakları egemen sermayeye aktarıldı, ideolojisi, siyaset rejimleri değişti. Ulusal dünya ekonomisi, ABD hegemonyasının basıncı altında yeniden şekillenmeye zorlandı. Yeni “standart model”neoliberal küreselleşmeydi

(...)

O “standart modelin” bir “bağımlı ülke” versiyonu, 1980’lerden bu yana, Türkiye’de de uygulanıyor. “Stagflasyon” tartışmaları “standart modelin” artık tükendiğini, ısrar etmenin yıkıcı olduğunu gösteriyor.

FANTEZİLER VE TUHAFLIKLAR

Ancak, Mehmet Şimşek“standart modeli” dayatmaya devam ediyor. Ana akım ekonomistler bile rahatsız olmaya başladılar. 

Stagflasyon, durgunlukla mücadele ederken enflasyonu, enflasyonla mücadele ederken durgunluğu kalıcılaştırma ikilemini getirir. Bu zor duruma karşın konu, talep, arz, ücret, kur, algı gibi bağımlı değişkenler üzerinden tartışılıyor. Bu değişkenleri belirleyen, “artık değer”, ikincil olarak da kâr oranları, emek verimliliği gibi dinamikler ilgi çekmiyor. Üretim gerilerken talebi baskılamak, “aşırı üretim”den söz ederken “aşırı talep”ten yakınmak, gibi tuhaflıklar hep bağımlı değişkenlerin ötesine geçememekten kaynaklanıyor. “TÜİK verilerine güvenemezken hangi ‘algı’ ile enflasyona karşı mücadele edilecek” sorusu da var.

(...)

“Stagflasyon”dan çıkabilmek için öncelikle ekonominin “artık değer” üretim kapasitesinin artması gerekir: Bunun için gerekli “yapısal reformlar” ise uluslararası sermayenin, ana akım ekonomistlerin düşündüklerinden çok farklıve yeni “standart model” arayışlarına uygun olmalıdır. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, August 19, 2024

Bir demokrasiye geçiş laboratuvarı

 


Bangladeş’te öğrencilerin önderlik ettiği bir halk hareketi, 15 yıldır giderek koyulaşan bir “otokrasiyle” yönetmeye çalışan, Nihad Nowsher’in tanımıyla “giderek faşistleşen” (The Daily Star, Bangladeş) Başbakan Şeyh Hasina’yı ülkeden kaçmaya zorladı. Ancak Hasina döneminde devlette, kurum ve kadrolarında yerleşen alışkanlıklar (“algısal kilitler” ve “patika bağımlılığı”sorunu), ekonomik kriz dinamikleri, liberal entelijensiyanın, Cemaat ül Islamigibi dinci grupların etkileri ve jeopolitik basınçlar altında bir “normal kapitalist demokrasi” (NKD) kurmak çok zor. 

TARİHSEL ARKA PLAN

Bangladeş’te siyasi istikrarsızlığın kökleri, 1971’de Pakistan’dan bağımsızlığını kazanmasına uzanıyor. 

(...)

‘NKD’YE GEÇİŞ…

Ülkede, bir NKD’nin inşası amacıyla kurulan geçici hükümetin başına öğrencilerin (üniversite entelijensiyası) de onayıyla, Nobel Ödüllü, 2009’da ABD Başkanlık Özgürlük Madalyası sahibi, Washington Post’un deyimiyle, “Kongre Altın Madalyası alan ilk Amerikalı Müslüman,” Muhammed Yunus(84) getirildi. 

(...)

Bangladeş’in jeopolitik konumu NKD’ye geçiş sürecine aşılması zor engeller getiriyor.

(...)

Tüm bunlardan, “Erken seçim olsun, hükümet gitsin, rejim değişsin”senaryoları üzerinde düşünenler için çıkarılacak kimi dersler olsa gerek. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, August 15, 2024

Laboratuvar olarak ABD seçimleri

 


Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri, “Sosyal demokrasi, ‘süreç olarak faşizm’i sandıkla durdurabilir mi” sorusunu test etmeye uygun bir laboratuvar sunuyor.

EMPERYALİZM, NEOLİBERALİZM, FAŞİZM

ABD, 1990’ların sonunda dış politikasında, uluslararası ilişkilerinde rıza almaya değil daha çok şiddetle dayatmaya dayanan bir “imparatorluk” projesine yöneldiğinde birçok tarihçi, imparatorluk projesinin ABD’de haklar ve özgürlükler olarak demokrasiyi aşındırmasının, egemen ideolojiyi, hatta kültürü “yozlaştırmasının” kaçınılmaz olduğunu vurguluyorlardı. 

Filozof Rorty, 1998’de neoliberalizmin faşizme açılan dinamiklerine değinerek adeta Trump’ın ve “süreç olarak faşizm”in gelişini haber veriyordu: “İşçi sendikalarının üyeleri ve örgütsüz vasıfsız işçiler, er ya da geç hükümetlerinin ücretlerin düşmesini ya da işlerin ihraç edilmesini engellemeye çalışmadığını fark edeceklerdir... kendileri de statü kaybetmekten korkan banliyö beyaz yakalıları, başkalarına sosyal fayda sağlamak için kendilerinden vergi alınmasına izin vermeyecekler... İşte o noktada bir şeyler çatırdayacak... seçmenler sistemin iflas ettiğine karar verecek ve oy verecekleri güçlü, seçildikten sonra kendini beğenmiş bürokratların, hilekâr avukatların, fazla maaş alan borsacıların, postmodernist profesörlerin artık kararları vermeyeceğini garanti edecek, bir adam aramaya başlayacaklar.”

ABD’de, neoliberalizm, emperyalizmin başarısız savaşlarının, ülke içinde artan güvenlik önlemlerinin, körüklediği paranoya, İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve ırk ayrımcılığına, kadın bedeni üzerindeki baskılara son veren sivil haklar hareketi öncesine yönelik nostalji, tam da beklendiği gibi, “süreç olarak faşizm”i doğurdu. Aimé Césaire’ın daha 1955’te vurguladığı gibi şiddete dayanan emperyalizm (sömürgecilik) de emperyalist ülkede faşizme yol açıyordu.

VE SOSYAL DEMOKRASİ 

ABD’de “Sosyal Demokrasi” yerine, “demokrat”, “liberal” ya da “ilerici”(progressive) kavramları kullanılır. Karşısındaki akım da kendini “Cumhuriyetçi”, “muhafazakâr” kavramlarıyla tanımlar.

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız

Monday, August 12, 2024

‘Omuz omuza..."

 


Geçtiğimiz çarşamba günü, Britanya’da halk sınıfları ve sosyalist hareket, tarihsel geleneğine yakışır bir antifaşist direniş sergiledi.

FAŞİZMİN BALONU BİR GÜNDE SÖNDÜ

Faşist (ırkı yerlici) serseriler, 30 Ağustos günü yaşanan bir trajediye ilişkin yalan haberi bahane ederek bir hafta boyunca toplumu, özellikle de Müslüman cemaatleri her gün giderek artan sayıda saldırı ve pogrom denemeleriyle, sık sık polisle de çatışarak terörize etmeye çalıştılar. Tekno faşist Elon Musk “İç savaş kaçınılmaz” diyordu.

Faşist hareket, bu kalkışma sürecini, 7 Ağustos Çarşamba günü 100’den fazla noktada göçmenlere yardımcı olan kuruluşlara ve avukatlara, camilere saldırılar düzenleyerek yeni bir düzeye taşımaya hazırlanıyordu. 

Ancak faşist serserilerin hesabı sokağa uymadı. Musk’ın hevesi kursağında kaldı. Çarşamba o adı geçen 100 noktada, faşist serserilerin izine rastlanmıyordu. Çünkü 14 kentte toplam 40 bin kişiye yakın, her etnik kökenden, inançtan, kadınlı erkekli bir antifaşist kitle, “omuz omuza”sokaklardaydı. 

Faşizme karşı dayanışma, direniş eylemleri o kadar etkileticiydi ki muhafazakâr partiyi destekleyen sağcı tabloid gazeteler bile bu yükselen dalganın etkisinden kurtulamadılar. 

(...)

Antifaşist direnişin, tüm toplumu hatta “kurulu düzeni” bu kadar etkileyen bir çekim alanı yaratmasının nedeni farklı sınıfsal, etnik kökenlerden, inançlardan insanların ortak bir tehlike karşısında ortak bir paydada buluşabileceklerini kanıtlamalarıydı. Britanya işçi sınıfının ve sosyalist hareketin tarihindeki iki deneyim de “süreç olarak faşizmi” durdurmanın tek bir yolu olduğunu gösteriyordu.

Battle of Cable Street, 4 Ekim 1936: Oswald Mosley liderliğindeki İngiliz Faşistler Birliği, Londra’nın ağırlıklı olarak Yahudilerin yaşadığı Cable Street bölgesinden bir yürüyüş planladı.

(...)

“Anti-Nazi Leage” (1977-1982): 1970’lerde ekonomik kriz derinleşirken “süreç olarak faşizm” yeniden canlandı. 1977’de Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) inisiyatifiyle doğan “Faşizme Karşı Birlik” hareketi, sendikaların, İşçi Partisi’nin solundan siyasetçilerin, diğer sosyalist hareketlerin katılmasıyla dev bir direnişe dönüştü. 

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayın

Thursday, August 08, 2024

Teknoloji, sermaye, faşizm

 


ABD ve İngiltere’de yaklaşık bir yıldır siyasi dinamikler, teknolojik gelişme-sermaye ve faşizm arasındaki yakın ilişkiyi yeniden gündeme getirdi: Teknolojik gelişme, doğrudan toplumsal gelişme (eşitlik-özgürlük-dayanışma, refah) getirmiyor. Bunlar için ayrıca savaşmak gerekiyor.

100 YIL ÖNCE...

Yüz yıl önce de makine, kimya, bilgi işlem alanında hızlı, sarsıcı bir teknolojik gelişme dalgası yükseliyordu. O dalga hem umut veriyor hem de getirdiği hız ve belirsizliklerin etkisiyle derin bir anksiyete yaratıyordu.

(...)

Ekonomik, özellikle finansal kriz derinleşir, sınıf mücadeleleri sertleşirken bu en ileri teknolojileri üreten, geliştiren sermaye gruplarının, ki artık egemen sermaye düzeyindeydiler. Örneğin, İtalya’da Fiat (otomotiv), Pirelli (lastik, kauçuk), Montecatini (kimya) Italgaz (enerji), Ansaldo (silah) ve Almanya’da Krupp (demir çelik), Siemens (elektrikli aletler), Bayer (ilaç), BASF (kimya), IG Farben (sentetik kauçuk, kimya ilaç) Hoecsht (sentetik boyalar, insülin), OPEL(otomotiv) ve ABD’de Ford (otomotiv), General Motor (otomotiv), IBM (bilgi işlem), William Randolph Hearst (medya baronu) yeni gelişmeye başlayan faşizmi ve Nazizmi desteklediler: Kısacası, 100 yıl önce, en ileri, öncü teknolojileri üreten ve üzerinde yaşayan sermaye faşizmi destekledi.

BUGÜN DE...

Bugün en ileri ve öncü teknolojilerin, bilgisayar, elektrikli taşıtlar, güneş enerjisi panelleri, uzay-havacılık sektörlerinde ve bilgi işlem, bilgi depolama, veri madenciliği, en önemlisi de yapay zekâ (algoritmalar) alanlarına geliştiğini görüyoruz. Bu gelişmeler hem daha kapasiteli “mikro işlemciler”“nöral ağlar”, kuantum bilgisayarı üretme, yeni antibiyotikler sentezleme, ilaçlar, moleküler ve genetik tedavi yöntemleri geliştirme alanlarını etkiliyorlar. Bu alanlardaki sermayeye bakınca karşımıza, vergi vermek, yasal olarak denetlenmek, etkinliklerinden dolayı sorumlu tutulmak istemeyen Elon Musk(mühendislik), Peter Thiel (Pay-Pal, Palantir), Sam Altman (OpenAI-“yapay zekâ”), Jeff SkollTom Perkins (teknoloji finansörü) gibi kapitalistler çıkıyor.

(...)

 Tamamını okumak için tıklayınız

Monday, August 05, 2024

Faşizm sokaklarda

 


Faşizm, birçok Avrupa ülkesinden sonra Britanya’da da başını kaldırmaya çalışıyor. Son seçimlerde “Reform UK” gibi faşist özellikler sergileyen bir parti meclise girdi. Geçen hafta faşist serseriler bir çok kentte sokaklardaydılar. İşçi Partisi hükümeti bu eylemleri durdurmakta zorlanıyor. 

TORY HÜKÜMETLERİ VE ‘SÜREÇ OLARAK FAŞİZM’

Tory hükümetlerinin Boris Johnson, Liz Truss gibi liderleri, Sue Breverman, Kemi Badenoch gibi bakanları, sık sık göçmenleri ulusal güvenlik tehdidi olarak göstermeyi amaçlayan konuşmalar yaptılar, politikalar önerdiler. Böylece ırkçılığın, Müslüman düşmanlığının gelişmesini, kültürler arası kutuplaşmayı hızlandırdılar. Dikkatler işçi sınıfının, genel olarak çalışanların, emeklilerin gerçek sorunlarından uzaklaştı; çeşitli faşist çevre ve grupların gelişmesine, güçlenmesine, “süreç olarak faşizmin” hızlanmasına uygun bir ortam oluştu. 

(...)

DİRENİŞ DİNAMİKLERİ

Faşist hareketin bir kitle partisi aşamasına geçişine direnebilmek için, çok yönlü bir yaklaşımla, öncelikle de İslamofobi, ırkçılık karşıtı güçlü, aktif bir hareket yaratmak gerekiyor. Geçen hafta antifaşist güçlerin faşistlerin karşısında sokaklara inmeye başlaması umut verici bir gelişmedir. Faşist sokak eylemlerine karşı, İşçi Partisi hükümetinin, bir “özel müdahale” birimi kurması da olumlu bir gelişmedir. Ancak bu birimin, antifaşist güçlerin direniş eylemlerine müdahale etme olasılığı da yüksektir. 

Sosyal demokrat hükümetler, tarihsel olarak her zaman “süreç olarak faşizmi”devletin güvenlik güçleriyle durdurabileceklerine inanırlar. Halbuki polis teşkilatları içindeki kurumsal ırkçılık, cinsiyetçilik, bu zeminde, faşist hareketin polisi etkileme, polise sızma kolaylığı göz önüne alındığında, bunun yanlış hatta zararlı bir inanç olduğu anlaşılır. Sosyal demokrat hükümet, güvenlik güçlerine dayanmaya çalışır, “tarafsızlık” fantezisinin etkisiyle, antifaşist hareketin eylemlerini de bastırırken, faşist hareket devlete sızmaya, büyük sermaye ile ilişki kurmanın yollarını aramaya başlar. Sosyal demokrat ya da liberal partinin hükümeti bir aşamada başarısız olup da seçimleri kaybettiğinde faşist hareketin önü açılır. 

(...)

Ancak İP hükümetinin faşist hareketin 21. yüzyılda yeniden doğuşuna ebelik eden neoliberal politikalardan kopamadığı görülüyor.


Yazının tamamını okumak içn tıklayınız


Thursday, August 01, 2024

Bir ‘acayip’ seçimler

 



Son haftalarda ABD başkanlık seçimleri üzerine yazıyorum. Kimi dostlar “Bize ne? Ne halleri varsa görsünler” diyor. Oysa, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde, ABD seçimleri, “süreç olarak faşizm” üzerinde düşünmeye yardım edecek değerli ipuçları sunuyorlar.

***

(...)

BİR ‘FAŞİST DARBEYE’ DOĞRU

“Bir kişiye bir oy bir kez” sloganını, ilk kez Cezayir iç savaşının arifesindeki seçimlerde siyasal İslamın liderliğinin ağzından duymuştuk. Şimdi, aynı anlayış, ABD başkanlık seçimleri öncesinde karşımıza çıktı. Geçen cuma günü Trump, Hıristiyan milliyetçilerine (faşistlere) konuşurken “Güzel Hıristiyanlar sizi seviyorum, gidin bana oy verin. Bir daha oy vermek zorunda kalmayacaksınız, her şeyi o kadar iyi bir şekilde ayarlayacağız ki bir daha oy vermek zorunda kalmayacaksınız.” Gerçekten “acayip”ama, Vance’ın “ABD, Roma İmparatorluğu’nun cumhuriyet döneminin son günlerini (MÖ 75) anımsatıyor” (öyleyse bir Sezar gerekiyor) saptamasıyla uyumlu. 

“Acayiplikler” bununla sınırlı değil. Trump, cuma konuşmasından bir gün önce, “O kadar çok oyumuz var ki oya ihtiyacımız yok. Halkıma oylara ihtiyacım olmadığını söylüyorum. İhtiyacımız olan tüm oylara sahibiz. Oylara ihtiyacım yok. Hiç kimsenin sahip olmadığı kadar çok oyumuz var. Oy vermek zorunda değilsiniz, endişelenmeyin” diyordu. 

Sakın, Trump seçimi kazanmak için oya, başkan olmak için de seçimi kazanmasına gerek olmadığını düşünüyor, sonucu oylardan başka bir şeyin belirleyeceğine inanıyor olmasın! 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız