Thursday, August 04, 2011

Şimdi de Tel Aviv


 03 Ağustos 2011 -  
Cumartesi günü Tel Aviv ve 11 kentte 150 bin kişi sokaklardaydı. İsrail’de nüfusun yüzde 2’sinin katıldığı protesto gösterileri “devrim” dalgasının, jeopolitik engelleri aşarak İsrail’e de ulaştığını gösteriyordu.

Bu protesto eylemleri bir şeyi daha gösteriyordu: Kitleler, İsrail’de bile etnik, dini farklılıkları, ulusal güvenlik sorunlarını aşarak, ekonomik demokratik hakları için birlikte eylem yapabiliyor!

Habima-Tahrir
Tel Aviv’in Rothschild Bulvarı’nda, yaklaşık iki hafta önce gençlerin, Facebook üzerinden “konut yetersizliği ve hayat pahalılığı sorununu” dile getirmek üzere başlattıkları “Çadır Kent” eylemi, cumartesi günü, Yediot Aharonot gazetesinin bir yorumunda vurgulandığı gibi İsrail tarihinin en büyük protesto eylemlerinden birini gerçekleştirerek herkesi şaşırtan, ülkenin siyasi coğrafyasını yeniden düzenlemeye başlayan bir meyve verdi.

The American Porspect dergisinden Gorenberg’in Bulvar’dan aktardığı görüntüler, örneğin, bulvarın kavşağının girişinde asılı, üzerinde “Habima – Tahrir Meydanı” yazılı büyük pankart, “olayın” evrensel, ülke özelliklerini aşan boyutuna işaret ediyordu. İsrail’de başlayan bir eylemin kendini Kahire’de gerçekleşen bir eylemle ilişkilendirmesiyse, “uygarlıklar çatışması”fantezisine ve Tahrir Meydanı’na bakarken, göstericileri değil emperyalizmi görenlerin sinizmine kapılmayarak, aslında tek bir uygarlık, üstelik genel yapısal krizlerinden biriyle sarsılmakta olan bir “kapitalist uygarlık” içinde yaşadığımızın ayırdında olanlar için anlaşılmaz bir gelişme değildi...

Yine de bu eylemlerin bu kadar çabuk büyümesinin salt gözlemcileri değil katılanları bile şaşırtmasını sanırım esas olarak üç nedene bağlayabiliriz.

Birincisi, İsrail ekonomisi krizde değil, GSMH büyüyor, kişi başına milli gelir artıyor. Ama bu sırada gelir dağılımı bozulmaya devam ediyor, çalışanların (haberlerde ve yorumlarda ısrarla orta-sınıf olarak aktarılması da manidar), yaşam koşulları bozuluyor. Çünkü temel gıda, yakıt, enerji fiyatları, kiralar artıyor; “Bir avuç aile her şeyi kontrol ediyor”; neo-liberal ekonomi programlarının sonucu gelen özelleştirmeler sağlık, eğitim, ulaşım alanlarında hizmetlerin kalitesini bozuyor, fiyatlarını arttırıyor (New York Times, 31/07/11)

İşçi sınıfı proletaryaya dönüşürken
Bu nedenle eylemler, toplumun, “milyarderler dışındaki” tüm kesimlerinin katılımıyla hızla büyüdü. Güçlü Histadrut sendikalar konfederasyonu eylemleri desteklediğini açıkladı. Belediyelerin büyük çoğunluğu, eylemleri desteklemek amacıyla pazartesi günü bir günlük genel grev ilan etti. Bebek maması ve bakım malzemesindeki dayanılmaz fiyat artışlarını protesto etmek için büyük bir kadın grubunun bebek arabalarıyla gösterilere katıldığı görülüyordu.

Şaşkınlık yaratan bir diğer etken de İsrail’de siyasi iklime egemen olan “güvenlik paradigmasının sol hareketi bitirdiğine”ilişkin inancın kırılmasıydı. Aslında sol gruplar, “haklar mücadelesi” etrafında yıllardır, sık sık da Filistinlilerle birlikte çalışmaya devam ediyordu. “Toplumsal olay” başlayınca “sol”un bu çalışmalarının boşa gitmemiş olduğu, solun hızla canlanmaya başlamasıyla ortaya çıktı. “Toplumsal olay”, güvenlik paradigmasını aşmış, halk, “sağ”ın, hükümetin, “Filistin hareketi İsrail’in uluslararası meşruiyetini hedef almaya başladı, ulusal birlik çok önemli” gibi propagandalarını aşarak kendi ekonomik demokratik talepleri için bir “siyasi krizi” göze almıştı.

Üçüncüsü, eylemlerde, yerleşimcilerin (aslında toplumun en yoksul kesimi), emekçilerin kıyafetinden koyu dinci olduğu anlaşılan kesimlerinin, solcularla, Tel Aviv’in en seküler (“laikçi”), serbest -dekadan”- yaşayan “yeni orta sınıf” kesimleriyle yan yana meydanlara inmesi, nihayet bu meydanlara, İsrail’in Arap vatandaşlarının da katılmaya başlamasıydı (Haaretz, 31/07/11).

Aslında şaşıracak bir şey yoktu, madde doğasına göre deviniyordu, o kadar. İşçi sınıfı bir kere hareket etmeye,proletaryaya dönüşmeye başladığında, olağan zamanlarda kendisini bölen, dinci/etnik söylem ve fantezileri aşabileceğini bir kez daha gösteriyordu... Bu zeminde sol hem yıllardır harcadığı emeğin meyvelerini topluyor hem de siyasi yelpazede yerini yeniden ve güvenle almaya başlıyordu.

“Toplumsal adalet” ve “doğrudan demokrasi” taleplerinin, ekonominin tekelci yapılarına, neo-liberalizme tepkilerin eylemlere egemen olduğu görülüyor. “Doğrudan demokrasi” talebiyse, siyasi rejimin iflas ettiğini gösteriyor. Protestoların, dinci milliyetçi duyarlıklardan değil toplumsal sorunlardan kalkarak yükselmesi, uzun yıllardır bölge halklarını bu duyarlılıklarını kaşıyarak kontrol altında tutan İsrail ve Arap egemen sınıflarının, artık bu olanaklarının zayıflamakta olduğunu düşündürüyor...

No comments: