Monday, August 02, 2010

Washington’da Hava Bozuyor…

Geçen hafta Heritage Foundation’un yayımladığı, “Türkiye’nin stratejik sürüklenmesini önlemek” başlıklı rapor (www.heritage.org/Research/Reports/2010/07/Countering-Turkey-s-Strategic-Drift), ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu oturumunda yaşananlar, Washington’da havanın AKP yönetimindeki Türkiye’nin aleyhine değişmeye başladığını gösteriyor.

‘Neo-conlar’dan ‘ana akım’a

Heritage Foundation’un raporu, yakın zamana kadar AKP politikalarına olumlu bakan çevrelerin kaygılanmaya başladığını gösteriyordu. Diğer taraftan, oturuma başkanlık eden temsilci Howard Berman’ın açış konuşmasında işaret ettiği gibi, “komisyonun tarihinde ilk kez, yalnızca Türkiye’yi tartışmak için bir oturum yapılıyormuş”. Çünkü, “ABD ve Atlantik Topluluğu’ylaTürkiye arasındaki ilişkilerin kritik bir noktaya geldiğini gösteren güçlü belirtiler varmış”.

Türkiye’nin bu biçimde tartışılmaya başlanması, bir süredir ABD muhafazakâr kesimleri “neo-con” yazarlar tarafından dile getirilen eleştirilerin, şimdi her iki partiden “ana akım” siyasetçileri de etkilemeye başladığını düşündürüyor.

AKP’nin doğuşunda, iktidar olmasında, Bush dönemi neo-con uzmanlar büyük rol oynadılar. Hatta Merdan Yanardağ’ın kitabında sergilediği gibi, AKP’nin bir “ABD projesi” olduğu bile ileri sürülebilir. Başlangıçta, AKP’yi, Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında, ılımlı (ABD yanlısı, İsrail dostu, neo-liberal) ülke olarak destekleyen neo-con çevre, “1 Mart Tezkeresi”, Hamas’ın Türkiye ziyareti olaylarından sonra tutum değiştirmeye başladı; Weekly Standard, National Review, Wall Street Journal gibi yayınlarda, AKP hükümetini hedef alan yorumlar yayımlandı. Washington Institute’den Soner Çağaptay’ın AKP’ye yönelik analiz ve eleştirileri, Newsweek gibi kitlesel “ana akım” yayınlarında yer aldı.

Türkiye-İsrail ilişkileri bozulunca, bu eleştirilerin dozu giderek arttı, geçen ay Jim Lobe’un IPS’de ayrıntılı bir biçimde aktardığı gibi adeta bir neo-con kampanyasına dönüştü (http://ipsnews.net/news.asp?idnews=51771).

Komisyonda oturum başkanlığı yapan Berman’ın, katılan diğer temsilcilerin komisyona çağrılan uzmanlara sordukları sorular kadar, bilgi almak için çağrılan uzmanların niteliği de bu “kampanyanın” başarılı olduğunu düşündürüyor.

Berman açış konuşmasında, AKP iktidara geldikten sonra, kimi çevrelerde ülkenin gidişatına ilişkin oluşan kuşkulara işaret ettikten sonra, “Ama ben onlardan değildim” dedi. Berman, AKP hükümetinin, Ortadoğu’da, “ılımlı ve demokratik bir İslam ülkesi olarak örnek oluşturabileceğini” düşünenlerdenmiş. Ancak 2006’da Hamas’ın Türkiye ziyaretinden sonra giderek biriken kaygılar onu da etkilemiş. Önce Türkiye’nin Hamas’ı yumuşatacağını düşünmüş. Berman, “Ama dört yıl geçti, Hamas’la Türkiye arasında temaslar devam etti. Hamas değişmedi, ama Türkiye değişti” diyor.

İsrail’e karşı tavrına, Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamaktaki ısrarına, Kıbrıs sorununa, basın özgürlüğüne, Patrikhane gibi kritik konulara değinen Berman, konuşmasında, “AKP hükümeti Ortadoğu’da güçlü bir liderlik mi kurmak istiyor? İstiyorsa bu ne anlama geliyor?” diye de sordu.

Komisyona bilgi almak için çağrılan uzmanlara, konuşma sırasına bakarak, komisyonun aslında ne duymak istediğini de tahmin edebiliriz sanırım. Soner Çağaptay, İsrail’e yakın Washington Enstitute’den. Ross Wilson ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi. Ian Lesser, German Marshall Fund’da üst düzey görevli. Michael Rubin, American Enterprise Institute’den, “neo-con”ların içinde AKP hükümetine karşı alarm zillerini ilk çalan yazarlardan. Komisyon AKP’ye eleştirel bir konuşmayla başlıyor, AKP deneyimi olan bir bürokratla, Avrupa’nın yaklaşımını yansıtabilecek bir uzmanla devam ediyor. En son, “neo-con” çevreden, İsrail yanlısı bir uzman konuşuyor.

İlişkiler hep zordu ama...

Konuşmaları,http://foreignaffairs.house.gov/hearing_notice.asp?id=1199 adresinde bulabilirsiniz. Ben burada yalnızca ilginç bulduğum kimi noktaları aktarmakla yetineceğim.

Soner Çağaptay, AKP hükümetinin dış politikasında ABD açısından oluşan bildik sorunları (Hamas, İsrail, İran) özetliyor. AB sürecine gereken önceliği vermeyen AKP’nin, artık ülkeyi Atlantik Topluluğu’nun üyesi olarak görmediğini ileri sürüyor. Çağaptay’a göre AKP uygarlıklar çatışması savını benimsiyor, her yerde bunun izlerini görüyor. Bir farkla ki yerini Batı karşısında seçiyor, “Bu yüzden AKP yönetimindeki bir Türkiye’nin aracılık yapması olanaksız”. Çağaptay, AKP’nin ülke içinde denetimi arttırdığını, bağımsız basını baskı altına aldığını, bu nedenle Türkiye’nin bölgedeki en ABD karşıtı ülke haline geldiğini vurguluyor. “Çözüm olarak yapacak pek bir şey yok, ama AKP liderliği ile siyasi temasları keserek, ilişkiyi bürokratlar arası temaslarla sınırlayabiliriz. Türkiye halkına yönelik, özgürlükleri, kadın haklarını vb. destekleyen bir kamu diplomasisi izleyebiliriz” diyor.

Ross Wilson ise Türkiye’nin ABD açısından önemini, ilişkilerinse hiçbir zaman kolay olmadığını vurguladıktan sonra, “ama bu kez, birçok ana akım yorumcu farklı bir durum olduğunu saptıyor” diyor. Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi olarak tanımlayan Ross, “Türkiye, İran karşısında arabulucu olamaz ama tarafsız da kalamaz” diyor. “Ne yapmalı” sorusuna cevap olarak Wilson, son Obama - Erdoğan görüşmesini örnek veriyor. Wilson’a gelen bilgilere göre “toplantı uzunmuş, Obama çok doğrudan (direct) konuşmuş, sert ve eleştirelmiş”. Wilson, “İşte tam da böyle yapmak gerekir” diyor…

Avrupa Birliği’nin deyim yerindeyse “derin” ruhuna yakın bir yerde, Alman Marshall Fund’da çalışan Ian Lesser, bugüne kadar, AKP hükümetine olumlu yaklaşan bir çizgi izliyordu. Lesser, komisyona, Türkiye dış politikasının, “hükümetin kendine güveninin”… “Türkiye’nin AB, NATO ve ABD ile stratejik ortaklığa ilgisinin azalmasının”… “salt AKP’den kaynaklanmadığını, kültürel, ekonomik temellere dayandığını” vurguladı. Böyle diyerek Lesser, “kaygı veren gelişmeleri”, bence siyasal İslamın ekonomik ve kültürel yükselişiyle ilişkilendirmiş oluyordu. Lesser’e göre AKP dış politikasında “kimi olumlu yanlar olmakla birlikte, kaygı verici yanlar daha çoktu”. Lesser’e göre “Geleneksel ABD-Türkiye ilişkilerindeki istikrarın kaynağı olarak transatlantik ortaklığının, Türkiye dış politikası içindeki ağırlığında sürekli gerileme yaşanıyor”… “Türkiye’nin İran ve Ortadoğu konularındaki tutumları transatlantik ortakların perspektifiyle uyumsuz”.

Son konuşmacı Rubin, temsilcilere, AKP yönetiminin, “Türkiye’yi planlı bir biçimde Arapların ve İran’ın Ortadoğu’suna yönelttiğini, burada en radikal unsurlarla yakınlaştığını, ülkeyi de çok köklü biçimde dönüştürdüğünü” anlattı. Rubin, AKP’nin laik eğitimi bozduğunu, yargı bağımsızlığını azalttığını, siyasi rakiplerini güvenlik güçlerine izlettiğini, basının bağımsızlığını zayıflattığını savundu.

Reuters ve Amerika’nın Sesi, oturuma katılan temsilcilerin sordukları kimi soruları ve kaygılarını aktardılar. Örneğin, Dişişleri Komisyonu’nun en kıdemli üyesi Ros-Lehtinen (Cumhuriyetçi) Türkiye’nin tavrının ikili ilişkileri bozduğunu, Gazze ablukasını delme çabasının provokasyon olduğunu söylemiş. Ros-Lehtinen, AKP’yi İslami bir parti olarak niteleyerek, Ergenekon soruşturmasını eleştirmiş. Gary Ackerman “Türkiye’yi nasıl geri kazanırız” diye sormuş. Bir temsilci, ilişkilerin gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiş. Bir başkası, ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı bir duruma geldiğini düşünüyormuş.

Özetle, Washington’un AKP’ye bakışında bir değişimin başladığı görülüyor

No comments: