Wednesday, September 16, 2009

Uygarlığın Çıkmaz Sokağından Görüntüler

Uygarlığın Çıkmaz Sokağından Görüntüler-I

Birbirinden bağımsız olarak sürmekte olan iki tartışma arasındaki karşıtlık, kapitalist uygarlığın nasıl bir çıkmaz sokakta olduğunu çok açık bir biçimde gösteriyor.
Birbirine taban tabana zıt yönlerde ilerleyen bu iki tartışma ilginç bir biçimde “yeni orta sınıf” kavramı üzerinde kesişiyor. Birinci tartışmada, krizden çıkabilmek için “yeni orta sınıfın” tüketimini arttırmanın yolları araştırılıyor. İkinci tartışmaysa, küresel ısınmayı durdurabilmek için, bir yolunu bulup, “yeni orta sınıfın” tüketimini kısıtlamakla ilgili.
Bu iki tartışmanın sergilediği durum, ne yazık ki insanlığın iki seçenekle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Ya bu “yeni orta sınıf”, ulusal, bölgesel kamplara bölünerek, bir kaynak paylaşım kavgasında birbirinin gırtlağına sarılacak, ya da küresel düzeyde güçlerini, aklını birleştirmenin, bir dayanışma ve eylem alanı oluşturmanın yolunu bularak, uygarlığı bu çıkmaz sokaktan çıkarabilecek seçenekleri gündeme getirecek…

Krizden çıkmak için daha çok tüketim…
Birinci tartışmanın, oldukça kapsamlı bir özetine geçen hafta bir Newsweekmakalesinde rastladım. Makalenin savı kabaca şöyleydi: Mali kriz geride kalıyor ama yeni üretim ve tüketim kapa-sitesi nereden gelecek. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki tüketim gerilemesinin açığını başta Çin olmak üzere diğer Asya ülkeleri, gelişmekte olan ülkeler kapatabilir mi?
Diğer bir deyişle, halen geçerli (ama krizini yaşamakta) olan egemen sermaye birikim rejimi, tüketimin arttırılmasını gerektiriyor. Neoliberalizm (küreselleşme) altında, giderek kredi köpüğüne dönüşen bir mali genişlemenin körüklediği tüketim, dünya hasılasının yüzde 60’ına ulaştı.Şimdi kredi köpüğü sönerken bu köpüğün yarattığı kapasiteyi destekleyen tüketimi sürdürmek giderek zorlaşıyor. Bu yüzden, kimi piyasa ekonomistleri “çıkıyoruz” filan diye sevinseler de, çok ciddi bir kapasite fazlası sorunu gelişmeye devam ediyor. Mali krizin bir çöküşe dönüşmesini engellemek için gündeme gelen mali genişlemenin sınırına gelindi. Hatta, ABD ve İngiltere’de hükümetler, bütçe açıkları ve kamu borçlarıyla başa çıkmak (bu kez devletin mali krizini aşabilmek) için kesintileri, ek vergileri gündeme getirmenin zamanını tartışmaya başladılar.

Bu tüketim açığını nasıl kapatabiliriz sorusuna cevap ararken, Newsweek, McKinsey Global Institute (MGI) ekonomi uzmanlarının yaptığı bir araştırmanın bulgularını aktarıyor. MGI’ya göre, 2015 yılına kadar, Asya’da ve diğer gelişmekte olan ülkelerde, “yeni orta sınıfın” saflarına, büyük harcama kapasitesine sahip bir milyar yeni tüketici katılacakmış. Bunların tüketim hızı ve eğilimleri de, kriz sonrası dünyanın gideceği yönü belirleyecekmiş.

Bu noktada, Newsweek dikkatini, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi ve beşinci büyük tüketici olan Çin’e yönelterek bu ülkede tüketimin GSMH’sinin yalnızca yüzde 36’sına ulaştığına dikkat çekiyor. Bu oran ABD’ninkinin yarısı, Avrupa ve Japonya’nın 2/3’üymüş. Çin büyümeyi trendinin (yıllık yüzde 9-10) yüzde 80 üzerine, tüketimin payını yüzde 45’e yükseltirse, bu net küresel tüketime yılda yaklaşık iki trilyon dolarekleyebilirmiş. Şimdi burada durup ikinci tartışmaya geçelim.

Küresel ısınmaya karşı daha az tüketim
Gelişmekte olan ülkelerin, yukarda sözü edilen “yeni orta sınıfının” tüketim eğilimi, bu ülkelerin enerji talebini hızla arttırıyor. Bu gerçeklik de, küresel ısınmaya karşı alınacak tedbirlerin tartışıldığı platformlarda, gelişmekte olan ülkelerle, gelişmiş ülkeleri karşı karşıya getiriyor.
Krizi aşmak için tüketim kapasitesinidaha çok arttırması beklenen gelişmekte olan ülkelerden bu kez küresel ısınmaya yol açan sera gazları üretimini azaltmak için, enerji tüketimlerini kısıtlamaları isteniyor.Washington Post’un aktardığına göre, birçok Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkesi, enerji kullanımları ve karbondioksit gazı üretimleri üzerine, uluslararası anlaşmalarla yasal olarak bağlayıcı sınırlamalar konulmasına karşı çıkıyorlar. Bu ülkeler, toplam sera gazı üretimlerinin, gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğuna dikkat çekiyor, bu sınırlamaların gelişmelerini, yoksullukla olan mücadelelerini engelleyeceğini savunuyorlar.
Washington Post yükselen bir güç olan Hindistan’da geçen yirmi yıl içinde (küreselleşme döneminde) “orta sınıfın” nüfusunun dört kat artarak 60 milyona ulaştığını işaret ediyor ve ekliyor. Milyonlarca insan, ilk çamaşır makinesini, buzdolabını, klima cihazını almak için sabırsızlıkla bekliyor. Bu talepler ülkenin elektrik sistemine büyük bir yük getiriyor, enerji tüketim kapasitesini, dolayısıyla sera gazları üretiminin artmasını kaçınılmazlaştırıyor.
Buna karşılık gelişmiş ülkeler de, kendi üreticileri ve tüketicileri açısından maliyetleri yükselterek, dünya ekonomisinde “haksız rekabete yol açacağını” ileri sürerek, sera gazları üretiminde kısıtlamalara gitmeye yanaşmıyorlar.

‘Yeni orta sınıfın’ basıncı
Belli ki ekonomik krizden çıkmak da, küresel ısınmaya karşı mücadele de, bu “yeni orta sınıf” denen sosyal kategorinin davranışına bağlı. Ama sorun çok daha karmaşık. Örneğin bu yeni orta sınıfın tüketim gereksinimleri salt enerji mallarıyla sınırlı değil. Bu, esas olarak kentte yaşadığından, sudan başlayarak, ekmekten sebzeye, etten yumurtaya, süte kadar tükettiği her şeyi piyasadan edinmek durumunda olan bir sınıf. Bu sınıfın yükselişi, enerji kaynakları kadar belki de daha fazla dünyanın gıda, su kaynakları üzerinde büyük bir basınç yaratıyor.
Pentagon çevrelerinden, en ileri bilgisayar sistemleriyle geleceğe ilişkin simülasyon çalışmaları yapan Enterra Solutions’un üst düzey yöneticilerinden (ilk kez dikkatleri, 2003’te “Pentagon’un yeni haritası”makalesiyle çeken ) Thomas Barnett’te yeni jeopolitiğin kurallarını bu sınıfın belirleyeceğini düşünüyor (WPR, 07/09/09). Daha önce aktardığım gibi, İngiltere Savunma Bakanlığı araştırmacıları da küresel çapta şekillenmeye başlayan bu sınıfın olası reflekslerinin yaratabileceği güvenlik sorunlarından kaygılanıyorlardı.

Barnett, gelecek 40 yıl içinde dünya nüfusu yüzde 50 artarken, gıda talebi yüzde 70 artacak diyor. Bu artışın büyük bir kısmı da esas olarak Asya’da şekillenen küresel (yeni) orta sınıftan kaynaklanacakmış. Hükümetler de iç ve dış politikalarını bu orta sınıfın taleplerine cevap verecek biçimde şekillendirecekler. Barnett, bazı zengin Arap ve Asya hükümetlerinin, bu “yeni orta sınıfın” gereksinimlerini karşılayabilmek için dış politikalarını yeniden düzenlediklerini, örneğin Afrika’da sulanabilir topraklar edinme yarışına giriştiklerini aktarıyor. Der Spiegel’in bir araştırması, yatırımcıların bu verimli toprakları kapma çabalarının, Afrika’yla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Çoğu devlet şirketi olan yatırımcıların eli Pakistan’ın Pencap bölgesine, Kazakistan’ın, Ukrayna’nın tarım alanlarına kadar ulaşıyor (30/07/2009). Acaba Konya ve Harran ovalarında ne oluyor?

Uygarlığın Çıkmaz Sokağından Görüntüler - II
Bir taraftan, zengin ülkelerin hükümetleri yoksul ülkelerin verimli topraklarını satın almak için, diğer taraftan, aç gözlü yerli egemen sınıfların hükümetleri, yatırımcılara, son tahlilde yerli halkın mülksüzleştirilmesini, toprakların, su kaynaklarının el değiştirmesini kolaylaştıran imtiyazlar vermek için birbirleriyle yarışıyorlar. Bu süreç, hem 19. yüzyılın sömürgecilik dalgasını andıran bir sermaye-devlet ilişkisi dinamiğine, hem de “yeni orta sınıfın” siyasi gücüne işaret ediyor.

‘Yeni orta sınıfın’ morfolojisi…
“Yeni orta sınıf”ı tartışan yorumların, gelir düzeyine, tüketim kapasitesine, eğilimlerine, duyarlılıklarına, giderek eğitim düzeyine vurgu yaptığını görüyoruz. Buna karşılık, bu kesimin üretim araçlarının mülkiyetikarşısındaki toplumsal işbölümü, sermayenin yönetim düzeni içindeki yerine hiç değinilmiyor.

Halbuki bu özellikler de eklendiğinde, bu “yeni orta sınıfın” birçok açıdan geleneksel sanayi proletaryasının özelliklerini taşıdığını görebiliyoruz. Her iki sınıf da üretim araçlarının mülkiyetinden yoksundur, işbölümünün mal ve hizmet üretimi kesiminde, sermayenin yönetim sistemi içinde yönetilenler kısmında yer alırlar.

Sanayi proletaryası, ekonominin en ileri teknoloji kullanan kesiminde başlayan bir sınıf şekillenmesinin ürünüydü; kültürü, örgütlenme kapa-sitesi, sosyal yaşamı, gelir düzeyi işçi sınıfının diğer kesimlerinden farklıydı. Bu “yeni orta sınıf” denen kesim de, ekonominin en ileri teknoloji kullanan kesimlerinde şekilleniyor, işçi sınıfının geri kalanına kıyasla, bilgisayar kullanmak, yabancı dil bilmek, lise hatta üniversite düzeyinde eğitimli olmak gibi özellikler taşıyor; kültür düzeyi bu yüzden daha yüksek. Örgütlenme kapasitesi, taleplerini dile getirirken, en son iletişim araçlarını kullanarak üyeleri arasında yöresel, ulusal, hatta küresel çapta eşgüdüm kurma becerisi çok yüksek.

Yeni çalışma düzeninin ürünü olduğundan disiplin, özgürlük, dayanışma, ahlak, estetik ölçütleri de geleneksel sanayi proletaryasından oldukça farklı. Ama sanayi proletaryası da ilk ortaya çıktığında işçi sınıfının geri kalanından farklıydı, özellikle 20. yüzyılın başında, Fordist dönemde… Bu “yeni orta sınıf” aslında proletaryanın, en yeni, en dinamik, en mücadeleci kesiminden başka bir şey değil. Adının ısrarla “orta sınıf” olarak konması ise “kültür endüstrisinin”, egemen (neo-liberal), “epistemik toplulukların” bu sınıf şekillenmesinin, bir sınıf bilinci üretme sürecini geciktirme çabasının ürünü.

NATO ile ne ilgisi var?
Önce bu “yeni orta sınıfın” enerji ve gıda gereksinimlerinin hızla artmakta olduğunu düşünün. Sonra da 19. yüzyıl İngiliz emperyalizminin en önemli isimlerinden Cecil Rhodes’ın şu sözlerini (1895): “Dün Doğu Londra’daydım… ‘Ekmek’, ‘ekmek’ diye bağıran öfkeli söylevleri dinledim. Eve dönerken yolda, emperyalizmin önemine iyice ikna oldum… İmparatorluk… bir ekmek peynir meselesidir. İç savaşı engellemek istiyorsanız emperyalist olmalısınız.” (Die Neue Zeit’den; Lenin; Emperyalizm…1916, 6. Bölüm)

Şimdi, ABD hegemonyasının, Batı ittifakının askeri örgütü olan NATO’ya dönebiliriz. Soğuk Savaş’tan sonra NATO, yeni yükselmeye başlayan güçler karşısında giderek biçim değiştirmeye, küresel bir özellik kazanmaya başladı. The Guardian’dan David Cronin’in aktardığına göre, NATO şimdi de iklim değişikliğinin gündeme getirdiği güvenlik sorunlarıyla ilgilenmek için, eski Shell Genel Müdürü Jeron van der Veer, eski NATO Genel Sekreteri Scheffer gibi isimlerden oluşan bir danışma kurulu oluşturmuş. Cronin, Scheffer’in, su kaynakları, tarım arazileri üzerinde rekabetin yoğunlaşacağını, “NATO’nun kaynaklarla ilgili anlaşmazlıklarda saldırgan ve müdahaleci bir duruş benimsemesini, örneğin Batı için kritik öneme sahip petrol ve gaz boru hatlarını korumasını” savunduğunu aktarıyor, Afganistan’ın tam ortasından geçmesi planlanan gaz ve petrol boru hatları projesini anımsatıyor.

Umarım bağlantıyı kurmuşsunuzdur. Batı da bu “yeni orta sınıfın” tüketim gereksinimlerini sağlayacak projelerin, yükselen güçlerdeki benzer sınıfların talepleri karşısında korunması, bundan sonra NATO’nun görevleri arasında olacak.

Öyleyse, insanlığın kaderi yine işçi sınıfının elinde. Ya bu “yeni orta sınıf” toplumsal üretimin, tüketimin verili biçimlerini korumak için, emperyalist, ırkçı, milliyetçi ideolojilerin yardımıyla birbirinin boğazına atlayacak. Ya da hem ulusal hem de küresel çapta yeni teknolojinin olanaklarını da kullanarak yeni bir dayanışma, mücadele alanı oluşturmaya, gezegenin kaynaklarıyla uyumlu yeni bir üretim, tüketim tarzı yaratmaya çalışacak…

No comments: