Wednesday, November 05, 2008

Bir kriz daha var ve yeni başlıyor!

(Cumhuriyet 03.11.08)

Borsaların toparlanma işareti verdiğine bakmayın. Dünya ekonomisinde bir resesyon yaygınlaşıyor, bir depresyon riski artıyor. “Yeni başlamakta olan kriz” bu sürece ilişkin ekonomi yönetim modeliyle ilgili… Çünkü, bir model çöktüğünde, yeni bir modelin oluşması, benimsenmesi uzun yıllar alıyor.

Küresel resesyon ve kilitlenme riski

Geçen hafta, olumsuz ekonomik haberlere karşılık borsalar şaha kalktı. Örneğin, Dow Jones sanayi indeksi Salı günü %10’dan fazla değer kazandı. Halbuki ayni gün veriler (tüketici güven indeksi), ABD’de ve dünya ekonomisinde büyümeyi destekleyen ABD tüketicisinin nihayet “havlu atığını” gösteriyordu. Bir önceki hafta BBC, İngiltere’de, gıda tüketiminin kayıtlar tutulmaya başlandığından bu yana ilk kez gerilediğini bildirmişti.

Bloomberg,  borsadaki yükselmeye ilişkin haberinin hemen altında kredi krizinin “reel ekonomiyi vurduğunu” bildiriyor, birkaç gün sonra da New York Times, sıranın kredi kartları borçlarına geldiğini yazıyordu. ABD’de ekonomik büyümesinin %70’i tüketici talebinden kaynaklanıyor. Bu tüketici talebi dünyanın geri kalanında özellikle de Asya (öncelikle de Çin’de) oluşmuş tasarruflarla finanse ediliyordu. Böylece, dünya ekonomisinin %25’indan fazlasını oluşturan ABD’nin ekonomik büyüme hızı, 2000-2006 arasında dünya ekonomik büyüme hızındaki artışının % 70’ine yakınını sağlıyordu. Geçen hafta bir diğer veri de ABD ekonomisinin daralmakta olduğuna ilişkindi.

Şimdi bu koşullarda, Fransa ve İngiltere’nin resmen resesyona girdiğinden, Çin’de ekonomik büyümenin %10-11’lerden %8-9 arasına gerilemesine ilişkin beklentilerden hareketle, küresel resesyonun artık yerleştiği sonucuna ulaşabiliriz.

Resesyon, küresel bile olsa, tek başına çok tehlikeli bir olgu değil. İş devrelerinin, adeta kapitalist ekonominin “nefes alıp verme hareketinin, nefes verme aşaması” olarak görülebilir. Ancak durum 1997’den bu yana farklı. 1997 Asya krizinden sonra merkez ülkelerde oluşan köpüklerin patlamasıyla oluşan resesyonun, depresyona dönüşmemesi için şişirilen gayrimenkul piyasası ve “menkulleştirme” köpüklerinin arkasındaki parasal genişleme, neo-liberal ekonomi yönetim modelinin “tabancasındaki son kurşundu”. Bu nedenledir ki biz bu köpükler oluşurken, geriye doğru bakarak neo-liberal modelin “destek fantezisi” olan “küreselleşmenin” Asya kriziyle birlikte sona ermeye başladığını, yeni bir döneme geçiş sürecinin gündeme geldiğini savunmaya başlamıştık (örneğin: Küreselleşmeden sonra- geçiş sürecinde gezintiler, Ütopya yayınları, Nisan 2006).

Önce ev piyasası köpüğü, sonra menkulleştirme köpüğü, delindi. Ekonomik kriz (kar oranlarındaki kronik zayıflıktan kaynaklanan bir aşırı birikim krizi) bu kez, en tehlikeli dışavurumlarından biri olan “kredi krizi” biçiminde gündeme geldi. Kredi krizi kısa sürede, ekonominin mali devreleriyle üretici devreleri arasında birbirini besleyen bir fasit daire oluşturdu. Bu sırada dünya ticareti de geriliyordu.  Deniz ticaretinin nasıl hızla gerilemekte olduğunu, göstermek amacıyla, yeni “konteyner” talebini ölçen “Baltic Dry Index’deki  %90’a varan düşüşü geçen hafta aktarmıştım. Perşembe, günü Bloomberg’de bu konuya değinen bir yorum (Mark Gilbert, 30/10) kara ve hava taşımacılığına ilişkin korkutucu veriler içeriyordu. Dünyanın ikinci büyük kamyon (TIR) üreticisi Volvo’nun ürünlerine talep bu yılın III. Üç aylık döneminde bir önceki yıla göre  %99 gerileyerek 41,970 araçtan 155 araca düşmüş. Dünyanın en büyük kamyon üreticisi Daimler AG’de yılın ilk yarısında talepte %30 gerileme olduğunu bildiriyormuş. Yazar, hava kargo taşımacılığının da Eylül’de % 7.7 düştüğünü aktarıyor. “Küreselleşmeciliğin” diline çevirirsek, küresel mali piyasalar kilitlendi, küresel mal piyasaları da kilitlenmek üzere…

“Küreselleşme”den sonra ne?

Daha önce de aktarmıştım, küreselleşmeyle ilgili dikkate değer iki yaklaşım vardı. Biri küreselleşmenin kendi “ağırlığı” altında çökebileceğinden kaygı duyuyordu (Niall Ferguson, Jeffrey Williamson, Joseph Stiglitz, Martin Wolf).  İkincisi, küreselleşmenin krizi hızla yayarak derinleştirmesinden, büyütmesinden korkuyordu (Morgan Stanley’in Asya Direktörü, Stephen Roach). Ben ise, küreselleşmeyi kapitalizmin yapısal “kriziyle” ilişkilendiriyor, bir kriz yönetme biçimi olduğunu vurguluyor, geçici olduğunu savunuyordum.

Bu gün, özellikle Roach’un küreselleşme sırasında oluşan uluslararası ticari, mali bağlantıların, bilgi işlem ve iletişim ağlarının bir bölgedeki krizi hızla sisteme yayarak derinleştireceğine ilişkin korkusunun çok yerinde olduğunu görüyoruz. Dahası geçen hafta Der Spiegel’de yayımlanan bir yorumdan (Michael Mandel, 28/10) hareketle mali krizin bu üç yaklaşımı da doğruladığını da söyleyebiliriz.

Mandel ‘e göre, bu kriz aslında insanların geçen dönemde oluşan sınır ötesi teknoloji transferi, ticari ve mali bağların sürdürülemez olduğunu kavramasından kaynaklanıyor.  Mandel bu süreçte, kredi sisteminin ve ÇUŞ’lerin kurduğu “küresel tedarik zincirleri” temelinde (küreselleşme) oluşan yeni kapasitenin şimdi başa bela olduğuna da dikkat çekiyor; mali kriz teşhisiyle yapılan müdahalelerin işe yaramayacağını savunuyor. Tam bu noktada, biz de, “Yeni başlamakta olan kriz” olarak nitelediğim olguyu konuşmaya başlayabiliriz.

Neo-liberal model krize bir çare üretemiyor, her müdahale (kurtarma, devletleştirme, düzenleme ve denetleme) bu modelden biraz daha uzaklaşmayı getiriyor. Yeni bir “model” gerekiyor. Ancak, acilen gerekli olsa bile, yeni bir modelin oluşmasının, benimsenmesinin önünde en azından üç engel var.

(1) Yirmi beş yıldır uygulanan modelin yerleşmiş kurumları, (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, hazine bakanlıkları, Merkez Bankaları, üniversiteler, medya), bürokrasileri, organik entelektüelleri, yeni önerilere direnecek ayak sürüyecekler. Siyasi liderler yetiştikleri ortamın yüküyle hızlı davranamayacaklar. Orta sınıflar, devlet müdahalesine, vergilendirmeye, maliye politikalarına iyi bakmayacaklar.

(2) Neo-liberalizm iflas edince akla Keynesgil modele geri dönmek geliyor . Ancak o modelin şekillendiği dönemde, sermayeyi uzlaşmaya zorlayan üç etken, sosyal demokrasi, kitlesel sendikal hareket ve komünizm tehdidi bu gün yok. Bu yüzden sermaye sınıfı devletin müdahale gücünün, “göreli özerkliğinin” yeniden artmasına karşı direnecek.

(3) Maliye politikalarından sonuç alabilmek ( tüketimi, üretimi, yatırımları teşvik edebilmek) için ekonomik etkinliğin sınırlarını denetleyebilmek, yapılan desteğin, ülke içinde kalmasını sağlamak gerekiyor. Yoksa hükümetler, yönetici sınıfları,  hatta orta sınıfları bu uygulamaların yükünü üstlenmeye ikna edemezler. Anımsarsanız, Keynesgil modelde dış ticaretle mali piyasalar ulusal zeminde denetlenir, ülke içindeki ekonomik etkinlik kısmen de olsa planlanır ve ona göre desteklenir, daha önemlisi işçinin ücretinin bir kısmını (toplumsal ücret: sağlık, ulaşım tüketim konut vb destekleriyle) ödemeyi devlet üstlenirdi.

Bu yukarıdaki engellerin aşılması yeni (kapasite fazlası sorununa da, savaşa yol açmadan bir çare bulabilecek) bir modelin şekillendirilip uygulanmaya konması kolaylıkla ve kısa sürede gerçekleşecek bir şey değil. 1970’lerde,  Keynesci modelden neo-liberalizme geçiş 7-8 yıl sürmüştü.

No comments: