Monday, April 28, 2025

İlk 100 gün

 



Trump’ın ikinci döneminin ilk 100 gününde, “Proje 2025”in kapsamında planlanan başkanlık kararnameleri uygulamaya kondu. “Süreç olarak faşizm”, şimdi, egemen sermayenin tepkisiyle (yapısal belirleyicilerle), ilk kurumsal engellerle, kitlesel protestolarla tanışıyor. 

Trump imzaladığı kararnamelerle, yürütme erkinde eşi görülmemiş bir güç yoğunlaştırdı, Kongre denetimini, güçler ayrılığını zayıflattı. Başlıca federal kurumlar ya tamamen tasfiye edildi ya da siyasi silaha dönüştürüldü. USAID lağv edilip Dışişleri Bakanlığı’na bağlandı. Finansal Koruma Bürosu kapatıldı. Elon Musk, yönettiği “Devlet Verimliliği Departmanı”yoluyla vatandaş verilerine eşi görülmemiş bir erişim elde etti. Bu arada on binlerce devlet memuru görevden alındı veya sindirildi. 

Faşist entelijansiya, Trump başkanlığında devlet aygıtını ele geçirmeye başlarken klasik faşizmi hatırlatan bir kültürel saldırı da başlattı. Kütüphanelerden ırkçılıkla, cinsel özgürlüklerle, ABD tarihiyle ilgili solcu, liberal yayınlar kaldırılırken Hitler’in Kavgamkitabı hâlâ raflarda. Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık programları iptal edildi. Bu kültürel saldırıya direnen üniversiteler, mali yaptırımlarla, akreditasyon tehditleriyle cezalandırılıyor. 

Faşist uygulamalar, en net biçimde, göçmenlik, vatandaşlık politikalarında görülüyor. Başkanlık kararnameleri yasal göçü kriminalize etti, insan haklarını, anayasa maddelerini askıya alan kitlesel sınır dışı etme uygulamaları hızlandı. Trump rejimi, yüzyıllık anayasal gelenek olan “doğuştan vatandaşlık” hakkını da kaldırmak istiyor: Etnik “saflık” saplantısı, klasik faşizmin “iç temizlik” operasyonlarını hatırlatıyor. 

Çoğulculuğa, muhalefete, çeşitliliğe karşı, beyaz Hıristiyan milliyetçiliği siyasi kimlik olarak yükseliyor: Kürtaj hakları sınırlanıyor, cinsiyet değiştirmeye yönelik sağlık hizmetleri yasaklanıyor, LGBTQ+ kazanımları geriletiliyor. Rejim iktidarını destekleyen katı, ataerkil toplumsal normları pekiştiriyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, April 24, 2025

Yapay zekâ, riskli nostalji

 

Faşist eğilimli teknoloji milyarderleri dünyanın sonuna hazırlanıyor (Naomi Kline). Ekonomik istikrarsızlık, yoksulluk, kültürel kargaşa derinleşiyor. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor! “Gök kubbenin altında koşullar mükemmel.” Faşist hareket yapay zekâ teknolojisiyle nostalji, ırkçılık, kadın düşmanlığı üreterek yükseliyor. Sol hareket ne yapıyor?

***

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Yozgat mitingi çok başarılıydı. Yıllar boyunca AKP’ye oy vermiş, çiftçilerin şimdi CHP mitingine katılması, tarihi bir dönüm noktasında olunduğunu düşündürüyordu. CHP’nin gerçekten bir sol-halkçıparti olmaya, Özgür Özel’in güçlü bir liderlik sergilemeye, siyasal temsilin görsel dilinin değişmeye başladığı görülüyordu.

Bu düşünceyi görünür kılmak isteyen bazı çevreler, sosyal medyada yapay zekâ ile üretilmiş Çin devrimci afişlerine benzer görseller paylaşmaya başladılar. Afişlerde yoksul ama gururlu köylüler, kadınlar, gençler; kararlı bakışlarla geleceğe bakan figürler, Mao’nun yerinde de Özgür Özel vardı. Ancak daha dikkatli bakıldığında, bu görsellerin söyledikleri kadar gizledikleri de önemliydi.

Bu estetik müdahale, “ilerici” bir jest gibi görünse de afişler bir halk uyanışının yanı sıra, estetikle yüceltilmiş bir “köylülük” mitini, geçmişe özlem duyan, bugünün karmaşıklığını nostaljiyle örten eğilimleri besliyordu. Oysa solun pratiği geçmişin görsel hafızasını parlatmak değil; bugünün çelişkileriyle yüzleşmek olmalıdır.

Tam da bu noktada Walter Benjamin’in (1935) “Faşizm, siyasetin estetize edilmesidir” uyarısını hatırlamak gerekiyor. Faşizm, halkın gerçek sorunlarını çözmek yerine, onlara gösterişli törenler, mitingler sunar; ezilen kitleleri “oyunun bir parçası” yaparak susturur. Siyaset bir tiyatroya dönüşürse, insanlar gerçek hak taleplerini unutup sadece “duygusal doyum” peşinde koşar.,

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, April 21, 2025

Ancak direniş durdurur

 



Faşizmi tartışırken üç özelliğini vurgulamıştım: (1) Salt bir “şey” değil, bir “süreç” olarak düşünmek gerekir. (2) Oluşma, devlete erişme; projesini hayata geçirmeye başlama, egemen sermaye ile örtüşme gibi aşamalardan geçer. (3) Faşist projeyle, egemen sermayenin çıkarlarının örtüşmesi, rüşvet, şiddet ve şantaj yoluyla yapılan pazarlıklar içinde gerçekleşmeye başlar, asla tamamlanmaz, istikrar kazanmaz.

ÇÖKÜYOR

Trump’ın ikinci döneminde, “süreç olarak faşizmin” gelişmesini günü gününe izleyebiliyoruz. Amerika’nın demokratik kurumları gözlerimizin önünde yalnızca siyasi değil, yapısal olarak da çöküyor.

Trump’ı çevreleyen faşist hareketin şekillendirdiği yönetim anlayışı, demokratik cumhuriyetin ikili yapısını, pratik/idari hükümeti, kalıcı bağımsız bürokrasiyi (atanmışlar) yıkarak, geçici olarak seçilmişlerden oluşan “törensel” hükümeti tek merkez olarak kurmayı amaçlıyor. Bu proje, hukukun (anayasanın) üstünlüğünü, vatandaşlık güvencelerini, idari, güvenlik, finans ve hukuk bürokrasisinin bağımsızlığını, denetleme-dengeleme organlarını hedef alıyor; bir tek adam rejimi kurmayı amaçlıyor.

Trump, Pentagon, FBI, İstihbarat Eşgüdüm kurumlarının başına kendi adamlarını yerleştirdikten, büyük çaplı sindirme operasyonlarından sonra...

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, April 17, 2025

İroni bir değil ki!

 



Trump rejimi ABD’nin Çin mallarına uyguladığı tarifeleri yüzde 145’e çıkararak, benzer yaptırımlarla AB, Güney Kore ve Tayvan gibi geleneksel müttefiklerini de hedef alarak ABD’nin sınai gücünü, hegemonyasını restore edeceğini düşünüyor. İronik olan şu ki jeopolitik çevrelerde, bu tarifelerin, tam aksi yönde işleyeceğine, bir “ABD sonrası düzene” geçişi hızlandıracağına ilişkin bir kanı güçleniyor.

TARİFELER AMA BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL

Geçmişte, ekonomik savunma araçları olan tarifeler Trump dönemindeideolojik silahlara dönüştü. Trump’ın yakın zamanda “Kurtuluş Günü Tarifeleri”olarak adlandırdığı “ekonomik vatanseverlik”, “adil ticaret” gibi kavramlarla süslenen önlemler, küresel entegrasyonu, dünya ekonomisine bağımlılığı kalıcı biçimde yıkmayı amaçlıyor. Ancak tarifelerin, Amerikan işçilerini “küreselleşmecilerden” korumak yerinde ABD’nin küresel liderlik kapasitesinin ekonomik açıdan çöküşünü hızlandıracak olmaları da ironik.

(...)

yazunın tamamını okumak için

Monday, April 14, 2025

1925-2025 (Muhteşem Gatsby)

 

F. Scott Fitzgerald’ın The Great Gatsby (Muhteşem Gatsby) romanı 10 Nisan 1925’te yayımlandı; önceleri ilgi çekmedi ama bugün, Amerikan edebiyatının ikonik yapıtlarından biri olarak 100. yılı kutlanıyor. Üç kez filme uyarlanan Gatsby, sadece dilinin güzelliği ya da karakterlerinin unutulmazlığıyla değil, W.H Auden’in “Anksiyete Çağı” başlıklı uzun şiirinde betimlediği dönemin atmosferini yakalayabildiği için ilgi çekmeye devam ediyor, edebiyat derslerinde okutuluyor. 

(:::)

GATSBY’DEN TRUMP’A

Fitzgerald, bu romanı, imparatorlukların, dinin ve liberal kapitalizmin artık halkların güvenini yitirdiği iki savaş arası dönemde,1923’te Mussolini rejimi kurulurken Roma’da tamamladı. I. Dünya Savaşı, istikrarlı ilerleme inancını yıkmıştı. Ancak borsalar “uçuyordu”, eşitsizlik derinleşiyordu. 1920’lerin “caz çağı” bu yıkıma bir aldırmazlıkla, Hollywood müzikalleriyle yanıt veriyor, ayrıcalıklı azınlık, uygarlığın yıkıntıları üzerinde dans ediyordu. 

Bugün de benzer bir dengesizlik, belirsizlik egemen. Sonsuz, fırsat, refah vaat eden bir ekonomik model, borç, pandemi, iklim krizi, kitlesel yabancılaşma, müstehcen servetler üretti. Şimdi bu modelin dünya sistemi çöküyor, onun yerini neyin alacağını kimse bilemiyor. 

(...)

AH! O MUAZZAM UMURSAMAZLIK

Fitzgerald’ın fark ettiği, hâlâ yankı bulan şey, böylesi bir amnezinin nasıl derin yaralar açabileceğidir. Roman, bir terk edilmişlikle sona erer. Gatsby, aslında hiç dahil edilmediği bir rüya içinde, “yanlışlıkla” öldürülür. Tom ve Daisy, ürettikleri pisliği başkalarına bırakıp o “muazzam umursamazlıklarıyla” yaşamlarına devam ederler. 

Bugün de plütokratlar, hızla ilerlemek, biriktirmek adına, her şeyi kırıp döktükten sonra, ürettikleri pisliği topluma bırakıp o “muazzam umursamazlıklarıyla” yaşamlarına devam ediyorlar. 

(...)

Yazının tamını okumak için tıklayınız

Thursday, April 10, 2025

Yeni jeopolitik üzerine düşünceler

 


Trump’ın uygulamaya soktuğu gümrük tarifeleri şokuyla gündeme gelen ticaret savaşlarının jeopolitik etkileri genellikle ABD ve Batı merkezli düzen açısından değerlendiriliyor. Ben burada, gelişmeleri, ABD’nin birinci dereceden rakibi ve geleceğin hegemonya adayı Çin açısından düşünmeye çalışacağım.

‘ÜÇ KÜTLE PROBLEMİ’

2025 yılında Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uygulamaya konulan tarifeler, Çin’e karşı 2018’deki, ilk gümrük tarifeleri denemesinin çok ötesine geçerek ABD’nin yapısal, kalıcı bir ekonomik savaş başlattığını düşündürdü. Elektrikli araçlar, yapay zekâ donanımı, kuantum bilgisayarı, yeşil enerji ekipmanları, elektrikli taşıtlar gibi çağın stratejik alanlarına getirilen bu tarifeler aklıma “Üç Kütle Problemi” başlıklı ünlü Çin bilimkurgu romanını getirdi. Bu romanda, kendi uygarlıkları çökmeye başlayan uzaylılar, yerleşmek üzere dünyaya doğru yola çıkıyorlar. Ancak amaçları istila ve soykırım olduğundan, dünyadaki teknolojik gelişme hızından korkuyorlar (Ya teknolojik kapasiteleri bizi geçerse?) ve gelmeden önce teknolojik gelişmeyi durdurmaya çalışıyorlar. Trump tarifeleri de Çin’in, teknolojik gelişme sürecini yavaşlatarak ABD hegemonyasına direnme kapasitesini kırmayı amaçlıyor. Doğal olarak da Pekin, bu tarifeleri serbest ticaretten sıradan bir sapma, salt bir ekonomik ticaret savaşı olarak değil, ABD hegemonyasının “kıskacının” sistematikleşmesi olarak yorumluyor.

KARŞI HAMLE

(...)

Bu kez, Çin’in, Yuan bazlı ticaretin yaygınlaştırılması, BRICS+ yapısının güçlendirilmesi ve Güney ülkelerinin bu çerçeveye dahil edilmesi, ABD tahvillerinin satılarak stratejik ortaklarla ikili para sistemine geçilmesi, Kore, Tayvan gibi ABD’ye bağımlı ekonomilere baskı uygulanması gibi alanlarda aktif bir karşı stratejiyi gündeme getirmeye başladığını düşünmek olanaklı.

(...)

İKİ KUTUP: ‘YENI SOĞUK SAVAŞ’

Teknolojik gelişme alanında başlayan adeta bir “yeni soğuk savaşı” andıran ortamda, iki kutuplu bir yeni sistemin şekillenmekte olduğunu düşündüren veriler hızla birikiyor. Bir tarafta ABD liderliğinde, geleceği hızla belirsizleşmekte olan AB ve NATO ekonomisi, diğer taraftan Çin liderliği altında toplanmaya başlayan BRICS bloku.

Bu kutupların, ekonomik siyasi yansımaları da Çin-Rusya-Hindistanİran-Güney ekonomilerinin oluşturduğu BRICS+ blokunun, ABD liderliğinde NATO tipi liberal tedarik zincirlerinden neoliberal ekonomiden ve liberal demokrasiden farklı ekonomik siyasi şekillenmeleri olarak karşımıza çıkıyor.

Batı merkezli emperyalist sistem içinde tarihsel olarak geri bıraktırılmış bağımlı ülkelerin egemen sınıfları da ABD sistemine dahil olmaktansa artan oranda, Çin’in altyapı, kredi ve siyasi bağımsızlık vaat eden sistemine yöneliyorlar.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, April 07, 2025

Donald deli mi?

 


Donald Trump’ın, “Kurtuluş günü” sloganıyla açıkladığı gümrük tarifeleri, mali piyasalarda şok etkisi yarattı. S&P 500 iki günde yüzde 10 geriledi, 5 trilyon dolar silindi. Ekonomi basınında egemen kanaat “ABD kendine zarar verdi” Financial Times; “mantıksız”, “Kral Trump deli mi?” The Economist; “Vahim bir hesap hatası” Die Zeit; “Çin’in işine yarayacak” Wall Street Journal yönünde şekillendi. Bu kanaatler, büyük ölçüde, söz konusu “tarifelere”, artık dağılmakta olan neoliberal küreselleşme bağlamında bakmaktan kaynaklanıyor. 

Gerçekteyse, bu tarifeler üzerinde düşünürken dikkate alınması gereken iki yeni bağlam var. Birincisi kapitalizmin yapısal (ekonomik ve hegemonya) krizi, ikincisi de ABD’de MAGA hareketi ve Trump üzerinden devleti ele geçirmeye başlamış dinci/faşist entelijansiyanın, ABD siyasetine ve bu krize ilişkin projeleri. 

Neoliberal ve küreselleşmeci iktisatçılar ticareti “herkesin kazandığı” bir oyun olarak görürken Trump ve yönetim kadrolarını dolduran faşist entelijansiya, küreselleşmeyi, bir tür ekonomik savaş olarak okuyor sistemi düzeltmek değil, yıkarak yeniden kurmak istiyor. Onlara göre küresel ticaret sistemi, uzun yıllardır Amerikan işçisini yoksullaştırdı, Çin’in yükselmesine zemin hazırlayarak ABD egemenliğini/“İmparatorluğunu” aşındırdı. Trump ve etrafındakiler bu sistemi düzeltmek değil; yıkarak yeniden kurmak istiyorlar. Tarifeler bu bağlamda küreselleşmeye karşı bir tür radikal müdahale niteliği taşıyor. 

(...)

Trump’ı yönlendiren faşist entelijansiya, tarifeleri sadece ticareti değil, siyasi ve kültürel değerleri küresel çapta yeniden şekillendirme amacıyla da kullanmak istiyor. Örneğin, federal hükümetle iş yapmak isteyen yabancı şirketlere, çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık (ırkçılık, kadın, LGBTİ hakları) ve/veya iklim krizi bağlamında yayımlanan başkanlık kararnamelerine uyma şartı dayatılıyor. Faşist entelijansiyanın elinde Amerika artık küresel sisteme, yalnızca piyasa kurallarını değil, kendi kültürel ve politik normlarını dayatan bir güç olmayı amaçlıyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Friday, April 04, 2025

Din: Marx'ın “Halkın Afyonu” Sözünün 7 Anlamı

 Prof Hans-Georg Moeller  Din felsefesi, 

Bana ilginç geldi. Trankriptini çıkarıp. DeepSeek’e tercüme ettirdim

https://www.youtube.com/watch?v=C14q4DOVFno  

Din birçok insan için çok önemlidir ve özellikle de yüksek derecede görünür ekonomik eşitsizlikle bütünleştiği ve desteklediği durumlarda, bu yaygın dindarlık ile zengin ve fakir arasındaki neredeyse utanmaz derecede belirgin uçurumun birleşimi, bana Marx'ın din hakkındaki "halkın afyonu" metaforunu hatırlattı. Bu metafor bugün hâlâ geçerli görünüyor. Bu oldukça karmaşık anlam üzerine düşünmek için zaman ayırmak gerekebilir. "Halkın afyonu" metaforunun yedi katmanını ele alacağım, ancak bundan önce iki ön açıklama yapmak istiyorum.

İlk olarak, Marx'ın bu metaforunun İngilizcede biraz farklı versiyonları var: "opium of the people" (halkın afyonu) ve "opium for the people" (halk için afyon). "Halkın afyonu" ifadesi, dinin baskı altındaki kitlelerden doğduğunu ima ediyor gibi görünürken, "halk için afyon" ifadesi ise dinin baskıcılar tarafından halka dayatıldığını ima ediyor. Ancak Marx İngilizce değil, Almanca yazmıştı. "Opium des Volkes" ifadesini kullandı, yani kelimenin tam anlamıyla "halkın afyonu," ve bu hem "halkın afyonu" hem de "halk için afyon" anlamına gelebilir.


Peki bu metaforik afyon nereden geliyor? Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi'nde bu metaforu kullanırken, temelde Feuerbach'ı takip ederek, insanın dünyasının dinleri ve tanrıları yarattığını, bunun tersinin olmadığını söyler. Özellikle, devlet ve toplumun ya da sosyoekonomik gerçekliğin dini ürettiğini belirtir. Marx'a göre din, ne sadece baskı altındakiler ne de sadece baskıcılar tarafından yaratılır, ancak toplumun bir bütün olarak ürünüdür. Din, bir sosyal yapının kendisini anlamlandırdığı ve desteklediği bir inanç anlatısıdır.

İkinci olarak, bu metafor dinin basitçe kötü olduğunu söylemez. Marx bir püriten ya da ahlakçı değildi. Afyon veya diğer uyuşturucuların kullanımı onun için bir günah ya da ahlaki bir başarısızlık değil, bir patoloji ve sağlıksız bir yaşamın göstergesiydi. Marx, afyon veya din kullanımını ilke olarak yanlış olarak kınamak yerine, her ikisini de belirsiz olarak görüyordu. Bunlar aynı anda hem keyif verici hem de hasta edicidir. Etkileri ve yan etkileri aynı anda hem iyi hem de kötüdür.


Şimdi "halkın afyonu" metaforunun yedi anlam katmanına geçelim.


Birincisi, afyon bir halüsinojendir ve din de öyle. Her ikisi de yanılsama yaratır. Marx, Hegel'in Tinin Fenomenolojisi'nden bir ifade kullanarak, bunun sahte, tersyüz edilmiş bir dünya yarattığını söyler. Afyon ve din, insanların içinde yaşadıkları dünyayı doğru bir şekilde görmelerini engelleyen bir sahte bilinç oluşturur. Din ve afyon, derin gerçekler veya ruhsal içgörüler sunuyormuş gibi görünür. En büyük sorulara büyük cevaplar verirler, ancak aslında bu cevaplar yüzeyseldir. Din kötü bir felsefe ve kötü bir bilimdir, her şeyin düşük kaliteli bir teorisidir. Marx'ın oldukça sert bir şekilde ifade ettiği gibi, din "ruhsuzluğun ruhu"dur (Geist des Geisteslosigkeit).

Dinin bu tersyüz edilmiş bilinci, Hindistan'da bir sokakta bir inekle ilgili dini bir tören gördüğümde bana açıkça göründü. İnek süslü bir kıyafet giydirilmiş, saygı gösterilmiş ve çeşitli şekillerde ödüllendirilmişti. Görünüşe göre amaç, ineğe hizmet etmek ve onu onurlandırmaktı. Ancak benim perspektifimden, ineğin dini uygulayıcıların onu yapmaya zorladığı her şeyi yapmak zorunda bırakıldığı oldukça açıktı. Aslında, törenin efendileri ineğe hizmet etmiyordu, tam tersine inek onlara hizmet ediyordu. Bu sahne, dinin aslında pek de ahlaki olmayan güç yapılarını tersyüz ederek yücelten ahlaki rejimler ve inançlar kurma eğilimini gösteriyor. Din, egemenlik rejimlerini iyilik yapmaya dönüştürür. Marx'ın dediği gibi, dinin bu tersyüz edilmiş ahlaki onaylaması, Nietzsche ve Daoist Zhuangzi tarafından da oldukça çarpıcı bir şekilde analiz edilmiştir.


İkincisi, afyon ve din her ikisi de uyarıcıdır. Sadece görünüşte doğru ve ahlaki olan bir sahte bilinç yaratmakla kalmaz, bu yanılsamayı duygusal coşku ve neşe ile birleştirirler. Marx'ın dediği gibi, coşku üretirler ve bu kelime anlamlıdır. Yunanca "tanrı" anlamına gelen "theos" kelimesinden türeyen bu ifade, kelimenin tam anlamıyla tanrı tarafından ele geçirilmek anlamına gelir. Bu çılgınca coşku, geçici bir yüksek deneyim, insanların kontrolünü kaybettiği ve kendinden geçtiği büyük bir duygusal heyecandır. Dinin bu coşkulu yönü, Marx'ın öncülleri Kant ve Hegel tarafından da reddedilmişti; onlar bunu akılcılık ve özerkliğin kaybı olarak görüyor ve küçümsüyorlardı. Dini vecit hali, bu büyük Alman Aydınlanma düşünürlerinin tercih ettiği soğuk akıl ilerleyişiyle bağdaşmıyordu.


Üçüncüsü, Neurology adlı bilimsel dergide yayınlanan bir makaleye göre, antik Yunanlılar, Hintliler, Çinliler, Mısırlılar, Romalılar, Araplar, Orta Çağ insanları, Rönesans'tan günümüze kadar Avrupalılar, afyonu tüm hastalıklar için bir panzehir olarak biliyorlardı. Din de böyle bir panzehirdir, tüm dertlere bir anda çare vaat eden bir ilaç. Din ve afyonun belirsizliğinin özü, bence, her ikisinin de en güçlü tedavi olarak görülmesi, ancak aslında Marx'ın görüşüne göre oldukça patolojik olmasıdır. Çoğu din kurtuluş vaatleri sunar: ölümsüzlük veya cennet, acıdan kurtuluş ya da en azından günlük sorunlara ilahi çözümler ve iyi şanslar. Kazanmak ve acı çekmemek, acı çekmekten kaçınmak, tartışmasız dinin temel ikili kodudur, bu Luhmann'ın söylediğinden farklıdır, ancak bu başka bir videonun konusu.


Marx, derin bir ironiyle, acıyı iyileştirme vaadiyle aslında acıyı yaratan veya uzatan dinin kurnazlığını deşifre etmek için dini metaforlar kullanır. Buna "gözyaşları peçesinin halesi" der. Afyon gibi, din de sefaleti sonlandırmak yerine süsler.


Dördüncüsü, afyon ve din her ikisi de sakinleştiricidir. Kısa vadeli yüksekler sunmalarına rağmen, uzun vadede kullanıcılarını uyuşuk, uysal ve pasif hale getirirler. Marx, dinin eleştirisinin tüm eleştirilerin önkoşulu olduğunu söyler. Bu, insanların dini alışkanlıklarından kurtulduklarında, sadece patolojik gerçekliklerini anlamakla kalmayıp aynı zamanda devrimci pratiğe hazır olacakları anlamına gelir.


Beşincisi, Marx'ın yaşamı boyunca hem din hem de afyon, özellikle işçi sınıfı arasında yaygındı. Anna Barrett'a göre, afyon alkolden daha ucuzdu ve işçi sınıfı bunu etkili bir akşamdan kalma ilacı olarak görüyordu. 1870'ler ve 1880'lere gelindiğinde, bağımlılık o kadar yaygınlaşmıştı ki, bu fenomeni tanımlamak için İngilizceye yeni bir kelime girdi: morfinomani. Afyon, küresel ölçekte toplumun her yerine sızmıştı. Sadece bir eğlence aracından çok daha fazlasıydı. Din gibi, kapitalist ekonomi, savaş ve politika ile sıkı sıkıya iç içe geçmişti. Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 1843'ün sonunda yazılmıştı. İngiltere ve Çin arasındaki ilk Afyon Savaşı yeni sona ermişti. Marx'ın yakından takip ettiği ve eleştirdiği İngiliz emperyalizmi, aynı anda afyonu ve dini askeri yollarla kurbanlarına dayatıyordu. Aynı gemiler afyon ve misyonerleri taşıyordu. Belki de şu an bu videoyu kaydettiğim Makao gibi.


Altıncısı, hem afyon hem de din bağımlılık yapar. Uyuşturucu bağımlılarının hayatı alışkanlıklarının etrafında döner. Tüm planlarını, düşüncelerini ve hayatlarının her alanını istila eder. Afyon ve din oldukça istilacı olabilir. Bana göre, hem din hem de uyuşturucunun en kötü yanı, boğucu etkileridir. Bir tür ikinci kaplama haline gelirler, kelimenin tam anlamıyla bir kişinin yaptığı her şeyin üzerine gölge düşürürler. Din bağımlıları, tıpkı uyuşturucu bağımlıları gibi, varoluşsal olarak din tarafından ele geçirilir. Giyim tarzları dini bir ifade haline gelir. Yeme alışkanlıkları din tarafından düzenlenir. Partnerlerini dini bir çerçevede severler ve onlarla cinsel ilişkiye girerler. Çocuklarını dini bir şekilde yetiştirirler. Okudukları kitaplar dini kitaplardır ve gördükleri her şeyde, her kum tanesinde aynı tekdüze dini anlamı görürler.


Yedincisi: Daha olumlu bir notla bitirmek gerekirse, Marx tarafından muhtemelen bahsedilmeyen ve amaçlanmayan bir başka paralel de din ve afyonun psychedelic (zihin açıcı) etkisidir. Bu etki, daha önce bahsedilen halüsinojenik etkiden ayrılabilir. Halüsinasyonlar, gerçek olarak algılanan yanılsamalara dönüşebilir, yani Richard Dawkins'in dediği gibi, sanrılar haline gelebilir. 

Psychedelic etkiler, Wikipedia'ya göre, belirli psikolojik, görsel ve işitsel değişikliklere yol açan olağandışı zihinsel durumlar olarak tanımlanır. Halk dilinde bunlara "trip" denir, yani kişinin normal haline döndüğü geçici bir duyusal ve zihinsel yolculuk. Böyle bir yolculuğa çıkan her kişi bağımlı olmaz. Dini bir deneyim yaşayan her kişi inanan olmaz. Bağımlılık ve kaçınma arasında bir orta yol vardır. Tamamen ayık olmak, bağımlılık kadar baskıcı olabilir ve dine kökten karşı çıkmak, başka bir tür köktendinciliğe dönüşebilir.


Marx'ın kendisinin afyon kullanıp kullanmadığını bilmiyorum, ancak görünüşe göre içki içmeyi seviyordu ve yine de bazı ilginç kitaplar yazmayı başardı. Aynı durum bazı dindar insanlar için de geçerli. Günümüzde uyuşturucu kullanımı muhtemelen Marx'ın zamanında olduğu kadar yaygındır ve Marx'ın umduğunun aksine, din de hâlâ hayatta ve güçlüdür. Almanya gibi bazı laik toplumlarda, geleneksel din büyük ölçüde yeni bir sivil din ile değiştirilmiştir. Bir bakıma, sivil din gerçek dinden daha kurnaz olabilir, çünkü inananları genellikle ne kadar köktendinci olduklarının farkında değillerdir, ancak bu laik bir şekildedir. Benzer şekilde, dini köktendinciler, inkâr içindeki bağımlılar gibidir.

 

Thursday, April 03, 2025

Dr. Henry Jekyll ve Bay Edward Hyde

 

Toplumsal muhalefet, kitleselleşerek hızla yükselir, karşısında devlet şiddeti tırmanırken DEM Partili arkadaşları, “Aman dikkat!” diyerek ve bir roman üzerinden uyarmak istiyorum.

(...)

TÜRK: ‘İNSAN ŞOK OLUYOR.’

Robert Louis Stevenson’un o romanı, yıllar sonra aklıma ilk kez, Türkiye siyasetinin şoven milliyetçi kanadını temsil eden MHP ve lideri Devlet Bahçeli’nin aniden, Kürt siyasi hareketinin haklar ve özgürlükler kanadını temsil eden DEM Parti’ye yanaşmaya, askeri kanadı temsil eden Öcalan’a ısınmaya başlamasıyla geldi.

(...)

yazının yamamını okumsk için yıklayınız