Friday, December 31, 2021

Rusya-Çin ittifakı: Batı bloku karşısındaki eksenin yeni hedefleri neler?

 

Uluslararası ilişkilerde ABD ile Çin, bazen de ABD ile Rusya arasında gelişmekte olan rekabet ve gerginlikler süreci için, sık sık "Soğuk Savaş 2.0" deyimi kullanılıyor.

Söz konusu süreç, Soğuk Savaş (1947-1991) dönemini anımsatmakla birlikte, ondan niteliksel olarak oldukça farklı bir "kutuplaşma", daha doğrusu rakip "ittifak sistemleri" ortamı ve potansiyel çatışma noktaları yaratarak şekilleniyor. 

Bir tarafta Soğuk Savaş döneminden kalma, ABD liderliğinde gittikçe kırılganlaşan bir "Batı" ittifakı var.

Bu ittifak kendini "demokrasinin", "bireysel özgürlüklerin", "kurallara dayalı bir dünya düzeninin" temsilcisi ve güvencesi olarak sunuyor.

Bunun karşısında, Soğuk Savaş döneminde "sosyalist blok" olarak tanımlanan yapılanmadan çok farklı ve Batı ittifakının dışında ama kimi zaman Batı ittifakının içinde olduğu varsayılan ülkelere doğru uzanabilen yeni bir Çin-Rusya ittifakı şekilleniyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 30, 2021

Mahşerin atlıları çoğalıyor

 

Mahşerin dört atlısı savaş, pandemi, açlık ve ölüm son yıllarda çok hareketli. Zamanla mahşerin dört atlısına 1930’larda faşizm, 21. yüzyılda iklim krizi eklenmişti. Ne yazık ki bir yenisi gündemde: Totalitarizmin hizmetinde yapay zekâ.

KLASİKLER BİRİNCİ SIRADA

Yeni yıla, Carl Bildt’in deyimiyle “savaş davullarıyla” giriyoruz. Rusya ve NATO, Ukrayna sınırında karşılıklı askeri yığınak yapmaya devam ediyor. Hint-Pasifik bölgesinde Çin, zaman zaman Rusya ile birlikte Tayvan’a yönelik tehditlerle ABD’yi sınıyor. Almanya, ABD donanmasına eşlik etmek üzere Güney Çin Denizi’ne gönderdiği savaş gemilerine yenilerini eklemeye hazırlanıyor. 

(...)

Bu iki gelişme kapitalizmin iki önemli ülkesinde “süreç olarak” faşizmin 2022’de yeniden hızlanacağını düşündürüyor.

(...)

Mahşerin atlılarının toynakları altındaki uygarlığın ürettiği “büyük veri” üzerinde, Elon Musk’ı bile korkutan bir hızla gelişen “yapay zekâ”nın, kontrolden çıkma riski 2022’de daha da artacak.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 27, 2021

2022’ye girerken

 2021, ekonomik, siyasi, kültürel hatta ekolojik olarak çözülmeye başlamış bir dünya “düzeni” devralmıştı. 2022, bu çözülme eğiliminin, belki Covid-19 hariç derinleşerek devam edeceği bir yıl olmaya aday. 

OLGUNLAŞMA, KOPUŞ, DEĞİŞİM

Prof. David Potter, tarihte önemli değişikliklere yol açan kopuşların ortaya çıkış koşullarını araştırdığı Distruption, Why Things Change (2021) başlıklı çalışmasının sonuçlarını özetleyen makalesini, günümüzde “Belirtiler, zamanın yine bir kopuş için olgunlaştığını gösteriyor” diyerek bitiriyordu. 

Prof. Potter, Roma İmparatorluğu, İslam, Reformasyon, İngiliz Devrimi, Fransız Devrimi, Rus Devrimi, Faşizm gibi kopuş/değişim noktalarını gözden geçirdikten sonra, 1- Toplumun merkezi kurumlarına olan inanç kaybolunca, 2- Entelektüel dünyada marjinal olan kimi görüşler merkeze kaymaya başlayınca, 3- Değişime kararlı, bağdaşık bir liderlik varsa bu “olgunlaşma bir kopuşa yol açar” sonucuna varıyor. Prof. Potter’e göre, “böyle bir noktaya gelen bir toplumsal düzen ya değişir ya da çöker”.

(...)

Kapitalist uygarlığın 2022 yılı başındaki durumunu, böyle bir “olgunlaşmaya” örnek bir “sürdürülemezlik” olarak betimleyebiliriz

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, December 23, 2021

Şili’de umut


“Siyah kuğular”ın gelmesini beklerken, 400 yıllık “çuha parası”geldi. Osmanlı geleneğinin faize başka bir isim takarak kutsalıyla köşe kapmaca oynayan tuhaf insanlarını bir kenara bırakalım. Çok uzun bir aradan sonra gelmiş iyi bir habere bakalım: Şili’de sol ittifakın adayı Gabriel Boric (35), güçlü faşist refleksler sergileyen Antonio Kast karşısında yüzde 56’ya yüzde 41 oyla genel seçimleri kazanarak Şili tarihinin en genç devlet başkanı oldu.

SOKAK VE BİRLİK ÖNEMLİ

Boric’in zaferinin esas olarak üç sacayağı vardı. Birincisi, Boric, 2019 yılında Santiago’da, metro bilet fiyatlarının artırılmasına karşı başlayarak hızla ülke çapında, Pinochet mirasına, neoliberal politikalara karşı kitlesel bir isyana dönüşen hareketin içinde öğrenci lideri olarak yükseldi. Bu liderlik deneyimini daha sonra, girdiği temsilciler meclisinde reel siyaseti içeriden tanıyarak edindiği deneyimlerle besledi.

(...)

Boric kazandı ve süreç olarak faşizmi kesintiye uğrattı. Ancak önünde sarp ve dolambaçlı bir yol var. Syriza ve Çiprasdeneyimini anımsayarak endişe etmemek elde değil.  

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, December 20, 2021

‘Adam’ gidiyor ama...

 

Brezilya’da devlet başkanı faşist Bolsonaro, henüz ülkede rejimi faşist olarak tanımlanacak bir noktaya taşıyamadı ama “süreç olarak faşizmi” kaygı verecek düzeyde ilerletti. Gelecek yıl yapılacak seçimleri eğer bir biçimde kazanabilirse, sokak enerjisi zayıf kalmaya devam etmekle birlikte, bir Bolsonaro karşıtı cephe inşa etmeyi başarıyor gibi görünen muhalefetin özgüveninin daha da zayıflayacağı, “süreç olarak faşizmin”önünün tamamen açılacağını söylemek kehanet olmaz. 

(...)

ADAM FAŞİST AMA...

Bolsonaro, yoksul küçük burjuva tabaka içinden geliyor. Yükselmek için orduyu seçmiş ama çok yükselememiş. Adam, geldiği tabakanın, yetiştiği ortamın habitus’unu tam anlamıyla temsil ediyor: Irkçı, homofobik, antikomünist, militarist; bilime, okumuşlara düşman, fanatik dinci; geçmişe ve taşra kültürüne, askeri rejime nostaljik, ek olarak paranoyak. Bolsonaro, askeri diktatörlüğün işkence ve cinayetlerini açıkça savunuyor, sık sık askeri siyasete çekmeye çalışıyor. Adamın, hesabının askeri kullanarak bir “autogolpe” (rejimi darbe ile konsolide etmek) olduğu anlaşılıyor. Bolsonaro’nun destek aldığı bir faşist parti henüz yok.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 16, 2021

‘Siyah kuğular’ zamanı

 

Rejimin geldiği noktada karşımızda Kriz (Kaos), Panik ve Hezeyan var. Öyleyse, “zamanların hem en kötüsüdür hem de en iyisi” ...

(...)

Yıl başlarken “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu” diyerek, rejimin, birleştirici ve çözücü eğilimlerin diyalektiğini artık kontrol edemediğine, diğer bir deyişle bir krizin içine girmeye başladığına işaret ediyordum. Kriz derinleşmeye devam etti, kaosa dönüşmeye başladı. 

(...)

 VE KAOSA DÖNÜŞÜYOR

Rejim, krize karşı önlem üretemediği gibi, uyguladığı politikalarla “kaos” eğilimlerini daha da derinleştiriyor. Bu yüzden, uluslararası mali piyasalarda egemen hava, özellikle, uluslararası mali sermayenin devlerinden UBS, Türkiye üzerine rapor yayımlamayacağını açıkladıktan sonra, ancak “Doktor ne yerse yesin, diyor” deyimiyle tanımlanabilir bir noktaya geldi. 

(...)

Bu ortamda rejime bakınca karşımıza, “barınamıyoruz” diyen öğrencileri, sokakta YouTuber gençleri tutuklamaya, yeniden OHAL’e uzanan bir panik ve “Ne zaman içeride büyük fırtınalar koparılıyorsa bilin ki dışarıda bir oyun tezgâhlanıyor”. “Erdoğan’ı devirin, iktidarı bize verin, o haritayı uygulayın” diyorlar… “Dedeağaç’tan ABD askerleri… sınırı geçecek. Türkiye’ye girecek” gibi hezeyanlar çıkıyor. 

(...)

Yazının tamamını kumak için tıklayınız

Monday, December 13, 2021

‘Çin modeli’ ve anlamadan istemek şaşkınlığı

 

Siyasal İslamın seçkinleri, “Türkiye’nin yeni yol haritası Çin modelini örnek alacak” diyorlar ama o modelin arkasında, Aydınlanma geleneğinin ve çürümüş bir imparatorluğun, iflas etmiş bir monarşinin yerine çağdaş bir Cumhuriyet kurma arzusunun yattığının farkında değiller. Üstelik o modelde devleti soyanların başına gelenleri de bilmiyorlar! 

İKİ ‘MAYIS 1919’

Çin modeliyle, Türkiye’de kurulan cumhuriyetin ilk dönemi arasında, ekonomik benzerlikleri aşan paralellikler var: Modern Türkiye Cumhuriyeti ve Aydınlanma hareketi, bağımsızlık refleksi için 19 Mayıs 1919 neyse, Çin için, 4 Mayıs Hareketi(1919) odur! Çin modelinin kaynağında 4 Mayıs Hareketi var.

(...)

Yazını8n tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 09, 2021

Biri Çin modeli mi dedi?

 

Yine siyasal İslamın seçkinleri, gerçekliği “by-pass” ederek kendi hayallerinin, sanrılarının dünyasına sığınmaya çalışıyorlar: “Türkiye’nin yeni yol haritası Çin modelini örnek alacak”mış.

UCUZ ÜCRET...

Kimi ekonomistler, bu modelin ucuz işgücüne dayandığını düşünerek Türkiye için olumsuz sonuçlar doğurmasından korkuyorlar: “Ucuz ücret, baskıcı rejim gerektirir.” Baskıcı rejim zaten burada, gerisi de fantezi.

Önce ucuz ücret. Yabancı sermaye yatırımları için ucuz ücret bir etken olsaydı, 1970 ve 1980’lerde, Çin’den önce, örneğin Bangladeş’in hızla kalkınması gerekirdi. Diğer taraftan eski IMF Başekonomisti Prof. Raghuram Rajan’ın bir keresinde gösterdiği gibi, yabancı sermaye girişi ekonomik büyümenin garantisi değil, çoğu zaman ters yönde etkiler de yapıyor.

(...)

Siyasal İslamın 20 yıllık yönetiminin yarattığı yıkımla yukarıdaki resmi bağdaştırmak olanaklı değildir. Ancak, bu ülkede, kimi açılardan yukarıdaki resme az da olsa benzer biçimde, eğitime, sağlığa, sanayileşmeye ve köylünün korunmasına, işçinin temel gereksinimlerinin sağlanmasına yönelik bir gelişme modelini, Cumhuriyetin ilk döneminde bulmak olanaklıdır. Hatta bu gözleme, Çin’in içeride barış arzularken dışarıda da savaştan kaçınan dış politika geleneği bağlamında “Yurtta barış dünyada barış” ilkesini de ekleyebiliriz.

Monday, December 06, 2021

Bazı ‘adamlar’ zor durumda

 

“Süreç olarak faşizmin” tipik örneği bazı “adamlar” zor durumda. Çünkü karşılarındaki parçalı muhalefet birleşmeye,varlığını ve gücünü meydanlarda sokaklarda göstermeye başladı.

Hindistan’da Modi, köylülerin direnişi karşısında geri adım attı; 2022’de eyalet seçimlerine bu yenilginin gölgesinde girecek. Macaristan’da nisan ayında yapılacak genel seçimlerde Orban’ın kaybetme olasılığı artıyor. Ekim ayında da Brezilya’da, sosyal demokrat Lula’nın yeniden sahneye çıkarak muhalefeti birleştirmeye başlamasından sonra faşist Bolsonaro’nun korkusu giderek paniğe dönüştü. Sık sık “iç savaş” olasılığından söz ediyor. Bolsonaro “Benim için üç seçenek var: Ya tutuklarlar ya öldürürler ya da kazanırım” diyor. İngiltere’de Boris Johnson ülkeyi Avrupa Birliği’nden çıkardı ama Kuzey İrlanda’da, balıkçılık alanında, göçmenler sorununda, dış ticarette, tedarik zincirlerinde süreci içinden çıkılmaz bir yere sürükledi. Şimdi beceriksizlikleri, yolsuzluk örnekleri ortaya döküldükçe kendi partisinin bile güvenini kaybediyor; Financial Times’dan Camilla Cavendish’e göre “Parlamentoyu kenara itip dikta ile yönetmeye doğru gidiyor”.

TANIDIK BİR HİKÂYE

Ben bu yazıda Macaristan’da süreç olarak faşizmin “sert ve dindar” adamı Orban üzerinde duracağım. Çünkü ilk genel seçimler sınavı Macaristan’da ve yaşanmakta olanlar bizim için yabancı değil!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, December 02, 2021

Faşizm geriletilebilir. Sokak şart!

 

Hindu faşizminin Modi rejimi, köylülerin yaygın, kitlesel gösterileri karşısında, tarıma yönelik “yapısal reformları” geri çekmek zorunda kaldı. Demek ki “süreç olarak faşizm”geriletilebiliyor ancak sokak ve birlik şart!

HİNDİSTAN’DA “SÜREÇ OLARAK FAŞİZM”

“Yeni Faşizm” başlıklı çalışmamda, bir perşembe (20/08/2020) yazımda irdelediğim gibi hem III. Enternasyonal’in tanımına hem de Umberto Eco’nun “Ur Faşizm” yazısındaki listeye uyacak özellikleri Modi rejiminde bulabiliyoruz.

(...)

“YAPISAL REFORM” VE TARIM

Bu bağlamda geçen yıl, eylül ayına Modi yönetimi, tarım kesiminin temsilcilerine sormadan, meclisteki çoğunluğunu kullanıp, karizmasına güvenip çiftçileri ve tarım sektörünü finans-kapitalin kullanımına açacak, Mukesh Ambani, Guatam Adani gibi süper zenginlerin ele geçirmesine olanak verecek yasaları meclisten geçirdi.  

(...)

GENEL GREVLE BAŞLADI VE DEVAM ETTİ

Köylülerin direnişi 26 Kasım 2020’de genel grevle başladı ve sonra başkente yürüme eylemiyle, rejimin polisinin şiddetle saldırılarına karşın devam etti. Faşist rejimin bakanlarından birinin oğlu arabasını göstericilerin içine sürdü sekiz kişiyi öldürdü. Direniş boyunca 700 köylü öldü. Ancak tüm bu saldırılar tarım emekçilerinin direncini kıramadı, aksine direniş kararlılığını güçlendirdi. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 29, 2021

Kapitalizmin patojenik krizi

 

Cuma sabahı Güney Afrika’da yeni bir Covid-19 varyantının (Omicron) hızla yayıldığını öğrendik. Bu yeni varyantın aşıların yarattığı bağışıklık duvarını aşabileceği bildiriliyordu. Böylece,Financial Times’ın deyişiyle “Covid-19” yeniden borsaların (ekonominin) gündemine giriyordu. Belli ki kapitalizmin “geçemeyiş krizinin” morbid semptomlarından, patojenik (zoonetik: virüslerin bir türden öbürüne atlamasına ilişkin) krizi devam ediyor.

EKONOMİ-EKOLOJİ

Kapitalizmin iki çelişkisinin birbirlerini etkileyecek biçimde işlediğine değinmiştim. Emek sermaye çelişkisinin kârlar ve birikim süreci üzerindeki baskısı, 2008 krizinin derslerine karşın finansallaşmayı ve spekülasyonu beslemeye devam ediyor. Kapitalizmin doğal çevre üzerindeki basıncı iklim krizini, çok tehlikeli patojenik-zoonetik gelişmeleri besliyor.

Financial Times, perşembe günü ABD borsalarında dev şirketlerin gelirlerine ilişkin beklentilerin tehlikeli biçimde yüksek olduğuna, borsaların aşırı değerlendiğine, dolayısıyla kırılgan bir spekülasyon ortamının oluştuğuna dikkat çekiyordu. Ertesi gün Güney Afrika’daki yeni varyantın haberi geldi, borsalarda sert düşüşler (yüzde olarak, Dow.2.5, FT-100.3.64, Dax. 4.5, CAC 40. 4.75. Nikkei: 2.5, Heng Seng: 2.7) yaşandı. 

(...)

KAPİTALİZMİN PATOJENİK KRİZİ

 “Kâr-makinesinin” genişleme eğiliminin doğal çevre üzerindeki etkileri doğadaki virüslerin yeni canlı türlerine atlamasını, bu türlerden insana sıçramasını kolaylaştıran bir yıkıma yol açıyor.  

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 25, 2021

Weimar Amerika - III

 

Geçen hafta Amerika’da yaşananlar, Trump gidince “süreç olarak faşizm gerileyecek” beklentilerinin ne kadar boş olduğunu bir kez daha gösterdi.

‘TARİHİNİN EN BÜYÜK ANAYASAL KRİZİNE DOĞRU’

 Neo-con’ların önde gelenlerinden Robert Kagan, eylül ayında Washington Post’ta yayımlanan denemesine “ABD, tarihinin iç savaştan bu yana en büyük siyasi, anayasal krizine doğru gidiyor. Önümüzdeki 3-4 yıl içinde kitlesel şiddet olayları, merkezi otoritenin parçalanması, ülkenin birbiriyle savaşan kırmızı (Cumhuriyetçi-EY) ve mavi (Demokrat-EY) bölgelere ayrılması uzak bir olasılık değildir” saptamasıyla başlıyordu. 

(...)

Bu yazarlar, yorumlarında kaygılarını dile getirirken aslında, 2024 seçimlerinde adını koymadan bir faşist darbe olasılığından söz ediyorlar.

(...)

ABD’de faşist hareketi oluşturan ırkçı, kadın düşmanı çevreler de yoğun biçimde bu temayı işliyor, artan sıklıkta şiddet kullanmaya, önlerine çıkacak olanları öldürmeye kararlı olduklarını ifade ediyorlar. 

(...)

Geçen hafta Kenosha’da Kyle Rittenhouse, New York’ta Christopher Belter adlı genç adamların yargılandıktan sonra serbest bırakılmaları da ilerleyen sürecin bir semptomuydu.

(...)

Evet, süreç ilerliyor, gelişmeler Trump ikinci kez başkan olursa ABD’nin birincisinden çok daha hızlı, derin dönüşümler yaşayacağını gösteriyor.

Yazının tamamını okumak içen tıklayınız

Monday, November 22, 2021

Sakal, bıyık ve 3. seçenek

 Rejimin, ülkeyi, siyasal İslamın sınıfsal çıkarlarının peşinden sürükleyerek getirdiği noktada durum, “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” atasözünü anımsatıyor. Tabii, verili gerçekliğin korunabilmesi için olasılıklar yelpazesinin dışına itilen bir yolu seçerek doğrudan karşıya tükürmek de var. Ancak bu seçenek, henüz zayıf bir olasılık bile değil. Biz, sakal ve bıyık üzerinde odaklanalım.

Türkiye’de, insanlar her sabah biraz daha yoksullaşırken adeta, “Dolara ne olacak?” kaygısıyla kalkıyor. Aklıma 1982 Meksika krizi sırasında, Plantu’nun Le Monde’da yayımlanmış bir karikatürü geliyor: Yıkık dökük bir kulübenin kapısının eşiğinde, boynu bükük tek bir mısır bitkisinin önünde oturmuş, üstü başı perişan iki köylüden biri öbürüne “Bugün dolara ne oldu acaba?” diyordu. 

Rejim “yüksek faiz enflasyonu azdırır” iddiasıyla, sürekli faiz indiriyor. Enflasyon ise azdıkça azıyor. Türk Lirası’nın dolar karşısındaki yıllık kaybı yüzde 45’e dayandı. Rejim, “Meraklanmayın biz ekonominin kitabını yazdık” diyor ve bir sayfa daha açıyor: “TL değer kaybettikçe ihracat artacak, cari fazla vereceğiz, bu da enflasyonu dizginleyecek.” 

Rejim hangi evrende yaşadığına inanıyor bilemiyorum ama bu evrende, Türkiye ekonomisinde, TL değer kaybederken iki gelişme yaşanıyor. 

(...)

Yazının tamamını oku bak için tıklayınız

Thursday, November 18, 2021

Bir ‘çılgınlığın’ metodu


Ekonomistler, kimi iş çevreleri, rejimin, “yanlış” ekonomi politikalarında ısrar etmesine bir türlü akıl sır erdiremiyorlar. Rejimin liderinin “Biz ekonominin kitabını yazdık” ifadeleri de bu kaygıların üzerine tuz biber ekiyor.

Bu da bana, Hamlet trajedisindeki Bu bir çılgınlık ama içinde bir metot var” sözlerini anımsatıyor. Neden, birilerine çılgınlık gibi gelen, bir başkası için yaşamsal önemde metodik/rasyonel bir tercih olmasın?

EKONOMİ ÜZERİNE 

Ekonomi politikalarının etkileri irdelenirken çoğu kez, kapitalist ekonomi, onun “sermaye birikim rejimi” homojen bir “sistem” olarak düşünülüyor. Gerçekte, sermaye birikim rejimi, özgün bir karmaşıklığın işleyişini temsil eder:

(...)

amacım, ekonomiye bakarken, homojen bir yapıntı görmeye çalışmak yerine farklı birikim tarzlarının, bunlar üzerine yaşayan farklı sınıf/tabaka çıkarlarının, bu çıkarlara uygun farklı politika taleplerinin var olma olasılığını da göz önüne almak gerektiğini anımsatmak.

BİR SÜRDÜRÜLEMEZLİK...

Bu teorik düzeyden, “şimdi ve buradaki” duruma geçersek, bu“yanlış” politikaların aslında belli bir sınıf/tabaka çıkarının ifadesi olma olasılığını değerlendirmek gerekiyor. Bu sınıf çıkarlarına ilişkin saptama tabii ki “doğru” politikalar olarak önerilen “yapısal reformlar”(?), yüksek faiz ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı gibi şeyler için de geçerlidir. 

(...)

Evet, çılgınlığın arkasında bir metot var ama bu bir sürdürülemezliğe ve kaçınılmaz bir kopuş noktasına doğru gidişe işaret ediyor. Şimdilik “doğru politikalar” olarak önerilenlerin de sanayi-banka kompleksinin çıkarını temsil etmeye çalışırken orta sınıfların, emekçilerin refahına büyük darbe vuracağını ancak ekonominin düşüşünü durduramayacağını da vurgulamak isterim.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 15, 2021

COP 26 bitti! Yola devam

 

Glasgow’da toplanan COP26 İklim Zirvesi bitti. Kapitalist uygarlık uçuruma doğru yürüyüşüne devam ediyor. 

‘TANRIM BENİ İFFETLİ YAP… AMA HENÜZ DEĞİL…’

Zirvenin sonunda ortaya çıkan “anlaşmanın” diline ilişkin tartışmaların, ABD ile Çin arasında işbirliği olasılığına, zirveye katılımın yapısındaki değişime ilişkin yorumların gürültüsünü aşabilirsek, 2015 Paris Anlaşması’nda konan 1.5 ºC hedefinin artık ulaşılamaz olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu kötümserliğin arkasında, COP26’ya katılan devletlerin uzun dönemli vaatleri ile önümüzdeki on kritik yıl gibi bir kısa dönemde yapacakları arasındaki farklar yatıyor. Zirvenin, birçok yorumcuya, Aziz Augustin’in ünlü, “Tanrım beni iffetli yap… Ama henüz değil” duasını anımsatan, “Sıfır karbon, metan gazı, sıfır ormansızlaştırma… Ama henüz değil”sonucu dünyamızın geleceği açısından tam bir felaket senaryosuna işaret ediyor.

Daha şimdiden sıcaklık artışı 1.2 ºC’ye ulaştı. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 11, 2021

Söyleyene değil, söyletene bak!



Mehmet Barlas’ın pazartesi yazısını okuyunca, ilk önce “sahibinin sesi” diye düşündüm. Salı yazısı da üzerine tüy dikti!

(...)

BİR ‘CONSIGLIERE’ OLARAK BARLAS

Böylece Barlas (ki bu işlerde çok deneyimlidir) yazısında, üç noktada, kendince, siyasi iklime müdahale ediyordu.

Birinci noktada Barlas karşımıza “ev sahibini” bastıran “yavuz hırsız” olarak çıkıyor: Dünyada, özellikle Türkiye’nin finansal ve teknolojik beslenme kaynaklarının merkezlerinde, medyanın, siyasi liderlerin ve uzmanların, siyasal İslamın, AKP rejiminin meşruluğunu tartışmaya başladıkları bir dönemde Barlas, deneyimlerine çok uyan basitlikte bir “takla atarak”meşruiyet sorununu muhalefet partilerinin üzerine kaydırmaya çalışıyor. 

(...)

İkincisi Barlas, CHP ve İYİ Parti’yi, AKP liderliğinin sık sık dile getirdiği “Bunlara devlet, ülke teslim edilmez” ifadesini tekrarlayarak tehdit ediyor: 

(...)


BİR SEMPTOM OLARAK BARLAS

(...)

Bu noktada Barlas karşımıza, muhalefet partilerine, seçimleri kaybetmeyi kabul etmelerini, rejime de eğer etmezlerse seçimlere girmelerinin engellenmesini önererek işte bu paradoksun ve korkunun semptomu olarak çıkıyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 08, 2021

Ekonomistler ekolojiyi anımsadı

 

COP26 iklim zirvesinin pratik sonuçlar doğuracağına pek kimse inanmıyor (Project Syndicat, “The Great COP-Out?” -Büyük kaytarma-, 4/11/ 2021). İngiltere Kraliçesi bile “Bu kadar lafa karşılık bir şey yapılmaması çok sinir bozucu” diyor. Siyasi oportünizm bir etken ama esas sorun yapısal. İklim krizini önlemeye yönelik gerçekçi önlemler, uygarlığın temel çelişkilerine çarpıyor. Yine de COP26, hiç olmazsa, “ekonomistleri” ekolojiyi hesaba katma noktasına getirdiği için yararlı oldu. 

İKİ ÇELİŞKİ…

Kapitalizmin yapısal (uzun erimli) krizi devam ediyor.

(...)


Ancak kapitalizmin kriz üreten bir çelişkisi daha var.

(...)

STRATEJİK UNUTMA

Cambridge Üniversitesi’nden, ekonomist Prof. Sir. DasguptaFinancial Times’da yayımlanan bir söyleşide, “Küresel, varlık sürdürülebilirliği portföyümüzü yönetmeyi başaramadık… Geçtiğimiz on yıllarda büyük bir refah artışı yaşadık ama bu, doğaya büyük zarar verme pahasına gerçekleşti…” diyor. Prof. Dasgupta’ya göre, geleneksel ekonomik modeller “doğanın” bir varlık (asset) olduğunu yadsımışlar ve insan etkinliğinin bu biyolojik alan üzerindeki aşındırıcı etkisini ihmal etmişler. Halbuki, “ekonomik düşünceye doğayı da katmak dev bir adım olmaz”mış. Prof. Dasgupta da Polanyi’nin Büyük Dönüşüm başlıklı yapıtını unutmayı seçenlerden anlaşılan!  

Polanyi’nin Büyük Dönüşüm başlıklı çalışması 1944 yılında, liberalizm ve serbest piyasa fantezilerinin yol açtığı Faşizm ve Dünya Savaşları dönemi kapanırken, bir yapısal kriz yerini genişleme dönemine bırakırken yayımlandı. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 04, 2021

‘Felaketin merkezinde’

 


Son araştırmalar, küresel ısınma sürecinde, bugünkü eğilimler devam ederse 3 milyar insanın yaşamaya uygun olmayan koşullarla yüz yüze kalacağını gösteriyor. Ortadoğu, hızla yaklaşan felaketin merkezindeki bölgelerden biri. Türkiye, rejimin elinde hızla bu felaketin merkezine doğru sürükleniyor.

BİR İKTİDAR SORUNU

Ortadoğu, aşılması çok zor bir ikilem içinde: The Guardian’da bir çalışmanın işaret ettiği gibi bölge, dünyanın geri kalanından iki kez daha hızla ısınıyor. Buna karşılık, başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez Emirliklerinde, İran ve Irak’ta egemen sınıflar, CO2 emisyonunu besleyen petrol tüketiminden gelen gelirlere dayanarak ayakta duruyorlar. Bu gelirler, baskı araçlarını, dini kurumları beslemenin yanı sıra halkın rızasını da satın alma olanağını getiriyor.

(...)

Küresel ısınmayı, orman yangınları, su kaynaklarının kullanımı üzerinde uyuşmazlıkların artması, kum fırtınaları, ani su baskınları, balık havzalarının zehirlenmesi, kentlerde hava kirlenmesinin hızlanması gibi etkileriyle birlikte düşününce bölgede, siyasi istikrar, barış ve göçler bağlamında çok büyük krizler beklemek gerekiyor.

(...)

Yeşil Gazete editörlüğü, AKP iktidara geldikten sonra gerçekleşen yıkımın ayrıntılı bir bilançosunu sunduğu araştırmasında, “Tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar, denizler, göller, nehirler ve hatta korunan alanlar bile artık bir enkaz” diyor (Yeşil Gazete, 04/06/2021). Burada araştırmanın bulgularını aktarma olanağım yok ancak birine değinmeden edemeyeceğim. Türkiye’de tarım arazileri, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2020 yılına 3 milyon 484 bin hektar (Belçika’nın yüzölçümüne eşit) azalarak 37 milyon 712 bin hektara gerilemiş. 

(...)

Rejimin, ülkeyi, karşısında üstünlük tasladığı Hıristiyan “uygarlığının”plastik ve kimyasal atık çöplüğüne çevirmiş olması da cabası. 

(...)

 Rejimin “ideoloji üretim merkezinin” başındaki şahıs, halka “Açlığa, yoksulluğa isyan etmeyin”, “Fakirlik, Allah’a yakın olmaktır” gibi “hutbeleri” uygun görüyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 01, 2021

İklim krizi, adalet ve emperyalizm


Siz bu yazıyı okurken 26. COP İklim Krizi Zirvesi başlamış olacak. Sonunda da büyük olasılıkla katılanlar bir şeylerde anlaşmış, bir ortak bildiri açıklayarak olacak; 1995’ten bu yana toplanan 25 COP zirvesinde olduğu gibi… Ben bu son zirveden fark yaratacak bir sonuç bekleyen yorumcuya rastlamadım. Ancak bu toplantıların bir önemi var. Kapitalist uygarlığın hakikatini sergiliyorlar: Kapitalizm, yok olmanın eşiğine getirdiği uygarlığı, iklim krizinden kurtaramaz!

KAPİTALİZM VE İKLİM KRİZİ

Kapitalizmin küresel çapta egemen üretim tarzına dönüşmesi, sanayileşmeyle ile başladı, emperyalizmle devam etti ve bugün iklim krizinin arkasındaki CO2 emisyonunun kaynağındaki fosil yakıt bağımlılığı üzerinde yükseldi. 

Bu süreç, İngiltere ve Kıta Avrupası’nda başladı, Amerika, Kanada ve Japonya gibi merkezlerin eliyle ilerledi, dünyanın geri kalanını doğrudan sömürgeci ve kapitalist emperyalist zorlama ile içine çekerek hızlandı. CO2 emisyonu açısından baktığımızda, sanayileşmeden bu yana gerçekleşen emisyonun yarısından fazlası, bu kapitalist emperyalist ülkelerin ürünü.   

Toplam CO2 emisyonunun yarısını herkesten önce gerçekleştirenler, aynı zamanda bu emisyonu yapan sanayiler üzerinden ekonomik, siyasi ve askeri ayrıcalıklar, dünyanın geri kalanından çok daha yüksek refah ve tüketim/lüks tüketim olanakları yarattılar.

(...)

Geç sanayileşen ülkelerin gelişmelerini engelleyen sömürgecilik ve emperyalist talanın failleri, şimdi gezegenin ekosistemine yaptıkları zararın faturasını ödemeyi kabul etmeden, dünyanın geri kalanından gelişme süreçlerini yavaşlatmalarını, refah taleplerinden vazgeçmelerini istiyor.

(...)

KAYNAK VAR AMA...

Dünya ekonomisi, ABD, Avrupa ülkelerinin yanı sıra Hindistan ve Çin gibi arkadan gelen ama CO2 emisyonunda liste başına geçmeye başlayan ülkeler, ekonomik krizle, pandemi ile boğuşuyor. Hükümetler, bu ortamda, iklim krizini önlemek için gereken kaynağı nereden bulacaklarını bilemediklerini iddia ediyorlar. Öyleyse, çöküşün eşiğinden ağlaya sızlaya geçeceğiz. Ya da başımızı kaldırıp kapitalizmin ufkunun ötesine bakmaya çalışacağız.

(...)

Bunların varlıklarının yüzde 1’i bile kamulaştırılabilse kaynak sorunu filan kalmaz. Bugün, bunu yapacak irade olmadığından, buyurun uygarlığın cenaze namazına…

Thursday, October 28, 2021

‘Fermi paradoks’ ve iklim krizi

 Evren yaklaşık 14 milyar yıl yaşında. Yalnızca Samanyolu’nda 100 milyardan fazla gezegen var. Evrende, dünyadakinden milyonlarca yıl daha eski, uzay ulaşımı sorununu çözmüş çok sayıda uygarlık olması gerekmiyor mu? “Peki, nerede bunlar?” İtalyan fizikçi Enrico Fermi’nin (1901-1954) ortaya attığı bu soru, o gün bugün bilim insanlarını meşgul ediyor.

Bu sorunun olası cevaplarından biri bizi de ilgilendiriyor: Belli bir teknolojik gelişme düzeyine ulaşan uygarlıklar kendilerini yok edecek koşulları yaratabilirler. Bilimkurgu yazarı StanislavLem’e göre, nükleer teknoloji düzeyine ulaşmak, bu koşullardan biri. Bir diğer olasılık da sanayileşmenin ekolojik sorunlarını yönetemeyen uygarlıklar yok oluyor (Jared Diamond). Bunlara Strugatski kardeşlerin, Tanrı Olmak Zorbaşlıklı romanındaki senaryoyu ekleyebiliriz: Tüccarlar ve dinci gericiler bir darbe yaparak aydınları yok ediyor, bilimsel ve kültürel gelişmeyi durduruyor. 

Bu sonuncusu, daha çok Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi ülkeleri düşündürüyor. Gezegenimiz ise birinci olasılığın, ekolojik çöküşün eşiğinde duruyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 25, 2021

Morbid semptomların en yıkıcısı

 

Geriye dönüp bakınca, “Artık eskisi gibi değil” ve “Her şey ne kadar da hızlı değişiyor” duygusuna kapılmamak olanaksız. İleriye bakınca, egemen olan belirsizlik. Belli ki kapitalizmin özgün bir dönemindeyiz. 

İKİ ‘DEVİNİM’

Kapitalizmin tarihinde, biri kısa aralıklarla kendini tekrarlayan “iş devrelerinin” içinde patlak veren (1987, 1997, 2007 gibi) finansal-ekonomik krizleri, diğeri de uzun dönemli ekonomik, teknolojik, siyasi kültürel dönüşümleri içeren yapısal (1970’lerde geliştirilen bir kavramla “birikim rejimi”) gelişme/toparlanma ve kriz dönemleri var. Örneğin: 1830-1880’ler büyüme gelişme toparlanma; 1880’ler-1945 yapısal kriz; 1945-1974 uzun toparlanma; 1970 -? yapısal kriz.1987, 1997, 2007 finansal krizleri bu son devinim içinde yaşandı. 

(...)

Kısacası bir “geçemeyiş dönemindeyiz”.  Bu, “morbid semptomların” (Gramsci)dönemidir.

EN TEHLİKELİSİ

Bu “morbid semptomların” içinde, uygarlık düzeyinde en yıkıcı (“extinction level event”) olanı “iklim krizidir”. İklim krizi, aşırı sıcaklar, kuraklık, aşırı yağışlar, sıklaşan, sertleşen fırtınalar, su baskınları, orman yangınları, su-gıda krizleri demek. Bu krizler kaynak savaşlarına, kitlesel göçlere, sonuç olarak büyük toplumsal istikrarsızlıklara yol açıyor, diğer patojenik, siyasi semptomları da besliyor. İklim krizinin arkasında CO2, metanı gaz emisyonlarıyla, ormanları tüketerek, atıklarıyla çevreyi kirleterek yaşayan “kâr makinesi” (sermaye) var. 

“Kâr makinesinin”organlarını tam anlamıyla insana ve doğaya yapıştırmaya başladığı sanayi devrimi sırasında, atmosfere yıllık CO2 salımı 15.06 milyon ton düzeyindeymiş.

(...)

Diğer taraftan, bildiğiniz gibi ormanlar, gezegenin CO2 gazını temizleyen ciğerleri, bir anlamda sağlık sigortasıdır. Ancak “kâr makinesi” bunları da tüketmeye devam ediyor. Bu tüketime hektar olarak yıllık orman kaybı bazında bakarsak, 1700-1850 döneminde 19 milyon olan kayıp...

(...)

Bir Chatham House raporu, eğer CO2 üretimi bugünkü düzeyde artmaya devam ederse ortalama sıcaklık artışı 2050’ye kadar 7 C°’ye ulaşabilir, dünyanın çok büyük bir kısmı yaşanmaz olabilir diyor.

“Kâr makinesi” en azından denetlenmeden(?), bu süreci geri çevirmek olanaklı değil.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 21, 2021

Weimar Amerika - II

 “Weimar Amerika” (03/12/2020) başlıklı yazımda, seçim sonuçlarına karşın faşizm tehlikesinin ortadan kalkmadığına işaret ediyordum. Bu hafta, Financial Times’da Gideon Rachman, “Washington’da şu sıralarda, ‘Biz Weimar mıyız’sorusu çok moda” diyordu. 

DERİN KUTUPLAŞMA 

Weimar Amerika” yazımın kalkış noktası, “ABD’de, artık, ortak bir kültürel zeminde tercih yapan seçmenler değil, birbirlerini ‘demokrasi düşmanı faşistler’ ve ‘vatan haini, komünistler, globalistler’ olarak tanımlayan, iki farklı seçmen var” saptamasıydı

(...)

Yazım, “Trump 2024 seçimlerine hazırlanıyor... Bu hazırlığın momentumu kırılamazsa, önümüzdeki yıllarda, ‘Weimar’ benzetmesini daha çok kullanırız” saptamasıyla bitiyordu.

BİDEN’IN MOMENTUMU KIRILDI

(...) 

Demokratlar, bu olumsuz gelişmelere uyum sağlamakta zorlanır, kendi içlerinde ayrışmaya devam ederken Cumhuriyetçiler Trump etrafında toparlanıyor; 2022 ara seçimlerini, 2024 başkanlık seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı görünüyor. Trump momentumu koruyor!  

(...)

Weimar dönemi, “İspanyol gribi” ile demokratik umutlarla başlamıştı. Bu umutları, “süreç olarak faşizmin” “büyük yalanı” ile zehirlendi, ekonomik krizle yıkıldı, sosyal demokratların ve komünistlerin pasifizmi, liberallerin işbirliği, toplumu faşist hareketin kucağına itti. “ABD Weimar mı” sorusunun cevabı bu denklemde yatıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 18, 2021

Devlet, hukuk, hareket, lider ve toplum

 

Nazizm üzerine yeni araştırmalara rastladıkça, AKP Türkiyesi’ndeki rejimle Alman faşizmi arasında yeni benzerlikler buluyorum. Johann Chapoutot’nun Libres d’obéir. Le management du nazisme à aujourd’hui (Boyun eğme özgürlüğü. Nazizmden günümüze idarecilik) başlıklı çarpıcı çalışmasını, Marco D’Eramo’un New Left Reveiw sitesinde yayımlanan tanıtım yazından öğrendim. Kitabı hemen edinip okumaya başladım. İlk izlenimlerimi, D’Eramo’nun yazısından ve kitabın ilk üç bölümünden özetleyerek aktarmaya çalışacağım.

Chapoutot’un çalışması öncelikle iki açıdan çok çarpıcı. Birincisi: Neo-liberalizmin devlet anlayışının, şirket yönetme tekniklerinin, ilk önce Nazi akademisyenlerinin, iktidarı/gücü, devleti ve bürokrasiyi daha fazla büyütmeden uygulamak amacıyla geliştirdikleri teorilerle, pratikler akrabalığını, onların teorilerini, hayatta kalanlarının, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da iş çevrelerine yönelik olarak geliştirdikleri eğitim kurumlarına ilişkin örnekler üzerinden gösteriyor. İkincisi, Nazi liderliğinin, hareketin, partinin, devlet ve hukuk karşısındaki düşmanca, küçümseyici, tavırlarının teorik-psikolojik temellerini sergiliyor. Ben esas olarak ikincisi üzerinde duracağım.

YASALAR VE HAKLAR-ÖZGÜRLÜKLER

Nazi teorisyenlerinin, liderliğinin var olan yasalara ve haklar-özgürlükler sistemine, meşruiyet atfetmemelerinin, hiç çekinmeden onları yok hükmünde sayarak davranmalarının arkasında kendi projelerinin özgünlüğü yatıyordu. 

(...)

Nazilerin, bu anlayışıyla, uygulamalarıyla, Siyasal İslamın AKP rejiminin, yasalar, haklar- özgürlükler ve hatta “seküler-laik ahlak anlayışı” karşındaki tutumu arasındaki benzerlikleri görmemek olanaksız. Rejim de Laik Cumhuriyetin devletini, yasalarını, geliştirdiği ahlakı kendine yabancı, tarihte açılmış “dejenere edici bir parantez” olarak görüyor: Bunları ihlal etmekten, yok saymaktan hiç çekinmiyor. Bu noktada rejimin yaklaşımının ve pratiğinin, liberal entelijansiyanın, Kemalizm ve ulus devlet düşmanlığıyla örtüşmeye başladığını kolaylıkla söyleyebiliriz.

(...)

Nazi “hareketi” bu halkın iradesinin ifadesiydi, bu irade liderde cisimleşiyordu. Bu nedenle devlet, iktidarın en yüksek siyasi varlığı değil, liderin, iradesini yaşama geçirmek için kullanacağı bir aletti. Bu nedenle, Naziler devlete nüfuz etmeye başlarken hemen SS ve Gestapo gibi kendi paralel örgütlerini de kurmaya başlamışlardı.

(...)

Yazının tatmini okumak için tıklayınız