Monday, October 30, 2023

Dinciliğin felaketi..

 

“Aksa Tufanı” ve Gazze bombardımanları, dinci siyasetin halkları eninde sonunda felakete sürüklemesinin kaçınılmazlığını bir kez daha kanıtladı. Bu felaketler karşısında akla, Shoah, Nakba, Guernica, Drezden geliyor.

(...)

İsrail tarafında, “Aksa Tufanı” operasyonunda, Hamas militanlarının sivilleri hedef almış olmasından kalkarak bir Shoah (soykırım) söylemi gelişti. Buna karşılık, Filistin tarafında, Gazze içinde yeniden, bu kez Mısır’a doğru göçe zorlandıkları için, Nakba (1948 sürgünü) anımsandı. Bu iki kavramı yan yana koyunca “durumun” gerçeği ortaya çıkıyor. Ne “Aksa Tufanı”Filistin sorununa bir çözüm, ne de İsrail devletinin, Hamas’ı yok etme bahanesiyle Gazze’yi yıkma boşaltma çabaları İsrail’e güvenlik getirecek. Ne dinci Hamas ne de İsrail’in neo-faşist rejimi bu “durumun” içinden, bir zaferle çıkabilecek. 

(...)

İKİ ACI İRONİ

İsrail rejimi, Shoah kavramına sığınmaya çalışırken, Hamas’ı bahane ederek Gazze’yi yıkmaya başlayan bombardıman, kaçınılmaz biçimde bir “toplu cezalandırma” olayı olarak şekilleniyor. Bu durumda, akla II. Dünya Savaşı’nda, işgalci Alman ordusunun bir Partizanı grubunu yakalamak, direnişi caydırmak için tüm bir kasabayı, içindekilerle birlikte dümdüz etmesinin örnekleri geliyor. Dünya kamuoyu, giderek artan oranda Guernica (İspanya) Drezden (Almanya) gibi sivilleri katleden kent bombardımanlarını anımsamaya başladı. Bu kez dünya basını, Shoahkavramını, İsrail’in Gazze politikasının sonuçlarına ilişkin kullanıyor.

(...)

Hamas’a gelince, ikinci bir Nakba’nın oluşmasında, “Aksa Tufanı” ile aracı (belki de “kaybolan aracı”) konumuna düştüğü gerçeğinden, Gazze’de yaşanan yıkımın, can kaybının sorumluluğunu İsrail’deki dinci faşistlerle paylaşmaktan kurtulması olanaksız. 

“Dünyanın en büyük esir kampı” olan Gazze’yi yönetmeye çalışan Hamas, terörist bir yapılanma değil ama, “Aksa Tufanı” çok açık biçimde, sivillere karşı, yalnızca öldürmeyi değil, aynı zamanda tüm toplumu dehşete düşürmeyi amaçlayan acımasız yöntemlerle gerçekleştirildi. Kimi analistlerin, “Aksa Tufanı”nı, tarihte ABD’de, Avrupa’da aniden patlak vererek son derecede acımasız şiddet olayları sergileyen köle ya da köylü ayaklanmalarıyla karşılaştırarak eleştirmekten kaçınmaları da duruma uygun değil. 

(...)

Ateşkes çağrısına karşı çıkanlar kadar, Hamas’ı mücahit (Cihat için savaşan) ilan ederek sahiplenenler de tarih önünde bu felaketlerin sorumluluğuna ortaktır. İki dinci yönetimin yarattığı felakete bakınca, laik Cumhuriyetin tüm eksiklerine rağmen değerini bir kez daha anlamak, onu dinci-faşizmin karanlığına karşı kararlılıkla savunmak gerekiyor.

Yazının tamamını okymakiçşn tıklayınız

Thursday, October 26, 2023

100. yıl ve dincilerin sessizliği

 

Değerli dostum Merdan Yanardağ, hocam Emre Kongar sundukları “18 Dakika” programında, Cumhuriyetin 100. yılında, 29 Ekim’e günler kala, rejimin tutumunu “utanç verici bir sessizlik olarak” betimliyordu. “Bu utanç verici sessizliğin” oluşmasında, AKP ve rejim bir yana, CHP’nin teslimiyetçi, hatta kolaylaştırıcı tutumunun, bu tutumu şekillendiren liberal entelijansiyanın çok büyük payı var.

‘İLERLEME’ YANILSAMASI

Ünlü Rus bilim kurgu yazarları Arkadi ve Boris Strugatski kardeşler, Tanrı Olmak Zor İş (1964) başlıklı, daha sonra Aleksei German’ın muhteşem (Jameson’ın anti estetik bir başyapıt dediği) biçimde filmleştirdiği romanlarında bu yanılsamayı işlemişlerdi: Bir gezegende, toplum feodalizmden çıkmaya hazırlanırken, “Rönesans” başlarken, dinci-tüccar ittifakı tüm yazarları sanatçıları, bilim insanlarını, kadın özgürlüklerini imha ederek toplumu dinci feodalizme geri döndürüyor.

(...)

‘GERİ DÖNÜŞ’ ÇOKTAN BAŞLADI

(...)

İroni şurada: Cumhuriyeti kuran CHP, önce Baykal sonra Kılıçdaroğlu ve ekibinin yönetimi altında bu geri dönüş sürecini hemen her aşamada kolaylaştırdı, bu “başarısını”, Meclis dışına düşmüş kimi siyasal İslamcıları son seçimlerde Meclis’e taşıyarak taçlandırdı, sonra anlamsız iç çatışmalar içinde ölüme yattı.

(...)

Bu gidişi durdurabilecek geleneğin, deneylerin, hafızanın taşıyıcısı, sosyalist harekettir. Sosyalist hareketin, hızla kendini toplayarak tarih sahnesine çıkması, Cumhuriyetçi muhalefetin liderliğine soyunması gerekiyor.


Yazının tamamını okumak içn tıklayınız

Monday, October 23, 2023

Fanteziler ‘tufan’da boğuldu

 

Bir evrensel “iyi”yi (hakikati) savunurken etik sınırları aşan eylemler “kötü”yü üretirler. Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonu, bir hakikati (evrensel iyi),“Filistin davasını” savunmak adına “kötü”yü üretti. Şimdi yalnızca Hamas’ın varlığı, işlevi ve geleceği üzerinde değil, Gazze’deki insanların yaşamları, geleceği üzerinde de uğuruz bir soru işareti oluştu.

“Aksa Tufanı”, Filistin direnişi bağlamında, çok “kötü” bir örnek sergiledi ama “iyi”nin gerçekleşmesini engelleyen kimi fantezileri de gözler önüne serdi. 

Fantezi 1: Filistin sorunu varken yerleşimci sömürgeci saldırılar sürerken İsrail devletinin askeri kapasitesi, istihbarat gücü sayesinde güven içinde, normal bir yaşam sürdürülebilir. Gerçek, sürdürülemeyeceğini, “Aksa Tufanı” aracılığı ile acımasız biçimde göstermiştir.

(...)

Fantezi 4: Netanyahu, “Güvenlik sorunu öne çıkınca kıymetimi anlayacaklar”, arkamda toplanacaklar fantezisinin zorunlu (hapse düşmemek için) tutsağıydı. Netanyahu, güvenlik sorununu öne çıkarmak ve yargıdan kurtulmak için, İsrail dinci-faşizmiyle ortak hükümet kurdu, yerleşimci zorbaları, faşist hareketi, İsrailli Araplar ve Filistinliler üzerindeki baskıyı artırmaları için serbest bıraktı. Bu nedenle, “Aksa Tufanı”nına ilişkin istihbarat zafiyetinin arkasında kasıt olduğuna ilişkin yorumlar da oluştu. 

Genelde Netanyahu’nun Likud Partisi’ni destekleyen Jerusalem Post’ta, “Aksa Tufanı” ertesinde, 12 Ekim’de yayımlanan bir kamuoyu yoklamasının bulguları, halkın yüzde 86’sının, hükümeti destekleyenlerin yüzde 76’sının, “felaketten” Netanyahu’yu sorumlu tuttuklarını gösteriyordu.

(...)

Bir fantezi daha var: “Hamas’ı yok ederiz, Gazze’yi boşaltır yerleşimlere açarız”. Bu fanteziyi gerçekleştirme çabaları, bir soykırımın ardından kurulmuş olan İsrail’in bu kez bir soykırım yaratarak kendi varlığının meşruiyeti üzerine karanlık bir soru işareti koymasına yol açıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 19, 2023

İran boyutu öne çıkmaya başladı

 


Hamas’ın 7 Ekim saldırısını izleyen gelişmeler içinde ABD ve İngiltere medyasında, dış politika analizlerinde İsrail-Filistin sorununun İran boyutu kaygı verici biçimde öne çıkmaya başladı. Okurken aklıma, 11 Eylül 2001 olayından sonra ABD “neocon” çevrelerde yaygınlaşmış “Herkes Bağdat’a gitmek istiyor, gerçek erkekler ise Tahran’a” sözü geldi.


(...)

VE İRAN

Yukarıda Haass ve Lovatt’ın betimledikleri ortamın, bölgede başlayan İsrail-Arap yakınlaşmasından son derecede rahatsız İran açısından yeni bir manevra alanı yaratacağını da düşünmek gerekirdi. Şimdi aniden, “Gerçek erkekler Tahran’a gider” noktasına geldik.

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız

Monday, October 16, 2023

Kaos ve soykırım

 

“Kurala dayalı dünya düzeni”, yerini kaosa bırakıyor. Kaos ortamında, parlayıp yok olan gelişmelere rasyonel açıklamalar, bu açıklamalar için uygun açıklayıcı bağlamlar bulmak çok zorlaşır. Siyasi analiz yerini ucuz komplo teorilerine bırakır. Tarih, insanın kaprisinin, korkularının ve rastlantıların belirleyici olmaya başladığı bir “kısa döneme” kitlenir. Göstere göstere gelen krizler karşında insanlar çoğu kez, bir traktörün farları önündeki donup kalmış tavşanlar gibidir. Geçen hafta bu duruma iki kez tanık olduk.

GELECEK İPTAL EDİLİNCE... 

The Economist, küresel ısınmayı önlemek için alınması gereken önlemlere karşı tepkilerin, bunların olası ekonomik maliyetinin, yaşam tarzlarını etkileme potansiyellerinin ve komplo teorilerinin etkisiyle, dünya çapında yükselmeye başladığını yazıyordu. Hem de dünyayı rekor sıcaklıklarla kavuran, 1.5 C° sınırını ilk kez aşan bir yaz geride kalırken. İnanılacak gibi değil ama dünya gözleri kapalı uçuruma doğru yürüyor. Türkiye’de dinci rejimin inşaat hummasının, orman kıyımlarının sonuçları da kendilerini, kuraklıklarla, kentleri basan sellerle gösteriyor. “Geleceği iptal edilmiş” (Mark Fisher) bir uygarlık, anlaşılan artık boş verdi... 

Bu arada, bu Titanik’in güvertesinde, “şezlong kapma yarışında” bir yavaşlama yok.

Türkiye bu güvertenin ortasında: Kuzey batıda Ukrayna-Rusya, kuzey doğuda Ermenistan-Azerbaycan, batıda Kosova- Sırbistan, Doğu Akdeniz’de enerji rekabeti. AB üyeliği fantezisi öldü, Suriye’de ABD Türkiye’nin İHA’sını vurdu... Kimilerine göre borsa balonu delinmek, ülke iflasa sürüklenmek üzere. Sırada laikliği ve Cumhuriyeti “ilga edecek” bir anayasa var... 

Tüm bu kaosa geçen hafta, Hamas’ın İsrail’e yönelik beklenmedik düzeyde kanlı saldırısı ve İsrail’in çok daha kanlı “cezalandırma” operasyonu geldi. Böylece, Ortadoğu kaleydoskopu bir kez daha dönmeye başladı.

KAOSTA ‘BAĞLAM’ ARAMAK...

7 Ekim günü başlayan Hamas saldırısının rasyonel “bağlamı” Filistin sorunu. Ancak, Süpernova müzik festivalinde 250, Kibbutz Be’er’de 108 sivil de olmak üzere 1200’den fazla İsrail vatandaşının katledilmesinin bu “bağlam” içinde rasyonel bir açıklamasını bulmak çok zor. 

(...)

ADALET Mİ DEDİNİZ? 

İsrail’de Netanyahu’nun faşistleri devlete taşıyarak kurduğu hükümetin, Hamas’ı yok edeceğini açıklayıp ardından, Gazze’yi savaşçı/sivil ayrımı yapmadan bombalamaya başlamasını da salt “cezalandırma-adalet”rasyoneli içinde bir “bağlama” oturtmak olanaklı değil. İsrail ordusu, bir kara operasyonu başladığında yoğun kentsel yerleşim bölgelerinde kim sivil kim savaşçı ayrımı yapmadan (savaş kuralları aksıya alınmış) saldıracak. Gazze’de yaşamakta olan 2 milyondan fazla sivil Filistinliyi hedef alan bu acımasız operasyonu hangi “bağlam” içinde anlamlandırmak gerekiyor? 

Belli ki adalet değil!

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 12, 2023

İsrail’de devlet krizi ve dinci faşizm


Hamas militanları İsrail’e girdi. müzikli bir partiyi bastı; 200 sivili, bir kırsal yerleşimde kadın ve çocuk sivilleri öldürdü; tutsak alıp Gazze’ye kaçırdı. Hamas roketleri yerleşim merkezlerini hedef aldı. İsrail 1500 Hamas militanını öldürdü. Şimdi dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek yerleşimlerinden biri, adeta bir yarı açık hapishanesi Gazze’yi yoğun bir bombardıman altında yakıp yıkıyor. 

Çılgınlık bunlarla da bitmiyor. İsrail maliye bakanı, yerleşimcilerin lideri faşist Smotrich, “Hamas’a acımasızca vurun, tutsaklar meselesini fazla dikkate almayın” derken Hamas, “Bombardıman durmazsa tutsakları infaz etmeye başlayacağını” açıklıyor. İnsan düşünmeden edemiyor: “Dinci fanatikler, insan, ulus nedir bilmedikleri için mi ülkelerini ve insanlarını felakete sürüklüyorlar?”


BİR GECE ANSIZIN...
Bu kaos içinde gözlemcilerin akılları da bazen uçuşa geçiyor: “Dünyanın en gelişkin istihbarat örgütlerine sahip İsrail, hazırlıksız yakalanmış olamaz. Öyleyse bu savaş kurgulanmış olmalı!” Açıklaması da şöyle: Netanyahu’nun hapse düşme korkusuyla, devleti teslim etmeye başladığı Ben Gvir ve Smotrich gibi faşist liderler Gazze’yi yeniden ilhak ederek geniş kapsamlı bir etnik temizlikle tüm toprakları yerleşimci sömürgeciliğe açmak istiyorlar. İlhak için fırsat ve gerekçe yaratmak için 7 Ekim operasyonuna izin verildi!
Bu teorinin iki sorunu var: Birincisi, Hamas ve Filistinlileri edilgen, iradesiz bir kümeye indirgerken İsrail devletini, hem kendi insanlarını kurban edebileceğini düşünerek şeytanlaştırıyor hem de her şeyi gören, “ipleri çeken kuklacı” konumuna yükselterek ilahlaştırıyor. İkincisi, bu teori, İsrail devletinin krizini görmezden gelirken İsrail’in yıllardır özenle inşa ettiği,“her şeye kadir”, “yenilmez” devlet imajını destekliyor. 


Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, October 09, 2023

Diğer hegemonya-II

 

Yazının 1. kısmında, ABD hegemonyası gerilerken “Son yıllarda Çin’in kimi alanlarda hegemonya, kimi alanlarda ‘ekolojik üstünlük’ kurmaya başladığına” işaret etmiştim. 

“Hegemonya” durumunu “bir ülkenin, başka bir grup ülkenin ekonomik-siyasi hatta askeri tercihlerini zora başvurmadan yönlendirebilme kapasitesi” olarak tanımlamıştım. “Ekolojik üstünlük” durumu ise bir “sistem” (örneğin: emperyalizm) içinde, “a” gibi bir yapının, diğer, “b, c, d, ...” gibi yapıların gelişmeleri üzerinde, o yapıların “a” üzerinde yapabileceğinden daha büyük etki yapabilme kapasitesini betimliyordu. 

Emperyalist sistem içindeki gelişmelere bu iki kavramın yardımıyla baktığımızda, Çin’in “Yol ve Kuşak” projesinin coğrafyasında, Ortadoğu ve Afrika’da, genel olarak “Küresel Güney”de hegemonya alanlarınınşekillenmekte olduğu görülüyor. Çin’in Avrupa Birliği ülkeleri ve kimi sektörler üzerinden ABD karşısında da belli oranlarda bir “ekolojik üstünlüğünün”oluştuğu söylenebilir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, October 05, 2023

Diğer hegemonya 1

 Son yıllarda, emperyalist sistem içinde, ABD hegemonyasının gerileme, restorasyon, imparatorluk gibi dinamikleri tartışılırken yeni, hegemonya ve“ekolojik üstünlük” alanları şekillenmeye başladı. 

İKİ KAVRAM...

“Hegemonya” kavramı bir ülkenin, başka bir ülkenin iç ve dış ekonomik, siyasi hatta askeri tercihlerini zora başvurmaya gerek kalmadan yönlendirebilme kapasitesini betimler. Bu kapasite, liderliğine rıza almakile şiddet uygulama potansiyeli arasındaki, özel bir ilişkiye dayanır.Liderlik, çekici bir örnek sunmaya, hegemonya alanındaki, ekonomik, siyasi sorunlara uygun çözümler (kurallar, model, piyasa, kaynak) sunabilmeye, “hegemonya düzenini” meşrulaştırıcı bir söylem üretebilmeye dayanır. Şiddet uygulama potansiyeli de askeri alanda rakipsiz olmakla ilgili.

“Ekolojik üstünlük” kavramı ise bir “sistem” (örneğin: emperyalizm) içinde, “a” gibi bir yapının, diğer, “b, c, d, ...” gibi yapıların gelişmeleri üzerinde, o yapıların “a” üzerinde yapabileceğinden daha büyük şekillendirici etkiler yapabilme kapasitesini betimler.

Son yıllarda Çin’in kimi alanlarda hegemonya, kimi alanlarda “ekolojik üstünlük” kurmaya başladığı görülüyor. 

EKONOMİK TEMEL ÖNEMLİ

Çin, bir ölçüye göre dünyanın en büyük, bir ölçüye göre de 2. büyük ekonomisi; 6.24 trilyon dolarla (ABD: 3.7; AB, 3.1) en büyük imalat sanayi üreticisi, Ar-Ge harcamaları en hızlı büyüyen, toplam küresel ihracat içinde en büyük paya sahip ülke.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız



Monday, October 02, 2023

Rejimin ‘hakikati’ ve Osman Kavala

 

Gezi Parkı davası, Osman Kavala için ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman için 18’er yıl hapis cezasıyla “sonuçlandı”. Gerekçe, Türk, Kürt, dindar, ateist, Müslüman, gayri müslim, sağcı, solcu, liberal, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çok çeşitli kesimleri içeren bir topluluğu finanse ederek bir araya getirip rejimi yıkmaya kalkmak... 

Osman Kavala’yı Gezi davası “kurbanlarını” temsil eden bir simge olarak alırsak bir suçu, delilleri, delillerle sanıklar arasındaki neden sonuç ilişkisini tanımlayamayan, iddialarının hangi yasaya bağlandığı belirsiz bir yargılama sonucunda verilmiş bu müebbet hapis cezasının rejimin “hakikatini”sergilediğini söyleyebiliriz.

İKİ ‘YANLIŞ-TANIMA’

Siyasal İslamın düşünürlerinin, realite ile realitenin anlıklarındaki resmini bağdaştırmakta büyük zorluk çektiğini geçmişte sık sık vurguladım. Bu “realite sorununun” bir sonucu olarak rejimin, “Gezi olayı”na, tepkisi iki “yanlış-tanıma”(misrecognition/ méconnaissance) üzerinden şekillenmişti.  

Birinci “yanlış-tanıma”, rejimin aklındaki ideal-mükemmel- kimliğinin imajına ilişkindi. Kendisi mükemmeldi. Çünkü Tanrı’nın arzusunu temsil ediyordu. Milli iradeyi, mükemmel biçimde temsil ediyordu. Çünkü, “milletin yüzde 99 Müslümandı”

İkinci yanlış-tanıma topluma ilişkindi: Siyasal İslamın anlığındaki resimdeki toplum homojen ve kendisinden yanaydı.

Ancak Gezi olayı, “aniden”, toplumda, rejim karşıtı siyasi, hatta ahlaki değerleri savunan çeşitli kimliklerin olduğunu bunların hep birlikte, aynı yerde güçlü biçimde kendilerini gösterebileceğini ve bu olayın ülkenin geri kalanında da yankılanabileceğini kanıtladı. 

Bu iki yanlış-tanım arasındaki, “rejim” yaşanan olayın, anlamlandıramadığı gerçekliği içinde kendine bir yer bulamadı, çaresiz ve edilgen bir konuma düştü, “sonsuza kadar var olma” inancı sarsıldı. Diğer bir değişle “Gezi olayı” rejim açısından tam anlamıyla, bir travma oldu. 

TRAVMA, ‘GÜNAH KEÇİSİ’ VE ‘HOMO SACER’



(...)