Monday, September 30, 2019

Siyasal İslam ve dönüşümün iki yüzü

Siyasal İslam, kapitalist devleti ve ekonomiyi yönetmeye uygun bir siyasi ideolojik hareket değildir. Ancak bu akım devleti, ekonomi yönetimini ele geçirince toplumda önemli yapısal dönüşümler başlar. İslamcı entelijansiyanın bir kısmında “Ya bir karşı tepki gelir de kazandıklarımızı kaybedersek” kaygısı uyandıran kimi dönüşümler de Siyasal İslamın egemen kesimi içinde, bu sürece paralel olarak ilerler.

Dönüşümler ve sonuçları
Bu bağlamda, radikal İslamcı Yeni Akit gazetesi yazarı, Dilipak’ın “içerden biri” olarak, gözlemleri oldukça ilginçtir.

(...)

Karşıt bir özgürlükçü, Aydınlanmacı kültürel “dünya”, söylem ve hegemonya inşa ederek direnilebilir. Karşıtına benzemeye başlayanın, siyaseti ve kimliği yok olur!

Thursday, September 26, 2019

Uygarlık 2 kült arasında...

Üsküdar Üniversitesi Rektörü ve “psikiyatrist” Nevzat Tarhan, kansere karşı verdiği mücadeleyle tanınan Neslican Tay’ın ölümü hakkında, Twitter’da paylaştığı, “Neslican kızımız çok çile çekti, ama ümidini kaybetmedi. Ölümle yüzleşebilseydi, ölüm bilincine sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı, dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi diye düşündüm” sözleri büyük tepki çekti.
Ancak izleyebildiğim kadarıyla, bu sözlerin ait olduğu büyük ideolojik, kültürel dünyaya pek kimse değinmedi. Bu sözleri, yalnızca bir şahsın duyarsızlığı, hatta kötülüğü olarak değerlendirirsek, ait oldukları, “siyasal İslamın ideolojisi ve kültürü olarak” tanımlayabileceğimiz “dünyayı” gözden kaçırabiliriz.
Bu “dünyanın”, dinamikleri...


Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, September 23, 2019

‘Yeniden paylaşım’- ‘Yeni Ortadoğu’

Suudi tesislerini vuran füzeler, İHA’lar, egemen enerji güvenliği paradigmasını şiddetle sarstı, bölge jeopolitiğinin taşlarını yerinden oynattı. Şimdi, yine bir “Yeni Ortadoğu” şekilleniyor

Paradigmanın çöküşü
Ortadoğu’da egemen enerji güvenliği paradigması, 1980’de açıklanan Carter Doktrini’ne dayanıyordu: ABD, enerji kaynaklarının üretim ve tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlayacaktır. Bu doktrinden kaynaklanan güvenlik paradigması iki ayak üzerinde duruyordu: ABD, Körfez ülkelerine enerji kaynaklarını savunabilmeleri için gerekli silahları satıyordu. Enerji kaynaklarına yönelik tehditlere ABD, gerektiğinde, Irak’ın Kuveyt’i işgaline karşı, “I. Körfez Savaşı” örneğinde olduğu gibi, askeri yöntemlerle cevap veriyordu

(...)

Thursday, September 19, 2019

Birden taşlar yerinden oynadı...

Ortadoğu, hiç kuşkusuz, dünyanın en karmaşık, en değişken, hatta en patlayıcı bölgesidir. Cumartesi günü, dünyanın petrol endüstrisinin “kalbine” yönelik, zamanı ve etkinliği açısından çok şaşırtıcı bir hava saldırısı “taşları” yine yerinden oynattı.
Gelişmeler, dünya enerji piyasalarında jeopolitik risklere ilişkin yeni bir paradigmanın şekillenmekte olduğunu gösteriyordu.
Büyük güçler arası rekabet...

Bence, bu gelişmeleri, uluslararası ilişkiler alanında artık egemen olan “Büyük güçler arası rekabet paradigması” içinde değerlendirmeye çalışmak gerekir.
Bu bağlamda, içinde, emperyalizm teorilerine aşina olanlar için yeni bir şey olmasa da üretildiği yer açısından anlamlı bir çalışma yardımcı olabilir. ABD Ulusal Savunma Üniversitesi (NDU) bünyesinde çıkarılan Joint Forces Quarterly’nin (Birleşik Güçler dergisi) eylül sayısında yayımlanan “Küresel Riskler ve Fırsatlar: Büyük Güçler Arası Rekabet Paradigması” başlıklı çalışmayı, US Merkez Komutanlığı, Strateji, Plan ve Politika Direktörlüğü’nde stratejik analist Mark D. Miles ve bölümün 2. direktörü Tuğgeneral Charles S. Miller birlikte kaleme almışlar.
(...)

Monday, September 16, 2019

Avrasya’ya doğru giderken...

Türkiye Batı’dan kopuyor, Avrasya’ya doğru gidiyor. Türkiye’de birçok yorumcu bu gidişi bir “bağımsızlık süreci” olarak okuyor.
Yeni Osmanlı”, “Türkiye Sünni İslamın kalbidir” fantezilerini satmaya devam eden CIA’nın eski Milli Haberalma Konseyi Başkanı Graham E. Fuller de Cumhuriyet’te çevirisi yayımlanan yorumunda bu gidişi destekliyor- adam hâlâ “Erdoğan’ın yıllarca becerikli ve yeni ‘Avrasya Türkiyesi’nin mimarı olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu” gibi laflar edebiliyor.

Bağımlılık ve bağımsızlık
Avrasya’ya doğru gidişi bağımsızlık süreci olarak görenler (Fuller de dahil), devletlerarası ilişkileri adeta 19. yüzyıl jeopolitiğinin gözüyle okuyorlar. Bu yanlış okumaya ek, bu akıl, ülkeyi kimin yönettiğine, bu yönetimin tutumunu etkileyen iç dinamiklere bakmadan, Türkiye’yi bir “özne” gibi düşünerek, “şunu yapar, bunu yapar” diye konuşabiliyor. Ülkelerin dış politikaları, kimi zaman uluslararası kaygılardan değil, birilerinin iktidarını koruma çabalarından da kaynaklanabiliyor.

(...)

Thursday, September 12, 2019

Boş göstergenin zehirli cazibesi

“Jaws”u anımsıyor musunuz? Gişe rekorları kıran, sinema tarihine geçen bu filmin ana izleği son derecede basitti: Sakin bir sayfiye kasabasının denizinde, aniden dev bir köpek balığı dehşet saçmaya başlar. Filmin başarısı, kimi eleştirmenlere göre o canavarın, Amerikan halkına, Amerikan yaşam tarzına yönelik (göçmenler, doğal felaket, komünistler vb.) tehditleri simgelemesinden kaynaklanıyordu. Kimileri için de “Jaws” kapitalizmin acımasızlığını simgeliyordu. Gerçekteyse, hem bu yorumların hiçbiri tek başına doğru değildi, hem de hepsi birden geçerli olabilirdi (Zizek). Çünkü “Jaws”, seyircinin karşısına, her birinin, içine kendi korkularını yazabilecekleri bir “boş gösterge” olarak çıkıyordu. Faşizm yükselirken “Yahudi” simgesinin üstlendiği işleve benzer bir işlevdi bu. Ve sonunda o “kötülüklerin simgesi” Jaws’ın patlayarak yok edilmesi izleyicide bir haz, güçlü bir “katarsis” yaratıyordu.

Bizde de iki kez...Türkiye’de, seçmen 2000’lerin başında benzer bir haz yaşadı ama bir farkla... O zaman, her kesimden seçmen yalnızca korkularını değil umutlarını da bir “boş göstergenin” içine yazıyordu. Bu “şey”“ekonomiyi başarıyla yönetecek, askeri vesayeti kaldırarak Türkiye’yi demokratikleştirecek, Kürt sorununu çözecek”“ülkeyi AB’ye sokacak”“Ortadoğu’da ABD’den boşalan yeri dolduracak, dünya gücü olacaktı.”

(...)

Monday, September 09, 2019

Brexit dersleri

İngiltere’nin “Brexit” halkoylamasından sonra içine düştüğü kriz, halkoylamalarını kullanarak iktidara gelmeye çalışan Yeni Faşist eğilimlere karşı, özgürce işleyen bir meclisin, meclisi destekleyen sokağın direncinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Yeni Faşist işgal
İngiltere’de Muhafazakâr Parti’yi ve hükümeti Boris Johnson aracılığıyla ele geçiren ekibi Yeni Faşist olarak nitelerken “acaba abartıyor muyum” diye düşünmüştüm. Perşembe günü rahatladım.

(...)

Monday, September 02, 2019

İngiltere’de kriz derinleşiyor

İngiltere’de toplumun yarısının öfkesini, en gerici nostaljilerini siyasi kariyerleri için istismar eden politikacılar, “yeni faşist” entelektüeller, cumartesi günü toplumun hiçe saydıkları öbür yarısıyla karşılaştılar.

Ortadan bölünmüşlüğün resmi 
Neoliberalizm, ekonomik krizle beslenerek canlanan ırkçılık İngiltere’de son derecede zehirli bir ortam yaratmıştı. Egemen sınıfların geleneksel temsilcisi, Muhafazakâr Parti ve “birinci at” yorulunca ahırdan çıkarılan “ikinci at” İşçi Partisi bu zehirli ortamın etkisiyle varoluş sorunlarıyla yüz yüzeydi. 
Muhafazakâr Parti lideri Başbakan David Cameron, ülkenin başına gelecekleri hesaplamadan, tam da toplumdaki “yalnızca kendini düşünen siyasi seçkinler” algısıyla uyumlu bir tercihle, ülkenin değil de partinin sorunlarına öncelik vererek, İngiltere’nin Avrupa Birliği üyeliğini referanduma sundu. 
Aynı dönemde İşçi Partisi seçim yenilgisinden sonra istifa eden liderinin yerine “yeni tabakta eski yemek”, Blair’ci adaylar arasından bir lider seçmeye hazırlanıyordu. ...

(...)