Monday, November 29, 2021

Kapitalizmin patojenik krizi

 

Cuma sabahı Güney Afrika’da yeni bir Covid-19 varyantının (Omicron) hızla yayıldığını öğrendik. Bu yeni varyantın aşıların yarattığı bağışıklık duvarını aşabileceği bildiriliyordu. Böylece,Financial Times’ın deyişiyle “Covid-19” yeniden borsaların (ekonominin) gündemine giriyordu. Belli ki kapitalizmin “geçemeyiş krizinin” morbid semptomlarından, patojenik (zoonetik: virüslerin bir türden öbürüne atlamasına ilişkin) krizi devam ediyor.

EKONOMİ-EKOLOJİ

Kapitalizmin iki çelişkisinin birbirlerini etkileyecek biçimde işlediğine değinmiştim. Emek sermaye çelişkisinin kârlar ve birikim süreci üzerindeki baskısı, 2008 krizinin derslerine karşın finansallaşmayı ve spekülasyonu beslemeye devam ediyor. Kapitalizmin doğal çevre üzerindeki basıncı iklim krizini, çok tehlikeli patojenik-zoonetik gelişmeleri besliyor.

Financial Times, perşembe günü ABD borsalarında dev şirketlerin gelirlerine ilişkin beklentilerin tehlikeli biçimde yüksek olduğuna, borsaların aşırı değerlendiğine, dolayısıyla kırılgan bir spekülasyon ortamının oluştuğuna dikkat çekiyordu. Ertesi gün Güney Afrika’daki yeni varyantın haberi geldi, borsalarda sert düşüşler (yüzde olarak, Dow.2.5, FT-100.3.64, Dax. 4.5, CAC 40. 4.75. Nikkei: 2.5, Heng Seng: 2.7) yaşandı. 

(...)

KAPİTALİZMİN PATOJENİK KRİZİ

 “Kâr-makinesinin” genişleme eğiliminin doğal çevre üzerindeki etkileri doğadaki virüslerin yeni canlı türlerine atlamasını, bu türlerden insana sıçramasını kolaylaştıran bir yıkıma yol açıyor.  

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 25, 2021

Weimar Amerika - III

 

Geçen hafta Amerika’da yaşananlar, Trump gidince “süreç olarak faşizm gerileyecek” beklentilerinin ne kadar boş olduğunu bir kez daha gösterdi.

‘TARİHİNİN EN BÜYÜK ANAYASAL KRİZİNE DOĞRU’

 Neo-con’ların önde gelenlerinden Robert Kagan, eylül ayında Washington Post’ta yayımlanan denemesine “ABD, tarihinin iç savaştan bu yana en büyük siyasi, anayasal krizine doğru gidiyor. Önümüzdeki 3-4 yıl içinde kitlesel şiddet olayları, merkezi otoritenin parçalanması, ülkenin birbiriyle savaşan kırmızı (Cumhuriyetçi-EY) ve mavi (Demokrat-EY) bölgelere ayrılması uzak bir olasılık değildir” saptamasıyla başlıyordu. 

(...)

Bu yazarlar, yorumlarında kaygılarını dile getirirken aslında, 2024 seçimlerinde adını koymadan bir faşist darbe olasılığından söz ediyorlar.

(...)

ABD’de faşist hareketi oluşturan ırkçı, kadın düşmanı çevreler de yoğun biçimde bu temayı işliyor, artan sıklıkta şiddet kullanmaya, önlerine çıkacak olanları öldürmeye kararlı olduklarını ifade ediyorlar. 

(...)

Geçen hafta Kenosha’da Kyle Rittenhouse, New York’ta Christopher Belter adlı genç adamların yargılandıktan sonra serbest bırakılmaları da ilerleyen sürecin bir semptomuydu.

(...)

Evet, süreç ilerliyor, gelişmeler Trump ikinci kez başkan olursa ABD’nin birincisinden çok daha hızlı, derin dönüşümler yaşayacağını gösteriyor.

Yazının tamamını okumak içen tıklayınız

Monday, November 22, 2021

Sakal, bıyık ve 3. seçenek

 Rejimin, ülkeyi, siyasal İslamın sınıfsal çıkarlarının peşinden sürükleyerek getirdiği noktada durum, “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” atasözünü anımsatıyor. Tabii, verili gerçekliğin korunabilmesi için olasılıklar yelpazesinin dışına itilen bir yolu seçerek doğrudan karşıya tükürmek de var. Ancak bu seçenek, henüz zayıf bir olasılık bile değil. Biz, sakal ve bıyık üzerinde odaklanalım.

Türkiye’de, insanlar her sabah biraz daha yoksullaşırken adeta, “Dolara ne olacak?” kaygısıyla kalkıyor. Aklıma 1982 Meksika krizi sırasında, Plantu’nun Le Monde’da yayımlanmış bir karikatürü geliyor: Yıkık dökük bir kulübenin kapısının eşiğinde, boynu bükük tek bir mısır bitkisinin önünde oturmuş, üstü başı perişan iki köylüden biri öbürüne “Bugün dolara ne oldu acaba?” diyordu. 

Rejim “yüksek faiz enflasyonu azdırır” iddiasıyla, sürekli faiz indiriyor. Enflasyon ise azdıkça azıyor. Türk Lirası’nın dolar karşısındaki yıllık kaybı yüzde 45’e dayandı. Rejim, “Meraklanmayın biz ekonominin kitabını yazdık” diyor ve bir sayfa daha açıyor: “TL değer kaybettikçe ihracat artacak, cari fazla vereceğiz, bu da enflasyonu dizginleyecek.” 

Rejim hangi evrende yaşadığına inanıyor bilemiyorum ama bu evrende, Türkiye ekonomisinde, TL değer kaybederken iki gelişme yaşanıyor. 

(...)

Yazının tamamını oku bak için tıklayınız

Thursday, November 18, 2021

Bir ‘çılgınlığın’ metodu


Ekonomistler, kimi iş çevreleri, rejimin, “yanlış” ekonomi politikalarında ısrar etmesine bir türlü akıl sır erdiremiyorlar. Rejimin liderinin “Biz ekonominin kitabını yazdık” ifadeleri de bu kaygıların üzerine tuz biber ekiyor.

Bu da bana, Hamlet trajedisindeki Bu bir çılgınlık ama içinde bir metot var” sözlerini anımsatıyor. Neden, birilerine çılgınlık gibi gelen, bir başkası için yaşamsal önemde metodik/rasyonel bir tercih olmasın?

EKONOMİ ÜZERİNE 

Ekonomi politikalarının etkileri irdelenirken çoğu kez, kapitalist ekonomi, onun “sermaye birikim rejimi” homojen bir “sistem” olarak düşünülüyor. Gerçekte, sermaye birikim rejimi, özgün bir karmaşıklığın işleyişini temsil eder:

(...)

amacım, ekonomiye bakarken, homojen bir yapıntı görmeye çalışmak yerine farklı birikim tarzlarının, bunlar üzerine yaşayan farklı sınıf/tabaka çıkarlarının, bu çıkarlara uygun farklı politika taleplerinin var olma olasılığını da göz önüne almak gerektiğini anımsatmak.

BİR SÜRDÜRÜLEMEZLİK...

Bu teorik düzeyden, “şimdi ve buradaki” duruma geçersek, bu“yanlış” politikaların aslında belli bir sınıf/tabaka çıkarının ifadesi olma olasılığını değerlendirmek gerekiyor. Bu sınıf çıkarlarına ilişkin saptama tabii ki “doğru” politikalar olarak önerilen “yapısal reformlar”(?), yüksek faiz ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı gibi şeyler için de geçerlidir. 

(...)

Evet, çılgınlığın arkasında bir metot var ama bu bir sürdürülemezliğe ve kaçınılmaz bir kopuş noktasına doğru gidişe işaret ediyor. Şimdilik “doğru politikalar” olarak önerilenlerin de sanayi-banka kompleksinin çıkarını temsil etmeye çalışırken orta sınıfların, emekçilerin refahına büyük darbe vuracağını ancak ekonominin düşüşünü durduramayacağını da vurgulamak isterim.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 15, 2021

COP 26 bitti! Yola devam

 

Glasgow’da toplanan COP26 İklim Zirvesi bitti. Kapitalist uygarlık uçuruma doğru yürüyüşüne devam ediyor. 

‘TANRIM BENİ İFFETLİ YAP… AMA HENÜZ DEĞİL…’

Zirvenin sonunda ortaya çıkan “anlaşmanın” diline ilişkin tartışmaların, ABD ile Çin arasında işbirliği olasılığına, zirveye katılımın yapısındaki değişime ilişkin yorumların gürültüsünü aşabilirsek, 2015 Paris Anlaşması’nda konan 1.5 ºC hedefinin artık ulaşılamaz olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu kötümserliğin arkasında, COP26’ya katılan devletlerin uzun dönemli vaatleri ile önümüzdeki on kritik yıl gibi bir kısa dönemde yapacakları arasındaki farklar yatıyor. Zirvenin, birçok yorumcuya, Aziz Augustin’in ünlü, “Tanrım beni iffetli yap… Ama henüz değil” duasını anımsatan, “Sıfır karbon, metan gazı, sıfır ormansızlaştırma… Ama henüz değil”sonucu dünyamızın geleceği açısından tam bir felaket senaryosuna işaret ediyor.

Daha şimdiden sıcaklık artışı 1.2 ºC’ye ulaştı. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 11, 2021

Söyleyene değil, söyletene bak!



Mehmet Barlas’ın pazartesi yazısını okuyunca, ilk önce “sahibinin sesi” diye düşündüm. Salı yazısı da üzerine tüy dikti!

(...)

BİR ‘CONSIGLIERE’ OLARAK BARLAS

Böylece Barlas (ki bu işlerde çok deneyimlidir) yazısında, üç noktada, kendince, siyasi iklime müdahale ediyordu.

Birinci noktada Barlas karşımıza “ev sahibini” bastıran “yavuz hırsız” olarak çıkıyor: Dünyada, özellikle Türkiye’nin finansal ve teknolojik beslenme kaynaklarının merkezlerinde, medyanın, siyasi liderlerin ve uzmanların, siyasal İslamın, AKP rejiminin meşruluğunu tartışmaya başladıkları bir dönemde Barlas, deneyimlerine çok uyan basitlikte bir “takla atarak”meşruiyet sorununu muhalefet partilerinin üzerine kaydırmaya çalışıyor. 

(...)

İkincisi Barlas, CHP ve İYİ Parti’yi, AKP liderliğinin sık sık dile getirdiği “Bunlara devlet, ülke teslim edilmez” ifadesini tekrarlayarak tehdit ediyor: 

(...)


BİR SEMPTOM OLARAK BARLAS

(...)

Bu noktada Barlas karşımıza, muhalefet partilerine, seçimleri kaybetmeyi kabul etmelerini, rejime de eğer etmezlerse seçimlere girmelerinin engellenmesini önererek işte bu paradoksun ve korkunun semptomu olarak çıkıyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 08, 2021

Ekonomistler ekolojiyi anımsadı

 

COP26 iklim zirvesinin pratik sonuçlar doğuracağına pek kimse inanmıyor (Project Syndicat, “The Great COP-Out?” -Büyük kaytarma-, 4/11/ 2021). İngiltere Kraliçesi bile “Bu kadar lafa karşılık bir şey yapılmaması çok sinir bozucu” diyor. Siyasi oportünizm bir etken ama esas sorun yapısal. İklim krizini önlemeye yönelik gerçekçi önlemler, uygarlığın temel çelişkilerine çarpıyor. Yine de COP26, hiç olmazsa, “ekonomistleri” ekolojiyi hesaba katma noktasına getirdiği için yararlı oldu. 

İKİ ÇELİŞKİ…

Kapitalizmin yapısal (uzun erimli) krizi devam ediyor.

(...)


Ancak kapitalizmin kriz üreten bir çelişkisi daha var.

(...)

STRATEJİK UNUTMA

Cambridge Üniversitesi’nden, ekonomist Prof. Sir. DasguptaFinancial Times’da yayımlanan bir söyleşide, “Küresel, varlık sürdürülebilirliği portföyümüzü yönetmeyi başaramadık… Geçtiğimiz on yıllarda büyük bir refah artışı yaşadık ama bu, doğaya büyük zarar verme pahasına gerçekleşti…” diyor. Prof. Dasgupta’ya göre, geleneksel ekonomik modeller “doğanın” bir varlık (asset) olduğunu yadsımışlar ve insan etkinliğinin bu biyolojik alan üzerindeki aşındırıcı etkisini ihmal etmişler. Halbuki, “ekonomik düşünceye doğayı da katmak dev bir adım olmaz”mış. Prof. Dasgupta da Polanyi’nin Büyük Dönüşüm başlıklı yapıtını unutmayı seçenlerden anlaşılan!  

Polanyi’nin Büyük Dönüşüm başlıklı çalışması 1944 yılında, liberalizm ve serbest piyasa fantezilerinin yol açtığı Faşizm ve Dünya Savaşları dönemi kapanırken, bir yapısal kriz yerini genişleme dönemine bırakırken yayımlandı. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 04, 2021

‘Felaketin merkezinde’

 


Son araştırmalar, küresel ısınma sürecinde, bugünkü eğilimler devam ederse 3 milyar insanın yaşamaya uygun olmayan koşullarla yüz yüze kalacağını gösteriyor. Ortadoğu, hızla yaklaşan felaketin merkezindeki bölgelerden biri. Türkiye, rejimin elinde hızla bu felaketin merkezine doğru sürükleniyor.

BİR İKTİDAR SORUNU

Ortadoğu, aşılması çok zor bir ikilem içinde: The Guardian’da bir çalışmanın işaret ettiği gibi bölge, dünyanın geri kalanından iki kez daha hızla ısınıyor. Buna karşılık, başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez Emirliklerinde, İran ve Irak’ta egemen sınıflar, CO2 emisyonunu besleyen petrol tüketiminden gelen gelirlere dayanarak ayakta duruyorlar. Bu gelirler, baskı araçlarını, dini kurumları beslemenin yanı sıra halkın rızasını da satın alma olanağını getiriyor.

(...)

Küresel ısınmayı, orman yangınları, su kaynaklarının kullanımı üzerinde uyuşmazlıkların artması, kum fırtınaları, ani su baskınları, balık havzalarının zehirlenmesi, kentlerde hava kirlenmesinin hızlanması gibi etkileriyle birlikte düşününce bölgede, siyasi istikrar, barış ve göçler bağlamında çok büyük krizler beklemek gerekiyor.

(...)

Yeşil Gazete editörlüğü, AKP iktidara geldikten sonra gerçekleşen yıkımın ayrıntılı bir bilançosunu sunduğu araştırmasında, “Tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar, denizler, göller, nehirler ve hatta korunan alanlar bile artık bir enkaz” diyor (Yeşil Gazete, 04/06/2021). Burada araştırmanın bulgularını aktarma olanağım yok ancak birine değinmeden edemeyeceğim. Türkiye’de tarım arazileri, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2020 yılına 3 milyon 484 bin hektar (Belçika’nın yüzölçümüne eşit) azalarak 37 milyon 712 bin hektara gerilemiş. 

(...)

Rejimin, ülkeyi, karşısında üstünlük tasladığı Hıristiyan “uygarlığının”plastik ve kimyasal atık çöplüğüne çevirmiş olması da cabası. 

(...)

 Rejimin “ideoloji üretim merkezinin” başındaki şahıs, halka “Açlığa, yoksulluğa isyan etmeyin”, “Fakirlik, Allah’a yakın olmaktır” gibi “hutbeleri” uygun görüyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 01, 2021

İklim krizi, adalet ve emperyalizm


Siz bu yazıyı okurken 26. COP İklim Krizi Zirvesi başlamış olacak. Sonunda da büyük olasılıkla katılanlar bir şeylerde anlaşmış, bir ortak bildiri açıklayarak olacak; 1995’ten bu yana toplanan 25 COP zirvesinde olduğu gibi… Ben bu son zirveden fark yaratacak bir sonuç bekleyen yorumcuya rastlamadım. Ancak bu toplantıların bir önemi var. Kapitalist uygarlığın hakikatini sergiliyorlar: Kapitalizm, yok olmanın eşiğine getirdiği uygarlığı, iklim krizinden kurtaramaz!

KAPİTALİZM VE İKLİM KRİZİ

Kapitalizmin küresel çapta egemen üretim tarzına dönüşmesi, sanayileşmeyle ile başladı, emperyalizmle devam etti ve bugün iklim krizinin arkasındaki CO2 emisyonunun kaynağındaki fosil yakıt bağımlılığı üzerinde yükseldi. 

Bu süreç, İngiltere ve Kıta Avrupası’nda başladı, Amerika, Kanada ve Japonya gibi merkezlerin eliyle ilerledi, dünyanın geri kalanını doğrudan sömürgeci ve kapitalist emperyalist zorlama ile içine çekerek hızlandı. CO2 emisyonu açısından baktığımızda, sanayileşmeden bu yana gerçekleşen emisyonun yarısından fazlası, bu kapitalist emperyalist ülkelerin ürünü.   

Toplam CO2 emisyonunun yarısını herkesten önce gerçekleştirenler, aynı zamanda bu emisyonu yapan sanayiler üzerinden ekonomik, siyasi ve askeri ayrıcalıklar, dünyanın geri kalanından çok daha yüksek refah ve tüketim/lüks tüketim olanakları yarattılar.

(...)

Geç sanayileşen ülkelerin gelişmelerini engelleyen sömürgecilik ve emperyalist talanın failleri, şimdi gezegenin ekosistemine yaptıkları zararın faturasını ödemeyi kabul etmeden, dünyanın geri kalanından gelişme süreçlerini yavaşlatmalarını, refah taleplerinden vazgeçmelerini istiyor.

(...)

KAYNAK VAR AMA...

Dünya ekonomisi, ABD, Avrupa ülkelerinin yanı sıra Hindistan ve Çin gibi arkadan gelen ama CO2 emisyonunda liste başına geçmeye başlayan ülkeler, ekonomik krizle, pandemi ile boğuşuyor. Hükümetler, bu ortamda, iklim krizini önlemek için gereken kaynağı nereden bulacaklarını bilemediklerini iddia ediyorlar. Öyleyse, çöküşün eşiğinden ağlaya sızlaya geçeceğiz. Ya da başımızı kaldırıp kapitalizmin ufkunun ötesine bakmaya çalışacağız.

(...)

Bunların varlıklarının yüzde 1’i bile kamulaştırılabilse kaynak sorunu filan kalmaz. Bugün, bunu yapacak irade olmadığından, buyurun uygarlığın cenaze namazına…