AKP iktidarı bana, Amenábar’ın ünlü filmindeki (Diğerleri -The Others-2001) öldüğünü bilmeyen hayalet aileyi anımsatıyor. Başbakan “Gezi’yi aştık, bunu da aşarız” demişti. Yanılıyor, dün “Gezi”yi aşamadıkları (kendileri başlattıkları o yangında “öldükleri”) için bugün bu durumdalar.
Bir diğer yanılgı da “Yeni Türkiye” öyküsüyle ilgili. AKP liderliğinin, “yandaş basının”, liberal entelijansiyadan, ABD-AB blokundan, hatta “işbirlikçi soldan” aldıkları destekle topluma anlattıkları bu “öykünün” aksine “Yeni Türkiye”nin “demokratikleşmeyle” bir
ilgisi yoktu. Şimdi tanık olduğumuz trajikomik sahneler bizi hiç
şaşırtmıyor. ABD-AB blokunun da fazla şaşırmadan, AKP Türkiyesi’ne
ilişkin daha “yeni” bir öyküyü dolaşıma soktukları görülüyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, December 30, 2013
Monday, December 16, 2013
İtalya’da İsyan Günleri…
Paolo Serantino’nun “La Grande Bellezza” (2013) isimli muhteşem filmini, iki hafta önce izlediğimde, hem “bu bir başyapıttır” saptamalarına katılmış, hem de, “evet, işte İtalya’nın bir yüzü bu” diye düşünmüştüm. Peki, ya öbür yüzü? Pazartesi günü başlayan, Il Giornale gazetesinin bir yorumcusunun sözleriyle “nereden geldiği, nereye gittiği, ne istediği, kimlerden oluştuğu, ne kadar kendiliğinden olduğu belirsiz, bu yüzden de İtalya’nın seçkinlerini (bu birinci yüzü-EY) fena halde ürküten” protesto eylemleri bu sorumun cevabını verdi. İtalya’nın öbür yüzü de sokaklarda...
La Grande Bellezza
Serantino’nun filminin üç ana karakteri var...
Serantino’nun filminin üç ana karakteri var...
Monday, December 09, 2013
Sosyal Bilimciler İçin Rehabilitasyon Merkezi
Geçen hafta üç gün boyunca ODTÜ’de gerçekleştirilen 13. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi Türkiye’nin sosyal bilimciler için gittikçe nefes alması zorlaşan kültürel ortamında, adeta bir rehabilitasyon merkezi gibiydi.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Monday, November 25, 2013
Ortadoğu’da Kaos ve Kâbus
Geçen hafta uluslararası medyada ilk sırayı alan haberlere bakınca Ortadoğu’nun, artık herkesin herkesle savaştığı, “Hobbesian” bir kâbusa dönüştüğünü, insani trajedilerin önümüzdeki dönemde, daha da yaygınlaşacağını düşünüyorum; hafta sonunda İran’la yapılan kısmı ve geçici anlaşmaya rağmen...
Tamam, bu berbat dünyanın oluşmasının sorumluluğunu öncelikle, büyük güçlerin bölgede iki yüzyıldır izlediği emperyalist politikalara çıkaralım. Çıkaralım ama bölge ülkelerini yönetenlerini de unutmayalım. Bu pek iddialı, akılları sıra “tarihsel bir fırsatı” kaçırmamakta kararlı ama bölgenin jeopolitiğini, tarihini doğru dürüst anlamaktan aciz “politikacılar” ham hayal projeleriyle bugünkü kaosun oluşmasında büyük rol oynadılar, oynamaya da devam ediyorlar.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Tamam, bu berbat dünyanın oluşmasının sorumluluğunu öncelikle, büyük güçlerin bölgede iki yüzyıldır izlediği emperyalist politikalara çıkaralım. Çıkaralım ama bölge ülkelerini yönetenlerini de unutmayalım. Bu pek iddialı, akılları sıra “tarihsel bir fırsatı” kaçırmamakta kararlı ama bölgenin jeopolitiğini, tarihini doğru dürüst anlamaktan aciz “politikacılar” ham hayal projeleriyle bugünkü kaosun oluşmasında büyük rol oynadılar, oynamaya da devam ediyorlar.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, November 18, 2013
Afrika’ya ‘Adaleli Yumuşak Güç’
Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin askerleri Afrika’ya doluşurken yepyeni bir kavramımızın olduğunu fark ettim: “Adaleli yumuşak güç.” Ne zaman zorlama bir kavramla karşılaşsam “bu acaba neyi gizlemek için üretildi?” diye düşünmeden edemem.
Siz “Afrika’yı boş ver, esas emperyalist rekabet, ABD ilgisini Avrupa’dan Asya’ya kaydırmaya başladığından bu yana orada yaşanmıyor” diye düşünebilirsiniz, ama acele etmeyin. Her ne kadar ABD ve Avrupa, “terörizmi önlemeye gidiyoruz” diyorlarsa da aslında Çin’i engelleme stratejileri açısından en önemli platform Afrika olacak gibi görünüyor
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Siz “Afrika’yı boş ver, esas emperyalist rekabet, ABD ilgisini Avrupa’dan Asya’ya kaydırmaya başladığından bu yana orada yaşanmıyor” diye düşünebilirsiniz, ama acele etmeyin. Her ne kadar ABD ve Avrupa, “terörizmi önlemeye gidiyoruz” diyorlarsa da aslında Çin’i engelleme stratejileri açısından en önemli platform Afrika olacak gibi görünüyor
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, November 11, 2013
Almanya Sorunu (Ya da O Eski Hikâye)
Dünya ekonomisinde ekonomik gerginlikler yine siyasi gerginliklere yol açıyor. Buradan hayırlı bir şey çıkmaz!
Önce ABD’nin istihbarat kurumu NSA’nın Angela Merkel’in telefonunu dinlediğiniöğrenmiştik. Sonra ABD Hazine Bakanlığı yayımladığı bir raporda Almanya’yı aşırıoranda dış ticaret fazlası üreterek, dünyaya deflasyon ihraç etmekle suçladı.
İki saygın ekonomi yorumcusu, New York Times’dan Prof. Krugman, “Depresyonyaratan Almanlar”, Financial Times’dan Martin Wolf, “Almanya Dünyanın Üzerinde Bir Yüktür” başlıklı yazılarla hazine bakanlığının suçlamalarını Alman ekonomisinin performansını hedef alan bir saldırıya dönüştürdüler. Geçen hafta, eski Avrupa Komisyonu başkanı, İtalya Başbakanı (2006-08) Normana Prodi,Latin ülkelerini, Fransa’yı Almanya’ya karşı cephe oluşturarak Avrupa Birliği ekonomisinde enflasyonu güçlendirmeye çağırdı (The Independent, 07/11).
1930’lar mı yeniden?
BİR DÜZELTME: ROMANO PRODİ YAZIDA NASILSA NORMANA PRODİ OLMUŞ
Monday, November 04, 2013
‘Yeni Ortaçağlar’ ‘Minik Savaşlar’
ABD dış politika ve savunma
çevrelerinde, ABD’nin dünyada
olayları biçimlendirme kapasitesindeki
zayıflamaya paralel,
tarihte Roma İmparatorluğu’nun
çöküşünü izleyen parçalanmayı,
istikrarsızlık koşullarını anımsama
eğilimi güçleniyor.
(...)
Kısacası Batı “imparatorluğu”,
bizden sonra “kaos” geliyor diye
düşünürken “imparatorluğun”merkezinde uzmanlar bu yeni
durumu tanımlamaya, yönetmeye
uygun yaklaşımlar geliştirmeye
çalışıyorlar.
(...)
Somali’de, Mali’de
devletsizliği Ortadoğu’da Suriye,
Lübnan, Irak gibi bölgelerde
dağılmayı, anarşiyi kabullenmek,
devlet kurmaya çalışmak yerine
(ulus devlet en iyi yönetim biçimi
olsa bile) aşiretler, kent yönetimleri,
etnik gruplar gibi yereliktidar merkezleriyle çalışmanın
yollarını bulmak
(...)
Yazının tamamını ookumak için "tık"layınız
çevrelerinde, ABD’nin dünyada
olayları biçimlendirme kapasitesindeki
zayıflamaya paralel,
tarihte Roma İmparatorluğu’nun
çöküşünü izleyen parçalanmayı,
istikrarsızlık koşullarını anımsama
eğilimi güçleniyor.
(...)
Kısacası Batı “imparatorluğu”,
bizden sonra “kaos” geliyor diye
düşünürken “imparatorluğun”merkezinde uzmanlar bu yeni
durumu tanımlamaya, yönetmeye
uygun yaklaşımlar geliştirmeye
çalışıyorlar.
(...)
Somali’de, Mali’de
devletsizliği Ortadoğu’da Suriye,
Lübnan, Irak gibi bölgelerde
dağılmayı, anarşiyi kabullenmek,
devlet kurmaya çalışmak yerine
(ulus devlet en iyi yönetim biçimi
olsa bile) aşiretler, kent yönetimleri,
etnik gruplar gibi yereliktidar merkezleriyle çalışmanın
yollarını bulmak
(...)
Yazının tamamını ookumak için "tık"layınız
Monday, October 28, 2013
Suudi Krallığının Garip İşleri
Diplomaside kapalı kapılar
ardında, gizli kapaklı işleri tercih
etmesiyle bilinen Suudi krallığı,
geçen hafta aniden kamuoyu
önünde garip, kaprisli bir
performans sergilemeye başladı.
Krallık, iki senedir peşinde
koştuğu, lobi yaptığı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği
amacına ulaşır ulaşmaz, BM
Konseyi’nde yerini almayacağını
açıkladı. Arkasından, G.W. Bush’un 20 yıllık dostu, krallığın
istihbarat şefi Prens Bandar Bin Sultan al Suudi, artık CIA
ile eskisi kadar yakın işbirliği
yapmayacaklarını, Suudi-ABD
ilişkilerinde önemli bir değişikliğe
gitmek üzere olduklarını açıkladı.
Prens Bandar “BM’deki tavır, BM’ye değil ABD’ye bir mesajdır” diyor. Bandar’ın
açıklamalarından, bir önceki
istihbarat şefi El Türki’nin
Al Monitor’la yaptığı
söyleşiden, Suudi krallığının
ABD’nin öncelikle Suriye
muhalefetine gereken silah
yardımını yapmasını, Suriye’yi
bombalamaktan vazgeçerek
kimyasal silahların yok edilmesi
ve siyasi çözüm arayışı
üzerine odaklanmasını, İran’la
görüşmelere başlamasını,
ayrıca Mısır’da askeri darbeye
karşı çıkmamasını, Bahreyn’de
bekledikleri desteği vermemiş
olmasını, giderek karar
alma süreçlerinin dışında
bırakılmalarını protesto
ediyormuş.
Jeopolitikte, diplomaside
hiçbir şey göründüğü gibi
değildir, düşünmeye öncelikle
her şeyden şüphe ederek başlamak, birkaç kat kazı
yapmak gerekir. Özellikle, söz
konusu olan bölge Ortadoğu
ise... Hele Suudi krallığı varlığını,
güvenliğini borçlu olduğu
Amerika’ya karşı tavrında
“önemli bir değişikliğe”gitmeye hazırlandığını,
ABD’ye söylemek
yerine kamuoyu önünde
açıklıyorsa
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
ardında, gizli kapaklı işleri tercih
etmesiyle bilinen Suudi krallığı,
geçen hafta aniden kamuoyu
önünde garip, kaprisli bir
performans sergilemeye başladı.
Krallık, iki senedir peşinde
koştuğu, lobi yaptığı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği
amacına ulaşır ulaşmaz, BM
Konseyi’nde yerini almayacağını
açıkladı. Arkasından, G.W. Bush’un 20 yıllık dostu, krallığın
istihbarat şefi Prens Bandar Bin Sultan al Suudi, artık CIA
ile eskisi kadar yakın işbirliği
yapmayacaklarını, Suudi-ABD
ilişkilerinde önemli bir değişikliğe
gitmek üzere olduklarını açıkladı.
Prens Bandar “BM’deki tavır, BM’ye değil ABD’ye bir mesajdır” diyor. Bandar’ın
açıklamalarından, bir önceki
istihbarat şefi El Türki’nin
Al Monitor’la yaptığı
söyleşiden, Suudi krallığının
ABD’nin öncelikle Suriye
muhalefetine gereken silah
yardımını yapmasını, Suriye’yi
bombalamaktan vazgeçerek
kimyasal silahların yok edilmesi
ve siyasi çözüm arayışı
üzerine odaklanmasını, İran’la
görüşmelere başlamasını,
ayrıca Mısır’da askeri darbeye
karşı çıkmamasını, Bahreyn’de
bekledikleri desteği vermemiş
olmasını, giderek karar
alma süreçlerinin dışında
bırakılmalarını protesto
ediyormuş.
Jeopolitikte, diplomaside
hiçbir şey göründüğü gibi
değildir, düşünmeye öncelikle
her şeyden şüphe ederek başlamak, birkaç kat kazı
yapmak gerekir. Özellikle, söz
konusu olan bölge Ortadoğu
ise... Hele Suudi krallığı varlığını,
güvenliğini borçlu olduğu
Amerika’ya karşı tavrında
“önemli bir değişikliğe”gitmeye hazırlandığını,
ABD’ye söylemek
yerine kamuoyu önünde
açıklıyorsa
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, October 21, 2013
'Batı'da 'Faşizan' Dinamikler
ABD’de yaşanan bütçe, borç sınırı tartışmalarıyla, Fransa’da Marine Le Pen’in
partisinin Brignol kasabası belediye seçimlerinde oyların yüzde 54’ünü
alması arasında bir ilişki kurmak zor, ama olanaksız değil!
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, October 14, 2013
'Uzun Durgunluk' ve 'Küreselleş-me'
Bu hafta The Economist dünya ekonomisi üzerine gerçekten geleneğine sadık bir rapor yayımlamış. The Economist, çanların çaldığını duymuş, ama kimin için çaldığının farkında değil ve de her zaman olduğu gibi yine “behind the curve” (olayların gerisinde). The Economist’e göre “Hükümetler küreselleşmenin önüne engeller koymaya başlamışlar. Şimdi yeni bir serbestleşme (liberalizasyon) dalgası gerekiyor”muş.
Küreselleşme: Emeğe yönelik büyük saldırı
Devletler ABD hegemonyasının araçlarından IMF ve Dünya Bankası baskılarıyla serbestleşme paketlerini birbiri ardına uygulamaya koyarken The Economist “sahibinin sesi” olarak süreci “önünde durulamaz” “dışında kalınamaz” gibi ifadelerle, “küreselleşmeyi” öznesi olmayan, kendiliğinden adeta, doğal apolitik bir şey olarak sunuyor; emekçi sınıflara yönelik büyük saldırıyı gizlemeye çalışıyorlardı.
Bu konuda çok yazıldı; ben en son verileri aktarmakla yetineceğim.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Küreselleşme: Emeğe yönelik büyük saldırı
Devletler ABD hegemonyasının araçlarından IMF ve Dünya Bankası baskılarıyla serbestleşme paketlerini birbiri ardına uygulamaya koyarken The Economist “sahibinin sesi” olarak süreci “önünde durulamaz” “dışında kalınamaz” gibi ifadelerle, “küreselleşmeyi” öznesi olmayan, kendiliğinden adeta, doğal apolitik bir şey olarak sunuyor; emekçi sınıflara yönelik büyük saldırıyı gizlemeye çalışıyorlardı.
Bu konuda çok yazıldı; ben en son verileri aktarmakla yetineceğim.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, October 07, 2013
'Gezi Olayı' ve 'Solun Krizi'
Gezi “olayı”ndan bu yana yaklaşık üç aydır, “Şimdi ne olacak” sorusu gündemden kalkmadı, Gezi “olayı”nı yaşayan, “olay”dan yeni insanlar olarak çıkanlar, “Şimdi ne yapmamız gerekiyor” sorusuna cevap arıyorlar. Ben de Gezi “olayı”nı içinde değil, dışından izlemiş biri olarak, üzerinde, bu deneyim eksikliğinin zaaflarını “pratiğin teoriden daha onurlu” olduğunu unutmadan düşünmeye, bende yarattığı duygusal etkiler, sorular bağlamında tartışmaya katılmaya çalışıyorum.
Yazılı kaynaklardan, katıldığım toplantılardan edindiğim izlenimler bana “Ne oldu” ve “Ne yapacağız” sorularının öncelik kazandığını ama özellikle ikincisinin, tatmin edici cevaplar bulmakta zorlandığını söylüyor. Bu sorular üzerinde düşünmeye devam ederken, Alain Badiou’nun Radical Philosphy dergisinin Eylül/Ekim 2013 sayısında, “The Greek Symptom: Debt, Crisis and the Crisis of the Left” (Yunan Semptomu: Borç, Kriz ve Solun Krizi) sempozyumu bağlamında yayımlanan “Çağdaş İktidarsızlığımız” başlıklı denemesine rastladım. Badiou’nun bu denemedeki yaklaşımını “Gezi” ile ilgili soruları düşünürken yararlı olacağı inancıyla (kimi farklılıklarımı saklı tutarak yerim izin verdiği ölçüde) kendi düşüncelerimle da harmanlayarak aktarmaya çalışacağım. Denemenin metnine www.radicalphilosophy.com/issues/181 adresinden ulaşabilir, gelecek hafta da kendisiyle tartışma olanağı bulabilirsiniz. Badiou ve Zizek, MonoKL yayınlarının inisiyatifiyle 11-12 Ekim tarihlerinde düzenlenen “Filozoflar İstanbul’da” toplantısına katılacak.
Evrensel ve özgü olanın ‘Gezi’deki diyalektiği
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Yazılı kaynaklardan, katıldığım toplantılardan edindiğim izlenimler bana “Ne oldu” ve “Ne yapacağız” sorularının öncelik kazandığını ama özellikle ikincisinin, tatmin edici cevaplar bulmakta zorlandığını söylüyor. Bu sorular üzerinde düşünmeye devam ederken, Alain Badiou’nun Radical Philosphy dergisinin Eylül/Ekim 2013 sayısında, “The Greek Symptom: Debt, Crisis and the Crisis of the Left” (Yunan Semptomu: Borç, Kriz ve Solun Krizi) sempozyumu bağlamında yayımlanan “Çağdaş İktidarsızlığımız” başlıklı denemesine rastladım. Badiou’nun bu denemedeki yaklaşımını “Gezi” ile ilgili soruları düşünürken yararlı olacağı inancıyla (kimi farklılıklarımı saklı tutarak yerim izin verdiği ölçüde) kendi düşüncelerimle da harmanlayarak aktarmaya çalışacağım. Denemenin metnine www.radicalphilosophy.com/issues/181 adresinden ulaşabilir, gelecek hafta da kendisiyle tartışma olanağı bulabilirsiniz. Badiou ve Zizek, MonoKL yayınlarının inisiyatifiyle 11-12 Ekim tarihlerinde düzenlenen “Filozoflar İstanbul’da” toplantısına katılacak.
Evrensel ve özgü olanın ‘Gezi’deki diyalektiği
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, September 30, 2013
ABD'nin 'Yeni' Ortadoğu Politikası...
Başkan Obama’nın salı günü Birleşmiş Milletler toplantısında yaptığı yaklaşık 40 dakikalık konuşma, ABD dış politikasına, Ortadoğu’ya ilişkin bir “ayar” verilmekte olduğuna işaret ediyordu.
Obama’dan sonra konuşan İran Devlet Başkanı Ruhani, ABD ve Rusya arasında Suriye’deki kimyasal silahlar bağlamında başlayan yakınlaşmaya, İran’ın nükleer silah tartışmalarına son vermeye kararlı olduğuna ilişkin bir işbirliği mesajıyla katıldı. Cuma günü BM Güvenlik Konseyi Suriye konusunda, askeri müdahale içermeyen bir öneriyi oybirliği ile kabul etti. ABD Başkanı, 1979’dan bu yana ilk kez İran Devlet Başkanı’nı telefonla aradı.
Hafta boyunca uluslararası basında uzmanların, ABD’nin Büyük Ortadoğu coğrafyasına ilişkin şekillenmekte olduğunu düşündüren yeni politikasını yorumlamaya çalışan yazılarında, “dünya gücü”, “bölge lideri”, “yükselen güç” olduğunu iddia eden AKP Türkiyesi’nin ismi geçmiyordu. Bölgedeki oyuncuların dışlanmasından yakınan bir Suudi uzmanın yorumunda bile… (Al Awsat, 26/09) Türkiye’nin bu yıl, Şengen İşbirliği Örgütü’nün toplantısına davet edilmemiş olduğunu (EursiaNet, 25/09), Financial Times’da Türkiye’nin bölgede yalnız kaldığını anlatan (26/09) yorumunu da ekleyelim.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Obama’dan sonra konuşan İran Devlet Başkanı Ruhani, ABD ve Rusya arasında Suriye’deki kimyasal silahlar bağlamında başlayan yakınlaşmaya, İran’ın nükleer silah tartışmalarına son vermeye kararlı olduğuna ilişkin bir işbirliği mesajıyla katıldı. Cuma günü BM Güvenlik Konseyi Suriye konusunda, askeri müdahale içermeyen bir öneriyi oybirliği ile kabul etti. ABD Başkanı, 1979’dan bu yana ilk kez İran Devlet Başkanı’nı telefonla aradı.
Hafta boyunca uluslararası basında uzmanların, ABD’nin Büyük Ortadoğu coğrafyasına ilişkin şekillenmekte olduğunu düşündüren yeni politikasını yorumlamaya çalışan yazılarında, “dünya gücü”, “bölge lideri”, “yükselen güç” olduğunu iddia eden AKP Türkiyesi’nin ismi geçmiyordu. Bölgedeki oyuncuların dışlanmasından yakınan bir Suudi uzmanın yorumunda bile… (Al Awsat, 26/09) Türkiye’nin bu yıl, Şengen İşbirliği Örgütü’nün toplantısına davet edilmemiş olduğunu (EursiaNet, 25/09), Financial Times’da Türkiye’nin bölgede yalnız kaldığını anlatan (26/09) yorumunu da ekleyelim.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, September 23, 2013
'Suriye Aslında İran, O da Başka Bir Şey'
Suriye’deki kimyasal silahlar bağlamında, ABD ile Rusya
arasında savaşı önleyebilecek bir anlaşma şekillenirken İran’ın yeni
devlet başkanının açılımları bana geçen yıl ağustos ayında bir çarşamba
yazımda kullandığım bu başlığı anımsattı.
ABD ve Rusya, derken... İran
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
ABD ve Rusya, derken... İran
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, September 16, 2013
Dünya Ekonomisinde Yeni Dönem
Geçen hafta dünya basınında en çok konuşulan konuların başında,
Suriye krizinin yanı sıra, Lehman Brothers’ın iflasının 5. yılında “dünya ekonomisinde yeni bir dönem” olasılığı vardı. Bu yeni dönemin, AKP Türkiyesi açısından iyi bir haber olduğunu söylemekse çok zor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, September 09, 2013
Stratejik, Trajik, Tuhaf - I
ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale planının arkasında, insani amaçlar değil stratejik
çıkarlar yatıyor. Tarih gözlerimizin önünde tekerrür etmeye başladı,
dün Irak’tı yeri, bugün Suriye. Ancak, ikinci kez yaşananlar da trajik. Tuhaflığa gelince o da AKP hükümetinin Suriye politikasıyla ilgili.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, September 02, 2013
Önemlinin Anlamı!
Osmanlı orduları Viyana’yı kuşattığı sırada, kilisenin
büyükleri, kentin kadınlarına bekâret kemeri takmayı tartışıyorlarmış.
Biri geçenlerde “kızlarla erkeklerin aynı merdiveni kullanmalarından rahatsız olduğunu” söylüyordu, ondan önce de biri “hamile kadınların sokaklarda dolaşmasından”… Şeytan da kadınların elbiselerine takmış kafayı; hep çıkarmak istermiş.
Belli ki başımızda çok büyük sorunlar var. Yoksa iktidar partisinin genel başkan yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Gezi eylemleri müebbetlik suç kapsamında” der miydi? Belli ki hükümet kendi geleceğinden kaygılı. Vatandaşların önemli bir kısmı da geleceklerinden... Dışişleri Bakanı da illa Suriye’yi işgal edecek... İnsanın aklına Red Kit’in “Hâkim Ben” macerasındaki, her seferinde söze “asalım” diye başlayan savcı (aynı zamanda kasabanın ölü kaldırıcısı) geliyor.
Bu resme biraz geri çekilip baktığımızda, bölgedeki savaşlar, isyanlar, darbeler. Biraz daha uzaktan bakarsak, küresel ekonomik kriz, gerileyen hegemonyacı güç... Nihayet iyice uzaktan, örneğin uzaydan bakacak olsak mavisi solmaya başlayan bir gezegen... Bu sonuncusu çok yararlı bir perspektif sunuyor. Çünkü diğer sorunların çözülebilmesi için mavi gezegenin yaşamı destekleyecek durumda kalması gerekiyor. İşte bu noktada karşımıza “önemlinin anlamına” ilişkin zorlu bir soru çıkıyor.
Batmış bu dünya, bitmiş bu dünya
Orhan Gencebay, ciddi teolojik, siyasi sorunları çağrıştıran şarkısında, “Batsın bu dünya, bitsin bu dünya” diyordu. Geçenlerde birisi elime, al tatilde okursun diyerek “10 Milyar” başlıklı bir kitap sıkıştırdı. Uçakta okurken o şarkıyı anımsadım: Gerçekten “bitmiş bu dünya”...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Belli ki başımızda çok büyük sorunlar var. Yoksa iktidar partisinin genel başkan yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Gezi eylemleri müebbetlik suç kapsamında” der miydi? Belli ki hükümet kendi geleceğinden kaygılı. Vatandaşların önemli bir kısmı da geleceklerinden... Dışişleri Bakanı da illa Suriye’yi işgal edecek... İnsanın aklına Red Kit’in “Hâkim Ben” macerasındaki, her seferinde söze “asalım” diye başlayan savcı (aynı zamanda kasabanın ölü kaldırıcısı) geliyor.
Bu resme biraz geri çekilip baktığımızda, bölgedeki savaşlar, isyanlar, darbeler. Biraz daha uzaktan bakarsak, küresel ekonomik kriz, gerileyen hegemonyacı güç... Nihayet iyice uzaktan, örneğin uzaydan bakacak olsak mavisi solmaya başlayan bir gezegen... Bu sonuncusu çok yararlı bir perspektif sunuyor. Çünkü diğer sorunların çözülebilmesi için mavi gezegenin yaşamı destekleyecek durumda kalması gerekiyor. İşte bu noktada karşımıza “önemlinin anlamına” ilişkin zorlu bir soru çıkıyor.
Batmış bu dünya, bitmiş bu dünya
Orhan Gencebay, ciddi teolojik, siyasi sorunları çağrıştıran şarkısında, “Batsın bu dünya, bitsin bu dünya” diyordu. Geçenlerde birisi elime, al tatilde okursun diyerek “10 Milyar” başlıklı bir kitap sıkıştırdı. Uçakta okurken o şarkıyı anımsadım: Gerçekten “bitmiş bu dünya”...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, August 26, 2013
İhvan Deneyimine Farklı Bir Bakış - I
Mısır’da Müslüman Kardeşler akımının (İhvan) deneyimine, toplumun
geri kalanı üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden hareketle değil, kendi
projesini gerçekleştirme çabaları bağlamında bakmak istiyorum. Çünkü
İhvan’ın deneyiminde, rejim/sistem/yapı karşıtı akımların, toplumsal
hareketlerin projeleri açısından, liberal fantezilerden korunmayı kolaylaştırabilecek değerli derslerin olduğuna inanıyorum.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, August 19, 2013
Mısır'da Bir 'Trajedi'
Aslında klasik anlamda trajedi demek de kolay değil. Oyunun ufkunda ne bir “katarsis” ne de adaletin yerini bulmasının ardından yeni bir “düzen” olasılığı görünüyor. Aklıma Jacobean Trajedi, John Webster’in (1578-1632), sonunda, herkesin ya öldüğü ya da onurunu kaybettiği “intikam piyesleri” geliyor.
Olayların akışı
Müslüman Kardeşler (İhvan) adına devlet başkanı seçilen Mursi’nin bir yıllık yönetim fiyaskosuna tepki olarak Mısır halkı milyonların katıldığı protesto gösterileriyle meydanları, sokakları doldurdular. İhvan’ın sivil güçleri bu kalabalıklara, Hıristiyan azınlığa saldırmaya başladı.
Yazının devamını okumak için "tık"
Olayların akışı
Müslüman Kardeşler (İhvan) adına devlet başkanı seçilen Mursi’nin bir yıllık yönetim fiyaskosuna tepki olarak Mısır halkı milyonların katıldığı protesto gösterileriyle meydanları, sokakları doldurdular. İhvan’ın sivil güçleri bu kalabalıklara, Hıristiyan azınlığa saldırmaya başladı.
Yazının devamını okumak için "tık"
Monday, August 12, 2013
Bayramda Acı Şeker
Bayram tüm Müslümanlar için ramazanı geçirmiş olmanın iç huzuru
ile umut, barış, dostluk, birlik zamanı anlamına geliyor, gelmesi
gerekiyor. Ne yazık ki Müslüman dünyası bu duygulardan, huzurdan çok uzak bir dönemden geçiyor.
Kanlı ufuklarda kısa bir tur
Tunus’tan Zanzibar’a, Suriye’den Sri Lanka’ya Müslümanlar ya kendi aralarında ya da Hıristiyan ve Hindu dininden gruplarla çatışma halindeler. Bu çatışma ve kargaşa da yalnızca dinlerden kaynaklanmıyor. Dinler ne barışçıdır ne de hoşgörülü. Her din, diğer dinleri dışlayan mutlak hakikatlere dayanır, mutlak inanç talep eder. İnsanlığın 21. yüzyılına göre ağır, kısıtlayıcı kurallar, yasalar ve cezalandırma, “ötekini” tanımlama biçimleri içerir. Yine de tüm bunlara karşın o dinleri benimsemiş insanların her zaman en aşırı, en sert biçimleri seçmediklerini, değişik toplumlarda değişik hoşgörü düzeyleri sergileyebildiklerini biliyoruz.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Kanlı ufuklarda kısa bir tur
Tunus’tan Zanzibar’a, Suriye’den Sri Lanka’ya Müslümanlar ya kendi aralarında ya da Hıristiyan ve Hindu dininden gruplarla çatışma halindeler. Bu çatışma ve kargaşa da yalnızca dinlerden kaynaklanmıyor. Dinler ne barışçıdır ne de hoşgörülü. Her din, diğer dinleri dışlayan mutlak hakikatlere dayanır, mutlak inanç talep eder. İnsanlığın 21. yüzyılına göre ağır, kısıtlayıcı kurallar, yasalar ve cezalandırma, “ötekini” tanımlama biçimleri içerir. Yine de tüm bunlara karşın o dinleri benimsemiş insanların her zaman en aşırı, en sert biçimleri seçmediklerini, değişik toplumlarda değişik hoşgörü düzeyleri sergileyebildiklerini biliyoruz.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, August 05, 2013
AKP Türkiyesi'nin Yeni İmajı
Siyasal İslamın yazarlarının yorumlarında “Türkiye artık kendisini dünyanın hamisi görenlerin hedefindedir. Bu da büyüdüğü ve etki alanını genişlettiği içindir” gibisinden saptamalara rastlamaya başladık. Türkiye birilerinin hedefinde midir ben bilemem. Ama “kendisini dünyanın hamisi olarak görenlerin” Türkiye’yi
tartışmaya, yakın zamana kadar destekledikleri, AKP’nin de bir madalya
gibi taşıdığı, imajı sorgulamaya başladıkları kesin.
Geçmişte, AKP hükümetini desteklemiş çevrelerden “Gezi Olayı”ndan sonra gelmeye başlayan yorumlar genellikle “On yıl önce... demokratikleştirme vaadi, ılımlı İslam, bölgede lider... beklentiler vb.” ifadeleriyle başlıyor, düş kırıklığına ilişkin saptamalarla devam ediyor. Sonunda hemen hepsi aynı noktada buluşuyor: “Demokrasi, hukuk devleti diye geldi ben ne dersem o olur diyen bir otokrat oldu. Stratejik derinliği, ABD ve AB ile uyumu vardı. Batı ile Doğu arasında aracılık, tercümanlık yapan, Arap ülkelerini demokrasiye doğru yönlendiren, olaylara yön veren bir oyun kurucu olacaktı, olayların dışında, etkisiz bir seyirciye dönüştü.”
Putin ile Erdoğan
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Geçmişte, AKP hükümetini desteklemiş çevrelerden “Gezi Olayı”ndan sonra gelmeye başlayan yorumlar genellikle “On yıl önce... demokratikleştirme vaadi, ılımlı İslam, bölgede lider... beklentiler vb.” ifadeleriyle başlıyor, düş kırıklığına ilişkin saptamalarla devam ediyor. Sonunda hemen hepsi aynı noktada buluşuyor: “Demokrasi, hukuk devleti diye geldi ben ne dersem o olur diyen bir otokrat oldu. Stratejik derinliği, ABD ve AB ile uyumu vardı. Batı ile Doğu arasında aracılık, tercümanlık yapan, Arap ülkelerini demokrasiye doğru yönlendiren, olaylara yön veren bir oyun kurucu olacaktı, olayların dışında, etkisiz bir seyirciye dönüştü.”
Putin ile Erdoğan
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, July 29, 2013
İki Ucundan Birden Yanıyor
Siyasal İslamın, Mısır ve Tunus’taki örneklerinin, AKP’ninkiyle
benzeşen anlayışlarla yönetme ısrarları her iki ülkede ölümcül sonuçlar
yaratmaya devam ediyor. Kuzey Afrika’dan İran’a kadar “Büyük Ortadoğu”,
siyasal İslamın modern dünyanın kültürel siyasi dinamikleriyle,
bireyinin özgürlük talepleriyle uyuşmayan yaklaşımlarının da katkısıyla
(büyük güçlerin müdahale kapasitelerini unutmadan) adeta iki ucundan
birden yanıyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, July 22, 2013
Yine Realite Sorunu...
AKP yine bir “realiteye uyum” sorunuyla karşı karşıya; Mısır ve Suriye’ye yönelik dış politikasını, yine değiştirmek zorunda kalacak gibi görünüyor.
Marx’ın dediği gibi...
Başbakan ve Dışişleri Bakanı sık sık “ilkeli” dış politika izlediklerini anımsatmayı seviyorlar. Bu yüzden Suriye ve Mısır’daki son gelişmeleri izlerken aklıma Marx’ın sözü geldi (hayır bu Graucho Marx): “İşte benim ilkelerim. Bunları beğenmezseniz bende başkaları da var.”
Libya’da “dış müdahale kabul edilemez”den “Nasıl yardım edebiliriz”e gelmedik mi? Suriye’de de “kardeşim”, “tatil arkadaşım Esad”dan, “meşruiyeti kalmadı, katil diktatör, seni deviririz”e... Derken, Selefileri destekleyip kucak açmaktan “Şimdi bunları ne yapacağız” noktasına gelmedik mi? Bence, realite AKP Türkiyesi’ne yeni sürprizler hazırlıyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Marx’ın dediği gibi...
Başbakan ve Dışişleri Bakanı sık sık “ilkeli” dış politika izlediklerini anımsatmayı seviyorlar. Bu yüzden Suriye ve Mısır’daki son gelişmeleri izlerken aklıma Marx’ın sözü geldi (hayır bu Graucho Marx): “İşte benim ilkelerim. Bunları beğenmezseniz bende başkaları da var.”
Libya’da “dış müdahale kabul edilemez”den “Nasıl yardım edebiliriz”e gelmedik mi? Suriye’de de “kardeşim”, “tatil arkadaşım Esad”dan, “meşruiyeti kalmadı, katil diktatör, seni deviririz”e... Derken, Selefileri destekleyip kucak açmaktan “Şimdi bunları ne yapacağız” noktasına gelmedik mi? Bence, realite AKP Türkiyesi’ne yeni sürprizler hazırlıyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, July 15, 2013
Ortadoğu'da Kargaşa
Ortadoğu’da yine ortalık toz duman. Suriye iç savaşı Lübnan’a
sıçradı. Mısır’da devrimci atılımının önüne yine bir askeri darbeyle set
çekildi. Müslüman Kardeşler örgütünün liderliği tutuklanıyor,
taraftarları sokakta güvenlik güçleriyle çarpışıyor; gözlemciler bir iç
savaş olasılığından söz ediyor.
Şii-Sünni çatışması Lübnan’da yeniden alevlenirken Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Katar’ın, Mısır’ın “yeni” yönetimini kutlayarak kesenin ağzını açmaları, MK’den daha şeriatçı Selefilerin cuntaya destek vermesi, Suriye’de muhalefetin içinde yoğunlaşan çatışmalar Sünni İslam içinde adeta bir “iç savaş” ortamının varlığına işaret ediyor.
‘Siyasal İslamın en büyük sınavı’...
Financial Times’tan David Gardner’e hak vermemek elde değil: “Siyasal İslam, tarihinin en zorlu sınavından geçiyor.”
(...)
...Solun ve ‘demokrasi’ güçlerinin de...
(...)
Küresel ekonomik krizin, yeni sınıf şekillenmelerinin, Tahrir’de “Gezi”de sergilediklerini de düşünerek yeni bir gelecek inşa etmek açısından, Mao’nun dediği gibi “Gökkubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel” diye düşünmek olanaklı. Bu açıdan, sol hareketin, demokrasi güçlerinin de 1968-73 döneminden bu yana en sert sınavlarına girdiği söylenebilir.
(...)
Yazının tamamını okumak için "tık"layınız
Şii-Sünni çatışması Lübnan’da yeniden alevlenirken Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Katar’ın, Mısır’ın “yeni” yönetimini kutlayarak kesenin ağzını açmaları, MK’den daha şeriatçı Selefilerin cuntaya destek vermesi, Suriye’de muhalefetin içinde yoğunlaşan çatışmalar Sünni İslam içinde adeta bir “iç savaş” ortamının varlığına işaret ediyor.
‘Siyasal İslamın en büyük sınavı’...
Financial Times’tan David Gardner’e hak vermemek elde değil: “Siyasal İslam, tarihinin en zorlu sınavından geçiyor.”
(...)
...Solun ve ‘demokrasi’ güçlerinin de...
(...)
Küresel ekonomik krizin, yeni sınıf şekillenmelerinin, Tahrir’de “Gezi”de sergilediklerini de düşünerek yeni bir gelecek inşa etmek açısından, Mao’nun dediği gibi “Gökkubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel” diye düşünmek olanaklı. Bu açıdan, sol hareketin, demokrasi güçlerinin de 1968-73 döneminden bu yana en sert sınavlarına girdiği söylenebilir.
(...)
Yazının tamamını okumak için "tık"layınız
Monday, July 08, 2013
Siyasal İslamın Sonbaharı - I
Bazen Ortadoğu’yu bir kaleydoskopa benzetiyorum. Ufacık bir sarsıntı tüm resmi değiştirebiliyor. Bu kez, önce Türkiye sallandı, ardından da daha sert biçimde Mısır. Bu sallantılardan birincisinin düşündürdüğünü ikincisi doğruladı, hatta “hakikatini” gösterdi: Siyasal İslamın kapitalist devletin demokratik biçimleriyle uyuşmayan bir “radikal çekirdeği” var. Bu radikal çekirdek kaçınılmaz olarak otoriter-totaliter siyasi projeler üretiyor.
Türkiye ve Mısır’da yaşananlardan sonra Batı’da “ılımlı İslam”a umut bağlayanların, Ortadoğu’da Müslüman kitlelerin siyasal İslamın projesine güvenleri tamir edilemez biçimde sarsıldı.
Türkiye ve Mısır’da yaşananlardan sonra Batı’da “ılımlı İslam”a umut bağlayanların, Ortadoğu’da Müslüman kitlelerin siyasal İslamın projesine güvenleri tamir edilemez biçimde sarsıldı.
Türkiye - Mısır
Ortadoğu’da, “Mısır nereye giderse, Arap dünyası oraya gider” derler. Türkiye’de, AKP iktidara gelince, bu deyim adeta “Arap dünyası Türkiye’yi örnek alacak” biçiminde değişmişti.
(...)
Monday, July 01, 2013
Gündem İsyan
Uluslararası basında en çok konuşulan konulardan biri de küresel
düzeyde artan toplumsal huzursuzluklar. Olaylar her yerde birden
patladığına göre, “uzaylılar düğmeye basmış olmalı”
diye düşündüm. Mükemmel işleyen liberal demokratik kapitalizmin, mutlu
müreffeh düzenini sabote etmeye çalışıyorlar. Ardından da “Mars Attack!”.
Şaka bir yana, AKP kurmaylarına, yandaş basının kanaat önderlerine hiç acımıyor değilim. Kavram çantaları, olup biteni anlamalarına yardımcı olacak cinsten değil. “Twitter’e Osmanlı tokadı” filan...
On yıldır, türlü fantezi (bu ülkede dindarlara zulüm ediliyor, darbe yapacaklar, demokratikleşiyoruz, şu açılım, bu açılım) yamalarıyla sarmaladıkları simgesel dünyalarında destek aldıkları, yaptıklarını onaylayan ses birden kesildi, dayandıkları “anlamlar zinciri” koptu… Şimdi, (á la Lacan) “Büyük Öteki”nin onaylayan sesi susunca, belirsizlik, güvensizlik, tutarsız, hatta anlamsız ünlemeler, korku, şizofrenik-paranoya: “Herkes bize karşı! Adamın arkasındaki adam kim? Yıllar önce planlandı? Düğmeye bastılar..”
Bu sırada başımızı kaldırıp baktığımızda, maddenin beklentilerimize uygun biçimde devindiğini görüyoruz. Tarih bildik sesler çıkarıyor; dilini, yönünü, hareketini anlıyoruz. Bu yüzden polis copuna, gaza, tazyikli suya, öfkeli yüzlere karşı kahkaha, alay yükseliyor. “Baş eğmeyenler” mutlu, zihinleri açık. Yaralarını sararken bile...
‘Dünyada işler yolunda değil’
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Şaka bir yana, AKP kurmaylarına, yandaş basının kanaat önderlerine hiç acımıyor değilim. Kavram çantaları, olup biteni anlamalarına yardımcı olacak cinsten değil. “Twitter’e Osmanlı tokadı” filan...
On yıldır, türlü fantezi (bu ülkede dindarlara zulüm ediliyor, darbe yapacaklar, demokratikleşiyoruz, şu açılım, bu açılım) yamalarıyla sarmaladıkları simgesel dünyalarında destek aldıkları, yaptıklarını onaylayan ses birden kesildi, dayandıkları “anlamlar zinciri” koptu… Şimdi, (á la Lacan) “Büyük Öteki”nin onaylayan sesi susunca, belirsizlik, güvensizlik, tutarsız, hatta anlamsız ünlemeler, korku, şizofrenik-paranoya: “Herkes bize karşı! Adamın arkasındaki adam kim? Yıllar önce planlandı? Düğmeye bastılar..”
Bu sırada başımızı kaldırıp baktığımızda, maddenin beklentilerimize uygun biçimde devindiğini görüyoruz. Tarih bildik sesler çıkarıyor; dilini, yönünü, hareketini anlıyoruz. Bu yüzden polis copuna, gaza, tazyikli suya, öfkeli yüzlere karşı kahkaha, alay yükseliyor. “Baş eğmeyenler” mutlu, zihinleri açık. Yaralarını sararken bile...
‘Dünyada işler yolunda değil’
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, June 24, 2013
'Olay' Biter İzi Kalır
‘Gezi Direnişi’ bitti. Ancak bu, yenilgi-zafer, başarı-başarısızlık kavramları bağlamında konuşulacak bir “bitiş” değildir.
Gezi Direnişi başladığında, başlayan “şeyin” üzerinde düşünürken “olay” kavramından yararlanmaya çalışmıştım. “Gezi Direnişi”nin ardından düşünürken yine öyle yapacağım.Önceki yazılarımda vurguladığım gibi “olay” hiç beklenmedik bir anda, biçimde ortaya çıkar. Daha doğrusu “patlak verir”. “Olay” yeni bir şeydir. Önceden yapılan hazırlıkların, bilgi birikiminin ürünü değildir. “Olay” bunlara rağmen “patlak verir”. “Olay”, katılan bireylerde, toplumun simgesel evreninde derin izler bırakarak, iktidarın ve muhalefetin önündeki olasılıklar yelpazesinde yeni düzenlemeler yaparak “biter”. “Olay”, var olanı açıklayan bilgi sisteminde bir delik açar. “Olay”, kendi “hakikatini” var olan bilgi sisteminin karşısına koyar.
Bu yüzden “olayı” konuşurken uygun olan “yenilgi-başarı” ikilemleri değil, bıraktığı izleri, ortaya koyduğu hakikati, bunun ahlakını ve insanını anlamaya çalışmaktır.
Karnaval-kahkaha-korku
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Gezi Direnişi başladığında, başlayan “şeyin” üzerinde düşünürken “olay” kavramından yararlanmaya çalışmıştım. “Gezi Direnişi”nin ardından düşünürken yine öyle yapacağım.Önceki yazılarımda vurguladığım gibi “olay” hiç beklenmedik bir anda, biçimde ortaya çıkar. Daha doğrusu “patlak verir”. “Olay” yeni bir şeydir. Önceden yapılan hazırlıkların, bilgi birikiminin ürünü değildir. “Olay” bunlara rağmen “patlak verir”. “Olay”, katılan bireylerde, toplumun simgesel evreninde derin izler bırakarak, iktidarın ve muhalefetin önündeki olasılıklar yelpazesinde yeni düzenlemeler yaparak “biter”. “Olay”, var olanı açıklayan bilgi sisteminde bir delik açar. “Olay”, kendi “hakikatini” var olan bilgi sisteminin karşısına koyar.
Bu yüzden “olayı” konuşurken uygun olan “yenilgi-başarı” ikilemleri değil, bıraktığı izleri, ortaya koyduğu hakikati, bunun ahlakını ve insanını anlamaya çalışmaktır.
Karnaval-kahkaha-korku
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, June 17, 2013
Gezi Parkı'ndaki Işığın Gösterdiği
Başbakan’ın ülkeyi, toplumun, dünyanın rızasını alarak ya da rızasını alıyormuş gibi göstererek yönetmeyi başardığı o “cennet” günleri artık geride kaldı. Başbakan bu “cennet”ten, polisin, Gezi Parkı’na acımasızca saldırdığı sabah kovuldu. Metafora devam edersek, o artık bir “günahkârdır”. Başbakan, o günden bu yana bu “günahın” kefaretini ödemeye çalışmak yerine, ünlü 7 günahtan, öfke, gurur, ihtiras gibi yeni eklemeler yapmaya devam ediyor. Bu yüzden de onun “dönülmez akşamın ufkunda” olduğunu söyleyenlerin sayısı artıyor.
Yazinin devamini okumak icin "tik" layiniz
Yazinin devamini okumak icin "tik" layiniz
Monday, June 10, 2013
Adeta Bilimkurgu Korku Filmi...
Gezi Parkı Direnişi” olayında güvenlik güçlerinin, Başbakan’ın tepkisini, çoğunluk olduğu kuruntusuyla “azınlığı” yok etmeyi düşünenlerin fantezilerini kastetmiyorum, ama yazı ilerledikçe bunlarla da bir ilişki kurabileceksiniz sanırım.
ABD’nin en gizli ve güçlü istihbarat kuruluşu National Security Agency (NSA) tarafından geliştirilmiş iki gözetleme sistemiyle ilgili, geçen hafta, İngiltere’de The Guardian, Amerika’da Washington Post gazetelerinin aynı anda yayımladıkları, adeta bir bilimkurgu korku filmi içinde yaşadığımızı düşündüren bilgiler dünyayı sarstı.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
ABD’nin en gizli ve güçlü istihbarat kuruluşu National Security Agency (NSA) tarafından geliştirilmiş iki gözetleme sistemiyle ilgili, geçen hafta, İngiltere’de The Guardian, Amerika’da Washington Post gazetelerinin aynı anda yayımladıkları, adeta bir bilimkurgu korku filmi içinde yaşadığımızı düşündüren bilgiler dünyayı sarstı.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Sunday, June 09, 2013
Financial Times Erdoğan üzerine
June 7, 2013 8:07 pm
Turkey: A change of tempo
....
Listen to Recep Tayyip Erdogan and it becomes clear that Istanbul’s Taksim Square has been overrun by looters and vandals, extremists with foreign terrorist links, alcoholics and losers.
But after a week as a self-policing commune – more Paris 1968 than Tahrir Square 2011 – Taksim has become something far more dangerous: an urban oasis of festive mockery puncturing the pretensions of a man who seems to want to mould modern Turkey in his own pious image...
...
Nearly every form of Istanbul life cohabits there. There are the secular Kemalists who still revere Mustafa Kemal Ataturk, father of the republic, alongside their Kurdish nationalist foes; leftists grouplets and Turkish nationalists who fought violent 1970s battles that ended in the 1980 army coup; blue collar trade unions alongside associations of doctors or academics; metropolitan liberals and Alevis, an under-recognised Shia minority; anarchists and gays alongside Sufi Muslims and yogis; and even a veiled old lady in a Guy Fawkes mask. The fans of the city’s three football clubs – Besiktas, Galatasaray, and Fenerbahce – have buried their deadly rivalries to link arms in “Istanbul United”.
Impromptu skits lampooning the prime minister are performed by the Alcoholics Unity League (“Tayyip, you’re unbearable when you’re sober”) and the Looters Solidarity Front. Taksim, says Hakan Altinay, chairman of the Open Society Foundation in Istanbul, “is an extralegal, liberated space, it’s our carnival; we never had a carnival before”. This has dissolved Mr Erdogan’s aura. “He can longer say ‘l’etat c’est moi’” he adds: “this irreverence has dented him all over”.
Monday, June 03, 2013
Muhteşem Mayıs - Haziran Günleri
Hızla bütün ülkeye yayılan muhteşem Gezi Direnişi aklıma yine Bourbon Restorasyonu’nu, “Üç Muhteşem Gün” olarak da anılan Temmuz Devrimi’ni getirdi. “Üç Muhteşem Gün”, 1830 Temmuzu’nda Bourbon rejimini yıkamadı ama rejim de bir daha asla istikrar kazanamadı.
Bir ‘olay’ olarak ‘Gezi Direnişi’.
“Olay” kavramının özel bir anlamı var. Üç gelişmeyi birden içeriyor. Hiç beklenmedik bir anda patlak verir. O “olaya” kadar çizgisel, yeknesak biçimde akan zaman “kırılarak” istikrarını kaybeder, oluşan yeni olasılıklarla “ebedi” (eternal) bir boyut kazanır. Nihayet yaşanan toplumsal olay, kapsadığı kitleye, “olay” başlarken sahip olmadıkları bir bilinç, bir ahlak ilkesi sunar. “Olay”ın yarattığı özne bu ahlak ilkesine sadakat beyan ederek onu evrenselleştirmek için mücadeleye devam etmeye kararlı birey, örgüt, topluluktur. Bu anlamda “olay” katılanları değiştirir: “Olay” biter izi kalır.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Bir ‘olay’ olarak ‘Gezi Direnişi’.
“Olay” kavramının özel bir anlamı var. Üç gelişmeyi birden içeriyor. Hiç beklenmedik bir anda patlak verir. O “olaya” kadar çizgisel, yeknesak biçimde akan zaman “kırılarak” istikrarını kaybeder, oluşan yeni olasılıklarla “ebedi” (eternal) bir boyut kazanır. Nihayet yaşanan toplumsal olay, kapsadığı kitleye, “olay” başlarken sahip olmadıkları bir bilinç, bir ahlak ilkesi sunar. “Olay”ın yarattığı özne bu ahlak ilkesine sadakat beyan ederek onu evrenselleştirmek için mücadeleye devam etmeye kararlı birey, örgüt, topluluktur. Bu anlamda “olay” katılanları değiştirir: “Olay” biter izi kalır.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, May 27, 2013
'Büyük Veri', Büyük Tehlike
Artık demokrasinin, bireysel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasının teknolojik temelinin oluştuğuna işaret etmiştim (8/05/2013). FBI’dan bir uzmana göre, ABD’de devlet tüm telefon konuşmalarının, elektronik haberleşmenin andaki ve geçmişteki kayıtlarına ulaşabiliyor, vatandaşlarını dinliyor, kaydediyormuş. Bu gelişmelere paralel, muhafazakâr çevrelerde, demokrasinin, ekonomik özgürlüklere zarar vermeye başladığına ilişkin bir itiraz gelişiyor. Bu ikisini bir araya koyunca da bu uygarlığın geleceği açısından kaygı duymamak olanaksız.
‘Big Data’ (Büyük Veri)
Bu konuya devam etmek için, şu sıralarda çok ilgi çeken Big Data: A Revolution That Will Transform How We Live, Work, and Think, (Kenneth Cukıer &Viktor Mayer-Schoenberger, 2013, Büyük Veri: Yaşam, çalışma, düşünce tarzımızı değiştirecek bir devrim) başlıklı çalışmaya değineceğim.Council on Foreign Relations’ın dergisi Foreign Affaires, Mayıs/Haziran sayısında bu çalışmadan bir bölüm yayımladı. Der Spiegel’de, bu çalışmaya değinen ayrıntılı bir yorum yayımlandı (Müller, Rosenbach ve Schulz17/05/2013).
(...)
Monday, May 20, 2013
Yine 'Ateşle Oynayanlar' Üzerine
Geçen pazartesi, AKP’nin ateşle oynadığına işaret etmiş, “Ya ateşi elinizden alırlar, açıkta, soğukta kalırsınız ya da sonunda bir yerinizi yakarsınız” saptamasını yapmıştım. Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisine ilişkin yorumları okur, ortak basın toplantısını izlerken “elinden ateşi alıyorlar, soğukta yalnız kalacak ama yanmaktan da kurtulamayacak” diye düşündüm.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, May 13, 2013
Bourbons Alla Turca
AKP, bana Fransa’da Napolyon dönemini izleyen Bourbon Restorasyonu’nu (1818-1830), Prens Talleyrand’ın, “Hiçbir şey öğrenmemişler, hiçbir şey unutmamışlar” sözünü düşündürüyor.
(...)
Cuma gecesi bu yazıyı, “Ateşle oynayan AKP Türkiyesi’ni acaba başka ne bekliyor” sorusuyla bitirmiştim. Cumartesi günü bu sorunun cevabına ilişkin ilk acı işaretler gelmeye başladı...
Yazının tamamını okumak için "tık"layınız
(...)
Cuma gecesi bu yazıyı, “Ateşle oynayan AKP Türkiyesi’ni acaba başka ne bekliyor” sorusuyla bitirmiştim. Cumartesi günü bu sorunun cevabına ilişkin ilk acı işaretler gelmeye başladı...
Yazının tamamını okumak için "tık"layınız
Monday, May 06, 2013
1 Mayıs 2013!
1 Mayıs’ta yaşananlar sıradan bir engelleme değildi; daha genel bir bağlama oturtarak çözümlenmeleri gerekiyor.
“Siyasal İslam”ın “pasif devrim” süreci, önündeki engelleri aşmakta giderek zorlanıyor, AKP’nin sürece sunduğu liderlik (hegemonya) sarsılıyor. AKP, rızaya dayanarak yönetme olanakları daraldıkça, ilerleyebilmek için şiddete daha çok başvuruyor. Böylece “totaliter, şiddetin giderek daha açık biçimlerde keyfi olarak uygulanabildiği bir rejim şekilleniyor.” (E.Y, Sol, 9/02/13).
1 Mayıs olaylarını da içeren kimi gelişmeler bir eşiğin daha aşıldığını düşündürüyor.
(...)
Yazının devamını okumak için "tıkl"layınız.
“Siyasal İslam”ın “pasif devrim” süreci, önündeki engelleri aşmakta giderek zorlanıyor, AKP’nin sürece sunduğu liderlik (hegemonya) sarsılıyor. AKP, rızaya dayanarak yönetme olanakları daraldıkça, ilerleyebilmek için şiddete daha çok başvuruyor. Böylece “totaliter, şiddetin giderek daha açık biçimlerde keyfi olarak uygulanabildiği bir rejim şekilleniyor.” (E.Y, Sol, 9/02/13).
1 Mayıs olaylarını da içeren kimi gelişmeler bir eşiğin daha aşıldığını düşündürüyor.
(...)
Yazının devamını okumak için "tıkl"layınız.
Monday, April 29, 2013
'Ne Geldiği Yeri Biliyor Ne de Gittiği'
Bu Anglosakson deyimi, kapitalizmi, en azından Batı’daki biçimiyle, çok iyi tanımlıyor.
Egemen kriz yönetim modeli beklenen etkiyi yapmıyor. Ama ortada başka bir model de yok! Bu alanda son tartışmalar absürt sonuçlar üretmeye başlıyor. Rolling Stone dergisinde yayımlanan bir araştırma, mali “piyasaların” aslında bir avuç bankanın çiftliğine dönüştürülmüş olduğunu gösteriyor.
Yqzının devamının okumak için "tık"layınız
Egemen kriz yönetim modeli beklenen etkiyi yapmıyor. Ama ortada başka bir model de yok! Bu alanda son tartışmalar absürt sonuçlar üretmeye başlıyor. Rolling Stone dergisinde yayımlanan bir araştırma, mali “piyasaların” aslında bir avuç bankanın çiftliğine dönüştürülmüş olduğunu gösteriyor.
Yqzının devamının okumak için "tık"layınız
Monday, April 22, 2013
Bir Hegemonya 'Düzeni' Aranıyor
Dünya ekonomisinin, uluslararası ilişkilerin “düzeni” bozulmaya
devam ediyor, yerleşik güç merkezlerinde kaygı, korku artıyor. İyi bir
örnek olarak ABD’de savunma, jeopolitik konularında isim yapmış Robert Kaplan’ın “Dünya Bir Anarşiye Doğru Gidiyor” başlıklı yazısı (Stratfor, 18/04/2013) üzerinde düşünebiliriz.
Kaplan’a göre bu gidişi durdurmak için hegemonya kuracak bir güç gerekiyor. Bu güç (hegemon) bir düzen getiriyor. Ancak bu düzenin gelebilmesi için eşitlik, ulusal egemenlik, bağımsızlık gibi kavramların unutulması gerekiyor. Geçen yıl ocak ayında bir yazımda “liberal kapitalizm için demokrasi ne kadar gerekli” sorusuna olumsuz cevaplar veren tartışmaları aktarmıştım. Sanırım, unutulması gerekenler listesine “demokrasiyi” de eklemek gerekiyor.
Kaplan’a göre bu gidişi durdurmak için hegemonya kuracak bir güç gerekiyor. Bu güç (hegemon) bir düzen getiriyor. Ancak bu düzenin gelebilmesi için eşitlik, ulusal egemenlik, bağımsızlık gibi kavramların unutulması gerekiyor. Geçen yıl ocak ayında bir yazımda “liberal kapitalizm için demokrasi ne kadar gerekli” sorusuna olumsuz cevaplar veren tartışmaları aktarmıştım. Sanırım, unutulması gerekenler listesine “demokrasiyi” de eklemek gerekiyor.
Anarşi, istikrar, hiyerarşi
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, April 15, 2013
Thatcher Mitolojileri
Hafta boyunca televizyonlar, gazeteler, Thatcher’in ne kadar büyük bir politikacı olduğunu, “bakkalın kızının” İngiltere’yi nasıl kurtardığını anlattılar. Hafta, Thatcher’in “yaptığı, söylediği her şey doğruydu”, “başka seçenek yoktu” yavşaklıklarını dinleyerek geçti. Sokaklardaki “cadı öldü” partileri de midemin bulantısını azaltmadı.
“Aman ne güzel” diye düşündüm, “bireyi vurgula, sınıfı, ekonomik sistemi gizle”! Bu yüzden sokağa çıkıp “cadı öldü” partisine katılmak da gelmedi içimden. Thatcher dönemini yaşadım. Emekçi sınıfların, maden işçilerinin yaşam dünyalarının yıkılışını, direnenlerin polis copları, atların ayakları altına ezilişini, BBC’nin olanları işçileri suçlayacak biçimde tahrif edişini gördüm. Polisin, kültür endüstrisinin, medya makinesinin acımasız saldırısı, postmodernizmin, neoliberal konsensüsün birbirini besleyen yükselişi, bir düzenlemeci parti olmasına karşın hâlâ işçi hareketini kontrol eden sosyal demokrasinin tükenişi, SSCB’nin kimliğinde “sosyalizmin” çöküşü, komünist hareketin parçalanmışlığı olmasaydı “Thatcher olayı” da olmazdı.
Tüm bunları söylemek, neredeyse “Thatcher olayının” aslında olmadığını söylemek anlamına geliyor. Peki “olaya” benzeyen şey aslında neydi?
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
“Aman ne güzel” diye düşündüm, “bireyi vurgula, sınıfı, ekonomik sistemi gizle”! Bu yüzden sokağa çıkıp “cadı öldü” partisine katılmak da gelmedi içimden. Thatcher dönemini yaşadım. Emekçi sınıfların, maden işçilerinin yaşam dünyalarının yıkılışını, direnenlerin polis copları, atların ayakları altına ezilişini, BBC’nin olanları işçileri suçlayacak biçimde tahrif edişini gördüm. Polisin, kültür endüstrisinin, medya makinesinin acımasız saldırısı, postmodernizmin, neoliberal konsensüsün birbirini besleyen yükselişi, bir düzenlemeci parti olmasına karşın hâlâ işçi hareketini kontrol eden sosyal demokrasinin tükenişi, SSCB’nin kimliğinde “sosyalizmin” çöküşü, komünist hareketin parçalanmışlığı olmasaydı “Thatcher olayı” da olmazdı.
Tüm bunları söylemek, neredeyse “Thatcher olayının” aslında olmadığını söylemek anlamına geliyor. Peki “olaya” benzeyen şey aslında neydi?
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, April 08, 2013
ABD Asya’ya, Çin Batı’ya…
Obama, 22 Mart günü Ortadoğu gezisini tamamlarken, Çin’in yeni Devlet Başkanı Xi Jinping
ilk dış politika gezisine Rusya’dan başlıyordu. İkinci durak, Güney
Afrika. Sırada Tanzanya ve Kongo Cumhuriyeti ile Afrika olacaktı.
Tartışmalar, Çin Batı’ya doğru açılarak yükselmeye devam ederken “ABD’nin yerini alacak yeni bir hegemonya merkezi olmaya doğru mu gidiyor” sorusu üzerinde yoğunlaştı.
Bu soruya cevap ararken, yalnızca ekonomik büyüklükleri değil, Çin kapitalizminin yapısal özelliklerini, kurmakta olduğu uluslararası bağlantıların niteliklerini de değerlendirmek gerekiyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Bu soruya cevap ararken, yalnızca ekonomik büyüklükleri değil, Çin kapitalizminin yapısal özelliklerini, kurmakta olduğu uluslararası bağlantıların niteliklerini de değerlendirmek gerekiyor.
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, April 01, 2013
Ortadoğu Isınmaya Devam Ediyor
Bölgedeki siyasi hava ısınıyor. Ekonomik, siyasi, askeri ve
kültürel boyutlarıyla devletler arası ekosistemi sarsacak yeni bir kriz
mayalanıyor.
İki hafta önce pazartesi ve çarşamba yazılarımda bu konuya, yıkılan “imparatorluklar”, “devrilen çöp tenekeleri” benzetmeleriyle değinmiştim. Bu bağlamda, eski Japonya Savunma Bakanı Yurike Koiki’nin, Ortadoğu’nun siyasi ekosisteminin bozulmaya başlamasının arkasında, bölgede şekillenen bir “iktidar boşluğu var” (The Daily News, 28/03) gözlemini vurgulayarak devam edebiliriz.
Bu iktidar boşluğu şu üç vektörün bileşkesinde oluşuyor.
(...)
Yaının devamını okumak için "tık"layınız
İki hafta önce pazartesi ve çarşamba yazılarımda bu konuya, yıkılan “imparatorluklar”, “devrilen çöp tenekeleri” benzetmeleriyle değinmiştim. Bu bağlamda, eski Japonya Savunma Bakanı Yurike Koiki’nin, Ortadoğu’nun siyasi ekosisteminin bozulmaya başlamasının arkasında, bölgede şekillenen bir “iktidar boşluğu var” (The Daily News, 28/03) gözlemini vurgulayarak devam edebiliriz.
Bu iktidar boşluğu şu üç vektörün bileşkesinde oluşuyor.
(...)
Yaının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, March 25, 2013
Güney Kıbrıs, Kriz ve Jeopolitik
Finansal krizin dinamikleriyle, büyük güçler arası rekabetin, jeopolitiğin
dinamikleri kesişiyor. Güney Kıbrıs’ta yaşananlardan, Yunanistan,
İrlanda gibi örneklerden hareketle bir genelleme yaparsak, sanırım “bir sömürge sendromu” ile
karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz: Giderek artan sayıda ülkenin
yöneticileri, karar alma kapasitelerini, ulusal kaynakları üzerindeki
denetimlerini yalnızca bağlı oldukları ekonomik dinamiklerin etkisiyle
değil (emperyalizm), aynı zamanda ve artan oranda büyük güçlerin siyasi
müdahaleleriyle de kaybediyorlar.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, March 18, 2013
Dış Politikaya ve Kötü Sürprizlere Dair...
Ortadoğu’daki son gelişmeleri izlerken AKP hükümetinin Kürt sorunu bağlamında geliştirdiğini sandığı “proje” aklıma gençliğimde yaşadığım bir olayı getirdi.
(...)
Yazının dervamını okumak için "tık"layınız
(...)
Yazının dervamını okumak için "tık"layınız
Monday, March 11, 2013
Chavez’in Ardından - 1
Chavez öldü! Birileri sevinçten adeta dans ediyor. Birileri de derin yas içinde. “Şimdi ne olacak, nasıl bir miras bıraktı?” tartışmasının
genişliği, yoğunluğu, zenginliği, sergilediği kutuplaşma, onun ne kadar
büyük bir tarihsel karakter olduğunu kanıtlıyor.
Bu manzara her girdiği seçimi kazanan, bir askeri darbeden halkının sokaklara dökülmesiyle kurtulan Chavez’in 14 yıllık başkanlığının adeta bir tarihsel “olay” niteliği sergilediğini gösteriyor. “Chavez olayı” muhafazakâr kesimden yorumculara göre tam anlamıyla bir felaket oldu. Bunlara göre Chavez devraldığından çok daha berbat bir ekonomi bıraktı, bir diktatördü. Liberal sol yorumlara göreyse, yoksulluğu azaltma mücadelesi iyi niyetliydi, ama yönetimi tarihin yönüne uygun değildi. Kendisinin, ülkesinin kapasitelerini aşan büyük idealleri vardı. Amaçları iyi idi, ama yöntemleri kötüydü.
Sosyalist solda, Chavez’in halk tabakalarıyla, yoksullarla ilişkisinden, ABD emperyalizmine karşı tavır almasından hareketle “21. yüzyıl sosyalizmi”ni temsil ettiğini düşünen bir kesim var. Bence “Chavez olayı” bu iki yoruma da uymayan özelliklere sahip; sol siyasi pratik açısından da önemli derslerle dolu.
Pratik ve bakış açısı
Her değerlendirme bir yaşamın, bakış açısının ürünüdür.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Bu manzara her girdiği seçimi kazanan, bir askeri darbeden halkının sokaklara dökülmesiyle kurtulan Chavez’in 14 yıllık başkanlığının adeta bir tarihsel “olay” niteliği sergilediğini gösteriyor. “Chavez olayı” muhafazakâr kesimden yorumculara göre tam anlamıyla bir felaket oldu. Bunlara göre Chavez devraldığından çok daha berbat bir ekonomi bıraktı, bir diktatördü. Liberal sol yorumlara göreyse, yoksulluğu azaltma mücadelesi iyi niyetliydi, ama yönetimi tarihin yönüne uygun değildi. Kendisinin, ülkesinin kapasitelerini aşan büyük idealleri vardı. Amaçları iyi idi, ama yöntemleri kötüydü.
Sosyalist solda, Chavez’in halk tabakalarıyla, yoksullarla ilişkisinden, ABD emperyalizmine karşı tavır almasından hareketle “21. yüzyıl sosyalizmi”ni temsil ettiğini düşünen bir kesim var. Bence “Chavez olayı” bu iki yoruma da uymayan özelliklere sahip; sol siyasi pratik açısından da önemli derslerle dolu.
Pratik ve bakış açısı
Her değerlendirme bir yaşamın, bakış açısının ürünüdür.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, March 04, 2013
Korku Piyasalara Geri Döndü...
Ekonomik kriz içinde hükümetlerin mali sermayeyle yaptığı “anlaşma”,
Dr. Faust’un Mefistofeles ile yaptığı anlaşmayı anımsatan sonuçlar
üretmeye devam ediyor. Bunların etkilerini piyasalarda yeniden oluşmaya
başlayan kaygılardan, neo-liberalizmin kalelerinde artık açıkça dile
getirilen eleştirilerden de izlemek olanaklı. İtalya seçimlerinin
sonuçlarını da bu resme ekleyebiliriz. Ama önce biraz edebiyat...
Dr. Faust olarak hükümetler
Kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik genişleme 1970’lerin başında yerini, 1968 sarsıntısıyla birlikte bir “yapısal krize” bıraktı. Kapitalizmin merkezlerinde kısa bir belirsizlik döneminin ardından hükümetler, “toplumsal olayların” getirdiği korkuyla, mali sermayenin programını uygulamaya koymayı kabul ettiler. Mali sermayenin programı (kâr oranları düşme eğilimine karşı emek maliyetlerini, işçi haklarını hedef almak, devlet kaynaklarını sermayeye transfer etmek, sermayenin hareketini serbestleştirmek) hükümetlere ekonomik büyüme, toplumsal istikrar vaat ediyordu. Hükümetler de bu vaatlere karşılık ruhlarını (devletin göreli bağımsızlığını- toplumsal sorumluluklarını) mali sermayeye teslim etmeyi kabul etmiş oluyorlardı.
Gerçekten de mali sermaye, döviz piyasaları, tüketici ve ev kredileri, kredi, faiz türevleri, kaldıraçlı yatırım kontratları, menkulleştirme, yatırım sigortaları vb., gibi, “sihirli” araçlarla toplumsal talebi, yatırımları canlandırdı; yeni piyasaları açtı, ekonomik büyüme getirdi, kısacası sözünü tuttu. Bunu yaparken gelecekteki gelirleri, yaratılacak getirileri bugüne tahvil ettiğini, sürdürülemez bir mali balonu şişirdiğini ise pek kimse fark etmedi.
Bu süreçte mali sermaye, ekonomik, siyasi, en önemlisi kültürel olarak en etkin sermaye fraksiyonu haline geldi; artık, temsilcileri (CEO’ları) adeta yozlaşmış bir aristokrasiye benziyordu. Gelirleri ile performansları (toplumsal işlevleri) arasındaki bağlantı kopmuştu. Yönettikleri bankalar, şirketler zarar etse hatta batsa bile astronomik düzeylerdeki maaşları, ikramiyeleri adeta Tanrı vergisi haklar olarak talep ediyorlardı. Ama hükümetleri de 2007 mali krizine gelindiğinde Dr. Faust’unkini anımsatan bir kader bekliyordu. Ruhlarını mali piyasalara teslim etmişlerdi. Toplum krizin altında ezilirken devletin kaynakları yalnızca mali sermayeyi kurtarmaya yönlendirildi. Devlet bütçesinde açılan deliği kapatmak için de halkın refahı talan edilmeye başlandı. Sonuç ne olursa olsun kemerler sıkılarak önce borçlar ödenecek, piyasadaki sıkışıklık parasal genişlemeyle aşılmaya çalışılacaktı.
Altı yıl sonra karşımızda tam bir yıkım var. The Guardian’dan Seumus Milne’in işaret ettiği gibi, İngiltere hükümeti, mali sermaye ne diyorsa yaptı ama hâlâ ülkeyi depresyondan, sonunda kredi notunu düşürülmekten kurtaramadı.
Hadi Guardian azcık solcu diyelim ya Financial Times’a ne oluyor? Martin Wolf, “Kemer sıkma politikalarının üzücü bilançosu” başlıklı yorumunda, “On milyonlarca insan gereksizce sıkıntı çekiyor” diyordu (26/02). Wolf, Avrupa kemer sıkma politikalarının, “nispi maliyetleri yeniden düzenlemek, emek piyasalarındaki reformları gerçekleştirmek için, gaddarca da olsa tek yol olduğunu” (abç) kabul ediyor ama bunun borç krizini aşmaya yetmediğini vurguluyor, “Avro bölgesinin bu tedaviden canlı çıkamamasından” korkuyor. Aynı gazetede Münchau, “kemer sıkmanın gerçek reformu engellediğini” savunuyordu. Müchau’ya göre “gerçek reform salt özelleştirme, serbestleştirme değildi”... “ekonomik büyüme ile bunun arasında doğrudan bağlantı yoktu”. Gerçek reform ekonominin uzun dönemli üretkenliğini, büyüme kapasitesini geliştirecek adımlardı. Münchau, “Avrupa seçmeni bu politikacıları boşuna mı reddediyor?” diyordu. Washington Post’dan Mayerson’a göre, “özel sektör ve tüketim harcamaları çökerken, hükümet harcamalarını da kısan kemer sıkma politikaları tam bir felaket” olmuştu.
Gerçekten de hafta içinde Avrupa bölgesi için açıklanan veriler ekonominin küçülmeye, işsizliğin artmaya devam ettiğini gösteriyor, İtalyan seçmenin kemer sıkma politikalarını açıkça reddetmesi, ABD’de siyasi tıkanıklık, devreye giren otomatik mali kesintiler, yeni bir sarsıntının gündemde olduğunu düşündürüyordu.
Dikkat ‘düzeltmeye’ giriyoruz
Hükümetler mali sermayeyi kurtarmaya çalışırken ülke ekonomilerini enkaza çevirdiler. Bunun siyasi faturasını ödüyorlar. Avrupa’da birçok ülke yönetilemez hale geldi ama bu arada, merkez bankalarının parasal genişleme politikaları, piyasaları ayakta tuttu.
Dow Jones Sanayi İndeksi tekrar 14.000’e dokundu, FT, 6.500’le flört ediyor, Dax 8.000’e, Nikkei 12.000’e yaklaşıyor (Bloomberg). Avro bölgesine bankaların hisseleri geçen altı ayda yüzde 70 değer kazanmış. Küçük yatırımcı yeniden piyasalara geri dönüyormuş. Tam bu sırada, büyük yatırımcılar arasında ruh hali yeniden değişmeye, “bir düzeltme” beklentisi gelişmeye başlamış (Financial Times, 25/02)
Market Watch’dan Brett Arends’te, Jeff Seymour adlı bir yatırımcının, dalgalanma indeksi (VIX), Option piyasaları indeksi, “içerdeki oyuncuların, ellerindeki kâğıtları piyasalara boşaltma hızını” ölçen WLI indeksi gibi 9 temel göstergeden hareketle oluşturduğu “Hırs İndeksi”ne değinerek piyasaların aşırı değerlenmiş olduğunu savunuyor. Geçmişte, 1999-2000’de ve 2007 öncesinde alarm veren “Hırs İndeksi” bugün de alarm veriyormuş. “Hırs İndeksi” 1999’dan bu yana hiç yanılmamış. Geçen hafta yayımlanan FED tutanakları da parasal genişlemenin mali bir balon yaratmaya başladığına ilişkin kaygıları yansıtıyormuş (28/01).
Gerçekten de FED ve Avrupa Merkez Bankası altı yıldır piyasalara para basıyor, faizler yerlerde sürünüyor. Bu sırada sanayide kâr beklentisi yok, işsizlik de azalma yok, talep yetersizliği, kapasite fazlası etkisini sürdürüyor, bu koşullarda paranın meta fiyatlarında, ücretlerde enflasyon yaratma olasılığı yok, dolayısıyla basınç mali piyasalara spekülasyona, yeni bir balona gidiyor.
Bir başka ilginç yorumcu, Market Oracle’dan Dr. Martenson da, “En son 2008 Mart ayında uyarmıştım yine uyarıyorum” diyor. Martenson’a göre piyasalar MB’lerinin parasıyla ayakta duruyor, tüketici eğilimleri zayıf, çok fazla hisse senedi 200 günlük ortalamanın üzerinde, fiyat getiri oranları iki haneli düzeyde. Bunlar olumsuz göstergeler ama karamsarlığa yol açan esas gösterge, S&P 500’ün 2000 ve 2008’den sonra 3. zirveye ulaşmış olması. Bu noktada indeks ya ileri doğru bir hamle yapar ya da bir önceki dip noktasına geri döner, “Bu durumda yüzde 40-50 gibi bir düzeltmeden” söz edebiliriz diyor.
Önümüzdeki haftalarda gelecek verilere dikkat! Mayıs-ağustos dönemi özelikle kritik.
Dr. Faust olarak hükümetler
Kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik genişleme 1970’lerin başında yerini, 1968 sarsıntısıyla birlikte bir “yapısal krize” bıraktı. Kapitalizmin merkezlerinde kısa bir belirsizlik döneminin ardından hükümetler, “toplumsal olayların” getirdiği korkuyla, mali sermayenin programını uygulamaya koymayı kabul ettiler. Mali sermayenin programı (kâr oranları düşme eğilimine karşı emek maliyetlerini, işçi haklarını hedef almak, devlet kaynaklarını sermayeye transfer etmek, sermayenin hareketini serbestleştirmek) hükümetlere ekonomik büyüme, toplumsal istikrar vaat ediyordu. Hükümetler de bu vaatlere karşılık ruhlarını (devletin göreli bağımsızlığını- toplumsal sorumluluklarını) mali sermayeye teslim etmeyi kabul etmiş oluyorlardı.
Gerçekten de mali sermaye, döviz piyasaları, tüketici ve ev kredileri, kredi, faiz türevleri, kaldıraçlı yatırım kontratları, menkulleştirme, yatırım sigortaları vb., gibi, “sihirli” araçlarla toplumsal talebi, yatırımları canlandırdı; yeni piyasaları açtı, ekonomik büyüme getirdi, kısacası sözünü tuttu. Bunu yaparken gelecekteki gelirleri, yaratılacak getirileri bugüne tahvil ettiğini, sürdürülemez bir mali balonu şişirdiğini ise pek kimse fark etmedi.
Bu süreçte mali sermaye, ekonomik, siyasi, en önemlisi kültürel olarak en etkin sermaye fraksiyonu haline geldi; artık, temsilcileri (CEO’ları) adeta yozlaşmış bir aristokrasiye benziyordu. Gelirleri ile performansları (toplumsal işlevleri) arasındaki bağlantı kopmuştu. Yönettikleri bankalar, şirketler zarar etse hatta batsa bile astronomik düzeylerdeki maaşları, ikramiyeleri adeta Tanrı vergisi haklar olarak talep ediyorlardı. Ama hükümetleri de 2007 mali krizine gelindiğinde Dr. Faust’unkini anımsatan bir kader bekliyordu. Ruhlarını mali piyasalara teslim etmişlerdi. Toplum krizin altında ezilirken devletin kaynakları yalnızca mali sermayeyi kurtarmaya yönlendirildi. Devlet bütçesinde açılan deliği kapatmak için de halkın refahı talan edilmeye başlandı. Sonuç ne olursa olsun kemerler sıkılarak önce borçlar ödenecek, piyasadaki sıkışıklık parasal genişlemeyle aşılmaya çalışılacaktı.
Altı yıl sonra karşımızda tam bir yıkım var. The Guardian’dan Seumus Milne’in işaret ettiği gibi, İngiltere hükümeti, mali sermaye ne diyorsa yaptı ama hâlâ ülkeyi depresyondan, sonunda kredi notunu düşürülmekten kurtaramadı.
Hadi Guardian azcık solcu diyelim ya Financial Times’a ne oluyor? Martin Wolf, “Kemer sıkma politikalarının üzücü bilançosu” başlıklı yorumunda, “On milyonlarca insan gereksizce sıkıntı çekiyor” diyordu (26/02). Wolf, Avrupa kemer sıkma politikalarının, “nispi maliyetleri yeniden düzenlemek, emek piyasalarındaki reformları gerçekleştirmek için, gaddarca da olsa tek yol olduğunu” (abç) kabul ediyor ama bunun borç krizini aşmaya yetmediğini vurguluyor, “Avro bölgesinin bu tedaviden canlı çıkamamasından” korkuyor. Aynı gazetede Münchau, “kemer sıkmanın gerçek reformu engellediğini” savunuyordu. Müchau’ya göre “gerçek reform salt özelleştirme, serbestleştirme değildi”... “ekonomik büyüme ile bunun arasında doğrudan bağlantı yoktu”. Gerçek reform ekonominin uzun dönemli üretkenliğini, büyüme kapasitesini geliştirecek adımlardı. Münchau, “Avrupa seçmeni bu politikacıları boşuna mı reddediyor?” diyordu. Washington Post’dan Mayerson’a göre, “özel sektör ve tüketim harcamaları çökerken, hükümet harcamalarını da kısan kemer sıkma politikaları tam bir felaket” olmuştu.
Gerçekten de hafta içinde Avrupa bölgesi için açıklanan veriler ekonominin küçülmeye, işsizliğin artmaya devam ettiğini gösteriyor, İtalyan seçmenin kemer sıkma politikalarını açıkça reddetmesi, ABD’de siyasi tıkanıklık, devreye giren otomatik mali kesintiler, yeni bir sarsıntının gündemde olduğunu düşündürüyordu.
Dikkat ‘düzeltmeye’ giriyoruz
Hükümetler mali sermayeyi kurtarmaya çalışırken ülke ekonomilerini enkaza çevirdiler. Bunun siyasi faturasını ödüyorlar. Avrupa’da birçok ülke yönetilemez hale geldi ama bu arada, merkez bankalarının parasal genişleme politikaları, piyasaları ayakta tuttu.
Dow Jones Sanayi İndeksi tekrar 14.000’e dokundu, FT, 6.500’le flört ediyor, Dax 8.000’e, Nikkei 12.000’e yaklaşıyor (Bloomberg). Avro bölgesine bankaların hisseleri geçen altı ayda yüzde 70 değer kazanmış. Küçük yatırımcı yeniden piyasalara geri dönüyormuş. Tam bu sırada, büyük yatırımcılar arasında ruh hali yeniden değişmeye, “bir düzeltme” beklentisi gelişmeye başlamış (Financial Times, 25/02)
Market Watch’dan Brett Arends’te, Jeff Seymour adlı bir yatırımcının, dalgalanma indeksi (VIX), Option piyasaları indeksi, “içerdeki oyuncuların, ellerindeki kâğıtları piyasalara boşaltma hızını” ölçen WLI indeksi gibi 9 temel göstergeden hareketle oluşturduğu “Hırs İndeksi”ne değinerek piyasaların aşırı değerlenmiş olduğunu savunuyor. Geçmişte, 1999-2000’de ve 2007 öncesinde alarm veren “Hırs İndeksi” bugün de alarm veriyormuş. “Hırs İndeksi” 1999’dan bu yana hiç yanılmamış. Geçen hafta yayımlanan FED tutanakları da parasal genişlemenin mali bir balon yaratmaya başladığına ilişkin kaygıları yansıtıyormuş (28/01).
Gerçekten de FED ve Avrupa Merkez Bankası altı yıldır piyasalara para basıyor, faizler yerlerde sürünüyor. Bu sırada sanayide kâr beklentisi yok, işsizlik de azalma yok, talep yetersizliği, kapasite fazlası etkisini sürdürüyor, bu koşullarda paranın meta fiyatlarında, ücretlerde enflasyon yaratma olasılığı yok, dolayısıyla basınç mali piyasalara spekülasyona, yeni bir balona gidiyor.
Bir başka ilginç yorumcu, Market Oracle’dan Dr. Martenson da, “En son 2008 Mart ayında uyarmıştım yine uyarıyorum” diyor. Martenson’a göre piyasalar MB’lerinin parasıyla ayakta duruyor, tüketici eğilimleri zayıf, çok fazla hisse senedi 200 günlük ortalamanın üzerinde, fiyat getiri oranları iki haneli düzeyde. Bunlar olumsuz göstergeler ama karamsarlığa yol açan esas gösterge, S&P 500’ün 2000 ve 2008’den sonra 3. zirveye ulaşmış olması. Bu noktada indeks ya ileri doğru bir hamle yapar ya da bir önceki dip noktasına geri döner, “Bu durumda yüzde 40-50 gibi bir düzeltmeden” söz edebiliriz diyor.
Önümüzdeki haftalarda gelecek verilere dikkat! Mayıs-ağustos dönemi özelikle kritik.
Monday, February 25, 2013
Emperyalizmde Geçen Hafta
Geçenlerde bir “entelektüel” liberal “Anti-emperyalizm, milliyetçiliğin kibarcasıdır” demiş. Bu ilginç saptama iki yoruma açılıyor.
Birinci yorum; artık kapitalizm değişti, emperyalist (bir ülkenin başka ülkelerin yönetimlerini, ekonomilerini, askeri müdahaleye gerek kalmadan, finansal-diplomatik şantajlarla, satın alınmış yerel işbirlikçilerle yönlendirme) eğilimlerini, devletler arası egemenlik bağımlılık ilişkilerini, eşitsiz gelişme dinamiklerini aştı; emperyalizm tarihe karıştı diyor. Öyleyse olmayan bir şeye karşı çıkmaya çalışmak ya bir tür deliliktir ya da milliyetçiliğin müstehcenliğini örtmeye çalışan bir incir yaprağı.
İkinci olasılık; emperyalizm var, Lenin’in emperyalizme ilişkin, tekelcilikten, piyasa, kaynak rekabetinden kaynaklanan, yönlendirme, denetleme, ilhak eğilimi, sömürü saptamaları; Fanon’un deyimiyle “öteki’nin ulusal mekânda iktidarı” olgusu hâlâ geçerlidir, ama bunlara karşı çıkmak müstehcendir, milliyetçilik olarak mahkûm edilmelidir; bugün esas olan emperyalizme işbirliği yapmaktır, diyor.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Birinci yorum; artık kapitalizm değişti, emperyalist (bir ülkenin başka ülkelerin yönetimlerini, ekonomilerini, askeri müdahaleye gerek kalmadan, finansal-diplomatik şantajlarla, satın alınmış yerel işbirlikçilerle yönlendirme) eğilimlerini, devletler arası egemenlik bağımlılık ilişkilerini, eşitsiz gelişme dinamiklerini aştı; emperyalizm tarihe karıştı diyor. Öyleyse olmayan bir şeye karşı çıkmaya çalışmak ya bir tür deliliktir ya da milliyetçiliğin müstehcenliğini örtmeye çalışan bir incir yaprağı.
İkinci olasılık; emperyalizm var, Lenin’in emperyalizme ilişkin, tekelcilikten, piyasa, kaynak rekabetinden kaynaklanan, yönlendirme, denetleme, ilhak eğilimi, sömürü saptamaları; Fanon’un deyimiyle “öteki’nin ulusal mekânda iktidarı” olgusu hâlâ geçerlidir, ama bunlara karşı çıkmak müstehcendir, milliyetçilik olarak mahkûm edilmelidir; bugün esas olan emperyalizme işbirliği yapmaktır, diyor.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, February 18, 2013
‘Ekonomik NATO’
Brzezinski’nin The New York Times’daki yorumunda (13/02), artık “Hegemonya Sonrası Çağ”da (“Post-Hegemonic Age”) yaşadığımıza ilişkin, dünyayı ABD-Çin işbirliği merceğinden bakarak değerlendiren savlarını okuyunca, “ustanın” olayların gerisinde kalmaya başladığını düşündüm.
Gerçekten de bir gün önce Başkan Obama “Ulusun Durumu” konuşmasında, ABD ile AB arasında, kapsamlı bir ticaret ve yatırım anlaşması için görüşmelerin başlayacağını açıklamıştı. Obama’nın konuşmasında bu konuya bir cümleyle de olsa yaptığı vurgunun, Atlantik’in iki yakasında büyük heyecan yaratması (Bloomberg, Financal Times, The Washington Post) Alman basınında desteklenmeye değer bir “Ekonomik NATO” (Süddeutsche Zeitung, Der Spiegel, 14/02) olarak nitelenmesi, karşımızda yeni bir hegemonya projesi olduğuna işaret ediyordu.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Gerçekten de bir gün önce Başkan Obama “Ulusun Durumu” konuşmasında, ABD ile AB arasında, kapsamlı bir ticaret ve yatırım anlaşması için görüşmelerin başlayacağını açıklamıştı. Obama’nın konuşmasında bu konuya bir cümleyle de olsa yaptığı vurgunun, Atlantik’in iki yakasında büyük heyecan yaratması (Bloomberg, Financal Times, The Washington Post) Alman basınında desteklenmeye değer bir “Ekonomik NATO” (Süddeutsche Zeitung, Der Spiegel, 14/02) olarak nitelenmesi, karşımızda yeni bir hegemonya projesi olduğuna işaret ediyordu.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, February 11, 2013
Tunus’ta ‘Kırmızı Pazartesi’
Tunus’ta sol, demokratik, laik muhalefetin önde gelen isimlerinden, Halk Cephesi olarak bilinen koalisyonun ve Demokratik Yurtsever İşçi Partisi’nin lideri Şükrü Belayid, çarşamba günü evinin önünde kafasından kurşunlanarak öldürüldü.
Cinayet çarşamba günü gerçekleşti, ama olayın Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” (önceden haberi verilmiş cinayet) öyküsünü akla getiren boyutları var. Bunlardan en çarpıcı olanı Belayid’in öldürülmeden bir gün önce bir televizyon kanalıyla yaptığı söyleşide dile getirdiği uyarılar. Belayid, söyleşide, Müslüman Kardeşler akımının Tunus’taki izdüşümü, hükümetteki Ennahda partisini “siyasi cinayetlere yeşil ışık yakmakla” suçlamıştı. (Los Angeles Times, 06/02) Belayid’e göre: “Ennahda içinde şiddet yanlısı gruplar var”, “Ennahda’ya muhalefet edenler bu grupların şiddet eylemlerine hedef oluyor.”(Globe and Mail, 02/07)
Tunus gazetesi, Le Temps de “Planlanmış Cinayet Serisinin Başlangıcı mı”...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Cinayet çarşamba günü gerçekleşti, ama olayın Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” (önceden haberi verilmiş cinayet) öyküsünü akla getiren boyutları var. Bunlardan en çarpıcı olanı Belayid’in öldürülmeden bir gün önce bir televizyon kanalıyla yaptığı söyleşide dile getirdiği uyarılar. Belayid, söyleşide, Müslüman Kardeşler akımının Tunus’taki izdüşümü, hükümetteki Ennahda partisini “siyasi cinayetlere yeşil ışık yakmakla” suçlamıştı. (Los Angeles Times, 06/02) Belayid’e göre: “Ennahda içinde şiddet yanlısı gruplar var”, “Ennahda’ya muhalefet edenler bu grupların şiddet eylemlerine hedef oluyor.”(Globe and Mail, 02/07)
Tunus gazetesi, Le Temps de “Planlanmış Cinayet Serisinin Başlangıcı mı”...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, February 04, 2013
‘Doğasında Var…’
Geçen haftanın gündemini oluşturan konuların başında, Davos zirvesinden bu yana giderek yoğunlaşan “rekabetçi devalüasyonlar”, ABD ile İngiltere’nin Fransa’ya katılmak üzere Afrika’ya doluşmaya başlaması
geliyordu. Bunlara I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın yükselişinin
Avrupa’da yarattığı sorunlarla, Çin’in yükselişinin Asya’da yarattığı
sorunlar arasında bir paralellik kuran yorumlar da eklenmeye başladı.
Sanırım bu yılın ana teması korku: “Ya tarih tekrarlanırsa!”
Sanırım, tekrarlanmaya başladı bile...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Sanırım, tekrarlanmaya başladı bile...
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
Monday, January 28, 2013
‘Davos’ Artık İnsanların Sinirine Dokunuyor
Geçen hafta Dünya Ekonomik Forumu (DEF) üzerine Wall Street Journal, Financial Times, The Economist ve Fortune gibi
uluslararası kapitalizmin kanaat önderlerinin yazdığı yayınlardaki
yorumlara bakınca Davos zirvesinin, artık bu yazarların bile sinirine
dokunmaya başladığını düşündüm.
Küreselleşmeciliğin “Ya Hurra” günlerinde, “Davos man”, dünya liderleri vb. üzerine methiyeler düzülen yerlerde bu yıl, “Sizin kapitalizmi yönettiğinizi sanıyorduk. Mahvettiniz. Sonra gidip dağ başında su gibi para harcayıp gevezelik ediyorsunuz” türünden bir tepki söz konusu.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız.
Küreselleşmeciliğin “Ya Hurra” günlerinde, “Davos man”, dünya liderleri vb. üzerine methiyeler düzülen yerlerde bu yıl, “Sizin kapitalizmi yönettiğinizi sanıyorduk. Mahvettiniz. Sonra gidip dağ başında su gibi para harcayıp gevezelik ediyorsunuz” türünden bir tepki söz konusu.
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız.
Monday, January 21, 2013
‘Sıcak Nokta’ Patladı
Mali’nin “Yeni sıcak nokta” olduğuna dikkat çekmiştim (10/12). Son 10 gün içinde bu “sıcak nokta”, parça tesirli bomba gibi patladı. İlk önce Cezayir’i, burada İngiliz, Fransız, Amerikan, Norveç, Japonya vatandaşlarını vurdu. Somali’de İslamcı Şebab örgütü elindeki Fransız tutsağı infaz etti (Le Monde, 17/01). Önümüzdeki dönemde, bu parçaların bölgenin başka ülkelerini, hatta Fransa’yı vurması bekleniyor.
‘Cehennemin kapıları’
(...)
Devamını okumak için "tık"layınız
‘Cehennemin kapıları’
(...)
Devamını okumak için "tık"layınız
Monday, January 14, 2013
1913-2013
Bu “karanlık” bir başlık oldu, ama mali kriz, “büyük durgunluk” içinde, Batı’da, öncelikle ABD’de
ortaya çıkan, giderek güçlenmeye devam eden bir algıyı yansıtıyor. 2013
yılı geçen hafta tartıştığım beklentilerin yanı sıra Batı’da, tarihin yön değiştirmeye başladığına ilişkin korkuları da içeriyor.
Bir simge olarak 1913
Önceki paragrafta değindiğim “korkuların” kaynağında, Batı’nın ortak hafızasında derin yer etmiş bir deneyim var.
Devamini okumak için "tık"layınız.
Düzeltme: Yazıda Titanic'i 2012'de batırmışım. 1912 olması gerekiyordu
Bir simge olarak 1913
Önceki paragrafta değindiğim “korkuların” kaynağında, Batı’nın ortak hafızasında derin yer etmiş bir deneyim var.
Devamini okumak için "tık"layınız.
Düzeltme: Yazıda Titanic'i 2012'de batırmışım. 1912 olması gerekiyordu
Monday, January 07, 2013
2013 Bir Dönüm Noktası Olmaya Aday…
Yılın ilk haftasında medyada yoğunlaşan tartışmalarda, 2013’ün birçok açıdan “bir dönüm noktası” olacağına ilişkin yaygın bir beklenti görülüyordu; Spengler’i anımsayanlar da vardı.
Üç merkezli dünya
(...)
Yazınıun devamını okumak için "tık"layınız
Subscribe to:
Posts (Atom)