Ekonomik kriz içinde hükümetlerin mali sermayeyle yaptığı “anlaşma”,
Dr. Faust’un Mefistofeles ile yaptığı anlaşmayı anımsatan sonuçlar
üretmeye devam ediyor. Bunların etkilerini piyasalarda yeniden oluşmaya
başlayan kaygılardan, neo-liberalizmin kalelerinde artık açıkça dile
getirilen eleştirilerden de izlemek olanaklı. İtalya seçimlerinin
sonuçlarını da bu resme ekleyebiliriz. Ama önce biraz edebiyat...
Dr. Faust olarak hükümetler
Kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik
genişleme 1970’lerin başında yerini, 1968 sarsıntısıyla birlikte bir “yapısal krize” bıraktı. Kapitalizmin merkezlerinde kısa bir belirsizlik döneminin ardından hükümetler, “toplumsal olayların” getirdiği
korkuyla, mali sermayenin programını uygulamaya koymayı kabul ettiler.
Mali sermayenin programı (kâr oranları düşme eğilimine karşı emek
maliyetlerini, işçi haklarını hedef almak, devlet kaynaklarını sermayeye
transfer etmek, sermayenin hareketini serbestleştirmek) hükümetlere
ekonomik büyüme, toplumsal istikrar vaat ediyordu. Hükümetler de bu
vaatlere karşılık ruhlarını (devletin göreli bağımsızlığını- toplumsal
sorumluluklarını) mali sermayeye teslim etmeyi kabul etmiş oluyorlardı.
Gerçekten
de mali sermaye, döviz piyasaları, tüketici ve ev kredileri, kredi,
faiz türevleri, kaldıraçlı yatırım kontratları, menkulleştirme, yatırım
sigortaları vb., gibi, “sihirli” araçlarla toplumsal
talebi, yatırımları canlandırdı; yeni piyasaları açtı, ekonomik büyüme
getirdi, kısacası sözünü tuttu. Bunu yaparken gelecekteki gelirleri,
yaratılacak getirileri bugüne tahvil ettiğini, sürdürülemez bir mali
balonu şişirdiğini ise pek kimse fark etmedi.
Bu süreçte mali
sermaye, ekonomik, siyasi, en önemlisi kültürel olarak en etkin sermaye
fraksiyonu haline geldi; artık, temsilcileri (CEO’ları) adeta yozlaşmış
bir aristokrasiye benziyordu. Gelirleri ile performansları (toplumsal
işlevleri) arasındaki bağlantı kopmuştu. Yönettikleri bankalar,
şirketler zarar etse hatta batsa bile astronomik düzeylerdeki maaşları,
ikramiyeleri adeta Tanrı vergisi haklar olarak talep ediyorlardı. Ama
hükümetleri de 2007 mali krizine gelindiğinde Dr. Faust’unkini anımsatan
bir kader bekliyordu. Ruhlarını mali piyasalara teslim etmişlerdi.
Toplum krizin altında ezilirken devletin kaynakları yalnızca mali
sermayeyi kurtarmaya yönlendirildi. Devlet bütçesinde açılan deliği
kapatmak için de halkın refahı talan edilmeye başlandı. Sonuç ne olursa
olsun kemerler sıkılarak önce borçlar ödenecek, piyasadaki sıkışıklık
parasal genişlemeyle aşılmaya çalışılacaktı.
Altı yıl sonra karşımızda tam bir yıkım var. The Guardian’dan Seumus Milne’in
işaret ettiği gibi, İngiltere hükümeti, mali sermaye ne diyorsa yaptı
ama hâlâ ülkeyi depresyondan, sonunda kredi notunu düşürülmekten
kurtaramadı.
Hadi Guardian azcık solcu diyelim ya Financial Times’a ne oluyor? Martin Wolf, “Kemer sıkma politikalarının üzücü bilançosu” başlıklı yorumunda, “On milyonlarca insan gereksizce sıkıntı çekiyor” diyordu (26/02). Wolf, Avrupa kemer sıkma politikalarının, “nispi maliyetleri yeniden düzenlemek, emek piyasalarındaki reformları gerçekleştirmek için, gaddarca da olsa tek yol olduğunu” (abç) kabul ediyor ama bunun borç krizini aşmaya yetmediğini vurguluyor, “Avro bölgesinin bu tedaviden canlı çıkamamasından” korkuyor. Aynı gazetede Münchau, “kemer sıkmanın gerçek reformu engellediğini” savunuyordu. Müchau’ya göre “gerçek reform salt özelleştirme, serbestleştirme değildi”... “ekonomik büyüme ile bunun arasında doğrudan bağlantı yoktu”. Gerçek reform ekonominin uzun dönemli üretkenliğini, büyüme kapasitesini geliştirecek adımlardı. Münchau, “Avrupa seçmeni bu politikacıları boşuna mı reddediyor?” diyordu. Washington Post’dan Mayerson’a göre, “özel sektör ve tüketim harcamaları çökerken, hükümet harcamalarını da kısan kemer sıkma politikaları tam bir felaket” olmuştu.
Gerçekten
de hafta içinde Avrupa bölgesi için açıklanan veriler ekonominin
küçülmeye, işsizliğin artmaya devam ettiğini gösteriyor, İtalyan
seçmenin kemer sıkma politikalarını açıkça reddetmesi, ABD’de siyasi
tıkanıklık, devreye giren otomatik mali kesintiler, yeni bir sarsıntının
gündemde olduğunu düşündürüyordu.
Dikkat ‘düzeltmeye’ giriyoruz
Hükümetler mali sermayeyi kurtarmaya çalışırken ülke
ekonomilerini enkaza çevirdiler. Bunun siyasi faturasını ödüyorlar.
Avrupa’da birçok ülke yönetilemez hale geldi ama bu arada, merkez
bankalarının parasal genişleme politikaları, piyasaları ayakta tuttu.
Dow Jones Sanayi İndeksi tekrar 14.000’e dokundu, FT, 6.500’le flört ediyor, Dax 8.000’e, Nikkei 12.000’e yaklaşıyor (Bloomberg).
Avro bölgesine bankaların hisseleri geçen altı ayda yüzde 70 değer
kazanmış. Küçük yatırımcı yeniden piyasalara geri dönüyormuş. Tam bu
sırada, büyük yatırımcılar arasında ruh hali yeniden değişmeye, “bir düzeltme” beklentisi gelişmeye başlamış (Financial Times, 25/02)
Market Watch’dan Brett Arends’te, Jeff Seymour adlı bir yatırımcının, dalgalanma indeksi (VIX), Option piyasaları indeksi, “içerdeki oyuncuların, ellerindeki kâğıtları piyasalara boşaltma hızını” ölçen WLI indeksi gibi 9 temel göstergeden hareketle oluşturduğu “Hırs İndeksi”ne değinerek piyasaların aşırı değerlenmiş olduğunu savunuyor. Geçmişte, 1999-2000’de ve 2007 öncesinde alarm veren “Hırs İndeksi” bugün de alarm veriyormuş. “Hırs İndeksi” 1999’dan
bu yana hiç yanılmamış. Geçen hafta yayımlanan FED tutanakları da
parasal genişlemenin mali bir balon yaratmaya başladığına ilişkin
kaygıları yansıtıyormuş (28/01).
Gerçekten de FED ve
Avrupa Merkez Bankası altı yıldır piyasalara para basıyor, faizler
yerlerde sürünüyor. Bu sırada sanayide kâr beklentisi yok, işsizlik de
azalma yok, talep yetersizliği, kapasite fazlası etkisini sürdürüyor, bu
koşullarda paranın meta fiyatlarında, ücretlerde enflasyon yaratma
olasılığı yok, dolayısıyla basınç mali piyasalara spekülasyona, yeni bir
balona gidiyor.
Bir başka ilginç yorumcu, Market Oracle’dan Dr. Martenson da, “En son 2008 Mart ayında uyarmıştım yine uyarıyorum”
diyor. Martenson’a göre piyasalar MB’lerinin parasıyla ayakta duruyor,
tüketici eğilimleri zayıf, çok fazla hisse senedi 200 günlük
ortalamanın üzerinde, fiyat getiri oranları iki haneli düzeyde. Bunlar
olumsuz göstergeler ama karamsarlığa yol açan esas gösterge, S&P
500’ün 2000 ve 2008’den sonra 3. zirveye ulaşmış olması. Bu noktada
indeks ya ileri doğru bir hamle yapar ya da bir önceki dip noktasına
geri döner, “Bu durumda yüzde 40-50 gibi bir düzeltmeden” söz edebiliriz diyor.
Önümüzdeki haftalarda gelecek verilere dikkat! Mayıs-ağustos dönemi özelikle kritik.
No comments:
Post a Comment