Hafta boyunca televizyonlar, gazeteler, Thatcher’in ne kadar büyük bir politikacı olduğunu, “bakkalın kızının” İngiltere’yi nasıl kurtardığını anlattılar. Hafta, Thatcher’in “yaptığı, söylediği her şey doğruydu”, “başka seçenek yoktu” yavşaklıklarını dinleyerek geçti. Sokaklardaki “cadı öldü” partileri de midemin bulantısını azaltmadı.
“Aman ne güzel” diye düşündüm, “bireyi vurgula, sınıfı, ekonomik sistemi gizle”! Bu yüzden sokağa çıkıp “cadı öldü” partisine
katılmak da gelmedi içimden. Thatcher dönemini yaşadım. Emekçi
sınıfların, maden işçilerinin yaşam dünyalarının yıkılışını,
direnenlerin polis copları, atların ayakları altına ezilişini, BBC’nin
olanları işçileri suçlayacak biçimde tahrif edişini gördüm. Polisin,
kültür endüstrisinin, medya makinesinin acımasız saldırısı,
postmodernizmin, neoliberal konsensüsün birbirini besleyen yükselişi,
bir düzenlemeci parti olmasına karşın hâlâ işçi hareketini kontrol eden
sosyal demokrasinin tükenişi, SSCB’nin kimliğinde “sosyalizmin” çöküşü, komünist hareketin parçalanmışlığı olmasaydı “Thatcher olayı” da olmazdı.
Tüm bunları söylemek, neredeyse “Thatcher olayının” aslında olmadığını söylemek anlamına geliyor. Peki “olaya” benzeyen şey aslında neydi?
Yazının devamını okumak için "tık"layınız
No comments:
Post a Comment