17 Eylül 2012 - Cumhuriyet
Bingazi’de ABD Başkonsolosu’nun ve üç konsolosluk görevlisinin ölümüne yol açtıktan sonra hızla Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu etkisi altına alan öfke dalgasını izlerken, aklıma Umberto Eco’nun romanı “Prag Mezarlığı” geldi. Romanda bir uzman, halkları kışkırtmak, siyasi kriz, savaş çıkarmak isteyen istihbarat örgütlerine, provokasyonlarda, “siyah bayrak” operasyonlarında kullanılmak üzere “orijinal sahte/taklit belge” üretiyordu. Bizim karşımızda da “orijinal sahte şeyler” var.
‘Orijinal sahte film’
Olaylar İslamın kutsalına hakaret eden bir filmin Youtube’daki klibine, “11 Eylül”ün
yıldönümüne gelecek biçimde dikkat çekilmesiyle başladı. Öfkeli
kalabalıklar, bu hakareti protesto etmek için sokaklara döküldüler.
Protesto gösterileri ABD konsolosluklarına yöneldi, Libya’da,
gelen haberlere göre, silahlı bir Selefi grubun inisiyatifiyle,
başkonsolos dahil dört kişinin ölümüne yol açan bir silahlı saldırıya
dönüştü.
Mısır’da da eylemlere Selefilerin Nur ve El Asala partilerinin önderlik ettiği görülüyordu. Yemen’de ABD konsolosluğu saldırıya uğradı. Tunus’tan Bangladeş’e konsolosluklar muhasara altındaydı. Öfkeden Alman ve İngiliz konsoloslukları da payını aldı.
Perşembe günü olaylara yol açan film klibine ilişkin ilk bilgiler gelmeye başlayınca, karşımızda bir “orijinal sahte film” manzarası oluştu.
Filmin, Sam Bacile/Basseley adındaki yapımcısına ulaşmak olanaklı olamıyordu. Associated Press’le
konuşurken kendini, Kaliforniyalı bir Yahudi müteahhit olarak
tanıtmıştı, ama içişleri bakanlığının kayıtlı müteahhitler listesinde
adına rastlanmıyordu. “Bazı” İsrail
kaynakları, hayır Yahudi değil, Mısırlı Kıpti Ortodoks Hıristiyan
olabilir diyordu. Los Angeles Kıpti Başpiskoposu, cemaatinde böyle biri
olmadığından emindi.
Bacile, AP’ye filmin 5 milyon dolara mal olduğunu, adı açıklanmayan 100 zengin Musevi (Eco’nun romanında, Prag Mezarlığı’nda
toplanarak dünyayı ele geçirme planları yapan gizli örgüt üyeleri gibi)
tarafından finanse edildiğini açıklamıştı. Ama film endüstrisinde bu
adamın adını bilen yoktu. Filmde oynatılan aktörlerin konuşmalarının çok
amatör bir dublajla değiştirildiği anlaşılıyordu. Aktörler,
aldatıldıklarını iddia ediyorlardı; “Çöl Savaşçısı” başlıklı bir filmde oynayacakları söylenmiş. Film George adlı romantik ama acımasız bir despotun yaşamını konu edinecekti...
Filme danışmanlık yaptığını iddia eden Steve Klein adlı biri, “Filmin adını başlangıçta ‘Bin Ladin’in Masumiyeti’ koyacaktık, amaç El Kaide taraftarlarının filme gelmesini sağlamaktı, yalnızca Los Angeles’ta gösterecektik” diyormuş, kendini “sıradan bir James Bond” olarak tanımlıyormuş.
Derken İsrailli yetkililer Bacile adlı bir Musevi’ye kayıtlarında rastladıklarını açıkladılar, bir de telefon numarası vardı. Telefon kesikti, ama adreste Nakoula Basseley Nakoula adlı bir adam kayıtlıydı. Nakoula’yı
da bulmak olanaklı olamıyordu. Eve bir kez daha giden gazetecilere, bu
kez orada o isimde kimsenin olmadığı söyleniyordu. Associated Press
muhabiri Los Angeles’ta bir adreste Nakoula’yı buluyordu. Adam, filmi yapan şirketi yönettiğini, Kıpti Hıristiyan olduğunu açıklıyor ama, kendisinin Sam Bacile olmadığını savunuyordu. Cumartesi günü tutuklandığını öğrendik.
Basın, klibin varlığını, Morris Sadık isimli birinin Kuran yakarak ün kazanan papaz Terry Jones’ın 11 Eylül vesilesiyle düzenlediği olayı haber veren mesajına eklenmiş Youtube linkinden öğrenmişti.
Özetle karşımızda, kimliği belirsiz bir yapımcının, olmayan bir filmine ait bir klip var. Bu “orijinal sahte klip”, ABD’nin Libya Konsolosu’nun ölümüyle, Mısır’daki ve genelde Ortadoğu’daki
gelişmelerle, hatta Suriye olayıyla ne bağlamda ilişkili? Bu klibi kim
ne amaçla üretti, kimler ne amaçla kullanıyorlar? Bu saldırı sırasında
konsolosluktaki kimi, Libyalı ABD ajanlarının isimlerini, gizli evlerin
adreslerini içeren hassas belgelerin kaybolması ne anlama geliyor?
Olaylar, ABD’nin bölgeden çıkışını hızlandıracak mı? Yoksa yeni savaşlara mı yol açacak? Bu soruların cevapları istihbarat örgütlerinin “Prag Mezarlığı” romanında anlatılan karanlık dünyasına ait.
‘Libya’da demokrasi’
Libya’da kurulmakta olduğu iddia edilen bu “demokrasiyi” de hemen “orijinal sahte şeyler” listesine ekleyebiliriz.
Bu demokrasi “orijinal”,
çünkü benzeri yok. Eğer NATO güçleri müdahale etmeseydi, Selefi
akımların gelmesine olanak sağlanmasaydı, El Kaide kadroları bizzat NATO
gemileriyle Libya’ya taşınmasaydı, Bingazi’deki isyancıların Kaddafi
rejimi karşısında bir iki haftadan fazla dayanma şansı yoktu. Havadan
koruma sunacağız diye başlayan NATO operasyonu kısa sürede Kaddafi
güçlerini imha operasyonuna dönüştü. Rejim sonunda dağıldı, Kaddafi
yakalandığında tutuklanmak, yargılanmak yerine, hunharca tecavüz
edilerek öldürüldü, üstelik bu olayın klibi Youtube da kondu. Bu sırada,
Madam Clinton kameraların önünde sevinçle “geldik, gördük, öldü” diyordu.
Yine bu sırada silahlı yerel çeteler, Selefi grupları, bugün hâlâ
azalmadan sürmekte olan ganimet paylaşma savaşına girişiyorlardı. Libya’da
demokrasi, işte böyle, hiçbir demokratik aktör, güç, ideoloji, kültür,
bu kültürü yaratacak, sürdürecek kurumlar olmadan, kısacası “hiç yoktan” kuruluyordu.
Kaddafi döneminde kurulmuş eğitim, sağlık, sosyal sigortalar, temel
mallar üreten devlet işletmelerini yıkarak, ekonomiyi üzerinde
yaşayanlara aldırmadan hoyratça piyasaya açarak...
Geçenlerde, bu havaya kapılıp bir Libya bankasına birkaç yüz
milyon dolar akreditif açmış bir banka müdürü parasını alamamaktan,
almak için başvuracak yasal merci bulamamaktan yakınıyordu. Belli ki
piyasa da çalışmıyordu.
Bu “demokrasi” çok orijinaldi ama kaçınılmaz olarak da sahteydi. Libya’nın
yeni yasaları sivil haklara, vatandaşlık ilkesine değil dini ilkelere
dayanıyor. Kadınlar aniden Kaddafi döneminde zaten sınırlı olan
haklarını da kaybetmenin travmasını yaşıyor. Televizyonda, bir mühendis
kadın, şimdilerde para kazanmak için evlere temizliğe gittiğini
söylüyordu. Kamusal alanlar hızla kadınlara kapanıyordu. Siyasi partiler
de “orijinal sahte şeyler”. Birey oyunu aşiretine göre veriyor, ama genel seçimler oldu diye Libya’ya “demokrasi” geldi deniyor.
ABD ve Batı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan devrimci patlamaya, işte bu “orijinal sahte/kopya demokrasiyi” kurmak için elini soktu. Bu müdahalenin, aniden hızlanan “orijinal sahte belge” üretme çabalarının arkasında “ya gerçekten demokratik işler olmaya, halk devlete ulaşmaya başlarsa” korkusu yatıyordu.
Nereye doğru gideceği belli olmayan devrimci demokratik gelişmeler yerine, “ılımlı İslam” olsundu,
Müslüman Kardeşler olsundu, ekonomiyi açık tuttukları sürece ne sorun var ki? Evet, Müslüman Kardeşler, belki IMF zoruyla filan “serbest piyasa” disiplinini kabul etmeye hazır olabilirlerdi, ama arkadan Selefi akımlar geliyordu, piyasa umurlarında değildi bunların. Mursi gibi siyasetçiler hep arkalarını kollamak durumundaydı artık, kafalarını koruyabilmek için.
No comments:
Post a Comment