http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=371578
Chavez 14 yıldır iktidarda; katılımın yüzde 80
düzeyinde gerçekleştiği genel seçimlerde yüzde 55 oy aldı, rakibine 10
puan fark attı, yeniden altı yıl için devlet başkanı seçildi.
Bu seçim sonuçları, bir taraftan, Chavez’in bir “otokrat” olduğunda hâlâ ısrar eden Batı’nın demokrasi anlayışının, daha önemlisi “liberal” kavramının
hakikatini ortaya çıkardı. Diğer taraftan, neoliberal modelin dışında
farklı yönetim modellerinin de olabileceğini gösterdi.
‘Seçilmiş otokrat’
En iyisi, tartışmaya, çapsız muhafazakârların hezeyanlarından, sol “liberallerin” salaklıklarından
değil de seçim sonuçlarından düş kırıklığına uğramakla birlikte durumu
bütünüyle kavrayan, iş çevrelerinin yorumcularından başlamak.
Bu bağlam karşılaştığım en ilginç örnek, Clive Crook’un finansal analiz sitesi Bloomberg’de, “Chavez kazandı, seçilmiş otokrat oxymoron (ilkyarısı ikinci yarısıyla çelişen önerme - E.Y) değil” başlıklı yazısıydı.
Crook’a göre, seçimlerde hile yapılmadı; Venezüella halkının Chavez’i istediğinden de şüphe edilemez. Bu anlamda Venezüella’da demokrasinin tüm koşulları yerine geldi. Crook, “En iyisi Venezüella’nın bir demokrasi olduğunu ama demokrasinin yeterli olmadığını kabul etmek” diyor.
Crook, Chavez’e yönelik “devlet harcamalarıyla halkın oyunu satın aldı” eleştirisine karşı, “Gerçek
demokrasilerde seçmenin oyu satın alınmaz, iktidarın avantajları
kullanılmaz diye başlarsanız, bu kurallara uyan devlet bulamazsınız.
Gidin ABD seçim kampanyasında harcanan paralara bakın; sonuçlar
açıklandıktan bir ay sonra da kaybedenlere seçimlere hile karışıp
karışmadığını sorun” diyor.
İşçi sınıfını aşağılamak için üretilen kavramlar üzerine yazdığı “Chavs” kitabıyla dikkat çeken Owen Jones da, seçimleri izlemek için gittiği Venezüella’dan bildirirken, “Düzenli olarak Chavez’e saldıran özel medya şirketleri toplam izleyicinin yüzde 90’ına ulaşıyor. Chavez karşıtı propaganda posterleri hemen her yerde görülüyor. Chavez’in muhalefeti bile onun Venezüella tarihinde yoksullarla ilgilenen ilk devlet başkanı olduğunu kabul ediyor... Chavez 1998’de ilk kez devlet başkan seçildiğinde yüzde 25 düzeyinde olan aşırı yoksulluk bugün yüzde 8.6’a gerilemiş... Petrol ihracatı da 14.4 milyar dolardan 60 milyar dolara yükselmiş” diyor. (The Independent. 08/10/2010)
2002’de ABD destekli darbe girişimine ortak olan meta kuruluşları ve siyasetçiler hâlâ ortada ve etkin. Chavez’in rakbi Capriles de bunlardan biri. Ortada “özel sektöre” yönelik
bir devletleştirme saldırısı da yok. Bunlar zenginleşmeye, Chavez karşı
propaganda yapmaya devam ediyorlar. Diğer bir değişle Chavez muhalefeti
bastırmaya çalışmıyor. Darbe girişiminin halkın sokaklara dökülmesiyle engellenmiş olması ona yetiyor. Chavez anayasa önerisi reddedilince de krizlere girmeden sonucu kabul ediyor. Kısacası “burjuva demokrasisinin” kurallarına, fazlasıyla uyuyor.
Tüm bunlara karşı Crook’a diyor ki: “İlliberal demokrasi oxymoron değil.” “Ama demek ki demokrasi yeterli değil.” Belli ki, bir
ülkede seçimlerin, serbestçe hile karıştırılmadan yapılıyor,
hükümetlerin seçmenin arzularını yerine getiriyor, rakiplerini darbeci
bile olsalar susturmuyor olması, onu liberal demokrasi yapmaya yetmiyor.
Aksine bu ülkenin rejimine “illiberal demokrasi”, seçilen liderine de “otokrat” sıfatı yapıştırılabiliyor.
Bu “garip” duruma, biraz dikkatle bakınca esas sorunun, “demokrasinin yeterli olmamasından değil”, kurallarına fazlasıyla uymaktan, “demokrasi fantezisini” ciddiye almaktan kaynaklandığı görülüyor. Ciddiye alınarak uygulanan –gerçekleştirilen– bu “demokrasi fantezisi” de, tüm fanteziler gibi onu üretenler açısından kabul edilemez sonuçlar yaratmaya başlıyor. Venezüella’daki “illiberal demokrasi” ile “liberal demokrasi” arasındaki fark da “liberal” kavramının hakikatini ortaya koyuyor.
Liberalizmin müstehcen ‘hakikati’
Chavez, kendisini seçen halkın, seçmenin taleplerine cevap
veriyor, ona hizmet ediyor, devlet kaynaklarını onların yaşam
koşullarını iyileştirmekte, “toplum konseyleri”, “yerel planlama konseyleri” gibi yapılarla, okuma yazma programlarıyla örgütlenmesini, kültür düzeyini yükseltmekte, “durumunu anlamasını” kolaylaştırmakta kullanıyor.
Chavez iktidara geldiğinden bu yana üniversiteye gidenlerin sayısı yüzde 100’den
fazla artıyor, milyonlarca insan bedava sağlık hizmetine kavuşuyor,
devletten emekli maaşı almaya hak kazananların sayısı dört kat artıyor. (The New York Times, 09/10/2012) Eylem, gevezelikten daha etkindir varsayımıyla, basına, TV kanallarına dokunmuyor, “reform” programlarına
devam ediyor. Chavez yönetimi, kendi başının çaresine bakacak
kaynaklara sahip kapitalist sınıfla ilgilenmiyor. Chavez, belki
ekonomiyi kapitalist ölçütlere göre iyi yönetemiyor, ama batırmamayı
başararak halkın refahını yükseltmeye devam ediyor; uluslararası mali
sermayenin kapitalizmin çıkarlarına, onları tümüyle reddetmese bile
öncelik vermiyor.
Bunu yaparken ülke kaynaklarının, halkın seçtiği ve desteklediği, Chavez’de cisimleşen Bolivarcı akımın denetiminde kalmasına dikkat ediyor. The Guardian’dan Seumas Miles’s göre, “Seçimler sırasında hangi oy sandığına gitseniz Chavez’i
kimin desteklediğini hemen görüyorsunuz: Yoksullar, beyaz derili
olmayanlar, gençler, engelliler, kısaca toplumun ayrıcalıklı olmayan
çoğunluğu.” (09/10/2012)
Chavez dış politikada da Latin Amarika’daki Bolivya, Ekvador, Nikaragua, Küba, Arjantin gibi rejimlerin yanı sıra dünyada ABD ve Batı’nın hedefi olan, Kaddafi Libya’sı, İran,
Suriye gibi rejimleri destekliyor. Ama Batı da, Suudi Krallığı, Körfez
Emirlikleri gibi son derecede baskıcı rejimleri desteklemiyor mu? Bu
nedenlerden olacak, Venezüella modelinin alternatifi olarak sunulan “Breziya modelinin” mimari Lula bile, “Chavez’in zaferi yalnızca Venezüella halkını değili tüm Latin Amerika halkının zaferidir” diyor.
Chavez’in rakibi, liberal demokrasinin adayı, Capriles
ise dış politikada daha pragmatik, Batı yanlısı bir çizgiye dönmeyi,
ülkenin petrol endüstrisini ve ekonomiyi yabancı sermayeye açmayı vaat
ediyordu. Dünya Bankası başkanı Zoellick, seçimlerden önce, “Chavez’in sonu geldi” diyordu, Barclays Bankası, açıkça Capriles’i destekliyordu. Bu nedenle, Chavez seçim sonrası yaptığı konuşmada “Biz yalnızca Capriles’i değil, uluslararası bir koalisyonu yendik” diyor, “seçmenlere ABD ve Avrupa’dan 500 bin mesaj gönderildi, kimde bu kadar para var” diye soruyordu.
Tüm bunlar şu anlama geliyor: Liberalizm, liberallerin iddialarının aksine, halkın talepleriyle, halkın iradesiyle –halk için halkla birlikte ve halk adına ilkesiyle– ilgili bir rejim değildir. Liberalizm, özgürlüklerden,
ufak bir azınlığın, yönetme, servet yapma, toplumun geri kalanını baskı
altına alma, hor görme özgürlüğünü anlar. Liberalizm demokrasiden,
seçimlerde halkın bu azınlığın “özgürlüğünü” destekler yönde oy vermesini anlar. Liberalizmin müstehcen hakikati işte budur!
Haftaya liberalizmin nasıl “şiddet”, mutsuzluk üreten bir rejim olduğuna ilişkin kimi tespitleri aktaracağım.
No comments:
Post a Comment