İran üzerindeki savaş bulutları Suriye üzerine doğru kayarken, “neocon”ların ABD’nin “alın yazısına”, küresel liderliğinin kaçınılmazlığına ilişkin savlarına, yalnızca Cumhuriyetçi Parti adayları arasında değil Obama’nın söyleminde de bir geri dönüş başladı.
“Neocon”ların dönüşü
Geçen hafta, ABD Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti aday adaylarından yarışı, önde götüren Matt Romney’in 22 dış politika danışmanından 15’inin Bush dönemi “neo-con”larından, Project For New American Century ekibinden geldiğini, İran’a, Suriye’ye yönelik askeri müdahale, ”rejim değişikliği” yanlısı uzmanlardan oluştuğunu aktarmıştım. Geçen hafta Financial Times ve New York Times’a yayımlanan yorumlar, beni ABD dış politika çevrelerinde 10 Ocak’tan bu yana bu alanda sürmekte olan, çok önemli sonuçlar yaratmaya aday bir tartışmaya götürdü.
Tartışma, Romney’in neo-con danışmanlarının en etkililerinden Robert Kagan’ın The New Republic dergisinde 10 Ocak’ta yayımlanan “The Myth of American Decline” başlıklı denemesiyle başlamış; Obama’nın 24 Ocak’taki “Birliğin Durumu” konuşmasından sonra alevlenmiş. Çünkü, bir zamanlar Irak savaşına karşı çıkmış olmayı bir madalya gibi taşıyan Obama, bu konuşmasında, Irak savaşının en büyük savunucularından Kagan’ın makalesine tam on dakika ayırmış. Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un PBS’de Charlie Rose’a söylediğine göre, Obama Kagan’ın makalesini dikkatle okumuş, çok sevmiş. Donilon’a göre bu “entelektüel açıdan çok içerikli” bir makaleymiş.
Obama da bu makaleden esinlenerek şöyle konuşmuş: “ABD’nin liderliğinin yeniden canlanması, nükleer maddelerin güvenliğini sağlamak için kurduğumuz koalisyonlardan, açlığa, hastalıklara karşı liderlik ettiğimiz mücadelelerden, , düşmanlarımıza vurduğumuz darbelerden, sunduğumuz ahlaki örneğin kalıcı gücünden, dünya çapında hissedilebilir. Amerika geri gelmiştir! Kim size bunun aksini söylüyorsa, kim Amerika geriliyor, ya da etkisi sönüyor diyorsa, ne dediğini bilmiyor demektir”. Böylece, Obama, Mitt Romney’ın “Obama ABD’nin gerilediğine inanıyor” eleştirisine de Romney’in özel danışmanının savlarından hareketle cevap vermiş oluyor. Ama, bu arada da, daha önceki, çizgisini de terk ederek, “imparatorluk projesi”nin varsayımlarını benimsemeye başlıyor.
Kagan, söz konusu makalesinde, ABD geriliyor savının aslında bir efsane (myth) oluğunu iddia ediyor, dayanaklarını çürütmeye çabalıyor. Bu amaçla örneğin ABD’nin dünya ekonomisi içindeki payının 1960’ların sonundan bu yana değişmediğini savunabiliyor. ABD’nin Irak’tan çıkarken geride bıraktığı yönetimi İran’a yaptırım uygulamaya ikna edememesi, Afganistan’ın geleceğine ilişkin tartışmaların, “yönetimi Taliban’a hangi koşullarda devredeceğiz” e kadar gelmiş, Rusya ve Çin’in daha yeni Milli Güvenlik konseyindeki vetolarıyla kanıtladıkları, “çok kutuplu” dünyanın fiilen başlamış olması gerçeğini görmezden geliyor. Diyor ki, aslında ABD gerilemiyor. Bu gerilemeyi siyasiler arzuluyor.
Bu “içerikli” makale, ABD’nin rakipsiz gücü fantezisini, ekonomik verilere de, onları bu yönde konuşturmak için gereken işkenceyi de yaparak, yeniden üretme telaşı içinde Financial Times’dan Edward Luce’un yakaladığı gibi saçmalamaya başladığının ayırdına da varamıyor. Luce “eğer ABD gerçekten gerilemiyorsa, bu tartışmanın anlamı ne? Yok bazı siyasiler ABD’yi geriletmek istiyorlarsa bunlar kimler?” diye soruyor.
İmparatorluk Tasarımı - 2.0
National Review ve National Interest gibi yüksel oktanlı muhafazakar yayınların yorumcularının da ( örneğin, V.D. Hanson, R.W. Merry) katıldığı bu tartışma, akademik kaygılardan kaygılanmıyor; pratikte yaşamsal sonuçlar üretmeye aday.
Örneğin, ABD savunma çevreleri, yükselen güçlerin, “çok kutuplu” (multipolar) ya da “kutuplar arası” (interpolar) veya “kutupsuz” (nonpolar) dünyasında, gerileyen bir ABD hegemonyası ortamında yaşadıklarını düşünürlerlerse, ABD etkinliğini korumaya devam etmenin yollarını arayacak, “güç transferi” ya da Brzezinski’nin önerdiği, “Geniş Batı”yı (ABD, Avrupa’nın lideri ülkeler, Rusya ve Türkiye) yeniden inşa etme projeleri üzerinde yoğunlaşacak, diplomasiye, çok yönlü ittifaklara, ekonomik, kültürel liderliğe önem verecekler. Yok, “ABD aslında gerilemiyor” saptamasında ısrar ederlerse, Bush döneminde olduğu gibi, ABD’nin tek rakipsiz üstünlüğüne, asker, gücüne dayalı bir “imparatorluk projesi” peşinde koşacaklar.
Bu yüzdeni Kagan, ABD’nin aslında gerilemediğini ileri sürerken, aynı anda (!?) küresel konumunu korumak için, güç kullanmaya, dayatmacı bir liderliğe daha çok dayanan bir dış politika öneriyor. Askeri harcamalarda her hangi bir kısıntı yapılmasına, Irak ve Afganistan’dan çekilmeye karşı çıkıyor. Kagan’ın özel danışmanlığını yaptığı başkan adayı Mitt Romney de, Rumsfeld’i anımsatan bir söylemle, “ben öyle güçlü bir ordu istiyorum ki kimse onun karşısında durmaya cesaret edemesin” diyor ve ekliyor, “bunun için gereken tüm harcamaları yapacağım.” Romney’e göre “Amerika, olağanüstü ve özel bir alınyazısı olan bir ülke”. Bu olağanüstülük ve alın yazısı da tüm dünyaya liderlik etmeye karşılık geliyor.
Kagan’ın, danışmanlığı Romney’le sınırlı değil. Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Donilon da Kagan’ı sık sık tartışma toplantılarına çağırıyormuş. Kagan’ın karısı Victoria Nuland da geçen yazdan bu yana Dışişleri bakanı Hillary Clinton’un sözcülüğünü yapıyormuş.
Bu tartışmalar, bildik neocon, Project For The New American Century savlarının, “imparatorluk projesinin” ABD üst yönetiminde yeniden alıcı bulmaya başladığını gösteriyor. Belli ki bu savların realiteyle bir ilgisinin kurmak bu tipler için önemli değil. Bunlar, 2004’de Bush’un danışmanlarından Karl Rove’un Donald Suskind’e dediği gibi “biz imparatorluğuz kendi realitemizi kendimiz yaparız” fantezisinin peşinden gidiyorlar. Yeter ki ellerinde herkesi yıldıracak büyüklükte bir yıkım makinesi olsun.
Buradan çok uzun bir sıçrama yaparak, Türkiye’de yaşanmakta olan “garip olaylara”, Siyasal İslam’ın bünyesinde başladığı ileri sürülen “iktidar savaşları”na gelirsem, taraflarla, gözlemcilere bir uyarıda bulunmak isterim. Eğer, Kagan çizgisi egemen olursa, ABD dış politikasında İsrail’in etkisi artar; bölgede, ulusal, yerel çıkarlara dayalı liderlik hesapları yapanlar, “ulusalcıların”, radikal İslam’ın yanına, yeni “şüpheli şahıslar” olarak yazılırlar. “Ulusalcılara” ve radikal (İslamcı yada seküler) eğilimlere karşı ABD çizgisine, İsrail’in duyarlılıklarına sadık olduklarını kanıtlayanlar, “İmparator” adına yönetmeye layık bulunur, aldıkları destekle rakiplerini tasfiye ederler. Bu gün “her şeye kadir” olduklarına inanalar, yarın kendilerini “kaybolan aracı” konumunda bulabilirler. Bu imparatorluk projesi de bir önceki gibi iflas etmeden önce kimi ülkeleri yıkarken...
No comments:
Post a Comment