(20.02.0212)
Mehmet Ali Birand geçen hafta “Sizin durumunuzu bilemiyorum, ancak ben dağıldım” sözleriyle girdiği bir yorumuna, MİT-Yargı- Hükümet / “Cemaat”-“AKP” çatışmalarına göndermeyle “Etrafımız kaynıyor biz nelerle uğraşıyoruz” başlığını koymuştu. Ben bu başlığı okuduğumda, “Sakın etrafımız kaynadığı için biz bunlarla uğraşıyor olmayalım?” diye düşündüm.
“Hubris” ve “Nemesis”[[1]]
Başbakan Erdoğan’ın danışmanları bir zamanlar, AKP’nin yükselişini açıklarken, adeta “Hubris” denebilecek bir güvenle “tarihte ilk kez iç dinamiklerle dış dinamikler çakıştı” diyorlardı. Etrafımız karışmaya başlayınca, dış dinamiklerle iç dinamikler arasındaki “çakışma” tutarlılığını yitirmeye başladı. Sakın bu iç çatışmalar, o zamanki “Hubris”e karşılık şimdi. AKP’yi ziyarete gelen “Nemesis” olmasın? Benim bu sorulara verilecek kesin bir cevabım yok, ama etrafımıza bakınca AKP hükümetinin, dış politika alanından, bu “çakışma”nın tutarlılığını zorlaması kaçınılmaz, en az üç durumla karşılaştığımı düşünüyorum.
Birincisi, ABD- Suudi Arabistan (körfez ülkeleri) ve İsrail “ekseninin” esas hedefi İran olmakla birlikte, bölge jeopolitiğinin zorlamasıyla, bütün dikkatler Suriye üzerinde yoğunlaştı. Bir taraftan, İsrail-ABD ikilisinin, İran’ı bir tepki vermeye zorlamayı da amaçlayan provokasyonları (Ivan Eland, Eurasia Review, 17/02), füze, nükleer enerji tesislerini ve personelini hedef alarak devam ediyor. Diğer taraftan, İran’ı en önemli stratejik ortağından yoksun bırakmak için Suriye rejimini yıkmaya yönelik çabalar yoğunlaşıyor. Suriye ve İran rejimlerinin yıkılması, Kuzey Afrika’dan Türki Cumhuriyetlere kadar uzanan bir petrol ve gaz kaynakları coğrafyasında ABD hakimiyetini pekiştirecek. Bu nedenle, Rusya, Çin, ABD-Avrupa basıncına direniyor, uluslararası jeopolitikte soğuk savaştan bu yana en, kritik fay hattının, Türkiye’nin sınırında, Suriye-Iran üzerinde oluşmaya başladığı görülüyor. Bu fay hattında birikmeye başlayan “enerji”, Türkiye’nin Çin gibi “yükselen güçlerle”, Rusya gibi, enerji tedariki, dış ekonomik ilişkiler alanlarında önemli ortaklarıyla geliştirmek durunda olduğu ilişkileri tehdit ediyor.
Dikkatler Suriye üzerinde yoğunlaşırken, savaştan yana olan çevrelerde Türkiye önderliğinde bir Arap Birliği-Nato müdahalesi, El Esat Rejimini devirmek için tek akla yakın seçenek olarak öne çıkıyor. Ancak böyle bir müdahale, Türkiye’nin ekonomik kaynakları üzerine ağır bir yük getirecek olmanın yanı sıra, uluslararası basında kimi yorumcuların da dikkatini çekmeye başladığı gibi, Alevi nüfus üzerinden Türkiye toplumunun dini-kültürel dokusu üzerinde çözücü etkiler yapabilecek riskleri tetikleme potansiyeli taşıyor.
Üçüncü durum da, geçtiğimiz hafta Mısır’da yaşanan kimi gelişmelerle ilgili. Bu gelişmeler, bölgede, “ılımlı İslam”ın tipik örneği olarak görülen “Müslüman Kardeşler” hareketiyle işbirliği (bunu Batı’nın siyasi, ekonomik kültürel etkilerine açık tutulması olarak da okuyabiliriz) yapmaya hazırlanan ABD açısından “evdeki hesabın çarşıya uymayabileceğini” düşündürüyor. Bu gelişmeler, ABD dış politikasında “neo-con”ların yeniden etkin olmaya başladığı bir ortamda, Müslüman Kardeşler geleneğiyle akraba “ılımlı İslam” türlerine güveni sarsıyor. Bölgede, Müslüman Kardeşler geleneğinde derin siyasi kültürel kökleri olan yerli Siyasal İslam, esas olarak onu temsil eden AKP açısından, bu gelişmeler zorlu hesaplaşmaları de gündeme getirme potansiyelleri taşıyor.
“Mübarek döneminden bile kötü”
Washington’daki “Freedom House”un başkan yardımcısı Daniel Calingaert’e göre “Mısır’da sivil toplum örgütlerin üzerinde Mübarek döneminde bile görülmemiş ağır bir baskı var”... o zaman da baskı varmış “ama hiç bir zaman ne kapatılmışlar ne de yöneticilerinin ülke dışına çıkması yasaklanmış” (Wall Street Journal, 17/02)
Calingaert kızmakta haklı. Mısır’da etkinliklerini Mübarek devrildikten sonra yoğunlaştıran kimi sivil toplum örgütleri geçtiğimiz aylarda kapatılmış, 400 sivil toplum örgütü hakkında soruşturma açılmış, 19 ABD ve Avrupa vatandaşını da içeren 43 kişilik bir grup hakkında Calingaert’ın deyimiyle “Mısır’da demokrasiye geçiş sürecini destekledikleri için dava açılmış”.
Calingaert “Mısır’da demokrasiye geçiş sürecini desteklemekten” söz ediyor ama, Mısır’ı yöneten askeri konseyin Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı olarak atadığı Fayza Aboulnaga’ya göre “bu örgütler yıkıcı faaliyetlerde bulunuyorlar” “Mısır’a, nerede kullanıldığı belirsiz, 200 milyon dolara ulaşan fonlar girdi, bunların sabotaj girişimlerinde kullanılmasından korkuluyor”. Müslüman Kardeşler örgütünden üst düzey bir görevli de “Amerikan-Siyonist komplo”dan söz eden, “Amerikan kaynaklı demokratikleştirme fonlarının şüpheli etkinliklere yöneldiğini” savunan bir açık mektup yayımlamış. (Los Angeles Times, 15/02).
Calingaert, Los Angeles Times yazarı ve New York Times’da David Kirkpatrick bu gelişmelere çok öfkelenmişler. Her üç yazar da, “hem bizden yılda 1.3 milyar dolar yardım alıyorlar hem de bunu yapıyorlar” diyorlar. Calingaert, “Mısır’ın IMF’den almayı planladığı 3.2 milyar dolar yardım için ABD’nin ve Avrupa’nın desteğine gereksinimi olduğunu” anımsatarak, açıkça tehdit ediyor. Buna karşılık, ajanslar, Müslüman Kardeşler’in, Sivil Toplum örgütleri konusunda Askeri Konsey’in yanında yer aldığını, sözcülerinin “ordunun ulusalcı tutumunu destekliyoruz” dediklerini aktarıyor (The Associated Press, 15/02). Dahası Müslüman Kardeşler, New York Times’ın aktardığına göre, “ABD’nin bu 1.3 milyarı yıllardır Mübarek rejimini desteklemiş olmanın karşılığı olarak vermeye devam etmesi gerektiğini” savunuyor, aksi taktirde İsrail ile yapılmış anlaşmaları gözden geçirmekle tehdit ediyorlar.
Ordu ve Müslüman Kardeşler arasındaki ilişkiyi doğru yorumlamayabilmek için önce iki saptama yapmamız gerekiyor. Mısır’da ordu, yaygın ticari dağıtım ağları ve esas olarak iç piyasaya yönelik olarak , tüketim ve ara-malı üreten, 35’den fazla fabrikaya sahip büyük bir ekonomik güç. Kısacası, ekonomik varlığı açısından iç piyasaya dayalı bir “devlet kapitalizminden”, bunun üzerinde yaşayan bir askeri bürokratik tabakadan söz edilebilir. İkincisi, Müslüman Kardeşler, yaygın bir tüccar, esnaf, toprak sahibi seçkinler tabakasını, bunlara bağlı orta ve alt sınıfları temsil ediyorlar. Bu iki kesimin, dayandıkları ekonomik ilişkilerinin coğrafyası olan “tarihsel-ulusal” mülkiyeti (patrimoine) koruma konusunda kolaylıkla anlaşabildiklerini, “devrim günlerinde” de gördük. Şimdi de, ABD, “ılımlı İslam” üzerine kurduğu fantezilerle, bölgenin gerçekleri arasındaki uyumsuzluğu Mısır özelinde görüyor. Bu, yerel kökleri derin Müslüman hareketlere olan güveni fena halde sarsacak, buna karşılık ABD ile daha doğrudan bağlara sahip hareketlerin önemini arttıracak bir gelişme...
[1] Hubris, tanrıların karşısında kendilerine olmadık güçler vehmedenlerin durumu. Nemesis,“bu duruma düşenleri cezalandırmaya gelen tanrıçanın adı...
No comments:
Post a Comment