24 Ağustos 2011 - | |
Pazartesi yazımda “Mali piyasalar yine bir ‘kalp krizi’ geçirdi... ‘Doktorlar’ hastalığın gerçek nedenleri üzerine eğilmeye başladıkça çaresizliklerinin ayırdına varıyorlar” saptamasıyla başladıktan sonra, kemer sıkma politikalarına (neo-liberalizme) alternatif olarak düşünülen Keynesyen mali-parasal uyarıcıların da çare olmayacağına işaret etmiştim. En fazla yeni bir ‘kriz yönetim modeli’ Krizden çıkabilmek için yeni bir sermaye birikim rejiminin oluşması, yaygınlaşmaya başlaması ve ulusal, uluslararası siyasi yapılanmaların bu rejimin gereksinimleri doğrultusunda dönüşmesi gerekiyor. “Kemer sıkma mı? Keynesyen uyarıcılar mı?” tartışması bu alana değil, borç köpüğü söndürülene, kapasite fazlası imha edilene (yaratıcı yıkım tamamlana) kadar ekonomileri, siyasi krizlere, büyük savaşlara, devrimlere yol açmayacak biçimde yönetmeye uygun bir model arayışına ilişkin. Karşımızda, en fazla “yeni bir kriz yönetim modeli” olasılığı var. Krizden çıkış henüz gündemde değil, daha bir süre gündeme gelecek gibi de görünmüyor. Pazartesi yazımı bitirirken yaptığım saptamadan devam edersem: “Keynesyen politikaların ya küresel çapta uygulanması ya da yalnızca Batı ekonomilerini destekleyecek biçimde (koruyucu önlemlerle birlikte) uygulanması gerekiyor”. Ama iki uygulama seçeneğinin de çok riskli siyasi boyutları var. Bir ülkenin hükümetinin harekete geçirdiği uyarıcıların başka ülkelerce istismar edilmemesi için uluslararası bir eşgüdüm, en azından büyük güçler arasında kaynakların (uyarıcıların) dağılımına ilişkin bir mutabakatın oluşması, bunun içinde işleyen bir hegemonya sistemi gerekiyor. Ancak ABD hegemonyası etkisini kaybettikten sonra, bir uluslararası liderlikten söz etmek artık olanaklı değil. Boston Üniversitesi’nden Prof. Bacevich’in de vurguladığı gibi, “tek kutuplu moment” geride kaldı. Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Japonya, Güney Kore gibi güçlü devletlerin bugün ABD’nin liderliğini kabul etmeleri için bir neden kalmamış görünüyor. United Press International’ın editörü Borchgrave, “ABD’nin sözünün ne Atlantik’te ne de Pasifik’te pek bir anlamı kaldı” diyor (UPİ, 22/08). ABD de herkesin çıkarını aynı anda temsil edecek bir çözüm üretemiyor. ‘İtikat’ sarsılmaya başlamış Bu madalyonun öbür yüzünde, cuma günü Foreign Policy’de Prestowitz’in işaret ettiği bir başka sorun var: 1990’larda ABD seçkinleri tarafından, bir tür “Amerikanlaştırma” olarak görülerek “hiç sorgulanmadan benimsenen küreselleşmeye olan inanç adeta deprem şiddetinde sarsılmaya” başlamış görünüyor: Küresel “yönetişim” için gerekli ideolojik mutabakatta dağılıyor. Bu sürecin arkasında da yüksek işsizlik oranlarıyla “küreselleşme” arasında kurulmaya başlanan ilişki yatıyor. 1999-2003 arasında yükselen küreselleşme karşıtı hareketler, küreselleşmenin yoksullaştırıcı, emperyalist özelliklerine vurgu yapıyorlardı. Daha sonra Prof. Paul Samuelson “serbest ticaretin artık ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olmayabileceğini” vurgulamıştı. Prof. Krugman, Prof. Stiglitz, sık sık küreselleşmenin meyvelerinin adaletli bir biçimde dağıtılmadığını vurguladılar. Prof. Rodrik, 2008’de Policy Innovations’ın temmuz sayısında, küreselleşme üzerinde kurulan mutabakatın Martin Wolf ve Lary Summers gibi isimlerin de eleştirilere katılımıyla artık öldüğünü yazıyordu. Prestowitz yazısında hazirandan bu yana yoğunlaşan tartışmaları bir araya toplamış. Bunlar arasında, Jeffery Sachs’ın gelir dağılımına, Fareed Zakaria’nın “ABD politikalarının öncelikle emek pazarını düşünerek oluşturulmasına” ilişkin uyarıları özellikle anlamlı. Bu da bizi, Keynesyen politikaların uygulanabilmesinin ikinci önkoşulunda, uyarıcıların ülke içinde kalabilmesi için sermaye hareketlerinin denetlenmesi, iç piyasanın korunması sorununa, korumacılığa getiriyor. Böylece de “geçmişe” dönmüş oluyoruz. Geçmişte birçok kez aktardığım bir araştırma (Jeffrey G. Williamson, “Globalization then and now: Late 19th and late 20th centuries compared”, National Bureau of Economic Research, Working paper 5491, March 1996) bir önceki küreselleşme döneminde, iflaslarda, yoksullaşmada, işsizlikteki artışın yarattığı siyasi basıncın hükümet politikalarını şekillendirdiğine (Keynesyen model), korumacılığa yönlendirdiğine, büyük güçler arası rekabeti keskinleştirdiğine, bugün de benzer koşulların yeniden oluşmaya başladığına dikkat çekiyordu. Prof. Bacevich de, yukarda aktardığım yazısında, “Çok kutupluluk durumunun geçen yüzyılda iyi yönetilemediğinde büyük savaşlara yol açabildiğini” gördük derken tam da böyle bir tehlikeye işaret etmiyor mu? Dünya ekonomisi çok korkutucu bir döneme girmiş bulunuyor. Piyasalardaki sert dalgalanmalar bu yeni durumun bir semptomu. Kapitalizmin dünyayı, bugün olduğundan daha büyük felaketlere sürüklemesini engelleyecek güçlerin acilen ortaya çıkmasına insanlığın her zamankinden daha çok gereksinimi var... |
Thursday, August 25, 2011
Piyasalar yine 'kalp krizi' geçirdi - II
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment