Mali piyasaları sekiz haftadır bunaltan gerileme eğilimi perşembe günü sert düşüşlere yol açarak hızlandı. Cumartesi günü gazeteler, piyasalara ilişkin, “2008’den bu yana en kötü hafta” nitelemesini kullanırken ABD’nin kredi notunun tarihinde ilk kez “AAA”nın altına düştüğünü bildiriyorlardı.
Olağanüstü bir hafta geride kalırken ekonomik toparlanma umutları söndü. Cumartesi günü, “Bu noktaya nasıl geldik”, “Buradan nasıl çıkılır”, tartışmaları arasında kimi analistler mali krizin korkuyla beklenen ikinci dalgasının geldiğini düşünüyorlardı.
ABD’nin kredi notunun düşürülmesinin ardından, bu haftanın krizin gelişme yönü açısından çok kritik olacağı anlaşılıyor.
Piyasalar allak bullak oldu
Perşembe günü, ABD’de Dow Jones Sanayi Endeksi yüzde 4.31 düştü, cuma günü 416 puan dalgalandıktan sonra günü yüzde 0.5 artışla kapadı. Perşembe günü yüzde 4.78 gerileyen S&P 500 cuma gününü de negatifte kapadı.
Avrupa’da FT 100, Dax ve CAC 40, perşembe günü sırasıyla yüzde olarak 3.43, 3.4, 3.9 olarak gerilediler. Cuma günü FT 100 ve Dax yollarına yüzde 2.7 gerileyerek devam ettiler. Yirmi dört ülkeden 6 bin hisse senedini izleyen MSCI’nin haftayı toplam yüzde 10 düşerek kapatması, krizin yayıldığını gösteriyordu.
Piyasalardaki bu “çöküşün” arkasında, kısa dönemli tetikleyiciler bağlamında dört gelişmenin olduğu söylenebilir: 1- ABD“AAA” kredi derecesini kaybetmek üzereydi; 2- Federal hükümetin harcamalarda yaptığı ve yapmayı planladığı kesintiler ekonomiyi daha da zayıflatacaktı; 3- İtalya’nın da resmin içine girmesiyle birlikte Avro bölgesinin borç krizi daha da derinleşti; 4- Çin yönetimi, ekonomiyi yavaşlatma yoluyla enflasyonla mücadeleye öncelik vermeye devam ediyor.
Dünya ekonomisinde bir toparlanmanın gündemde olmadığını, emtia piyasalarındaki gelişmeler de gösteriyor: Petrolün varil fiyatı, 2011’deki tüm kazanımlarını silerek 85 dolara geriledi. Metallerin ve sanayi hammaddelerinin üreticilerinin hisselerinde sert düşüşler yaşandı (Financial Times 05/08/11).
Bundan sonra ne olacak?
Bu sorunun cevabını ararken, “kısa dönemli tetikleyicileri” bırakıp krizin yapısal nedenlerine eğilmek gerekiyor.
CNBC, Bloomberg TV, Wall Street ve FT portalları cuma günü boyunca birçok uzmanla konuştular; hemen hepsini izlemeye çalıştım. Gün biterken “Bundan sonra ne olacak” sorusuna tatmin edici bir cevap verilemediğini gördüm.
Genel hava kısaca şöyle özetlenebilir: Borç krizini aşabilmek için ek kaynak, bunun için de ekonomik büyüme gerekiyor. Ama ekonomik büyüme nasıl olacak belli değil. Bu konuda tam bir ideolojik karmaşa söz konusu. Ekranlara çıkanların büyük çoğunluğu, özellikle mali sektör temsilcileri “En iyi piyasalar bilir” demeye devam ediyor, sonra da hükümetlerden yardım bekliyor. Ama bu bağlamda önerilen politikalar, devlet harcamalarını (sosyal harcamaları) azaltmak gibi toplumsal talebi daraltarak ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyecek önlemlerden oluşuyor.
Diğer taraftan, Prof. Rogoff’a göre, krizin doğası hâlâ anlaşılmış değil. Piyasalar ‘Büyük durgunluk’ derken durumu olağan durgunluktan biraz daha sert bir şey olarak algılıyorlar. Halbuki, bu öyle sıradan bir durgunluk değil. Buna, aynı 1930’lardaki gibi ‘Büyük daralma’ demek gerekiyor. “Bu daralmanın kökündeyse aşırı borçlanma (overleveraging) var”.
Rogoff da, bu borçların tasfiye edilebilmesi (deleveraging) için öncelikle ekonomik büyüme gerekir diyor. Ama bu borçların bu kadar büyümesinin arkasında, ekonomik büyümedeki (sermaye birikiminde) yavaşlamanın, yetersiz talebi destekleme çabasının yattığını unutuyor.
The Independent, Pimco CEO’su El Arian ve Prof. Stiglitz’e, yatırım bankalarından üst düzey yöneticilere “Bu çürüme nasıl durdurulur” diye sormuş. Verilen cevaplar, ekonomik büyümenin yavaşlamasının, talebin daralmasının arkasındaki sorunlara eğilmiyor. Bankacıların cevapları öncelikle sıkıntıyı göze alarak devlet harcamalarında kesintiye gitmek üzerinde odaklanmış. El Arian, “Büyümenin önündeki engeller kaldırılmalı” diyor, ama bu engellerin neler olduğunu söylemiyor. Stiglitz, en zenginlere vergi koyarak kaynak yaratmaktan, kamu yatırımlarıyla talebi canlandırmaktan söz ediyor. Ama büyümeyi aksatan etkenleri, o da sorgulamıyor.
Bu suskunluklarda bir mantık var: Biri o etkenleri sorgularsa, krizin nereden kaynaklandığı, krizden çıkmanın gerçek maliyeti, bunun kimin başına patlayacağı ortaya çıkabilir.
Büyüme nereden gelecek?
Borç ödemek için büyüme, büyüme için de kaynak gerekiyor. Bu kaynaklar, yeni yatırımlarla, yeni “artıdeğer” üretim noktaları yaratılarak elde edilebilir. Ya da ek kaynak, “emek sömürüsü” oranları arttırılarak, sermayeye daha fazla servet transferi yapılarak yaratılabilir. Bugün bankalar ellerindeki kaynakları kredi olarak vermek yerine merkez bankalarına park ediyorlar, S&P 500 şirketinin “kasalarında” 950 milyar dolar nakit, yeni yatırımlara yönelmek yerine bankalarda yatıyor (Wall Street Journal 06/08/11). Kısacası, güven ve tatmin edici getiri/kâr oranı beklentisi yok. Böylece sömürü oranlarını, kaynak transferini arttırma seçeneği öne çıkıyor. Ama ya işçi sınıfı, çalışanlar bunu kabul etmezse?
Büyüme için gerekli kaynaklar, mal, sermaye ihracıyla ucuz hammadde, enerji kaynaklarına ulaşma yoluyla ya da birikmiş kaynaklara el koyarak (emperyalizm) ülke dışından da getirilebilir.
Ancak El Arian’ın da işaret ettiği gibi bu durgunluk, mali kriz, özellikle Batı’da tüm büyük ekonomileri etkiliyor. Herkesin aynı önlemlere yönelmesi, büyüme için gerekli kaynakların dünya ekonomisinden transferini, piyasa mekanizması içinde gerçekleştirmeyi zorlaştıracak. Bu zorluklar, rekabetçi devalüasyonlar, açık gizli korumacılık uygulamaları bağlamında, gündeme kimi “karanlık düşünceleri” getirebilecek.
Bu düşüncelerin ilk örneğini, 3 Kasım 2010’daki yazımda aktarmıştım: Krizin konuşulduğu bir toplantıda, Prof. Krugman(Demokrat) ve Prof. Feldstein (Cumhuriyetçi) “Kimseye savaş açmaya niyetimiz olduğunu sanmıyorum, ama bize II. Dünya Savaşı’ndakine benzer bir mali genişleme gerekiyor” saptamasında birleşmişlerdi.
Geçen hafta, Wall Street Journal’da editörlük, ABD Hazine Bakanlığı’nda müsteşarlık yapmış olan Craig Roberts’in,“Ekonomik iyileşme umutları ortadan kalkınca, savaş ihtiyacı daha da kaçınılmaz hale geldi” saptamalarını okuduk. Ben de bir başka savaş “beklentisine”, Gloom Boom&Doom Report adlı mali bültenin editörü, İsviçreli yatırımcı, Marc Faber (65) ile cuma günü Bloomberg’de yapılan söyleşide rastladım. Faber, bir sonraki krizin 2008’dekinden çok daha sert olacağını vurgulayınca, TV sunucusunun ağzından kaçan, “Kapitalizmin sonu mu geliyor” sorusuna karşılık, “Bilgisayar kraş edince‘reboot’ gerekir. Kapitalizm şimdi bu durumda” dedi ve ekledi: “Büyük devletler bunu yaparken birbirleriyle savaşmaktan kurtulamayacaklar”. Benim de aklıma, nedense Suriye - İran - Türkiye üçgeni, Çin ve Hindistan’ın hızla silahlanmakta olması geldi...
Olağanüstü bir hafta geride kalırken ekonomik toparlanma umutları söndü. Cumartesi günü, “Bu noktaya nasıl geldik”, “Buradan nasıl çıkılır”, tartışmaları arasında kimi analistler mali krizin korkuyla beklenen ikinci dalgasının geldiğini düşünüyorlardı.
ABD’nin kredi notunun düşürülmesinin ardından, bu haftanın krizin gelişme yönü açısından çok kritik olacağı anlaşılıyor.
Piyasalar allak bullak oldu
Perşembe günü, ABD’de Dow Jones Sanayi Endeksi yüzde 4.31 düştü, cuma günü 416 puan dalgalandıktan sonra günü yüzde 0.5 artışla kapadı. Perşembe günü yüzde 4.78 gerileyen S&P 500 cuma gününü de negatifte kapadı.
Avrupa’da FT 100, Dax ve CAC 40, perşembe günü sırasıyla yüzde olarak 3.43, 3.4, 3.9 olarak gerilediler. Cuma günü FT 100 ve Dax yollarına yüzde 2.7 gerileyerek devam ettiler. Yirmi dört ülkeden 6 bin hisse senedini izleyen MSCI’nin haftayı toplam yüzde 10 düşerek kapatması, krizin yayıldığını gösteriyordu.
Piyasalardaki bu “çöküşün” arkasında, kısa dönemli tetikleyiciler bağlamında dört gelişmenin olduğu söylenebilir: 1- ABD“AAA” kredi derecesini kaybetmek üzereydi; 2- Federal hükümetin harcamalarda yaptığı ve yapmayı planladığı kesintiler ekonomiyi daha da zayıflatacaktı; 3- İtalya’nın da resmin içine girmesiyle birlikte Avro bölgesinin borç krizi daha da derinleşti; 4- Çin yönetimi, ekonomiyi yavaşlatma yoluyla enflasyonla mücadeleye öncelik vermeye devam ediyor.
Dünya ekonomisinde bir toparlanmanın gündemde olmadığını, emtia piyasalarındaki gelişmeler de gösteriyor: Petrolün varil fiyatı, 2011’deki tüm kazanımlarını silerek 85 dolara geriledi. Metallerin ve sanayi hammaddelerinin üreticilerinin hisselerinde sert düşüşler yaşandı (Financial Times 05/08/11).
Bundan sonra ne olacak?
Bu sorunun cevabını ararken, “kısa dönemli tetikleyicileri” bırakıp krizin yapısal nedenlerine eğilmek gerekiyor.
CNBC, Bloomberg TV, Wall Street ve FT portalları cuma günü boyunca birçok uzmanla konuştular; hemen hepsini izlemeye çalıştım. Gün biterken “Bundan sonra ne olacak” sorusuna tatmin edici bir cevap verilemediğini gördüm.
Genel hava kısaca şöyle özetlenebilir: Borç krizini aşabilmek için ek kaynak, bunun için de ekonomik büyüme gerekiyor. Ama ekonomik büyüme nasıl olacak belli değil. Bu konuda tam bir ideolojik karmaşa söz konusu. Ekranlara çıkanların büyük çoğunluğu, özellikle mali sektör temsilcileri “En iyi piyasalar bilir” demeye devam ediyor, sonra da hükümetlerden yardım bekliyor. Ama bu bağlamda önerilen politikalar, devlet harcamalarını (sosyal harcamaları) azaltmak gibi toplumsal talebi daraltarak ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyecek önlemlerden oluşuyor.
Diğer taraftan, Prof. Rogoff’a göre, krizin doğası hâlâ anlaşılmış değil. Piyasalar ‘Büyük durgunluk’ derken durumu olağan durgunluktan biraz daha sert bir şey olarak algılıyorlar. Halbuki, bu öyle sıradan bir durgunluk değil. Buna, aynı 1930’lardaki gibi ‘Büyük daralma’ demek gerekiyor. “Bu daralmanın kökündeyse aşırı borçlanma (overleveraging) var”.
Rogoff da, bu borçların tasfiye edilebilmesi (deleveraging) için öncelikle ekonomik büyüme gerekir diyor. Ama bu borçların bu kadar büyümesinin arkasında, ekonomik büyümedeki (sermaye birikiminde) yavaşlamanın, yetersiz talebi destekleme çabasının yattığını unutuyor.
The Independent, Pimco CEO’su El Arian ve Prof. Stiglitz’e, yatırım bankalarından üst düzey yöneticilere “Bu çürüme nasıl durdurulur” diye sormuş. Verilen cevaplar, ekonomik büyümenin yavaşlamasının, talebin daralmasının arkasındaki sorunlara eğilmiyor. Bankacıların cevapları öncelikle sıkıntıyı göze alarak devlet harcamalarında kesintiye gitmek üzerinde odaklanmış. El Arian, “Büyümenin önündeki engeller kaldırılmalı” diyor, ama bu engellerin neler olduğunu söylemiyor. Stiglitz, en zenginlere vergi koyarak kaynak yaratmaktan, kamu yatırımlarıyla talebi canlandırmaktan söz ediyor. Ama büyümeyi aksatan etkenleri, o da sorgulamıyor.
Bu suskunluklarda bir mantık var: Biri o etkenleri sorgularsa, krizin nereden kaynaklandığı, krizden çıkmanın gerçek maliyeti, bunun kimin başına patlayacağı ortaya çıkabilir.
Büyüme nereden gelecek?
Borç ödemek için büyüme, büyüme için de kaynak gerekiyor. Bu kaynaklar, yeni yatırımlarla, yeni “artıdeğer” üretim noktaları yaratılarak elde edilebilir. Ya da ek kaynak, “emek sömürüsü” oranları arttırılarak, sermayeye daha fazla servet transferi yapılarak yaratılabilir. Bugün bankalar ellerindeki kaynakları kredi olarak vermek yerine merkez bankalarına park ediyorlar, S&P 500 şirketinin “kasalarında” 950 milyar dolar nakit, yeni yatırımlara yönelmek yerine bankalarda yatıyor (Wall Street Journal 06/08/11). Kısacası, güven ve tatmin edici getiri/kâr oranı beklentisi yok. Böylece sömürü oranlarını, kaynak transferini arttırma seçeneği öne çıkıyor. Ama ya işçi sınıfı, çalışanlar bunu kabul etmezse?
Büyüme için gerekli kaynaklar, mal, sermaye ihracıyla ucuz hammadde, enerji kaynaklarına ulaşma yoluyla ya da birikmiş kaynaklara el koyarak (emperyalizm) ülke dışından da getirilebilir.
Ancak El Arian’ın da işaret ettiği gibi bu durgunluk, mali kriz, özellikle Batı’da tüm büyük ekonomileri etkiliyor. Herkesin aynı önlemlere yönelmesi, büyüme için gerekli kaynakların dünya ekonomisinden transferini, piyasa mekanizması içinde gerçekleştirmeyi zorlaştıracak. Bu zorluklar, rekabetçi devalüasyonlar, açık gizli korumacılık uygulamaları bağlamında, gündeme kimi “karanlık düşünceleri” getirebilecek.
Bu düşüncelerin ilk örneğini, 3 Kasım 2010’daki yazımda aktarmıştım: Krizin konuşulduğu bir toplantıda, Prof. Krugman(Demokrat) ve Prof. Feldstein (Cumhuriyetçi) “Kimseye savaş açmaya niyetimiz olduğunu sanmıyorum, ama bize II. Dünya Savaşı’ndakine benzer bir mali genişleme gerekiyor” saptamasında birleşmişlerdi.
Geçen hafta, Wall Street Journal’da editörlük, ABD Hazine Bakanlığı’nda müsteşarlık yapmış olan Craig Roberts’in,“Ekonomik iyileşme umutları ortadan kalkınca, savaş ihtiyacı daha da kaçınılmaz hale geldi” saptamalarını okuduk. Ben de bir başka savaş “beklentisine”, Gloom Boom&Doom Report adlı mali bültenin editörü, İsviçreli yatırımcı, Marc Faber (65) ile cuma günü Bloomberg’de yapılan söyleşide rastladım. Faber, bir sonraki krizin 2008’dekinden çok daha sert olacağını vurgulayınca, TV sunucusunun ağzından kaçan, “Kapitalizmin sonu mu geliyor” sorusuna karşılık, “Bilgisayar kraş edince‘reboot’ gerekir. Kapitalizm şimdi bu durumda” dedi ve ekledi: “Büyük devletler bunu yaparken birbirleriyle savaşmaktan kurtulamayacaklar”. Benim de aklıma, nedense Suriye - İran - Türkiye üçgeni, Çin ve Hindistan’ın hızla silahlanmakta olması geldi...
No comments:
Post a Comment