Geçen hafta uluslararası medyayı izlerken, İran’ın, Suriye’den Irak’a, füze kalkanı projesinden El Kaide bağlantıları iddialarına kadar çeşitli alanlardan gelen sinyaller bağlamında, bölge jeopolitiğinin ekranlarında yeniden öne çıkmaya başladığını düşündüm.
‘Irak’ı yöneten İranlı general’
ABD basını uzun süredir Irak’ta ABD askerlerini öldüren patlayıcıların İran’dan geldiğini ileri sürüyordu. Haziran ayında, ABD’nin Irak’taki askeri kayıpları birden uzun süredir görülmeyen düzeylere çıkınca bu iddialar yeniden gündeme geldi. Washington’da yayımlanan National Journal’ın ve The Guardian’ın aktardıklarına göre, haziran ayında Irak’ta öldürülen 14 ABD askerinden 12’si İran kaynaklı EFP adı verilen patlayıcılara ve IRAM olarak nitelenen havan toplarına hedef olmuşlar.
Irak’taki ABD askeri görevlileri, 2010 yılının ikinci yarısında hiç bu tür saldırı gerçekleşmemişken, 2011 yılının ilk altı ayında saldırılarda belirgin bir artış olduğuna dikkat çekiyorlar. The National Journal yazarı, “Irak’tan çıkma” tartışmaları sürerken, ABD’nin ülkedeki etkisi zayıflarken, İran’ın etkisinin artmakta olduğuna dikkat çekiyor.
Martin Chulov’un, The Guardian için Bağdat’tan gönderdiği bir araştırma yazısına göre, Irak’ın yönetimi çoktan, perde arkasından ipleri çeken, Kasım Süleyman adında bir İranlı generalin eline geçmiş. İran’ın doğrudan “Yüce Lider” Hamaney’e bağlı olan elit silahlı birlikleri El Quds Kuvvetleri’nin komutanı olan Süleyman, 2008 yılında, ABD ve Irak ordusu, Şii milislerle savaşırken, General Petreaus’a bir tekst mesajı göndererek, İran’ın, Irak, Gazze, Lübnan işlerinden kendisinin sorumlu olduğunu haber vermiş.
İran’ın Ulusal Güvenlik Bakanı Mowaffak el Rubai’ye göre, General Süleyman bugün Irak’taki en güçlü adammış. Irak’ın üç başbakan yardımcısından biri, Salih el Mutlak, Süleyman için “O gücünü Hamaney’den alıyor, Ahmedinejad’a bile hesap vermek zorunda değil” diyor.
Chulov, bir üst düzey ABD görevlisinin Süleyman için “O adeta Kayser Söze -Olağan Şüpheliler filmindeki esrarengiz ama o kadar da acımasız gangster- gibi biri” dediğini aktardıktan sonra, Başbakan Nuri el Maliki’nin yakın çevresinin düzenli olarak General’le görüştüğünü, Irak yönetimindeki politikacıların General’den çok korktuğunu ekliyor. Süleyman geçen yıl Şam’da, yeni Irak hükümetini oluşturma çalışmaları sürerken, Türkiye, Suriye, İran ve Hizbullah temsilcilerinin katıldığı toplantıda herkesi, El Maliki’nin yeniden başbakan yapılması konusunda ikna etmiş. Irak Parlamentosu’ndaki Kürt temsilcilerden Mahmud Osman’a göre, “bugün Irak’ta alınan her kararın arkasındaki anahtar isim General Kasım Süleyman’dır” (The Guardian, 28/07/11).
ABD’nin bu General’le sorunu yalnızca Irak’la sınırlı değil. ABD gazeteleri, Suriye içindeki ve dışındaki kaynaklara dayanarak, General’in emrindeki Quds Kuvvetleri’nin, Suriye’de ayaklanmayı bastırma konusunda Esad yönetimine yardımcı olduğunu, diğer bir deyişle İran’ın, Suriye’nin içişlerine doğrudan karıştığını ileri sürüyorlar. Jarusalem Post’ta geçen hafta, General Süleyman’ın “portföyünde” olduğu kolaylıkla varsayılabilecek Hizbullah’ın, Suriye muhalefetinin kimi sözcülerinin, “isyanı bastırması için hükümete yardım ediyor” suçlamasına şiddetle itiraz ettiğini aktarıyordu. Hizbullah sözcüsü, bu suçlamalar için “siyasi amaçlı ve asılsızdır” demiş.
El Kaide İran’da
ABD yönetimi İran’ın bölgedeki etkisini kırmak, nükleer enerji/silah programını engellemek istiyor; bu bağlamda, İran’ın nükleer çalışmalarını sabote eden bilgisayar virüslerinin yanı sıra, yakın zamanda bir nükleer fizikçinin öldürülmesi gibi gizli operasyonlar düzenliyor. Ama daha açık bir müdahale söz konusu olduğunda ABD, müttefiklerinin ve dünya kamuoyunun desteğini alamadığı için adım atamıyor.
Geçen hafta ABD’nin, İran’ın El Kaide’ye yardım ettiğini ileri sürmesi, bu alanda yeni bir sürecin başlamış olabileceğini düşündürüyordu. The Wall Street Journal’ın aktardığına göre, ABD Hazine İdaresi, geçen perşembe günü, El Kaide’nin kaynak transferi işleri için İran’da yerleşik üyelerinden yararlandığını gösteren bilgileri açıklamış. Böylece ABD, İran’ı ilk kez ve resmi olarak doğrudan terörizmle işbirliği yapmakla suçlamış oldu. ABD yetkilileri, Şii İran’ın, Sünni El Kaide ile işbirliği yapmasının arkasında, ABD’yi bölgeden çıkarma hesaplarının olduğunu söylüyorlar.
Saddam’ın ne nükleer enerji programı vardı ne nükleer silah yapma programı. Saddam’ın El Kaide ile ilişkisi yoktu. Ama ABD kitle imha silahları ve El Kaide ilişkisi iddiaları üzerinden, bunları kanıtlamaya gerek duymadan Irak’a savaş açtı. Bugün, İran’ın nükleer enerji ve büyük olasılıkla da nükleer silah programı var. ABD Hazine İdaresi’nin El Kaide ilişkisi iddiaları, kimi isimler ve hesaplara ilişkin verilerle desteklendiğinden oldukça ciddi görünüyor.
Acaba bu sürecin sonucu ne olacak diye düşünürken, gözüme Novosti Press’in “ABD’nin füze kalkanı, İran’a yapılacak bir saldırının ön adımlarından birini oluşturuyor” başlıklı haberi takıldı. Novosti Press’in aktardığına göre, Rusya’nın NATO’daki temsilcisi Dimitry Rogozin, perşembe günü yaptığı bir açıklamada, “Füze savunma sistemi tümüyle savunmaya yönelik değil, Rusya’da ve birçok ülkede, çok sayıda uzman kurulacak bir Avrupa füze savunma sisteminin, İran’a yapılacak bir saldırıyı hazırlamanın gerekçesi olabileceğine inanıyor” diyormuş.
Bu savunma sisteminin ayaklarından birinin Türkiye’ye kurulması olasılığını düşününce de akla ister istemez Türkiye-İran ilişkilerindeki son gelişmeler geliyor. Bu iki ülke aralarındaki dostluğu korumaya özen göstermeye devam etseler de, Suriye krizi bağlamında giderek farklı saflarda yer almaya başlamış gibi görünüyorlar.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 11 Temmuz’da gerçekleşen İran ziyaretinin ardından, 18 Temmuz’da İran Devrim Muhafızları’nın yayın organı Sobesadegh gazetesinde yer alan bir yorum, tarafların Suriye sorununa yaklaşımlarındaki farkı çok açık bir biçimde sergiliyordu. İran yönetimi Suriye’deki rejimi, Arap baharıyla devrilen “ABD yanlısı rejimlerin” aksine“direniş cephesinin bir parçası olarak görüyor, ayaklanmanın arkasında da ABD, Siyonist parmağı olduğuna” inanıyor.Sobesadegh’in yorumuna göre “Türkiye Suriye’de çok olumsuz bir politika izliyor; Suriye muhalefetine giden silahların sınırlarından geçmesine izin veriyor”. Sobesadegh, “Eğer Türkiye Suriye karşıtı politikalarında ısrar ederse, İran, Suriye ile Türkiye arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak” diyor ve “o zaman da İran’ın Suriye’yi seçeceğini” ileri sürüyor. (Wahied Wahdat – Hagh, European Foundation for Democracy, Brüksel, 28/07/11)
Özetle; geçen hafta rastladığım kimi veriler, bana İran’a yönelik bir askeri, müdahale olasılığının güçlenmekte, bu müdahalede ABD’ye yardımcı olabilecek bir cephenin şekillenmekte olduğunu düşündürdü.
No comments:
Post a Comment