İsrail’in önündeki sorunlar gittikçe birikiyor, ağırlaşıyor. Böyle kritik bir dönemde ülkenin gündemini, Avrupa kökenli “Ultra-Ortadoks Yahudiler”in çocuklarını Ortodoğu kökenli Yahudilerin çocuklarıyla aynı okula göndermeyi reddetmelerinden kaynaklanan gerginlikler meşgul ediyor. Eğer, Haaretzyazarı Yedidia Stern’in vurguladığı gibi. İsrail’de “dini otoritenin, devlet otoritesinin yerine geçmeye başladığını gösteren tarihsel bir süreç yaşanıyorsa”, hem özel olarak barış sürecini hem de genel olarak bölge halklarını çok karanlık günler bekliyor.
Yolun sonunda…
İsrail’in, Oslo barış sürecinin çökmesiyle içine girdiği süreçte daha fazla ilerlemesi olanaklı değil. Gelinen noktadan geriye doğru bakınca başarısızlıklardan, gittikçe artan bir tecrit edilmişlik duygusundan, acılardan başka bir şey görmek olanaklı değil. Liste uzun, ama önemli dönüm noktalarını kısaca anımsayalım. İsrail, Filistin ulusal, seküler direniş hareketini, özellikleArafat’ın liderliğini zayıflatacağını düşünerek, Hamas’ın oluşmasına, yükselmesine göz yumdu. Hamas, Filistin direniş hareketini bölmekle kalmadı, Gazze’de yönetimi ele geçirdi, şiddet eylemleriyle İsrail’in başına bela oldu. Hamas’ın direnişini engelleme taktikleri İsrail’i, bugün tüm dünyada bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kalmasına yol açan abluka politikasına getirdi. Oslo sürecinin çökmesi, Hamas’ın yükselmesi Filistin sorununu çıkmaza sokarken İsrail’e, bu kez bir ayrımcılık çözümüne yönlendirerek tüm dünyanın nefretini çeken o utanç verici duvarı inşa ettirdi.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin içine gizlenen Büyük İsrail Projesi (“Clean Break” fantezisi, Perle ve takımı…),İsrail’i Saddam’dan kurtardı ama bu kez nükleer silah yapma noktasına her gün biraz daha yaklaşan İran’la, Lübnan’da da İran etkisinde, çok daha güçlenmiş bir Hizbullah’la baş başa bıraktı. Hizbullah sorununa, askeri bir çözüm bulma çabası, Lübnan seferiyse, beklenenin tam aksine İsrail’in“yenilmezlik imajının” yıkılmasına, Hizbullah’ın daha da güçlenmesine yol açtı. Gazze’deki Hamas sorununu askeri yöntemlerle çözme çabası ise utanç verici “savaş suçlusu” iddialarına yol açtı.
Artık İsrail derdini, Batı dünyasına anlatmakta zorlanıyor, en büyük destekçisi ABD’de, savunma çevrelerinde Prof. Walt ve Prof.Mearshiemer gibi kuramcılar, İsrail lobisinin etkilerinden yakınan raporlar yazıyorlar; Brzezinski gibi stratejistler ABD’nin Ortadoğu politikasının bu etkiden arındırılmasından söz ediyorlardı. Bu İsrail açısından “canım ne isterse onu yaparım, ABD yönetimi de buna katlanır” döneminin kapandığını gösteriyordu…
Obama yönetimi, başlayan yeni dönemin ilk işaretlerini verirken, Türkiye’de AKP hükümetinin İsrail karşıtı, giderek sertleşen bir tutum geliştirdiği görülüyordu. Bu süreç içinde, Mavi Marmara gemisine yönelik kanlı saldırı,İsrail yönetimini tüm dünyada hızla ağırlaşmaya başlayan bir yalnızlaşmayla, ilk kez ciddi bir meşruiyet sorunuyla baş başa bıraktı. Üstelik İran, Türkiye ile rekabet çabası içinde Gazze’de gerginliği tırmandırmaya kararlı görünüyordu.
Bu “durum” içinde ırkçılığa varan kökten dinci akımların (Haredim) gelişmesiyle, Filistin topraklarını işgal etmeye devam eden “yerleşimciliğin” kesiştiği noktada ortaya çıkan Hasidim (tekil olursa Hasidi), Mizrahi/Sefardi çelişkisi, işte bu çözümsüzlüklerin bir semptomu olarak görülebilir.
‘Irk ayrımcılığı’
Emanuel adlı yerleşimci kasabasından,“Ultra-Ortodoks Hasidim” (Avrupa kökenli Eşkanazi) akımının “Slonim” (Sloven kökenli) tarikatına ait bir grup aile, aylardır çocuklarını, kültürel olarak geri, inançları açısından yetersiz gördükleri“Mizrahi” (Ortadoğu kökenli) ailelerin çocuklarıyla aynı okulda birlikte ders yapmalarına karşı çıkıyorlar. Bu ailelerden bir kısmı, yüksek mahkemenin, okul içinde ayrımı gerçekleştiren paravanların kaldırılmasına, çocukların birlikte okumasına ilişkin kararına karşı çıktılar. Çocuklarını, yasalara aykırı bir biçimde alıp başka bir okula götürdüler. Bu nedenle cuma günü cezaevine konmak üzere tutuklandılar. Haredim de, yüz binden fazla katılımla bu kararı protesto etmek için Kudüs’te büyük bir protesto gösterisi düzenledi (Yedioth Ahranot,18/06).
Bu sorunun bu kadar kritik dönemde İsrail’de gündemi işgal etmesinin yanı sıra iki boyutu var. Birincisi, acı bir ironiyle ilgili: Bir grup Yahudi etnik kökeni farklı bir başka grup Yahudiyi aşağı görüyor, ayrımcılık uyguluyor. İkinci boyut da, Likud (muhafazakâr) partisinin dini siyasete alet etmeye başlamasıyla gelişen, Filistin sorunuyla kesişen bir süreçle ilgili.
1960’lardan, 1996 seçimlerine kadar, İsrail siyasi coğrafyası üç ana bloktan oluşuyordu. Solda ılımlı, toprak konusunda uzlaşmaya eğilimli İşçi Partisi. Sağda uzlaşmaz bir çizgi izleyenLikud. Ortada toprak, devlet gibi dünyevi işlerle ilgilenmeyen, Mehdi’nin gelmesini beklerken Yaşivalarda din eğitimi alan, askerlik yapmayan, “Ultra-Ortodoks”, Haredim gruplar var. Bu ortadaki kesimler seçim sonuçlarına göre, kim kazanırsa ona destek vererek, kendi cemaatleri için finansal, yasal imtiyazlar kopartmaya bakıyorlardı.
Bu betimlemeyi tamamlamak için 1967 savaşından sonra Likud içinde biri aşırı sağcı yerleşimciler, diğeri pragmatik seküler milliyetçiler olmak üzere şekillenen iki kanadı ve 1989’dan sonra gelmesi hızlanan Rusya kökenli göçmenleri eklemek gerekiyor. 1996’da, Natenyahu’yu iktidara getiren seçimlerde, Araplara ve “Allahsız İsrail soluna” karşı büyük nefret üzerinden, Haredim bloku ve Rusya göçmenleri belirgin bir biçimde sağa kayarak Likud’u desteklediler. Böylece, İsrail’de siyasetin ekseni değişirken (Prof.Sprinzak, Foreign Affaires Tem/Ağus. 1998), “Ultra-Ortodoks” kesimler (700.000+), yerleşimcilerle (500.000+) birleşiyor (İsrail nüfusu 7.5 milyon), ikisinin karşılıklı etkileşimiyle İsrail toplumu içinde köktendinci akımların siyasi gücü, demografik ağırlıklarını çok aşan bir biçimde artmaya başlıyordu. Dini akımlar güçlendikçe, Yaşiva öğrencileri siyasallaşmaya, hatta silahlanmaya da başlıyor, Haredim grupların kendi aralarındaki farklar ortaya dökülmeye, son olayın da gösterdiği gibi ayrımcılığa varmaya başlıyordu.
Netanyahu hükümetinin (bu şekillenmenin ürünü olduğundan) son olaylarda da kesin bir tutum alamadığı, buna karşılık, yüksek doğum oranları sayesinde 2015’e kadar en azından Kudüs’te çoğunluğu oluşturması beklenen “Ultra-Ortodoksların”, devletin (dünyevi) yasalarına karşı çıkma eğiliminin güçlendiği görülüyor. Son olaylarda, İsrail’in üç önemli gazetesi,Jarusalem Post, Haaretz, Yedioth Ahranot’un yorumları, toplumda “Ultra-Ortodokslara” karşı bir tepkinin yükselmeye başladığını gösteriyordu:“Devlet fonlarından besleniyorsunuz, bizim çocuklarımız savaşa giderken sizinkiler gitmiyor; üstelik de yasalara uymuyorsunuz, yettiniz artık!” Böylece İsrail iç siyasetinde oluşmuş bir kutuplaşma giderek sertleşiyor.
Tüm bunlardan Filistin sorunu ve Ortadoğu açısından şöyle iki ders çıkarabiliriz: Dini akımlar güçlenerek siyasete damga vurmaya başlayınca, birincisi, köktencilerin talepleri gittikçe artıyor (“aynı çadırda birleşiyorsunuz, sonra size bakıp ‘bu allahsızın burada ne işi var’ diyorlar” - Ben Gurion), ikincisi, siyaset giderek çıkmaza giriyor.
No comments:
Post a Comment