Mavi Marmara “olayı”nın, insani, hukuki/diplomatik özellikleri çok açık. Bu yüzden, dikkatler bu “olay”ın aydınlattığı orta ve uzun dönemli trendlerin/dinamiklerin üzerlerine kaymaya başladı.
Söylem kaybolunca…
İki devletli çözüme karşı inatla direnen İsrail yönetici sınıfı, artık neyi neden yaptığını anlatmakta büyük zorluk çekiyor. II. İntifada’yı başlatan olayları, duvar rezaletini, Lübnan yenilgisini, sivilleri de hedef alan acımasız Gazze saldırısını, Obama’nın yardımcısı, Biden’in İsrail ziyareti sırasında Netanyahu’nun yeni yerleşim planlarını açıklamasını anımsamak yeterli.
İnatla tekrarlanan askeri eylemler, beklenen çözümleri üretmiyor, aksine her seferinde İsrail’in güvenliğini biraz daha zayıflatıyor, uluslararası alanda yalnızlığını arttırıyor. Ama İsrail yönetici seçkinleri, bu eylemleri tekrarlamaya devam ediyorlar.
Mavi Marmara olayı, yönetici İsrail seçkinlerinin böyle “histerili” bir şiddet stratejisine saplandıkları ortamda gerçekleşti, bu hastalıklı durumun son örneği oldu. Gemiyi hareketsiz kılmak ablukanın delinmesini engellemeye yetecekti. Ama İsrail ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha kanıtlamaya kalktı. Buhastalıklı politika Lübnan’da iflas etmiş, Gazze saldırısı utanç verici olaylara sahne olmuştu. Mavi Marmara olayı, tüm dünyada infial uyandırdı, hatta küçümseme duygusu yarattı. İsrail adeta iktidarsızlığın kompleksiyle sivri şeyler taşımayı seven insanlara benziyordu.
Bu noktada dönüp “ama Hamas…” diye cevap yetiştirmeye kalkmanın bir anlamı yok. İşgal ettiği topraklardaki tepkileri yönetmek, soruna çözüm bulmak, barışın önünü açmak, modern, zengin ve uluslararası etkinliği olan bir devlet olarak İsrail’in göreviydi. İsrail bu görevi yerine getiremedi.
Dahası, ABD, İsrail’i, MOSSAD’ın direktörünün deyişiyle, “bir yük olarak görmeye” başlamıştı. Bu ortamda, ülke içinde oluşan korkuya, asla kullanma şansı olmayan nükleer silahlara dayanarak ayakta kalmaya çalışan İsrail egemen sınıflarının, insani, askeri, ekonomik açılardan, gelecekte İsrail halkına ödetecekleri fatura gittikçe büyüyor. İsrail’i yönetenlerin, bir an önce ablukayı kaldırıp iki devletli çözüme giden yolu yeniden inşa etmeye başlamaları gerekiyor. Çünkü iki devletli çözümün alternatifi tek devletli bir kaos, sürekli savaş!
Daha büyük bir resim
Hafta sonundan bu yana yorumlar giderek uzun dönemli eğilimler üzerinde yoğunlaşıyor. Birincisi, “olayın” sorumluluğunu Netanyahu ve Erdoğan arasında paylaştırmaya yönelik bir söylemin şekillendiği görülüyor (Örneğin Die Zeit’in editörü Joseph Joffe’nin yorumu, Financial Times, 07/06; Hitchens, Slate07/06 - Gülen’i de buraya ekleyebiliriz). İkincisi dikkatler Türkiye, İran ve Arap dünyasını içeren dengeler üzerinde yoğunlaşıyor.
Burada yorumlar, Irak rejimini devirmesiyle oluşan bölgesel boşlukta İran ve Türkiye arasındaki rekabetin kızışmaya başladığı doğrultusunda (örneğin Joffe, Alhomayed, Asharq al Awsat; Khouri, The Daily Star, Dergham, Al Hayat). Bu bağlamda, Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ın “ikinci bir özgürlük filosu oluşturma” çağrısı, “İsrail Türkiye’nin kırmızı bayrağı kadar bizim sarı bayraklarımızla da hesaplaşacaktır” sözleri önemli.
Asharq Al Awsat’ın yorumuna göre, “Türkiye Gazze ablukasını delemedi ama İran’ın Arap dünyası üzerindeki ablukasını deldi.” Nasrallah, Türkiye’nin girişimlerinin, Hizbullah’ın ve İran’ın, Filistin üzerindeki etkilerini zayıflattığını düşünüyor. (04-07/06) İran Devrim Muhafızları’nın, bir sonraki yardım filosuna askeri destek vereceklerini, İsrail’in “Gazze’ye yaklaştırmayız” açıklaması da (Haaretz, 07/06) olayların kolaylıkla tırmanabileceğini gösteriyor.
Kimi Arap yorumcuları, Erdoğan’ın da kendisinden önce gelen Nasır, Hafız Esad, Humeyni, Saddam Hüseyin ve Mahmut Ahmedinejad gibi, Filistin davasına sahip çıkmadan bölgede etki kurulamayacağının ayırdında olduğunu saptarken (Charbel. Al Hayat), kimileri de Arapların bu gelişmelere seyirci kalmasını eleştiriyor, Erdoğan ile Nasır arasında paralellik kuran yorumlardan, Türkiye’nin “ümmet’e geri dönme” niyetinden kaygıyla söz ediliyor (Elias Harfoush, Al Hayat). Bu bağlamda, Mısır’ın Refah geçidini açarak ablukaya son vermesinin önemi vurgulanıyor. Dergham’a göre böylece, Mısır elindeki Filistin portföyünü kaybetmemek için oyuna giriyor.
Birleşik Arap Emirliği’nin gazetesi The National da başyazısında, “Türkiye son başarılarını, Arap dünyası üzerinde yeni bir liderlik yetkisi olarak görmemelidir… Liderlik değil aracılık yapması daha uygun olacaktır” diyerek uyarıyor. (07/06)
Bana, Türkiye bu “stratejik derinlik” içinde ABD’yi ve Arap seçkinlerini tedirgin ederken İran’la karşı karşıya geleceği bir noktaya doğru ilerliyor gibi geliyor.
No comments:
Post a Comment