Batı merkezli dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin, geçen hafta, yine ilginç gözlemler yapma şansımız oldu. Bunlardan biri dünya ekonomisinin (yüzyılın mali şokunun) merkezindeki“garipliklerle” ilgiliydi. İkincisi de, doların geleceğine ilişkin tartışmalarla...
İndeks 10 binde; ikramiye 16 milyar dolar
Mart ayında 7 binin altında sürünen Dow Jones Endeksi (DJİ) geçen hafta 10 binin üzerine çıktı. Bu yükseliş, krizden çıkıyoruz havasına önemli bir katkı yapabilirdi; aksine, mali çevrelere yakınlığıyla bilinen CNBCkanalında, “Market Watch”portalında, Wall Steet Journal’da bile şüpheyle karşılandı. Yorumcular işsizliğin, üretimin durumuna dikkat çekerek, “Dow, ekonomiyi temsil etmiyor”saptamasında birleştiler.
Gerçekten de, DJİ ABD’nin en büyük 30 firmasının hisselerini, ilgili spekülatif hareketleri izliyor. Halbuki 350 binden fazla üretken firmanın performansını izleyen bir endeks daha var: Bağımsız İşverenler Ulusal Federasyonu Endeksi (NFIB). Mart ayından bu yana DJİ yüzde 50 artarken, NFIB Endeksinin artışı yüzde10’da kalmış (Market Watch, 14/10/09).
“Eh yüzde 10 da fena değil” diye düşünürken, gidip NFIB endeksinin bileşenlerini gösteren ekim ayı raporuna bakınca gördüm ki, bu endeks aslında 2006’da, 101’den düşmeye başlamış. 2009 başında 82’ye kadar inmiş. Eylül sonu itibarıyla 88’de sürünüyor. Rapor, üç aylık gelir artışı verilerinin bu sektörde yüzde -40, -50 arasında kaldığını, işletmelerin talep yetersizliğinden, kredi bulamamaktan büyük sıkıntı içinde olduğunu gösteriyor. Bu kesimde sermaye harcamaları eğilimi düşük, işçi çıkarmaya devam ediyorlar. Medya bunlarla değil de en büyüklerle ilgilendiğinden, genelde gerçekçi olmayan bir iyimserlik egemen oluyor. Nasıl olmasın? En büyüklerin, hazine ve Fed tarafından kurtarılan, artık, her biri ortaçağların yozlaşmış feodal dukalıklarını andıran kimi yatırım bankalarının bilançolarında adeta güller açıyor. Örneğin, Goldman Sachs, günde ortalama 35 milyon dolar kâr yapmaya devam ederken (The Guardian, 15/10/09), toplumun büyük bir kesiminde, işini, tasarruflarını kaybedenler arasında finans kesimine yönelik artmakta olan kızgınlığa aldırmadan, çalışanlarına kişi başına ortalama 527 bin dolar olmak üzere toplam 16.7 milyar dolar ikramiye dağıtmaya hazırlanıyor.
Sizi bilmem ama tam bu noktada benim aklıma yine, Jared Diamond’un, Collapse: How Societies Choose to fail or succed(Çöküş: Toplumlar, başarılı veya başarısız olmayı nasıl seçiyorlar- Penguin, 2006) başlıklı çalışması geldi. Diamond’un çalışmasına göre, çöküş, toplumların varlıklarını sürdürmeleri için vazgeçilmez doğal kaynaklar tükenirken, toplumun geri kalanına göre bu tükenmenin etkilerinden yalıtılmış bir yaşam sürdüren yönetici sınıf üyelerinin dikkatlerinin, zenginleşmek, birbirleriyle rekabet etmek, savaşmak, anıtlar dikmek, tüm bu etkinleri desteklemek için üreticiyi daha çok sömürmek gibi kısa dönemli hedeflere odaklandığı, halkın duygularına, taleplerine duyarsızlaştığı bir noktada başlıyor.
Dolara ne olacak?
“Tam çöküşten söz ederken dolara geçmenin âlemi var mı?”demeyin. Doları konuşurken, aslında, dünya ekonomisinin dengelerinin, ABD hegemonyasının, ona dayanan Batı merkezli sistemin geleceğini konuşuyoruz. Bu açıdan doların geleceği, bu gelecek şekillenirken başta ABD olmak üzere çeşitli toplumların egemen sınıflarının tepkileri, Diamond’un değindiği“Çöküş” senaryolarıyla yakından ilgili.
Doların uluslararası konumu, ABD’nin “senyoraj” hakkı, ABD egemen sınıflarının, başta Avrupa olmak üzere, diğer ülkelerin egemen sınıfları üzerindeki hegemonyasının devam edebilmesi açısından yaşamsal bir öneme sahip. ABD, 1970’lerin başında, yapısal bir krizin başladığı, ekonomik üstünlüğünün gerileme sürecine girdiği bir noktada doları altına bağlı olmaktan çıkarınca çok önemli bir ayrıcalık elde etti: Artık, ABD, para basıp (üretilmesi birkaç cent’e mal olan bir kâğıt parçasının üzerine, 1 dolardan 100 dolara kadar değişen değerler yazıp), dünya piyasasından mal, şirket satın alabilecek, yatırım yapabilecek, kredi yoluyla diğer ülkeleri kendine bağımlı kılabilecek ya da aniden faizleri arttırıp krize itebilecekti. ABD dış borçlarını bile bu para birimi üzerinden gerçekleştirebilecek, bu parayla ülke içinde tüketimi destekleyip toplumsal istikrarı koruyabilecekti.
ABD’nin ekonomik yapısı zayıfladıkça, kapasite fazlasını emecek talebi yaratmakta yetersiz kaldıkça, diğer bir deyişle değer yaratma kapasitesi geriledikçe, başka ülkelerin tasarruflarını (birikimlerini) kendi ülkesine yönlendirmek, mülk edinebilmek için bu olanağa daha çok yaslandığını, giderek dünya piyasalarını dolarla doldurduğunu, kredi köpüklerinin oluşmasına yol açtığını gördük. Bu köpükler 2007/08 yılında patlayarak 100 yılın en büyük finansal şokunu yarattılar. ABD’nin, bu şokun yarattığı ortamda mali köpüğü temizlemek, fazla (verimsiz) kapasitenin yok olmasına olanak sağlamak yerine, piyasa kuralları gereğince batması gerekenişletmeleri, bankaları, bu dolar yaratma kapasitesine yüklenerek kurtarmaya giriştiğini, piyasalara dolar (3 trilyon doğrudan, 17 trilyon dolar dolaylı olarak) basmaya devam ettiğine şahit olduk.
Bu yolla ABD yalnızca stratejik firmalarını korumakla kalmıyor, dolar devalüasyonuna dayanarak uluslararası ticarette rekabet gücünü arttırıyor, enerji ithalatının maliyetini sınırlıyor, borçlarını azaltıyor (Marttan bu yana dolar yüzde 15 değer kaybetti - ABD borcunun yüzde 15’i silindi), elinde dolar rezervi bulunduran büyük güçleri, rakiplerini de mali olarak vuruyordu.
Bu yüzden, bir taraftan doların çöküş senaryoları konuşulurken, Çin ve Rusya’nın önderliğinde Japonya ve Hindistan, Brezilya ve OPEC ülkelerinin de desteğiyle, yeni bir uluslararası rezerv para arayışı giderek yoğunlaşmaya başladı.
Doların rezerv para olarak kalabilmesi için dolara olan güvenin, talebin belli bir düzeyde kalması gerekiyor. Bu nedenle, petrol gibi stratejik malların ticaretinin dolar üzerinden yapılması doların konumunu koruması açısından yaşamsal öneme sahip. ABD, bir taraftan doların “senyoraj” ayrıcalığı sayesinde askeri harcamalarını finanse edip dünyanın en güçlü ordusunu yaşatabiliyor. Diğer taraftan bu orduyu, senyoraj ayrıcalığını da tehdit edici olasılıklara karşı (örneğin, kimi savlara göre petrol ihracatında, dolardan çıkmaya hazırlanan Irak’a ambargo koyarak sonra işgal ederek) caydırıcı bir araç olarak kullanıyor.
Geçen hafta dolara olan güvensizliğin derinleştiğini gördük. Geçen üç ay içinde oluşan uluslararası rezervler içinde doların payı yüzde 37’ye düşmüş (New York Post,13/10/09). Bloomberg’inaktardığına göre, Sumutomo Bank’ın baş stratejisti Daisuke Uno, “Gelecek yıl dolar 50 yene düşebilir. Dolar rezerv para konumunu kaybedecek”diyormuş. Bu tartışmalar bağlamında, İngiltere’nin hegemonyasını kaybetme süreciyle ABD’nin bugünkü durumunu karşılaştıran bir Wall Street Journal yazısı, egemen sınıfların, çöküşten önceki duyarsızlıklarını çarpıcı biçimde yansıtan bir saptamayla bitiyordu. Yazara göre, ABD hegemonyası gerilerken “sağlık sistemi, iklim değişikliği üzerinde didişmek, Roma yanarken keman çalmaya benziyor”muş(12/10/09).
No comments:
Post a Comment