Çin Halk Cumhuriyeti’nin deneyimi, tüm ayrıntılı idari tedbirlere, otonomi uygulamalarına karşın, etnik gruplar arası karşıtlıkların ortadan kaldırılamadığını gösteriyor.
Diyalektik ya da ‘antinomi’
Halbuki, etnik farklılıklar özünde çelişkili farklılıklar değildir. Ancak, etnikfarklılıklar, belli toplumsal koşullarda bir karşıtlığa dönüştüklerinde karşımıza özel bir durum çıkıyor.
Bu özel durum üzerinde düşünürken, önce bir başka toplumsal farklılık/çelişki türüne, sınıf çelişkisine bakmak yararlı olabilir. Kapitalist toplumda sınıfsal çelişkiye yol açan farklılıklar bireylerin kendilerinden değil, toplumsal yapı içindeki farklıkonumlarından kaynaklanır. Birey işçi olduğunda işçi sınıfına aittir. Bu konumdan çıktığında bu özelliğini kaybeder hatta, sermaye sahibi olabilirse kapitalist sınıfa katılabilir.
Emek-sermaye çelişkisi, bir tarafın varlığının öbürüne bağımlı olduğu bir çelişkidir. İşçi kapitaliste, kapitalist işçiye göre tanımlanır. Bu çelişkinin çözümüne ilişkin dinamikleri bu çelişkinin karşıtlık biçimi (üretim araçlarının mülkiyeti, artık değerin üretilmesi, paylaşılması gibi) içerir. Bu çelişki çözüldüğünde, bağ koptuğunda, her iki konum da ortadan kalkacaktır. Bu çelişki aşılarak bir senteze, yeni bir toplumsal yapıya yol açabilir. Bu yüzden bu diyalektik bir çelişkidir.
Buna karşılık, etnik farklılıklar, bireyin istese de terk edemeyeceği kimi“organik” özelliklerden kaynaklanır. Birey ait olduğu etnik kimliğini yok edemez, örneğin, Han, Kürt, Türk, Roman olmaktan vazgeçilemez. Buna karşılık, “çelişkinin” (karşıtlığın) taraflarından birinin varlığı öbürünün varlığına bağımlı değildir. Bu nedenle etnik farklılıklar bir etnik karşıtlığa dönüştüğünde karşımıza özgün bir durum çıkıyor. Bu durumu, Zizek’in,Karatani üzerinden gelerek bize,Kant’tan aktardığı “antinomi”kavramının yardımıyla düşünmeyi deneyebiliriz.
“Antinomi”, taraflarından birinin öbürüne indirgenemediği, diyalektik bir senteze ulaşılarak aşılamayan bir çelişki, karşıtlıktır. Bir “antinomi” ile karşı karşıya olduğumuzda, bu karşıtlığı eleştirmeye, başlarken onu oluşturan unsurların özelliklerinden hareketle değil, bir üçüncü noktadan yaklaşmak (“parallax” bakış) gerekecektir. Örneğin, bugün karşımızda, bir taraftan bakınca “Kürt sorunu”, öbür taraftan bakınca “Türk sorunu” olarak görülen bir karşıtlıkvar. Bu karşıtlığa yönelik radikal bir eleştirinin, tarafların “sorun” algısının dışında üçüncü bir noktadan bakan bir yaklaşımı gerektirdiğini düşünüyorum.
Yoksa, “çözüm” seçenekleri karşımıza, ilişkinin, parçalanması (ayrılma) ya da taraflardan birinin yok olması (asimilasyon) ile sınırlanmış olarak çıkabilir. Üstelik şiddet içeren bu iki“seçenek”, asla “sorunu” ortadan kaldıracak bir kesinliğe ulaşamayacak, en fazla karşıtlığı geçici bir süre, şiddet kullanarak bastıracaktır.
Üçüncü bir noktadan hareketle, dışından, eleştirildiğindeyse, bu“antinomi” yönetilebilir (yapının istikrarını bozmayacak, egemenlik ilişkilerini koruyacak bir düzeyde tutulabilir) ya da tümüyle ortadankaldırılabilir.
Üçüncü nokta
Acaba, etnik olarak farklı grupların birlikte barış ve uyum içinde yaşayabilmesini sağlamak için bu“antinomi”, her iki tarafı da kapsayabilecek bir üçüncü ilişkinin içine gömülerek yönetilebilir mi? Örneğin bu üçüncü ilişki, “Tanrı önünde eşitlik”vaat eden dini bir kimlik, ya da“yasalar önünde eşitlik” vaat eden“vatandaşlık” olabilir mi?
Tarihsel deneyler (Yugoslavya, ÇHC), bir kez antinomi oluştuktan sonra, bir başka, üçüncü kimlik noktasından yapılan yaklaşımın yeterli olmayacağını, ancak geçici çözümler sunabileceğini gösteriyor. Çünkü, dini ya da vatandaşlık kimlikleri çelişkili sınıf konumları üzerinde şekillenmiş toplumsal yapılarda (örneğin, kapitalizm) patlayıcı çelişkileri taşımaya devam ediyorlar. Bu çelişkiler de etnik“antinomiyi” yeniden patlayıcı bir noktaya itebiliyor.
Bu etnik karşıtlığı (antinomiyi), kimi reformlarla da sonsuza kadar biteviyeyönetmeye kalkarak Sisifus’un yükünü üstlenmek yerine, reformlara ek olarakortadan kaldırmayı amaçlamak daha gerçekçi bir seçenek olabilir. “Üçüncü noktayı” bir başka kimlikte değil, etnik kimlikler arası ilişkiyi, karşıtlığa dönüştürerek bir antinomiye yol açan, maddi koşullarda, yapının ekonomi politiğinden kaynaklanan çelişkilerde arayabiliriz.
Eğer bu saptama doğruysa, antinomiye dönüşmüş etnik karşıtlığa, gerek reformlar yoluyla yönetmek,gerekse ortadan kaldırmak için, yaklaşırken, öncelikle kapitalizmi, varsa feodal ilişkileri, bunlar üzerinde yaşayan emperyalist süreçleri eleştirmek gerekecektir.
Aksi takdirde, yasal, kurumsal, ne kadar kapsamlı, ayrıntılı düzenlemelerle (reformlarla) yönetilirse yönetilsin, toplumsal zenginliğin üretiminden, bölüşümünden, bunu sağlayan siyasi yapı içindeki konumlardan (sınıfsal farklılıklara) kaynaklanan çelişkiler, kaynakları anlaşılamadığı takdirde,etnik kökenli eşitsizlikler olarak görülebilecek, gösterilebilecek, böylece etnik gruplar arası ilişkiler, özellikle, gelir dağılımının bozulmaya, ekonomik güvensizliklerin artamaya başladığı dönemlerde, kolaylıkla“antinomiye” dönüşecek,dönüştürülecek, bir kez dönüştükten sonra, yapılmış tüm reformlara karşın, ekonomi politikten gelen maddibelirleyiciler ortadan kalkmadıkça, yok olmayacaktır.
No comments:
Post a Comment