Geçen hafta, perşembe günü başlayan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) 60. kuruluş yılı kutlamaları, “Çin 60 yılda nereden nereye geldi? Acaba nereye gidiyor” gibi sorulara olan ilgiyi yoğunlaştırdı.
Çin’in dünya ekonomisindeki yeri, uluslararası siyasetteki etkisi, toplumsal modeli, “Pekin Mutabakatı” etraflıca tartışıldı. Kimi yaklaşımlara göre Çin, geleceğin lider ülkesi olduğunu giderek daha belirgin bir biçimde gösteriyordu. Başkalarına göre, Çin’in toplumsal-siyasi yapısı, bu hızlı büyümenin getirdiği, kaynak gereksiniminin, derinleşen sınıfsal, etnik çelişkilerin basınçlarına daha uzun süre dayanamazdı; büyük bir toplumsal kriz olasılığı gittikçe artıyordu.
Ben bu yazımda, bir süre devam edeceğe benzeyen bu tartışmalardan daha çok, ÇHC’nin, etnik azınlıklara (milliyetlere) yönelik politikalarına ve uygulamalarına kısaca bakmak istiyorum. Bence, bu deneyimlerden, bu konuyu daha sağlıklı düşünmemize yardımcı olacak dersler çıkarmak olanaklı.
ÇHC’nin ulusal azınlıklar politikası, uygulamaları
Yazımın bu kısmında, ÇHC’ninulusal azınlıklar politikasının ana bileşenlerini özetlerken, Çin devletine yakın bir yayın organı olan Global Times’da temmuz ayında yayımlanan kapsamlı bir yazıdaki açıklamaları aktaracağım.
ÇHC kendini, çok etnik gruplu, bu grupların birlikte kurduğu bir devlet olarak tanımlıyor, böylece de tüm etnik gruplara kurucu statü tanınmış oluyor. ÇHC, kurulurken feodal beyleri, tapınakların baskısını, savaş ağalarını tasfiye eden bir süreç yaşandığından, çok etnik gruplu birleşik devlet, özgürleştirici bir gelişme olarak da şekillenmiş.
Bu nedenle ÇHC’nin azınlık ulusları politikası eşitlik ve birliktelik ilkesine dayanıyor. 1954 yılında devlet 38 etnik grup tanımlarken 1964-79 yılları arasında yapılan başvurular sonunda resmen tanınan etnik grupların sayısı 56’ya yükselmiş. Bu çok etnik gruplu yapının nüfusunun yüzde 90’dan fazlasını Han (Çinli) grup oluşturuyor, diğer etnik grupların oranının yüzde 8.5 olduğu belirtiliyor.
ÇHC anayasası, etnik gruplara kendi dillerini konuşma geliştirme, hukuk, idari ve eğitimalanlarında kullanma hakkı veriyor. Devlet bu hakkın, kültür ve sanatın, geliştirilmesine yönelik araştırmalara ve çalışmalara önderlik ediyor, mali ve idari olarak destekliyor. Yasalar her türlü etnik ayrımcılığısuç olarak niteliyor. Bütün etnik gruplar devlet işlerine eşit olanaklarla katılıyorlar. Bu uluslar Ulusal Halk Kongresi’nde kendi temsilcileri tarafından temsil ediliyorlar, temsil oranlarının nüfus içindeki paylarından yüzde 5 daha yüksek olarak gerçekleştiği görülüyor. Komünist Partisi’nin azınlık uluslardan gelen üyelerinin sayısı, ülke çapında 2.7 milyonu geçiyor.
Azınlık uluslar (etnik gruplar), yaşadıkları bölgelerdeki yoğunluk ve homojenlik özelliklerine bağlı olarak, otonom bölgeler, otonom eyaletler, belediyeler vb. gibi idari kurumlarla, kendi kendilerini, ama merkezi devletin yapısı içinde kalarak yönetiyorlar. Büyük homojen gruplar, otonom bölgeler olarak yönetilirken birden fazla etnik grubun birlikte yaşadığı bölgelerde, otonom eyalet, otonom belediye gibi diğer otonom yönetim kurumları geçerli olabiliyor.
ÇHC, tüm etnik grupların eşitçe, birlikte gelişmesini amaçlayan bir ekonomi politikası izlediğini söylüyor. Bu amaçla kırsal alanlarda yaşayan etnik azınlıklara tarım ve hayvancılık alanlarında ekonomik, mali destek sağlanıyor. Devlet politikası azınlık alanlarına yönelik olarak pozitif ayrımcılığı amaçlayan mali ve ekonomik politikalar uyguladığını ve ekonomik reformlar aracılığıyla buraları ülkenin geri kalanına ve dünya ekonomisine açmaya başladığını da vurguluyor. Geri kalmış bölgeler için yoksulluğu azaltıcı, sağlık hizmetlerine ve çocuk doğumlarına yönelik özel politikaları da geliştirilmiş. Devletin politikasının, bu etnik grupların asimilasyonunu, “Han”laştırılmasını değil, korunmasını ve geliştirilmesini amaçladığı ayrıca belirtiliyor.
Özetle, ÇHC’nin azınlıklara, ayrılma hakkı dışında, akla gelebilecek hemen tüm hakları tanıdığı, desteği sunduğu söylenebilir. Ancak, son yıllarda Sincan ve Tibet bölgesinde görülen kanlı ayaklanmalar bize, tüm bu haklara karşılık, azınlıklar sorunun varlığını koruduğunu, hatta daha da şiddetlenerek geri geldiğini gösteriyor.
Ve çarptığı engeller
Sorun, bu yasal ve idari tedbirlerin, gereçlerin uygulanmıyor olmasından değil, bu uygulamaların esas olarak ekonomi politiğin içindeki çelişkilerin etkisiyle çarpılmasından kaynaklanıyor.
Foreign Policy dergisinde geçen hafta yayımlanan, Christina Larson imzalı bir araştırmaya göre, Han (Çinli) nüfusun diğer azınlıklara ait bölgelere, son yıllarda giderek artan sayıda gelmeye başlaması, etnik çelişkilerin sertleşmesine yol açmış. Otonom etnik bölgelerde yaşayanlar, yeni gelenlerin daha iyi yaşam koşullarına sahip olduğundan yakınıyorlarmış. Gelenler ise örneğin çatışmaları aktaran televizyon haber programlarında, aslında yerel etnik gruptan kaynaklanan ayrımcılık ve düşmanlıktan yakınıyorlardı.
Larson yazısında, geçen 20 yılda yaşanan hızlı (kapitalist) kentleşmenin farklı etnik grupları birlikte yaşamaya zorladığına işaret ediyor. Bu kentleşme sürecinde etnik grupların, yaşam koşulları, yeni yollar, hastaneler ve diğer altyapı hizmetleri sayesinde eskiye göre belirgin bir biçimde iyileşmiş. Ancak, Asya Kalkınma Bankası’nın işaret ettiği gibi gelir dağılımı giderek bozulduğundan, bu yeni komşu olanlar, ne yazık ki dost, arkadaş olamamışlar.
Urumçi çatışmaları, yeni gelen Han etnik grubu ile yerli grupların arasındaki uçurumu sergiledi. Han ve yerel etnik grup, birbirlerinden kesin bir biçimde ayrı yaşıyor, hatta farklı dili konuştuklarından, aralarında iletişim dahi kuramıyorlar. Bu nedenle, Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nden Charles Freeman’ın işaret ettiği gibi etnik farklılıklar kolaylıkla ateşlenebilecek çelişkilere dönüşüyorlar.
Otonom bölgeler gerçekten yerel kadrolarla ve otonom olarak yönetiliyorlar. Ancak merkezi devletin uygulamaları, çoğu kez dayatma olarak algılanıyor. Yerel etnik gruptan seçilen yöneticiler, merkezi devlet tarafından onaylandıklarından, hatta yetiştirildiklerinden, kariyerlerini merkezi devlete, Komünist Partisi’ne borçlu oluyorlar. Diğer bir deyişle yerel etnik liderlikler de Çin devletinin bürokrasisine bağlı oluyor, nomenklaturasının(egemen sınıfın) parçası olmaya devam ediyorlar.
Bu bağlamda, yerel düzeyde, sınıf ilişkilerinin, rüşvet ve yolsuzluk olaylarının, etnik farklılıkları çelişkiye dönüştürdüğü görülüyor. Dahası merkezi devletin bölgelere, pozitif ayrımcılık yapmak, otonom bölgelerdeki ekonomik, kültürel gelişmeleri desteklemek amacıyla gönderdiği kaynaklar, bu bürokrasiye, onların yerel çevrelerine (yerel sınıf ilişkilerine) takılarak talan ediliyor, büyük bir kısmı halka ulaşamıyor.
Özetle, tüm ayrıntılı idari tedbirlere, otonomi uygulamalarına karşın, gelir dağılımı bozuldukça, sınıfsal çelişkiler derinleştikçe, etnik farlılıklar, patlayıcı etnik çelişkilere dönüşüyorlar. Çarşamba günü, Zizek, Karatanive Kant üzerinden, “diyalektik çelişki” ve “antinomi”kavramlarına dayanarak etnik çelişkilerin, yapısal özellikleri ve“çözüm” olasılıkları üzerine“düşünmeye” çalışacağım…
No comments:
Post a Comment